2 entry daha
  • mehmet seyda'nın bir romanı. klasik sayılabilcek bir sahneyle başlıyor ama şöyle doğal anlatıyor ki

    "günlerdir çarşafları değiştirilmeyen kirli yatağında, göz kapaklarına vuran sabah güneşiyle uyandı. ilkönce, keskin ışıktan kaçırdı yüzünü. sonra, yoklandı mı rahatlattıracak ama bulunmayacağı öncesinden kavranılmış bir şeyi tutmak istercesine, sıkıntı ve kuşkuyla uzattı kolunu; uyku sersemi bir kafanın ne yaptığına pek karışmadığı gergin parmakları, değdi değecek, yorgan altında ilerledi, arandı. dün bir bugün iki, sağında yatan kadının ateş gibi sıcak sol avucunu ille okşama alışkanlığından başka bir şey değildi bu; sabahla başlayan (günaydın, nasılsın?)lar yerine...
    kadının avcuna gelince, o her zaman açık ve okşanmağa hazırdı. hazırdı ve uyku ile uyanıklık arası, usul usul sokulup içine birden giren parmakları çekinmesiz, tam bir benimseyişle sımsıkı kavradıktan sonra yeniden gevşerdi. (uyandım evet. günaydın. ama bırak uyuyayım.) bıraksa kırk yıl uyurdu belki. sonra, adamın eli, onun karnının gergin, kaypak derisini okşamaya girişirdi. kaslarının, elinin altında bazen yumuşadığını, bazen sertleştiğini duyardı. önce kollarıyla, sonra dizlerini hafifçe yukarı büküp bacaklarıyla açılırdı erkeğe. ve gözleri o sırada hâlâ kapalı, kımıltısız, uykulu...
    of... her şey sırasızca öyle tez değişir, karışır, uzaklaşır ki, insan bunu neden sonra, ancak iş işten geçtikten sonra anlamaya başlar. ve işte, onun gibi, boşluğu yakından görüp kavramak için, göğüs geçirerek yan döner. orada, yanıbaşında, ne el vardır, ne avuç. hiç kimse yatmamıştır." (mehmet seyda, gerçek dışı, s.5-6)
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap