61 entry daha
  • ahlak ciddi bir meseledir, i.s. v - vi. yy.'larda temellenmiş bir sosyal huzur sağlayıcısı değildir. islam veyahut başka bir dinle sağlam hale de gelmemiştir. ahlak, insanın insan olduğu noktadan itibaren beliren iletişim imkanı çerçevesinde, diğer insana ulaşıp onun tarafından kendisine ulaşılabilmesinde belirlenmiş olan ilk kuralları da kapsar. örneğin iki ilkel insanın dağ başında bir inin içinde yaşadığını düşünün, ikisinden biri diğerini inin dışına iterek yağmurda ıslanmasını sağlayabilir ancak bunu yapamaz, çünkü ahlakın caydırıcılığı onu engeller. nasıl engeller? örneğin vicdan muhasebesi yoluyla; örneğin o kişiyle olan birlikteliğine zarar veren bir davranış içine girdiğinde getirisinin (mağarada yalnız başına yaşama özgürlüğü) götürüsünden (yaşaması risk altına girebilir) daha fazla olması düşüncesiyle (utilitarianism) vb.

    aslına bakılırsa "...bireysel bazda bir ahlak sisteminin oluşturulması imkansızdır. insanoğlu kısıtlı aklıyla asla ve asla böyle bir sistem oluşturamaz. bu noktada din ortaya çıkar. evet, tam bir sistem için danışılacak tek merci islam'dır." gibi bir söylem insanın tüylerini ürpertmelidir. zira insanoğlunun biyografisine, kronolojisine baktığımızda islam'dan evvel de bir ideal ahlak arayışının olduğunu görüyoruz, ki bu arayışları biraz derleyeceğim, ama ondan önce açıkça belirtmem gerekir ki, insanoğlu salt bu arayışıyla başarısız olmuş da islam geldikten sonra tam anlamıyla ahlaka kavuşmuş değildir. islam'ın insanoğlunun ahlak anlayışını getirisi muhakkak vardır ama "kısıtlı aklıyla insan..." diye başlayarak, evvelki törebilim üzerine düşünüşleri bir kenara atıp, islam'ın kutsiliğinden bir yaşama felsefesi çıkarmak, bunun evvelki düşünce sistemlerinden bağımsız olduğunu düşünmek sadece ve sadece "inanç" kapsamında değerlendirilebilir. bu da saygıyı haketmesine rağmen, ilmi çalışmaların gösterdiği ölçüde yerin dibine sokulası "hatalı bir çıkarım"dır.

    insan "defectus" bir canlıdır, doğru. yani ideal devlet (platon'un devlet'i, campanella'nın civitas solis'i, thomas morus'un utopia'sı, francis bacon'ın nova atlantis'i ve hatta hiristiyanlıkta dile gelen tanrı'nın krallığı ya da daha orjinal tabiriyle regnum dei, islam'ın öne sürdüğü "müslümanca yaşamın" gerçekleştiği ülke vs.) kendi ideal yasalarını oluşturur. bu bir çabadır, yunan'da açıkça karşımıza çıkar. pek tartışma götürmeyen bir konu bu, yani islam'dan çok çok evvel zaten bir ahlak arayışı vardı. ve bu arayış, dile getirildiği gibi "zekası kıt" insanların arasındaki alimler, bilgeler, filozoflar tarafından yürütülüyordu. örneğin pythagoras'ın sayı-gizemciliği aynı zamanda ahlak yasalarını da kapsıyordu. pythagorasçılara göre dünyayla alakalı olgular ile dünyayla alakası olmayan olgular arasında bir paralellik mevcuttu. sevgi gibi, arkadaşlık gibi, erdem gibi, sağlık gibi olgular hep sayılarla temellenmişti. örneğin sevgi ve arkadaşlık 8 sayısıyla ifade ediliyordu, zira sevgide ve arkadaşlıkta bir uyum vardır, bu uyum da 8 sayısındaki uyuma benzer. (maurice h. farbridge, studies in biblical and semitic symbolism : http://books.google.com/…tortisrmdvpf371hyjuivifb1y)

    burada tabi ahlaki yasaları temellendirme, açıklayabilme gayreti vardır. ve yine tartışma götürmez bir şeydir ki, muhammed'le birlikte tebliğ edilen islam dini pythagoras'tan çok ama çok sonra kendini göstermiştir. yine yunan'da ahlakı temellendirme, açıklayabilme gayretine örnek göstermek gerekirse, nietzsche'nin en büyük yoldaşı herakleitos'u gösterebiliriz. ahlaki bir tutum içinde olan insan, kendisini evrensel oluşla karşılaştırmalıdır. her şey ama her şey yasalarla sınırlıdır. frank thilly'nin yorumu yerindedir: törebilim anlamlı bir yaşam sürmenin yollarını sunmaktadır. herkes için aynı olan bir var oluş kaynağına boyun eğilmesi gerekmektedir. ahlak, yasalara karşı saygı, kendini disiplin altına alma, tutkuları denetim altında bulundurma anlamına gelmektedir; ahlaklı olmak, birinin kendisini mantıksal ilkelerle yönetmesi demektir. (f. thilly, yunan ve ortaçağ felsefesi, sf.53, izdüşüm yay.)

    örneğin herakleitos'un diels'e göre 23. fragmanında (clemens alexandrinus, stromateisi. iv. 10 [ii.249.23]) "adaletin adı bilinmezdi, bu şeyler olmasaydı." denir. cengiz çakmak hocanın açıklaması şöyle: "herakleitos'a göre her şey karşıtıyla birlikte bilinir. adaletsiz veya haksız şeyler olmasaydı, adil şeylerin ne olduğunu anlayamazdık. yunan dünyası açısından hak, haksız bir şey yapıldığında veya belirlenen sınırlar aşıldığında verilen cezada ortaya çıkar." (herakleitos, fragmanlar, çev. cengiz çakmak, sf.75, kabalcı yay.) burada tabi evvelce belirtilen "bunun dışındaki herhangi bir otorite yanılmaya mecburdur. çünkü, referansını yine insandan ve onun aklından almaktadır. " ifadesini eleştirmek gerekir. çünkü şu ana kadar islam öncesi (hem de bir hayli öncesi) düşünüşlerden iki tanesiyle ahlak gayretini göstermeye çalıştım. ancak bu kadarla da sınırlı değil, benzer bir törebilim üzerine düşünüşü demokritos'ta da görürüz. ona göre yaşamda amaçlanması gereken asıl hedef mutluluktur. içsel tamin ve huzur da ruhun korkusuzluğna bağlı olup serinkanlılığa muhtaçtır. o maddi varlığı önemsemez, beden hazlarını ise küçümser. demokritos da tutkularımızdan sıyrılmamız gerektiğini önerir. (j. barnes, the presocratic philosophers : http://books.google.com/…jnlse1r3m_6a3k5hisxjp9jfoi)

    hani kıt zekalı insanlar ahlak yasaları oluştururken yanılabilirmiş ya, ve bu yüzden tek geçerli merci islam'mış ya -tanrı'nın kelamını içererek- o halde demokritos'un bütün erdemlere mutluluk yolunda ayrı ayrı değer biçmesi de eksik olabilir, diye düşünebilirler. oysa ki demokritos'un değer yargılarını şöyle özetlemek de mümkün, bakalım tanrı'nın kelamından oluştuğu söylenen islam ile demokritos'un seküler yargıları üst üste gelecek mi:

    1- demokritos'a göre zihin kıskançlığı, kibirliliği ve kızgınlığı, uyumsuzluğa yol açacaktır ve herkes için zararlıdır. cezadan korkmadan hep doğruları savunmalıyız. iyi olmak demek yalnızca yanlış yapmaktan sakınmak değil, aynı zamanda yanlış yapmak için isteğe bile sahip olmamaktır... doğru kişiler, yasalara uyma ve dürüst olma isteğindedir. (f. thilly, a.g.e., sf.78)

    2- nahl suresi 90: "şu bir gerçek ki allah; adaleti, iyi ve güzel davranmayı, akrabaya vermeyi emreder. tüm pisliklerden/edepsizliklerden, kötülükten, azgınlık-doymazlık ve kıskançlıktan yasaklar. düşünüp ibret alırsınız ümidiyle size öğüt veriyor."

    lukman suresi 18: "kibirlenerek insanlardan yüzünü çevirme, yeryüzünde kasılarak yürüme. çünkü allah, kurula kurula kendini övenlerin hiçbirini sevmez."

    mümin suresi 76: "girin cehennemin kapılarından; uzun süre kalacaksınız içeride. kibirlenenlerin barınağı ne de kötüymüş!"

    nisa suresi 40: "allah zerre kadar zulüm yapmaz. küçücük bir iyilik olsa onu kat kat artırır ve kendi katından da büyük bir ödül verir."

    taha suresi 112: "mümin olarak hayra ve barışa yönelik iyilikler yapan ise ne haksızlığa uğratılmaktan korkar ne de ezilip horlanmaktan."

    vs.

    örnekler arttırılabilir, şimdi ahlak yasalarının bir bütün oluşturduğunu, felsefi ve teolojik bir zeminde aynı olduğunda nasıl birinin "kıt zekalı insan ürünü" diğerinin ise "üstün bir zekaya haiz olan tanrı"ya özgü oalrak değerlendirilebileceği muammadır. içimizden birinin, demokritos'u ibrahim peygamber'in soyundan gelen biri olarak görmesi ne kadar mümkünse, demokritos'un ahlak anlayışının islam'ınkinden bir o kadar hatalı veyahut eksik olduğunu söylemek de o kadar mümkündür.

    pagan yunan dünyasında ahlak üzerine görüşler tabi ki bunlarla sınırlı değil, tabi ki "en muhteşem" ahlak anlayışının sadece ve sadece islam'da olduğuna dair görüşü (inancı değil!) çürütecek örnekler çoktur. örneklemeye devam edeyim o halde. örneğin sofistlere göe insan, kendi yasalarını belirleyendir. tam bir toplumsal ve ahlaki düzenden bahsedilebilmesi için yasal ve ahlaki kuralların birlikte bulunması gerekir. sokrates'e geldiğimizde ise durum biraz değişir, hatta tümden değişimle karşılaşırız. doğru ve yanlış olan'ın ussal bir temellendirmesi yapılmaya çalışılır. en temelde de bir problemin çözümü söz konusudur, nedir o problem? en yüksek iyi (summum bonum) nedir? sokrates'e göre en yüksek iyi, bilgi'dir. o halde bilgi, erdemdir. doğru davranmak için doğru düşünmek gerekir. bilgi olmadan erdem olanaksızdır. o halde bir insanın sanatta ve zanaattaki bütün becerisi, mesleğini öğrenmesiyle manalı hale gelir. yani insan bilgilendikçe en doğrunun, en iyinin üstüne giderek, onu sahiplenmiş olur. bir toplum düşünün ki, herkes yaptığı iş konusunda müthiş bir bilgiye haiz. o toplumdaki yamukluklar insanların bilinçli tercihleri değildir, zira insan, doğasından ötürü erdeme yakındır. bütün onurlu ve yararlı davranışlara olan eğilim, yaşamı acısız ve hoş kılmak içindir. (f. thilly, a.g.e., sf. 106)

    platon'a geldiğimizde ise ahlaki ideal artık tümüyle açıktır: iyi düzenlenmiş bir ruh. erdem, akıl, cesaret, özdenetim, doğruluk gibi niteliklerin ortaya konmasıyla daha da erdemli tutumlar sergilenebilecektir. o halde, sokratesçi "erdem, en yüksek iyidir" ifadesi platon'da mutluluğu getiren olgu haline gelir, ki bu da aslında demokritos'un ahlak anlayışıyla çelişmez, tıpkı tanrı'nın kelamıyla şekillendiğine inanılan islam'ın erdemlilik ve iyilik anlayışıyla çelişmediği gibi. f. thilly bunu şöyle özetliyor: dürüst kişi, her şeyden önce mutlu biridir. (f. thilly, a.g.e., sf. 135) çok fazla örnek vardır kuran'da ama, bir iki tanesini size sunabilirim. hud suresi 85'te: "ey toplumum! ölçüyü ve tartıyı tam bir dürüstlükle yapın. insanların eşyalarını tırtıklamayın. yeryüzünde bozgunculuk yaparak dolaşmayın." denir veya rad suresi 29 şöyledir: "iman edip hak ve barış uğruna iyi işler yapanlara mutluluk ve müjde var, güzel bir gelecek var." tabi burada platon'la islam'ın mutluluk anlayışı örtüşmesinin sebebi, aslında platon'un mistik düşünceye yaklaşmış olmasıdır. zira onun felsefesinde, insanın kendini dünya nimetlerinden yoksun bırakıp, kutsal amaçlara adaması eğilimi açıktır. ve sadece bu kadarla da değil, hem platon, hem islam bu hususta hiristiyanlıkla da ortak paydaya sahiptir. bunu da ekşi sözlük'te contemptus mundi ve contemptus dei başlıklarında incelemiştik, en azından oradan bu husus takip edilirse, rahatlıkla insanların ahlak arayışında pek de farklı mecralara akmamış olduğunu görülecektir.

    aristoteles'e geldiğimizde ahlak sorgusu sokrates ve platon'a göre daha belirgin hale gelmiştir. eudaimonia terimi burada dikkat çeker. yani insan, bencillikten ve tümüyle kendisini düşünmeme halinden sıyrılarak kendini gerçekleştirmelidir. (james o. urmson, aristotle's ethics : http://books.google.com/…zqtpi_mdoioumssj8zv_9imlvg) aristoteles'e göre insan eğer kendisini en iyi, en mutlu hissettiği görevi yerine getirirse insanlık ailesine olan katkısı da büyük olacaktır. böylelikle ülkesine en yüksek düzeyde hizmet edecek, ne bencil olacak ne de kendinden vazgeçmiş olacak. f. thilly şöyle özetliyor: "erdemli kişi, genel olarak dostlarının çıakrları doğrultusunda hareket edecektir ve eğer gerekirse onların uğurunda ölüme bile gidecektir. kişinin kendisine saygısı, para, ün ve benzeri değerlerin hepsinin üzerinde gelir. kısa süreli yoğun hazlar yerine, ılımlı hazları tercih etmelidir... insanlar toplumsal varlıklardır ve başkalarıyla beraber yaşarlar; o başka birinin de iyi davranışlarına gereksinim duyar. erdemli bir dost doğal olarak kendisi gibi erdemli kişiler arayacaktır." (f. thilly, a.g.e., sf. 171) tabi aristotelesçi törebilim anlayışının gerektirdiği bu kurallar olduğu gibi kuran'da da geçer. kuran, tanrı'nın kelamıysa, o halde neden tanrı'nın söyledikleri tam ve eksiksiz bir ahlaki yapı oluşturuyor da, pagan aristoteles'in görüşleri eksik oluyor? (örneğin bkz enfal suresi 53: "bu böyledir. çünkü allah bir topluma lütfettiği nimeti, o toplum birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmemiştir. ve allah, iyice işiten, gereğince bilendir. ")

    tabi ahlaki yapı arayışında aristoteles'e kadar gelip de stoa'nın, epikuros'un ve en temel haliyle hiristiyanlığın ahlak anlayışından bahsetmeden islam öncesinde zaten ideal devlet/toplum/insan arayışı demek olan ahlaki yapı oluşturma gayretlerini bütünlemek mümkün değil. ancak evvelden ekşi sözlük'te bu konularda başka başlıklarda konuşmuştuk, gerekli bkz.'ları vererek entiriyi tamamlamak istiyorum. zira ne demek istediğim şimdi vereceğim başlıklara yönlenmeseniz de aslında anlaşılabilirdir. başta söylediğimi tekrarlayarak gerekli bkz.'ları vereyim, efendim islam kültürü bizim modern çağın ahlak anlayışlarında etkili olmuştur muhakkak. ancak onu abartıp, tek merci kılmak ancak ve ancak sezgisel bir düşünüş hareketiyle temellenen inançla alakalıdır. yani siz buna inanabilirsiniz ancak tarihten ve sosyal bilimlerden hareketle islam ahlakının tek merci olduğunun altını çizebilmeniz için radikalleşmeniz ve tüm külliyatı, tüm yaşanmışlığı bir kalemde silmeniz gerekir. bunu yapacak gücü de açıkça söylemek gerekirse kimse de görmüyorum efendim. teşekkür ederim sabrınız için.

    (bkz: stoacılık/@jimi the kewl)
    (bkz: #10413550)
    (bkz: #10074016)
    (bkz: kotuluk dunyanin guzelligi icin zorunludur)
    (bkz: #11255947)
    (bkz: crucifixion/@jimi the kewl)
713 entry daha
hesabın var mı? giriş yap