6 entry daha
  • bölüm i: danzig sorunu, diplomatik gerilim süreci ve çok kısa bir polonya tarihi

    kavgam'ı okumuş olan, haritaya bakıp çekoslovakya’daki yeni alman mevzilerini gören, münih’ten bu yana bazı alman çıkışlarını izleyen, ya da son on iki ay içinde adolf hitler’in avusturya ile çekoslovakya’yı kansız olarak nasıl eline geçirdiğini bilen herkes, hitler’in listesinde, bundan sonra sıranın kime geldiğini kolayca anlayabilirdi. neville chamberlain de, hemen hemen herkes gibi, sıranın kimde olduğunu çok iyi biliyordu.

    31 mart günü, hitler’in prag’a girmesinden on altı gün sonra, ingiliz başbakanı avam kamarası'nda şunları söyledi:

    "polonya bağımsızlığını tehdit eden ve polonya hükümetinin kendi milli kuvvetleriyle karşı koyulmasını gerekli saydığı herhangi bir hareketin başlaması halinde majeste hükümeti, polonya hükümetine elindeki bütün imkanlarıyla yardım etmeyi zorunlu sayacaktır. polonya hükümetine bu konuda bir garanti verilmiştir. fransız hükümetinin de, bu konuda aynı durumda bulunduğunu açıklamam için beni yetkili kılmış olduğunu sözlerime ekliyebilirim."

    sıra polonya’ya gelmişti.

    24 ekim 1938 günü, joachim von ribbentrop berlin’deki polonya elçisi josef lipski’ye berchtesgaden’deki grand hotel'de üç saat süren bir öğle yemeği vermişti. polonya da, tıpkı almanya gibi ve almanya’nın izniyle, çekoslovak toprağından bir parça koparmıştı. alman dış işleri bakanlığının bir muhtırasında belirtildiği gibi, yemek sırasında yapılan görüşmeler "çok dostça bir hava içinde" geçmişti.

    buna rağmen nazi dış işleri bakanı, hemen taşı gediğine koymakta gecikmemişti. artık polonya ile almanya arasında genel bir anlaşmaya varmanın zamanı gelmişti. her şeyden önce polonya ile danzig konusunda görüşmek gerekiyordu. danzig almanya’ya geri verilmeliydi. ribbentrop aynı zamanda, almanya’nın polonya koridorunu kesecek ve almanya’yı danzig’e ve doğu prusya’ya bağlayacak geniş bir karayolu ve çift hatlı bir demiryolu yapmak niyetinde olduğunu da açıkladı. her iki yol da ülkeler üstü haklardan yararlanacaktı. son olarak da hitler, polonya’nın, rusya’ya karşı kurulmuş olan anti-komintern pakt’a girmesini istiyordu. bütün tavizlere karşılık olarak da almanya, polonya-almanya antlaşmasını on yıldan yirmi yıla çıkarmak ve polonya sınırlarını garanti etmek istiyordu.

    ribbentrop bu sorunları elçiye "çok gizli olarak" olduğunu belirtmeyi de unutmadı. elçiden, raporunu dış işleri bakanı josef beck'e sözlü olarak vermesini istedi. aksi halde haberin, özellikle basına sızması ihtimali vardı. lipski, görüşmeyi varşova’ya bildireceğine söz verdi. ama kendi bakımından, danzig’in almanya’ya geri verilmesine "imkan göremediğini" de ribbentrop’a söyledi. ayrıca, hitler’in son zamanlarda iki kere -5 kasım 1937 ve 14 ocak 1938 de- danzig statüsünde herhangi bir değişikliği desteklemeyeceği üzerinde şahsen verdiği teminatı da hatırlattı. ribbentrop buna hemen cevap vermek istemediğini, ancak polonyalılara sorunu "bir daha düşünmelerini" tavsiye ettiğini söyledi.

    varşova hükümetinin bir daha düşünmek için zamana ihtiyacı yoktu. bir hafta sonra, 21 ekimde, dış işleri bakanı beck, kendi berlin elçisine almanlara vereceği cevabı ayrıntılarıyla bildirdi. ama elçi, ribbentrop’la 19 kasım'dan önce bir görüşme sağlayamadı. nazilerin, cevap vermeden önce polonyalıların iyice düşünmelerini istedikleri anlaşılıyordu. polonyalıların cevabı olumsuzdu. bir anlayış jesti yapmak isteyen polonya, serbest şehir statüsü konusunda varılacak bir almanya-polonya anlaşmasını milletler cemiyeti garantisinin yerine koymak istiyordu.

    beck tarafından yazılan ve lipski tarafından ribbentrop’a okunan muhtırada şöyle deniyordu:

    "herhangi başka bir çözüm ve özellikle serbest şehiri almanya’ya bağlamak üzere yapılacak herhangi bir teşebbüs, atışmaya yol açacaktır." muhtırada ayrıca, polonya diktatörü mareşal jozef pilsudski’nin, 1934’deki almanya-polonya saldırmazlık paktı görüşmeleri sırasında, "danzig sorununun almanya’nın polonya’ya karşı düşüncelerini gösteren en iyi bir ölçü olduğunu" söylediği de belirtiliyordu.

    bu cevap ribbentrop'un hiç hoşuna gitmedi. beck’in tutumuna üzüldüğünü söyledi ve alman tekliflerini ciddi bir suretle ele almalarını, üzerinde çalışmalarını polonyalılara tavsiye etti.

    -çok gizli-
    "führer’in emridir: 21.10.1938 tarihli genelgede adı geçen üç ihtimalden ayrı olarak, danzig serbest şehrinin ani saldırıyla almanlar tarafından alınması için gereken hazırlıklar da yapılacaktır.

    hazırlıklar aşağıdaki temele göre ayarlanacaktır:

    ilk şart, siyasi bakımdan elverişli bir durumu kullanarak, danzig’in yarı ihtilal yoluyla işgal edilmesidir; polonya’ya karşı savaşa girmek değil.

    son amaç olarak kullanılacak askerler, aynı zamanda memelland’ın işgali için ayrılan askerler olmalıdır. böylelikle, gerekirse her iki hareket de aynı zamanda yapılabilecektir. donanma, ordu harekatını denizden destekleyecektir... silahlı kuvvetlere bağlı kolların planları, 10 ocak 1939'a kadar sunulmuş olmalıdır."

    beck, almanya’nın danzig’i almak için yapacağı herhangi bir teşebbüsün ister istemez çatışma ile sonuçlanacağını söylemişti, ama hitler bunun savaşsız olacağına inanıyordu. yerel naziler danzig’e hakimdiler ve südet'tekiler gibi, emirlerini berlin’den alıyorlardı. orada da yarı ihtilalci bir durum yaratmak zor değildi.

    böylece, avusturya’nın ve südet'in kansız olarak işgaline sahne olan 1938 yılı sona ererken hitler yeni bir istila planı ile meşgul olmaya başlıyordu. çekoslovakyanın geri kalan bolümü ile memel ve danzig’i almaya hazırlanıyordu. kurt schuschingg’i ve edward benes’i korkutmak kolay olmuştu. şimdi sıra jozef beck’teydi.

    bununla birlikte führer yılbaşından birkaç gün sonra -5 ocak 1939 da- polonya dış işleri bakanını berchtesgaden’de kabul ettiği sırada, schuschnigg’e yaptığı işlemi yapmaya henüz hazır değildi. önce çekoslovakya’dan geri kalan bölümün tasfiyesi gerekiyordu. bu görüşme üzerine yazılmış olan alman tutanağına göre, hitler’in o gün uysallığı üstündeydi. beck’e hizmet etmeye tamamıyla hazır olduğunu söyleyerek başladı söze. polonya dış işleri bakanının kafasında özel bir şeyin bulunup bulunmadığını sordu. beck, kafasında danzig sorununun bulunduğu cevabını verdi. aynı sorunun hitler’in kafasını da meşgul ettiği belliydi.

    führer, konuğuna danzig'in alman olduğunu hatırlattı. "danzig alman olarak kalacaktır ve er ya da geç almanya’nın bir parçası olacaktır," dedi. bununla birlikte, danzig için herhangi bir oldu bittinin bahis konusu olmadığını da temin etti.

    danzig’i istiyordu. koridoru kesen bir alman kara ve demiryolu istiyordu. eğer beck ile kendisi "eski kalıplardan kurtularak büsbütün yeni yollardan çözüm arayacak olurlarsa" her iki ülkenin de çıkarlarını koruyacak bir anlaşmaya varacaklarından emindi.

    beck ise, ertesi gün ribbentrop’a söylediği gibi, emin değildi. führer’le çok açık konuşmak istemediği halde, "danzig sorununun çok zor bir sorun olduğu" cevabını verdi. şansölyenin, ileri sürdüğü tekliflerde polonya için "bir eşitlik" görmüyordu. bunun üzerine hitler, polonya’nın koridor da dahil olmak üzere, almanya ile olan sınırının antlaşmayla garanti edilmiş olmasının polonya için büyük yararı olacağını belirtti. bu sözün beck üzerinde çok etki yapmadığı anlaşılıyordu, ama sonunda sorunu yeniden düşünmeye razı oldu.

    polonya dış işleri bakanı, o gece iyice düşünüp taşındıktan sonra ertesi gün münih’te ribbentrop’la bir görüşme yaptı. eskiden almanlarla yaptığı görüşmeler, üzerinde iyimser bir etki bıraktığı halde, o gün hitler’ıe görüştükten sonra "ilk olarak kendisini bir karamsarlığın" kapladığını hitler’e söylemesini ribbentrop’tan rica etti. özellikle, danzig sorunu üzerinde şansölyenin koyduğu şekilde bir anlaşmaya varmak imkanını göremiyordu.

    albay beck’in uyanması ve karamsar bir görüşe varması biraz geç oldu. birçok polonyalı gibi o da amansız bir rus düşmanıydı. fransızları da hiç sevmezdi. çünkü 1923 de paris’te askeri ataşe iken fransız ordusuna ait belgeleri sattığı iddiasıyla fransa’dan kovulmuştu. bu bakımdan 1932’de polonya dış işleri bakanı olan bu adamın almanya’ya yönelmesi çok doğaldı. başlangıçtan beri nazi diktatörlüğüne karşı derin bir sevgi beslemiş, altı yıldan çok bir süreden beri ülkesini nazi almanyası'na yaklaştırmaya ve fransa ile olan geleneksel bağı gevşetmeye çalışmıştı.

    almanya ile sınırı olan ülkeler içinde uzun vadede en korkulacak durumda olan polonya’ydı. bütün ülkeler içinde alman tehlikesi karşısında en kör olan ülke de yine polonya’ydı. versailles antlaşması'nın hiç bir maddesi, danzig koridorunu kuran, polonyalılara denize çıkışı sağlayan ve böylelikle doğu prusya'yı almanya’dan ayıran madde kadar almanları kızdırmamıştı. eski hansa şehri almanya’dan koparılmıştı. milletler cemiyetinin kontrolünde, ama polonya’nın iktisadi hakimiyeti altında serbest bir şehir durumuna sokulması da alman halkını aynı derecede kızdırmıştı. güçsüz ve barışçı weimar cumhuriyeti bile bunu kabul etmemiş, bu durumu polonyalıların almanya’ya indirdikleri bir darbe saymıştı. general hans von seeckt, daha 1922'de alman ordusunun durumunu şöyle anlatmıştı:

    "polonya’nın varlığı alman hayatının ana şartlarına uymaz ve polonya’nın varlığına göz yumulamaz. polonya, bizim yardımımızla ortadan kalkmalıdır ve kalkacaktır da. kendi iç güçsüzlükleri ve rusya’nın girişeceği hareket sonunda yok olacaktır... polonya'nın ortadan kaldırılması, alman politikasının ana hedeflerinden biri olmalıdır... ve bu amaca rusya’nın aracılığı ve yardımıyla varılabilir."

    peygamberce sözlerdi bunlar!

    versailles’da polonyalılara verilmiş olan posen ve polonya pomeranyası da dahil olmak üzere, koridoru meydana getiren bütün alman topraklarının, ancak polonya’nın prusya, rusya ve avusturya arasındaki bölünüşü sırasında prusya tarafından ele geçirildiğini almanlar unutmuş görünüyorlar ya da bu gerçeği hatırlamak istemiyorlardı. aslında buralarda binlerce yıldan beri polonyalılar oturmuşlardı ve hala da nüfusun büyük bir kısmı polonyalıydı.

    versailles’den sonra ortaya çıkan uluslardan hiçbiri polonya kadar zor günler geçirmemiştir. ilk doğum fırtınası yıllarında polonya rusya’ya, litvanya’ya, almanya'ya hatta çekoslovakya’ya bile saldırgan savaşlara girişti. çekoslovakya ile davası, kömür zengini olan teschen bölgesiydi. yüz elli yıl kadar siyasi özgürlükten yoksun kalan ve böylelikle modern yönetim alanında tecrübesi olmayan polonyalılar, sürekli bir hükümet kuramadılar, kendi ekonomi ve tarım sorunlarını çözmeye başlayamadılar. 1918 ihtilalinin kahramanı mareşal pilsudski, 1926’da varşova üzerine yürüdü, iktidarı ele aldı; eskiden sosyalist olduğu halde kendi diktatoryası altında yavaş yavaş garip bir demokrasi rejimi kurdu. 1935’de ölümünden önce yaptığı işlerden biri de hitler ile bir saldırmazlık paktı imzalamak oldu. fransa'nın; almanya’nın doğu komşularıyla kurmuş olduğu ittifak sistemini yıkan ve milletler cemiyeti ile bu cemiyetin dayandığı ortak güvenlik fikrini sakat bırakan ilk hareket oldu. pilsudski’nin ölümünden sonra, birinci dünya savaşı sırasında pilsudski’nin rusya’ya karşı savaşan eski polonya lejyonu liderleri, yani "küçük albaylar gurubu" polonya’yı yönetmeye başladılar. bunların başında edward rydz-smigly adında biri vardı. rydz iyi bir askerdi, ama devlet adamı değildi. dış işleri, albay beck’e bırakılmıştı. bu yüzden dış politika, 1934’den sonra gittikçe alınanlara yaklaşmaya başlamıştı.

    bu bir intihar politikasıydı. nitekim versailles sonunda kurulan avrupa'da polonya’nın durumuna bakan bir insan, polonyalıların on dokuzuncu yüzyılda ve ondan önceki yüzyıllarda olduğu gibi, milli karakterlerinde bulunan bir akıntıya kapılarak kendilerini yok etmeye çalıştıklarını ve yine eskiden olduğu gibi, bu dönemde de, en büyük düşmanlarının kendileri olduklarını görecekti. danzig ve koridor varoldukça polonya ile nazi almanyası arasında sürekli bir barış olamazdı. polonya, iki dev komşusu, rusya ve almanya ile başa çıkmaya çalışacak kadar güçlü değildi. polonya’nın sovyetler birliği ile ilişkileri 1920'den beri zaten sürekli olarak bozuktu. polonya, o yıl dünya savaşından yorgun çıkmış ve iç savaşla gücünü yitirmiş olan rusya’ya saldırmış, iki devlet arasında şiddetli çatışmalar olmuştu.

    bu savaşın sonunda, polonya, doğu sınırını sovyetler birliğinin zararına olarak, etnografik curzon hattının 200 kilometre doğusuna aldı, böylelikle dört buçuk milyon ukraynalı ve bir buçuk milyon beyaz rus, polonya yönetimine geçti. bundan ötürü polonya’nın ne batı ne de doğu sınırlarını, ne almanya ne de rusya kabul ediyordu. berlin ile moskova 1939’da birbirlerine yaklaşmaya başladıkları sırada batı demokrasilerinin bu gerçeği göremedikleri anlaşılıyor.

    bu kadar amansız rus düşmanı olan bir ülkenin dostluğunu kazanmak ve ayrıca onu cenevre ve paris’ten ayırmak ve böylelikle versailles sistemini yıkmak fırsatını eline geçiren hitler, kendi teşebbüsüyle 1934’de polonya-almanya paktını gerçekleştirmişti. pakt almanya’da pek iyi karşılanmamıştı. general von seeckt’in liderliğinden beri ruslardan yana ve polonya düşmanı olan alman ordusu, paktı tutmadı. ama pakt bir süre için hitler’in işine yaradı. polonya’nın sevimli dostluğu ona ilk başarılarını sağlamaya yaradı: ren’e yeniden girdi; avusturya ile çekoslovakya’yı haritadan sildi. almanya’yı güçlendiren, batıyı güçsüzlendiren ve doğuyu tehdit eden bütün bu çıkışları varşovadaki ahbap albaylar zevkle ve anlaşılmaz bir körlükle seyrettiler.

    polonya dış işleri bakanı, yeni yılın hemen başlangıcında, hitler’in istekleri karşısında, kendisinin dediği gibi, karamsarlığa düşmüştü; ama ilkbaharın başlarında durumu daha da kötüleşmişti. gerçi hitler, 30 ocak 1939’da reichstag'da verdiği yıldönümü söylevinde "almanya ile polonya arasındaki dostluksan çok iyi kelimelerle söz etmiş ve bu dostluğun avrupa'nın siyasi hayatındaki güven etkenlerinden biri" olduğunu açıklamıştı, ama ribbentrop bu söylevden dört gün önce varşova’ya yaptığı ziyaret sırasında bu konuda daha açık konuşmuştu. hitler’in danzig ve koridordan geçecek ulaşımla ilgili isteklerini, beck’e bir daha hatırlatmış, bu isteklerin "çok ılımlı" oldukları üzerinde direnmişti. ama alman dış işleri bakanı ne bu sorunlara ne de polonya’nın rusya’ya karşı anti-komintern pakta katılması üzerindeki direnmelerine doyurucu bir cevap alabilmişti. albay beck, dostlarına karşı ihtiyatlı davranıyordu. ama aslında kıvranmaya başlamıştı. 26 şubat'ta varşova’daki alman elçisi, beck’in, mart'ın sonunda kendisini londra’ya davet ettirmeye çalıştığını ve bundan sonra da paris’e gidebileceğini berlin’e bildirdi. polonya geç kalmıştı, ama danzig sorunu üzerinde almanya ile bir çatışma çıkmasından korktuğu için batı demokrasileriyle ilişki kurmak istiyordu. adolf hitler’in azgın iştahını doyurmaya çalışmış olan herkes gibi beck’in de artık gözü açılmaya başlamıştı.

    hitler, 15 mart'ta* bohemya ile moravya’yı işgal ederek askerlerini slovakya bağımsızlığını korumaya gönderince, gözü büsbütün ve sonsuzca açıldı beck’in. polonya o sabah, hem kuzeyde pomeranya ve doğu prusya sınırlarında hem de güneyde slovakya sınırı boyunca alman ordusuyla karşı karşıya bulunduğunu gördü. bir gece içinde askeri durum bozulmuştu.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap