32 entry daha
  • australophitecus, insan evriminin basamaklarında bahsedebileceğimiz en eski atamızdır. ondan öncesinde yine primatız elbet ama insanı insan yapan yüksek zeka, bipedalizm, alet kullanımı, karmaşık sosyal yapı gibi asal niteliklerin hepsinden birden bahsetmek mümkün değil.

    australophitecus insanının keşfi birinci yüzyılını henüz doldurdu. keşfin hikayesinden bahsedeyim biraz. 1924 yılında güney afrika'da taung kireçtaşı yatağında dağınık halde hominid kemikleri bulunduğunda, şans eseri olarak, bu fosillerin önemini kavrayabilecek, dünyadaki üç dört bilim insanından biri olan raymond dart'ın önüne geldi. o sıralarda johannesburg'da öğretmenlik yapan raymond dart'ın anılarında anlattığına göre bir kasa taşlaşmış kemik kalıntısının kendine getirildiği gün, bir arkadaşı evleniyordu, kendisi sağdıçtı ve düğün için hazırlanmakla meşguldü. sadece üstün körü bir göz atmak için, kasanın kapağını kaldırıp içinden bir kafatasını eline aldığında, tuttuğu materyalin sıradan bir antropoidal beyin kalıbı olmadığını fark etmişti. beyin kalıbı diyorum çünkü bu fosillerin bir kafatasının iç bölümünün görünmesini sağlayan bir özelliği vardı.

    kemiklerin ve kafatasının bir primata ait olduğu kesindi. boyu yaklaşık bir metre kadardı. 5-6 yaşlarındaki modern bir insana benziyordu. süt dişleri yerinde duruyordu. dart, fosilleşmiş kemiklerin bir çocuğa ait olduğunu anladı. kafatasının tepesindeki iki delik muhtemelen çocuğun son anlarında yaşadığı dehşetin izleriydi. hala küçük habeş maymunlarını yakalayan ve kafataslarını benzer biçimde delen afrika kartalı, kurbanını kireçtaşı çukuru üzerindeki bir ağaçta bulunan yuvasına götürmüş ve yemiş olmalıydı. ki sonradan izlerin afrika kartalının pençesine birebir uyduğu anlaşıldı. kireçli su kartalın yuvadan attığı kemiklerin üzerini örtüp yavaşça fosilleştirmişti. kafatasındaki deliklerden içeri sızan su, yumuşak beyini taş haline getirmişti.

    kireçtaşı çökeltisine dönüşmüş kumun içinde duran şey bir habeş maymunu beyninin üç katı büyüklüğündeki bir beyin kopyasıydı. dart henüz ismi olmayan primat türünün ortalama bir maymundan üç kat zeki olması gerektiğini hemen anladı. omurilikle bağlantı goril, şempanze, orangutan gibi primatları kapsayan insansı maymun (ape) dediğimiz kuzenlerimizde olduğu gibi arkada değil kafatasının altında bulunuyordu. raymond dart kemikleri incelemeye öylesine dalmıştı ki, damat onu bulup, kolundan tutup götürmese düğünü kaçıracaktı.

    raymond dart kemikler üzerinde uzun zaman çalıştı. neredeyse bizim gibi yürümeleri gerektiğini varsaydı. belki biraz daha az, belki biraz daha etkin. ama kesinlikle ormanda yaşayan şempanze ve goril akrabalarına göre dengesini daha iyi koruyabiliyor olmalıydılar. bir şempanzenin ağırlık merkezi pelvis ve omurganın önündedir. bu yüzden iki ayak üstünde yürürken öne eğik olmak zorundadır. ayakları ise açık alanda yaşayanlara özgü koşucu değil, ağaçlara tırmanmaya uygun şekilde tutucu formdadır. taung çocuğu ise bipedalizm konusunda insan türlerinde (homo) görüldüğü gibi oldukça yol almış görünüyordu.

    raymond dart, darwin'in insanın erken tarihli atalarının afrika'da yaşamış olduğuna dair pek de itibar edilmeyen kuramını hatırladı. elindeki fosil kemiklerinin onun kayıp halkası olduğuna kanaat getirdi. dart buna afrikalı güney insaymunu dedi. yani australophitecus africanus.

    tam elli yıl sonra, yani 1974 yılında, iyi korunmuş bir australophitecus iskeleti bulunması tam bir sansayon yarattı. testler iskeletin 3,2 milyon yaşında olduğunu gösteriyordu ve bir dişiye aitti. paleontologlar, maurice taieb ve donald johanson buluntunun ismini lucy koydular. dediklerine göre keşifin yapıldığı akşam yemekte beatles'ın lucy in the sky with diamonds şarkısı çalıyormuş, araştırmacılar için esin olmuş. leğen kemikleri, şimdi bizim (kırılgan bir kalça eklemi olan) femur kemiği üzerine uyguladığımız basınçtan daha az basınç yapıyordu. bu gözlem australophitecusların iyi birer yürüyücü ve koşucu olduğu tezini desteklemektedir.

    ama asıl dönüm noktası 1976 da geldi. iki bilimadamı tanzanya'daki laetoli yakınlarında şakalaşıyorlardı. çevrebilimci david western kurumuş bir fil pisliğini arkadaşı paleontolog andrew hill'e doğru fırlattı. hill, kaçmaya çalışırken yere kapaklandı ve kayadaki tuhaf girintilerle burun buruna geldi. insan ayak izlerine benziyordu ama volkanik küllerin fosilleşmiş izleriydi. kayaçların yaşı 3,6 milyon yıldan büyüktü, homo cinsinin en yaşlı türü homo erectusun varlığı bile 2 milyon yıldan geriye gitmediğine göre izler australophitecusa ait olmalıydı.keşiflerini yakınlardaki bir kazı alanının şefi mary leakey'e anlattılar. leakey o çevrede çok detaylı bir araştırmaya girişti.

    iki yaratık yağmurla yapışkanlaşmış çamurlu bir tabakanın üzerinde yürümüşlerdi. primatlardan biri büyük diğeri küçüktü. ayak izleri de iskelet yapısının anlattıklarını onaylıyordu. ayaklar bizim gibi yere basıyordu. önce topuklar, sonra başparmağın biraz itmesiyle ileri doğru hareketlenen ayak tabanı. iki ayak izi birbirinden 25 cm uzaktaydı. yürüyüşlerini birbirlerine uydurmuşlardı. el el yürüyorlardı ya da daha muhtemel olanı birinin kolu diğerinin omuzundaydı. biri uzun diğeri kısa boylu iki kişinin yürürken yaptığı gibi. aslında belli belirsiz bir iz daha vardı. eğer büyük olanın ayakları yumuşak çamur üzerinde biraz fazlaca kaymıyorduysa arkadan bir üçüncü geliyor ve büyüğün ayak izlerine basıyordu. izlerin bir erkek, bir kadın ve bir çocuğa ait olduğu düşünülür.

    sonra yakınlardaki volkan patladı ve taze ayak izlerini örtecek şekilde kül serpintisi oluştu. küller sertleşti ve izleri hayal edilmesi bile zor 3,6 milyon yıl boyunca muhafaza etti. acaba ateş ve lav kusan yanardağın gazabından kaçacak vakitleri olmuş muydu? daha henüz insan diyemeyeceğimiz kadar geçmişte yaşamış iki primat. büyük olan küçüğün elinden tutuyor. çocuk olanı volkan yüzünden dehşete kapılmadan hemen önce muhtemelen elinden tutan babasının yanında kendini güvende hissediyordu.

    üç bin, otuz bin ya da üç yüz bin değil, üç milyon yıl önceki atalarımızın davranışlarının bize bu kadar benzemesi hep tuhafıma gitmiştir. bazen oğlumla bir yere giderken elini omzuma attığımda ya da kızımın elini tutarak parka doğru yürürken laetoli'deki aile aklıma gelir. modern hayat içinde doğal yaşantımıza oldukça yabancılaştığımız için tür benliğimizle bağımızı nerdeyse tamamen koparmış durumdayız. alet kullanımı olarak, en fazla elimizde bir hayvan kemiği ya da bir ağaç dalı tutabilen canlılardık. bugün güneş sisteminin dışına uzay aracı gönderebilecek teknolojiye eriştik. elele tutuşan baba oğul örneğinde olduğu gibi bazı davranış kalıplarımızın değişmeden milyonlarca yıl boyunca taşınmış olması çok güzel değil mi?
hesabın var mı? giriş yap