4 entry daha
  • insanları hayvanlarla aynı kökende görmek ve 'bu dünyadan, bu maddeden azade bir ruh' inanışını reddedip insanı tamamen bu dünyanın bir parçası olarak telakki etmek insanoğluna hep zor gelmiştir. oysa bütün işaretler gösteriyor ki, insanlık, tam da bu dünyanın dinamiklerinin eseridir; kendini kopyalayabilen moleküllerden başlayan serüveni onu bugüne getirmiştir. bu sürecin yapısı artan araştırmalarla gitgide daha net bir şekilde anlaşılabilir hale geliyor. primatlarla olan yapısal benzerliklerimiz çok fazla örneğin; neredeyse hepimiz aynı organlara sahibiz. bununla beraber diğer memelilerle de yüksek bir benzeşim içindeyiz, memelilerden omurgalılar kümesine açılınca kümenin diğer üyeleriyle benzerliğimiz biraz daha düşüyor, bitkilerle hiç benzemiyor gibiyiz, tek hücrelilerle ise neredeyse hiçbir ortak yönümüz yok gibi görünüyor. gelgelelim, tek hücreli canlılarla bile büyük bir ortak payda altında buluşuyoruz. biz de hücrelerden oluşuyoruz ve hücrelerimizin temel çalışma prensipleri aşağı yukarı aynı. sonuçta dünyadaki bütün canlılar olarak akrabayız.

    bu ışık altında, insanı dünyadan ayrı bir canlı olarak görme eğiliminin altında yatan ne olabilir? kanımca, bu anlayışın beslendiği ana kaynaklardan birisi de dildir. "bitkiler arasında bir iletişim yok, hayvanlar ise ancak birkaç temel mesajı aktarabiliyorlar aralarında; insan diline benzer bir sisteme hiçbir canlıda rastlamıyoruz; o halde insanın bir ayağı bu dünyaya ait olmayan, ruhani bir kökeni de olmalı" şeklindeki bir akıl yürütme gerçekten de hatasız görünüyor. oysa aynı usavurumu kullanarak filler de kendilerinin evrim ağacının dışında kaldıklarını iddia edebilirlerdi, diyor steven pinker. zira fil hortumu, dünyada yalnızca file has bir organ; filin evrim ağacındaki en yakın akrabalarında bile fil hortumuna benzer bir organ görülmüyor. yalnızca kaba benzeşimler sözkonusu.

    birçok türde diğerlerinde bulunmayan, sadece kendine has organlar bulunabileceğine göre, canlılığın açıklanmasında evrim teorisini çöpe mi atacağız? bunu düşünüyorsak, evrimi tamamen yanlış anlıyoruz demektir. aklımızda tutmamız gereken, üreme sürecinde bir türün birbirine benzemeyen farklı türlere, bazen de tamamen kendine has özellikler taşıyan dallara ayrışabileceğidir. öyle olmasa tüm türleri ortak kökenlere bağlamak zaten mümkün olmazdı, değil mi?

    bu bakımdan, insandaki dil kabiliyetinin primatlarda görülememesi, insanın evrimdışı olduğu sonucuna götüremez bizi. bununla beraber, dil algılama ve konuşmada etkin olduğu bilinen broca wernicke bölgeleri diğer primatlarda da mevcut. öyle ki, bu bölgelerin beyindeki asimetrik pozisyonları bile insan ile diğer primatlarlarda ortak. beynin bu kısımlarının hasar görmesi durumunda ortaya çıkan dil problemlerine bakılırsa (bkz: broca afazisi), (bkz: wernicke afazisi), beynin aynı zamanda bir dil organı olduğu sonucuna varabiliriz. bu bölgeler diğer primatlarda da mevcut ise, "dilin evrimsel kopukluğu" gibi bir teori epeyce zeminsiz kalıyor.

    o halde neden diğer canlılar insan gibi konuşamıyorlar? fillerin neden kendilerine has hortumları varsa o yüzden: gıcıklığına.
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap