5 entry daha
  • walser, sonra sonra tanner kardeşler kitabından biraz pişman olmuş : "insan aile meselelerini ulu orta sermemeli böyle ama onu yazarken gençtim, tecrübesizdim" diyor. gerçekten özellikle son bölümdeki aile sırları, itiraf etmesi epey yürek isteyen cinsten.
    belki de bu kitaba bir kurgu roman değil de onun dünyasına bakabildiğimiz yüksek bir tepe demek daha doğru olur. kurgu roman olarak ele alındığında, yapısı biraz sorunlu. boşluklar, atlamalar var, uç uca eklenmiş öykü kitabına benziyor. diyaloglarda da hep walser konuşuyormuş gibi. nasıl tarif etmeli? sanki kaspar, klaus, klara, hedwig ve işte konuşan herkes, ayrı karakterler değil de walser'ın kafasının içinde, hep onun farklı bir varoluşundayız.
    diğer yandan kitap bu haliyle de walser'a ait, kesinlikle bildiğimden çok farklı, mesela çok hesap yaptığı için burunları uzayan adamların olduğu, bir manzaraya geniş bir bakış açısı getirdiği için çok değerli. bu manzarada onun doğaya, geçmişin romantizmine, modernizme, kadına, adalete, tanrıya, dinlere, cinsel ve fetiş hazlara vs. sıradışı yaklaşımı var.

    kitapla bağlantı kurabildiğim duygu ise saklambaçta unutulmuş bir çocuğa aitti. evet, kardeşlerin en küçüğü ve kendi deyimiyle en haylazı simon, saklambaç oyununda unutulan bir çocuğa benziyordu.
    oyuna dahil gibi yani, herkes gibi o da saklanıyor. kendinden emin beklerken hayaller kuruyor. "bulunduğumda ne kadar heyecanlı olacak" diyor. ama oyunu kazanmak için ebeden önce sobelemesi lazım, o hiç çıkmıyor saklandığı yerden. bekliyor. onu aramaya kimse gelmiyor. zaman geçtikçe unutulduğunu yavaş yavaş fark ediyor. hayatta bu kadar küçük yer kapladığı için bozulmuyor gibi görünüyor. "zaten," diyor "amaç bulunmamaktı. ben bunu isiyorum."
    ve sonsuza kadar unutuluyor.

    böyle hüzünlü bir duygu.

    son olarak ; madem walser bir hayalci, okuru olarak biz de hayal kurabiliriz. benim hayalim kaplıca müdiresinin kitabın finalindeki sözlerinin, walser'a öldüğü gün yaptığı yürüyüşüne eşlik etmesi oldu.
    diyelim ki şöyle :
    "robert, 25 aralık 1956'nın o soğuk salı sabahı yapayalnız çıktığı yürüyüşünde, ormana az bir mesafe kalmışken eski dostu kaplıca müdiresine rastladığında gözlerine inanamadı. bu ıssız yolda karşısına çıkan kadın, aradan geçen 50 seneye rağmen tek bir gün bile yaşlanmamıştı.
    robert şaşkınlıktan konuşamaz vaziyetteydi ki bu pek sık olan bir şey değildir. kanatlarını yeniden çırpan çocukluğunun hışırtısını duydu tekrar, tıpkı çocuklara doğru yürüyen annesinin odanın zeminini süpüren giysisi gibi. kadın gülümseyerek koluna girdi ve ilk günkü neşesiyle fısıldadı : "gelin. size öğretmek istiyorum; tüm bunları, eksikliğini çektiğiniz her şeyi öğretmek istiyorum. gelin, hava kararmadan çıkalım. uğuldayan ormana. size söylemem gereken çok şey var. bunca senedir, sizin zavallı, mutlu bir tutsağınız olduğumu biliyor musunuz? başka laf istemiyorum, tek söz yok. gelin sadece."

    beş adım sonra karların üzerine düşecek olan robert'ı daha sonra bulanlar şöyle diyecekti "insanlar seninle ne yapacaklarını bilememiş olsalar bile, artık yazdıklarını okuyacaklar en azından"

    --- kendi ölümüne kendi satırları ile eşlik eden bir robert walser, hayalci robert walser'ın hayalci okurunun robert walser için kurduğu bir hayal oldu. ---
hesabın var mı? giriş yap