23 entry daha
  • marmarayla kadıköy'e gidiyordum, bi dostumla buluşmaya. birkaç durak gittim. kapının önünde duruyorum, kalabalığa sırtımı verdim, kapının camının yansımasından marmaray tünele girdikçe tipimi kesiyorum, ulan göz altları iyice gitmiş gölgeli yansımada bile belli oluyor diyorum. derken bir hanım bindi. epey de hoş ve havalı bir kişi; kot şort üzerine beyaz gömlek giymiş, pek anlamlı bakan bir hanım. baktığı yer ise telefonuydu. başı önde, kulağında kulaklık, telefon ekranından gözlerini ayırmadan binmişti marmaraya.

    ilgimi çekti. marmaray kalabalık olduğu için mecburen yakın duruyorduk, hemen sağımda, bir yere tutunmadan ve insanlarla temas etmemeye çalışarak yolculuk ediyordu. neye bu kadar konsantre olduğunu merak etsem de henüz telefonunun ekranına bakmamıştım ve kapının camından kısa bakışlarla kendisini izliyordum. rahatsız edilmek istemediği belli olduğu için, çaktırmadan ekranına bakarken yakalanırsam ayıp olurdu. fakat sonra, arkadan gelecek bir müdahaleye karşı her an tetikte olan bir bruce lee gibi göz bebeğimi gözümün en sağına getirerek hanımefendinin yüzüne baktım ve o da ne: gözleri nemli, gözyaşı damlamasın diye göz kapaklarını sıkıca yumup kaşlarını ikide bir yukarı kaldırıyor. o zaman artık yapacak bir şey yok dedim ve telefona doğru kafamı seğirttim; yan koltuktaki dayının sözcü gazetesini okuyor gibiydim, fakat merakıma ve hafifçe üzüntüme yenilmiştim.

    bir şarkının sözlerini okuyor, bir yandan da şarkıyı dinliyordu bu havalı ve ağlamaklı hanım. bir iki satır ben de okumuş bulundum ve bu kişi ve şarkının sözleri iyice ilgimi çekti; devam ettim okumaya, hanımefendinin telefon ekranında kalakaldım. epeyce yakıcı sözler içeren bir şarkıydı, beğenmiştim ve öyle okuya okuya bi durak gittik. derken gözüm şarkının ismine takıldı. içim sızladı ve tam kendisini kimin üzdüğünü merak etmeye başlamıştım ki, hanımefendi telefonunun ekranını kilitledi ve ben kapıldığım yerden hızlıca geri çıktım, kafamı kaldırıp yüzüne baktım. göz göze geldik. gözü daha da nemlenmiş, bakışları bir novella yazacak kadar anlamlı hale gelmişti. on saniye civarı birbirimize baktık. sonra marmaray durdu, hanımefendi kafasını öne eğip yavaşça indi ve kapının önünde duran ayıların arasından sıyrılıp gözden kayboldu. film sahnesi gibiydi, acayipti.

    hemen şarkıyı açıp dinledim. biraz dinledikten sonra, şarkıyı bir zamanlar aşık olduğum ve müthiş vakit geçirdiğimiz bir kişinin bana yollamış olduğunu hatırladım. iyice kısa film olmuştuk. garip bir birleşim.

    yolum bitene kadar sözleri okuya okuya şarkıyı dinledim. şarkının sözlerini kimin yazdığını bilmiyorum ama yazanın ne yaşayarak bu denli mükemmel ve acılı sözler yazabildiğini düşündüm. (bkz: mükemmel acı) isaac wood nakaratı ve şarkının bazı cümlelerini söylerken düpedüz acı çekiyordu. kesin o yazmıştır.

    peşinden, iki şey düşündüm. ilkin, o hanımefendinin ne yaşamış olabileceği; dostum tuvalete gittiğinde ya da masada kısa sessizlikler olduğunda, aklıma sözel olarak bu fikir ve görsel olarak onun kafasını telefondan kaldırıp baktığı ilk an geldi.

    ikincisi ise, söz yazarının yaşadıklarıydı.
    şarkının isminde neden insert kelimesini kullandığını düşündüm; anlamı bu kadar yoğunlaştıran bir kelime seçecek kadar ne gelmişti başına acaba.

    the place where she inserted the blade
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap