23 entry daha
  • "haç'ı omuzlarına aldın ve o haç ile kutsal incil üzerine hristiyan topraklarından barış içinde, etrafınla ilgilenmeden geçmek üzere yemin ettin. bizi tek düşmanının müslümanlar olduğuna ve sadece onların kanının döküleceğine inandırdın. sen haç'ı taşımaktan öte, ona saygısızlık ettin ve ayaklar altına aldın. paha biçilmez bir inci peşinde olduğunu söylüyordun, ama esasında en değerli inci olan mesihimizin vücudunu çamura attın. müslümanlar dahi bu kadar saygısızlık etmedi..."
    -nikitas honiatis

    xii. yüzyıl sonunda avrupa'da kargaşa hakimdi. hem doğu hem de batı imparatorlukları başıboş kalmıştı. norman sicilyası kaybedilmişti, bir daha da asla geri alınamayacaktı. taht kavgası nedeniyle almanya iç savaşa sürüklenmişti ve o kadar şiddetli olmasa da ingiltere ve fransa da aslan yürekli richard'ın 1199 yılındaki ölümünün ardından benzer sorunlar yaşamaya başlamıştı. hristiyanlığın temel taşlarından sadece birisi tamamen kontrol altındaydı. 1198 yılında papalık tahtına oturan iii. innocentius, derhal yeni bir haçlı seferi çağrısında bulundu. ortalıkta seferi yönetecek hiçbir kral bulunmamasına aldırmadı bile. edinilen tecrübeler, ulusal düşmanlıklar ve uzayıp giden kıdem ile protokol meselelerini abartan kral ve prenslerin gereğinden fazla sorun çıkardığını göstermişti. çok az önde gelen asil, amacına hizmet edecekti. papa hala olası uygun adaylar üzerine kafa yorarken, champagne kontu thibaut'tan bir mektup aldı.

    thibaut, i. aimery'nin kızı isabella ile evlendikten sonra, 1197 yılında kazayla akka'daki sarayının penceresinden düşene kadar taçsız da olsa kudüs krallığı'nı idare eden troyes kontu henri de champagne'in erkek kardeşi olmuştu. gerçi thibaut henri'yle birlikte filistin'e gitmemişti ancak vii. louis'in torunu ve hem philippe auguste'nin hem de aslan yürekli richard'ın yeğeni olduğu için haçlılık kanında vardır. enerji ve hırs doludur. fransa'yı dolaşarak doğu'ya yapılacak sefer için taraftar toplamaya çalışan meşhur vaiz fulk de neuilly, aisne'de yer alan ecri şatosu'nda yapılan bir turnuva sırasında, thibaut ve arkadaşlarına da teklifte bulunduğunda, derhal katılmaya karar verdi. hemen haber gönderdiği papa innocentius için de ondan daha iyi bir lider yoktu.

    herkes bunun kolay bir iş olmadığının farkındaydı. aslan yürekli richard, filistin'i terk etmeden önce, dogu'nun en zayıf noktası olduğu için, ilerde yapılacak seferlerde mısır'ın hedef alınması gerektiğini söylemişti. ayrıca yeni ordu deniz yolunu kullanmak zorundaydı ve bu boyutta bir sefer için gereken gemilerin sağlanacağı tek kaynak da venedik cumhuriyeti'ydi. 1201 yılının paskalya öncesi perhizinin ilk haftasında başlarında champagne mareşali geoffrey de villehardouin'in bulunduğu altı şövalye venedik'e vardı. büyük meclis'in özel bir oturumunda isteklerini dile getirdiler ve bir hafta sonra da cevap aldılar. venedik cumhuriyeti, atlarıyla birlikte dört bin beş yüz şövalyenin, dokuz bin derebeyinin ve yirmi bin piyade askerinin dokuz ay yetecek kadar erzakla birlikte nakliyesini sağlayacaktı. bedeli de seksen dört bin gümüş mark'tı. ayrıca tam teçhizatlı elli kadırganın masraflarını kendi cebinden karşılayacaktı. buna karşılık olarak da fethedilecek toprakların yarısını istediler.

    bu cevabı geoffrey ve diğerlerine duçe enrico dandolo vermişti. enrico, venedik tarihinin en inanılmaz karakteridir. 1 ocak 1193 tarihinde kaç yaşındayken duçe olduğu bilinmez. seksen beş yaşında olduğu ve gözlerinin hiç görmediği söylenmekte ama hele de on yıl sonra konstantinopolis surları önünde gösterdiği enerji ve kahramanlık göz önüne alınırsa, buna inanmak çok zordur. ancak sadece yetmişlerini sürüyor olsa bile, dördüncü haçlı seferi sırasında seksen yaşını aşmış olmalı. kararlı ve neredeyse fanatik bir vatanseverdir ve hayatının çoğunu da venedik'e hizmet ederek geçirmiştir. ayrıca 1172 yılında manuel komnenos'a başarısız barış teklifini getiren venedik büyükelçileri içinde de yer almıştır.

    pekala, o zaman mı kör olmuştu? daha geç dönemde yaşayan tarihçi adaşı andrea dandolo'ya göre ukalalığı ve inatçılığı ile çileden çıkardığı manuel, onu tutuklatmış ve kısmen kör etmişti. ancak çağdaşı olduğu için daha güvenilir olan bir diğer kaynak (altino kroniği) sonraki üç elçinin ancak öncekiler sağ salim geri döndükten sonra gönderildiğinden bahsetmektedir. manuel hakkında bilinenler ve gerçekten yaşanmış olsa venedik'te büyük olay yaratacak böyle bir olayın başka kaynaklarla desteklenmemesi, imparatorluktaki hoşnutsuzluğun bu meseleden kaynaklanmadığına işaret etmektedir. başka bir teori ise dandolo'nun konstantinopolis'teyken karıştığı bir kavga sonucunda kör olduğunu yazar. altino kroniği'ne göre bu da pek mümkün görünmemektedir. ayrıca o dönemde de çiçeği burnunda bir delikanlı değil, elli yaşlarında olgun bir diplomattır. ancak otuz yıl sonrasında görmediğine hiç şüphe yoktur. onu çok iyi tanıyan geoffrey de villehardouin, gözlerinin son derece normal görünmesine rağmen, kafasına aldığı bir darbe sonucunda burnunun ucunu bile görmekten aciz olduğunu söylemektedir.

    gelecek kuşakların şansına geoffrey, sadece haçlı seferini değil, ön görüşmelerle ilgili gelişmeleri de anlatmıştır. bu iş için biçilmiş kaftandı. akıcı bir anlatım tarzı vardı. ilk sayfalarda hareketli venedik demokrasisini canlı bir şekilde tasvir eder ve şöyle anlatır:

    "muhteşem san marco bazilikası'nda aşai rabbani ayini'ni dinlemek ve yol göstermesi için tanrı'ya dua etmek üzere on bin kişi toplandı. ayinden sonra duçe elçileri çağırdı ve onlardan bizzat halkın rızasını almalarını rica etti. champagne mareşali geoffrey de villehardouin diğer elçiler adına söz aldı. sonra duçe ile birlikte herkes gözyaşları içinde hep bir ağızdan ellerini havaya kaldırarak "razıyız! razıyız!" diye bağırdılar. öyle yüksek bir ses çıktı ki, ayaklarımız altındaki yer sallandı."

    ertesi gün sözleşmeler yapıldı. geoffrey satır arasında, anlaşmada mısır'ın ilk hedef olarak gösterilmediğini belirtir. açıklama yapmaz, ama herhalde hem o hem de diğerleri (ki sonradan haklı çıkacakları da görülecektir) büyük ihtimalle korkmuşlardı. zira erat açısından haçlı seferinin tek meşru hedefi kudüs'tü ve başka bir yerde vakit kaybetmenin anlamı yoktu. ayrıca mısır seferi düşman sahillerine tehlikeli bir çıkış yapmayı gerektirmekteydi. buna karşın kudüs'e gitmeden önce hristiyan toprağı akka'da mola vermek, savaştan önce yol yorgunluğunun atılmasına fırsat tanıyacaktı. başka planları olan venedikliler de memnuniyetle bu dalaverenin bir parçası oldular. o anda kahire'de olan büyükelçileri, çok karlı bir ticaret antlaşması imzalamak üzereydi ve bu görüşmeler sırasında onlardan, mısır topraklarına yapılacak herhangi bir saldırıya katılmayacakları garantisi istenmekteydi.

    ancak bu tür düşüncelerin çok daha büyük kazançlar sağlanacak haçlı seferini etkilemesine izin verilemezdi. nihayetinde, haçlıların (aziz yuhanna bayramı'nın kutlandığı 24 haziran 1202 tarihinde) onları taşıyacak donanma hazır olduğunda, venedik'te toplanmasına karar verildi.

    enrico dandolo'nun frank haçlıları'nı mısır'a gitmekten caydırmak için nasıl bir çözüm getirdiğine dair bir bilgi yoktur. muhtemelen o ve ajanları mısır planlarının batı ülkelerine sızdırılmasından kısmen sorumludurlar. şüphesiz kısa zamanda bu planlardan herkes haberdar olmuştu. ancak halkın bu haberlere verdiği tepkinin liderlerinin de fikrini değiştireceğini düşündüyse, fena halde yanılmıştı. zira esas onlar cayacaktı. nereye gittiklerini öğrendiklerinde çoğu vazgeçmiş, ancak büyük kısmı da marsilya'dan önce apulia limanlarından birine, oradan da filistin'e gitmek üzere kendi gemilerini ayarlamıştı. neticede venedik'te toplanma günü geldiğinde, lido'ya beklenen kitlenin ancak üçte biri gelmişti.

    planlandığı üzere oraya gelenler için durum fazlasıyla utanç vericiydi. venedik kendi görevini yerine getirmişti. donanma, savaş ve nakliye gemileri oradaydı (geoffrey hiçbir hristiyanın böyle büyük ve güzel gemiler görmediğinden bahseder) ancak toplananların üç katı sayıda insana yetecek ölçüde hazırlanmışlardı. bu kadar az kişiyle venediklilere ödemeye söz verdikleri parayı asla denkleştiremeyeceklerdi. liderleri marki bonifacio del monferrato (thibaut önceki sene villehardouin'in dönüşünden kısa süre sonra ölmüştür) venedik'e vardığında, tüm seferin tehlikede olduğunu gördü. venedikliler para ödenmeden tek bir geminin bile limandan ayrılmasına izin vermeyeceklerdi. ayrıca yapılacak erzak yardımını da keseceklerinden bahsediyorlardı. daha da beteri, ordunun büyük kısmı lido'ya hapsedilecek ve şehre adım atmalarına kesinlikle izin verilmeyecekti. bu son önlem bir hakaretten ziyade, bu gibi durumlarda huzuru kaçırmamak ya da salgın hastalıkları önlemek için alınan doğal bir güvenlik önlemidir ancak havayı iyice germişti. bonifacio sandığını boşalttı ve çoğu şövalye ve baron gibi ordudaki her asker de aynı şekilde davranarak, ellerinde avuçlarında ne varsa ortaya döktüler. bütün altın ve gümüş tabakların da hesaba katılmasına rağmen, otuz dört bin mark eksikleri vardı.

    paralar gelmeye devam ettikçe, yaşlı dandolo haçlıları muallakta bıraktı. ancak toplanacak bir şey kalmadığını anlayınca, bir öneride bulundu. venedik şehri zara yakın zamanda macar kralı tarafından fethedilmişti. haçlı seferine çıkmadan önce, eğer franklar bu şehrin geri alınması için venediklilere yardım ederse, borçların ertelenmesi de belki mümkün olacaktı. bu tipik küçümseyici bir öneriydi. nitekim papa innocentus da duyar duymaz, kesinlikle kabul etmemelerini emreden acil bir mesaj gönderdi. ancak sonradan onun da anlayacağı üzere, haçlıların başka şansı yoktu.

    sonrasında enrico dandolo'nun yaşına rağmen san marco kilisesi'nde yine çok güzel şekilde yönettiği başka bir tören yapıldı. önde gelen tüm frank liderlerin de yer aldığı bir topluluk önünde tebaasına seslendi. orada bulunan geoffrey de villehardouin yaptığı konuşmadan şu sözlerle bahseder:

    "baylar, burada dünyanın en değerli insanlarıyla, tüm zamanların en yüce girişiminde bulunmak üzere bir araya geldiniz. ben yaşlı ve zayıfım. dinlenmeye ihtiyacım var, bedenim halsiz. ancak efendiniz olarak hiç kimsenin sizi benden daha iyi yönetemeyeceğini biliyorum. eğer ülkeye göz kulak olması için yerime oğlumu bırakıp sizi yönetmek ve savunmak üzere haçlı seferine çıkmama izin verirseniz, sizinle ve diğer inananlarla birlikte yaşamaya ve ölmeye hazırım" dedi.

    onu duyduklarında hep bir ağızdan "tanrı aşkına öyle yapıp bizimle gelin!" diye bağırdılar.

    sonra kürsüden inip altara doğru geldi ve gözyaşları içinde diz çöktü. ve ne kadar kararlı olduğunu herkesin görmesi için, haçı büyük pamuklu şapkasına diktirdi."

    böylece 8 kasım 1202 günü dördüncü haçlı ordusu venedik'ten yola çıktı. duçe'nin en önden giden "koyu kırmızı renge boyalı, üzerinde aynı renkte ipek tente gerili, pruva tarafından da zil ve trompet sesleri gelen" kadırgasını izleyen dört yüz seksen gemi, ne mısır ne de filistin'e gitmekteydi. bir hafta sonra zara şehri alındı ve yağmalandı. hemen ardından franklar ve venedikliler arasında ganimetlerin paylaşılması konusunda patlak veren kavga, onları pek de iyi günlerin beklemediğine delalet ediyordu. ancak sonunda yatışan iki taraf, şehrin farklı noktalarına yerleşti. bu arada neler olup bittiğini haber alan papa öfkeden çılgına döndü ve sefere katılanların hepsini aforoz etti. sonradan bu aforozu sadece venediklilerle sınırlasa da, haçlılar iyi bir başlangıç yapmamıştı.

    ancak daha kötüsü de gelecekti. yeni yılın başında, sadece barbarossa'nın oğlu ve beş yıl önceki ölümüyle batı imparatorluğu tahtını boş bırakan imparator vi. heinrich'in kardeşi değil, ayağı kaydırılıp kör edilen basileios isaakios angelos'un da damadı olan suabiyalı philip'ten bonifacius'a bir mektup geldi. bir yıl önce, babasıyla birlikte aynı hapiste tutulan isaakios'un küçük oğlu aleksios hapisten kaçmış ve doğruca philip'in sarayına gitmişti. orada, venedik'e doğru yola çıkmaya hazırlanan bonifacius ile karşılaşmış ve üçü büyük ihtimalle, philip'in şimdi mektubunda bahsettiği şeyi kabaca planlamışlardı. eğer haçlılar genç aleksios'a konstantinopolis'e kadar eşlik edip onu tahtı zorla ele geçiren amcası aleksios'un yerine geçirirlerse, genç aleksios tüm mısır seferinin harcamalarını üstleneceği gibi kendinden de on bin asker verecek ve sonrasında da kudüs için beş yüz şövalye gönderecekti. ayrıca konstantinopolis kilisesi'nin roma'nın üstünlüğünü tanıyacağını bildirmişti.

    bu plan bonifacius'un çok hoşuna gitmişti. haçlı seferine uzun vadede getireceği yararlar ve venediklilere olan borcun ödenme fırsatının yanı sıra, kişisel çıkar kokusu da almaktaydı. bu fikir dandolo'nun da (ki herhalde duyduğunda pek şaşırmamıştır) çok hoşuna gitti. aforoz edilmesi aklını başına getirmemişti. bu venedik'in papanın isteklerini ilk geri çevirişi değildi ve sonuncusu olmadığına da hiç şüphe yoktu. eski askeri ve diplomatik tecrübeleri nedeniyle, dandolo bizanslılara derin hisler beslememekteydi. ayrıca şu andaki imparator, selefi zamanında bahşedilen ticari ayrıcalıklar yenilenirken, ziyadesiyle sorun çıkarmıştı. ceneviz ve pisa rekabeti çok kızışmıştı. eğer venedik doğu pazarlarındaki pozisyonunu kaybetmek istemiyorsa, çabuk hareket etmeliydi. nihayetinde bu hareketin, mısır seferini erteleyecek olması da işine gelecekti.

    haçlı ordusu plan değişikliğini beklenenden daha fazla anlayışla karşıladı. çok az sayıda kişi hemen itiraz etmiş ve filistin'e doğru yola çıkmıştı. büyük çoğunluk ise, haçlı seferini güçlendirmeyi vaat eden bu plana gönülden razı oldu. hristiyan aleminin tek çatı altında birleşecek olması da cabasıydı. büyük şizma'dan (schisma) beri (hatta daha da öncesinde) bizanslılar batı'da sevilmiyordu. önceki haçlı seferine ya hiç katkıda bulunmamış ya da çok az katkıda bulunmuşlardı. hatta seferler sırasında da hristiyanlığa ihanet ettiklerini düşünmekteydiler. genç aleksios'un aktif yardımda bulunmayı teklif etmesi sevindirici bir değişimdi ve küçümsenmemeliydi. ayrıca içlerinde tıpkı liderleri gibi şahsi çıkarını düşünenlerin sayısı da herhalde az değildi. sıradan bir frank bizans hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyordu. ancak tek bildikleri; çok zengin olduğuydu. ve sancağında isa'nın haçını taşısın ya da taşımasın, zenginlik her ortaçağ ordusunda tek bir şey çağrıştırmaktadır: ganimet.

    genç aleksios zara'ya nisan sonuna doğru vardı ve birkaç gün sonra da donanma yola çıktı. uğradıkları durazzo ve korfu'da doğu'nun meşru imparatoru ilan edildi. 24 haziran 1203 tarihinde, yani venedik'te toplanılmasının üstünden tam bir yıl geçtikten sonra, gemiler konstantinopolis'te demirlediler. haçlıların ağzı açık kalmıştı. geoffrey şöyle yazar:

    "konstantinopolis'i daha önce hiç görmemiş olanların bakışlarını tahmin edebilirsiniz. etrafını çeviren yüksek surları ve güçlü kuleleri, muhteşem sarayları ve göklere uzanan kiliseleri (kendi gözleriyle görmeseler doğruluğuna asla inanmayacakları kadar çokturlar) bütün şehirlerin efendisi sayılabilecek konstantinopolis'in uzunluğunu ve genişliğini gördüklerinde, dünya üstünde böyle zengin ve güçlü bir yer olabileceğine inanamadılar. bu şehre bir bakış, en cesur adamı bile titretmeye yeter. buna da şaşmamak gerekir. zira evrenin yaradılışından beri, böyle muhteşem bir girişimde bulunulmamıştır."

    iii. aleksios, donanmanın gelişi nedeniyle defalarca uyarılmış olsa da, şehrin savunması için hiçbir hazırlık yapmamıştı. kıt akıllı kardeşi on altı yıl öncesinde tüm bizans gemi inşaat projesini venediklilere bıraktığı için, tersaneler ihmal edilmişti. nikitas honiatis'e göre (önceden sekreterlik görevinde bulunduğu için, neler olduğunu gayet iyi bilmektedir) aynı zamanda kayınbiraderi olan baş amiralinin, iç limanda çürümeye terk edilmiş az sayıda geminin demirlerini, yelkenlerini ve armalarını satmasına da izin vermişti. aleksios ve halkı, devasa savaş donanmasının altlarından geçip boğaz'ın girişine doğru ilerlemesini surlardan yarı hayretle izlediler.

    kuşatmayı başlatmak için hiç acele etmeyen işgalciler, ikmal yapmak üzere önce asya yakasında yazlık kalkedon sarayı'nın yakınında demirlediler. villehardouin "civar toprakların güzel ve bereketli" olduğundan bahseder. "hasatı yeni yapılmış tahıl kümeleri tarlalarda öyle duruyor, yani isteyen istediği kadar alabilir." orada küçük bir bizans atlı birliğinin isteksizce yaptığı bir saldırıyı kolayca geri püskürttüler. atlılar ilk darbeden hemen sonra kaçtılar. ancak büyük ihtimalle esas niyetleri düşman hakkında bilgi toplamaktı. sonradan gelen bir imparatorluk elçisi de aynı lakaytlıkla kovuldu. ona, eğer efendisi tahtı derhal yeğenine teslim ederse, genç aleksios'a imparatoru affetmesi ve ona cömert bir ödeme yapması ricasında bulunacaklarını söylediler. "yok eğer niyeti bu değilse, başka bir elçiyle vakit kaybetmeyip şehrini savunmaya hazırlanması onun lehine olacaktır."

    5 temmuz sabahı güneş doğar doğmaz da, boğaz'ı geçerek galata'ya girdiler. ticari bir yerleşme olduğu için çoğunlukla yabancı tüccarların oturduğu galata surlarla çevrilmemişti. bir tek büyük ve yuvarlak bir kuleleri vardı. ancak acil durumlarda haliç'e girişin engellenmesi için kullanılan zincirin alçaltılıp yükseltilmesini sağlayan bocurgat burada tutulduğu için, hayati önem taşımaktaydı. savunma için dikkate değer bir güç hazırlandı. şaşırtıcı şekilde başlarında da imparator vardı. tahtın angelosların eline geçtiğinden beri genel bir moral bozukluğu havası yaşandığı doğruydu, ama farklı bir komutan liderliğinde belki de bu güç daha iyi savaşacaktı. herkes aleksios'un tahta nasıl geçtiğini bilmekteydi ve yapısı gereği ordusu üstünde sevgi ya da sadakat hisleri çağrıştırmamıştı. her halükarda, yüzü aşkın gemiden tam teçhizatlı askerlerin sürat ve ustalıkla indiğini gördüklerinde korktulat ve daha ilk haçlı dalgası saldırı için mızrakları ele aldığında geri dönüp kaçmaya başladılar. yine en önde imparator kaçmaktaydı.

    galata kulesi'ndeki garnizon ise kahramanca karşı koymuş ve 24 saat direnmişti. ancak ertesi sabah teslim olmak zorunda kaldılar. venedikli gemiciler bocurgatı çalıştırdı ve haliç'in ağzını kapatan dört yüz metre uzunluğundaki ağır demir zincir büyük bir gürültüyle sulara gömüldü. içeri giren donanma ilk iş olarak iç limanda yer alan az sayıdaki bizans gemilerini tahrip etti. deniz zaferi tamamlanmıştı.

    ancak konstantinopolis teslim olmadı. her ne kadar, kara tarafındaki devasa surlarla karşılaştırılamasalar da, haliç kıyısındaki surlar da savunmaya elverişliydi. giderek bizanslıların başlangıçta gösteremedikleri cesaret ve kararlılık geri geliyordu. kurulduğundan beri geçen dokuz yüzyıl içinde şehirlerini kimse işgal edememişti. belki de şimdiye kadar böyle bir şeyin olabileceğini hayal dahi etmemişlerdi. sonunda onları tehdit eden tehlikenin farkına vardıklarında, karşı koymaya hazırlandılar.

    hücum bizans savunmasının en zayıf noktasına başlatıldı. bu yer blakhernai sarayı'nın denize bakan tarafında, kara surlarıyla haliç surlarının birleştiği yerde, şehrin en uç kuzeybatı noktasıydı. saldırı 17 temmuz perşembe sabahı karadan ve denizden aynı anda başladı. venedik gemileri katapultlarının ağırlığıyla, iyice suya gömülmüşlerdi. karadan saldırıya geçen frank ordusu ise, baltalarını savuran ingiliz ve danimarkalı vareg muhafızları karşısında çaresiz kaldı. günü venedikliler ve özellikle de bizzat enrico dandolo kurtaracaktı.

    duçe'nin cesaret hikayesi sadece taraf tutan venedikli bir geç dönem methiyeci tarafından değil, frank kökenli bir görgü tanığı tarafından da anlatılmıştır. bu kişi de geoffrey de villehardouin'in ta kendisidir. sahile, hücum merdivenleri üzerindeki venedik tayfası bizanslı askerlerle yüz yüze savaşacak kadar yaklaşılmış olmasına rağmen, hücum gücünün karaya çıkmaya cesaret edemediğinden bahseder:

    "işte büyük bir kahramanlık hikayesi. yaşlı ve gözleri görmeyen venedik duçesi silahlarını kuşanmış halde kadırgasının pruvasında, önünde aziz markos'un bayrağıyla duruyordu. adamlarına bağırarak eğer gemiyi derhal karaya çıkarmazlarsa, bunun bedelini hayatlarıyla ödeyeceklerini söyledi. öyle yaptılar. onunla birlikte karaya inip önündeki bayrağı yere sapladılar. aziz markos'un bayrağı ve duçe'nin kadırgasının sahile çıktığını gören diğer venedikliler, utanıp peşlerinden gittiler."

    hücum devinim kazandıkça, bizanslılar hiç şansları olmadığını anladılar. kısa süre sonra dandolo frank müttefiklerine surlardaki yirmi beş kulenin venedik hakimiyetine geçtiği haberini gönderdi. bu arada adamları da duvarlarda açılan yarıklardan şehre akın etmiş ve tüm ahşap evleri ateşe vererek, blakhernai mahallesini bir ateş topu haline getirmişlerdi. o akşamüstü iii. aleksios angelos, yanına sadece çok sevdiği kızını, birkaç başka kadın ile birlikte beş bin kilo altın ve bir çanta mücevher alıp karısı ve diğer çocuklarını kaderlerine terk ettiği bizans'tan kaçtı.

    bizans, tarihinin bu en büyük kriz anında başsız kalmıştı. alelacele toplanan bir meclis, hapisten çıkarılan isaakios angelos'u apar topar tahta geçirdi. erkek kardeşinin ihtimamı sayesinde dandolo'dan beter kör olmuş ve zaten beceriksiz bir lider olduğunu ispatlamıştı. ne var ki, her şeye rağmen meşru imparatordu ve bizanslılar onu tahta iade etmekle, haçlıları da durdurabilmeyi ummuşlardı. bir bakıma doğruydu. ancak genç aleksios, bonifacius ve duçe'ye verilen vaatler yerine getirilmemişti. isaakios bu vaatleri onaylamak zorunda kaldı ve aynı zamanda oğlunu tahta ortak yaptı. ancak o zaman franklar ve venedikliler onu resmen tanıdı ve galata'ya çekilerek, isteklerinin yerine getirilmesini beklemeye başladılar.

    1 ağustos 1203 günü iv. aleksios angelos, babasıyla birlikte taç taktı. ardından derhal, bahar ayında zara'da aceleyle verdiği sözlerden pişmanlık duymaya başladı. amcasının har vurup harman savurduğu hazine bomboştu. koymak zorunda kaldığı yeni vergiler, paranın nereye gideceğini gayet iyi bilen halk arasında huzursuzluk çıkardı. bu arada konstantinopolis'te daima önemli bir politik güç yaratmış olan din adamları, imparatorun kilise tabaklarını toplatıp eritmesi üzerine şoka uğradı. hele de nefret ettikleri papaya bağlanacaklarını haber aldıklarında iyice çileden çıktılar. sonbahar yerini kışa bıraktığında, imparator popüleritesini iyice yitirmişti. açgözlülükleri doymak bilmez hale gelen franklar, tansiyonu daha da yükseltti. bir gece şehirde dolaşan bir grup frank, aya irini kilisesi'nin hemen arkasında yer alan küçük bir camiyi yağmaladı ve ateşe verdi. yangın yayıldı ve 48 saat içinde konstantinopolis, justinianus döneminden beri, yani yedi yüzyıl sonra tarihinin en büyük yangınıyla karşı karşıya kaldı.

    imparator kaçak amcasına karşı düzenlediği kısa ve başarısız bir seferden döndüğünde, şehrin büyük kısmını yerle bir olmuş buldh. tebaası da yabancılara savaş açmak üzereydi. durum kırılma noktasına gelmişti ve birkaç gün sonra üç haçlı ve üç venedikliden oluşan bir heyet artık nihayet ödemenin yapılması isteğiyle saraya geldiğinde, yapacak hiçbir şey kalmamıştı. büyük ihtimalle heyetin içinde yer alan villehardouin, saraya gidiş ve dönüş yolu üzerinde linç edilmekten kıl payı kurtulduklarından bahseder: "böylece savaş başladı ve her iki taraf hem kara hem de deniz yolundan birbirine mümkün olduğunca çok zarar vermeye çalıştı."

    üstelik ne haçlılar ne de bizanslıların böyle bir savaş istememiş olması yeterince tuhaftı. konstantinopolis halkının aklında tek bir şey vardı: bir an önce güzelim şehirlerini mahveden ve kanlarını emen bu barbar haydutlardan kurtulmak. franklar da esas yola çıkma nedenlerini unutmamışlardı ve müslümanlarla savaşmak yerine, zayıf ve yumuşak diye nitelendirdikleri bu halkın arasında yaşamak zorunda olmak onların da canına tak etmişti. bizanslılar borçlarını ödeseler bile, onların bundan bir kazancı olmayacaktı. olsa olsa venediklilere olan borçlarının açığını kapayacaklardı.

    bütün bu meselede anahtar rolü venedikliler, daha doğrusu enrico dandolo oynamaktaydı. donanmasına her an yola çıkma emri vermek onun elindeydi. bunu yapsa, haçlılar rahat bir nefes alacak ve bizanslılar da sevinçten havaya uçacaklardı. şimdiye kadar aleksios ve babasının söz verdiği parayı alamayan frankların, venediklilere olan borçlarını ödeyemeyecekleri gerekçesiyle bu fikri reddetmişti. ancak artık ne bu para ne de haçlı seferi onu fazlaca ilgilendirmemekteydi. zira bizans imparatorluğu'nu devirmeyi ve tahta bir venedik kuklası geçirmeyi kafasına koymuştu.

    böylece barışçı bir çözüm olasılığı iyice azalınca, dandolo'nun frank müttefiklerine öğütleri de farklı bir yol çizmeye başladı. ortak tahtlarını franklara borçlu olan aleksios ve isaakios'un hiç utanmadan dostlarını kandırdığını ve onlardan artık hiçbir hayır gelmeyeceğini belirtti. haçlılar haklarına düşeni ancak zorla alabileceklerdi. vicdanları rahat olmalıydı. angeloslar artık onlardan sadakat beklememeliydi. şehre girdikten sonra, içlerinden bir lideri imparator yapacak ve venediklilere olan borçlarını farkına bile varmadan ödeyecekleri gibi, haçlı seferinin de parasını fazlasıyla çıkaracaklardı. gün bugündü ve bu fırsat bir daha asla ele geçmeyecekti.

    konstantinopolis halkı da aleksios'un gitmesi konusunda hemfikirdi ve 25 ocak 1204 günü, onu tahttan mahrum edip yerine yeni birini seçmek üzere, senatörler, din adamları ve halktan oluşan büyük bir kalabalık ayasofya'da toplandı. üç gün süren görüşmeler sırasında (sonunda nihayet nikolaos kanabos adında silik bir kişi üzerinde karar kılarlar) o dönemde bizans sahnesindeki tek becerikli adam, işi kendi yöntemiyle çözmeye karar verdi.

    aleksios dukas, birleşik koyu kara kaşları nedeniyle, murtzuphlos lakabıyla anılmıştır. dukas içinden iki imparator çıkarmış asil bir aileye mensuptu ve şimdi protovestarios unvanına sahip olması nedeniyle, saraya istediği gibi serbestçe girip çıkabilmekteydi. gece geç vakitte yatak odasına girdiği iv. aleksios'u uyandırıp halkın ona karşı ayaklandığını ve tek çarenin kaçmak olduğunu söyledi. ona uzun bir pelerin giydirip sarayın yan kapısından çıkardı. diğer komplocular orada beklemekteydi. şanssız genç, prangaya vurularak, hapse gönderildi. orada iki zehirleme girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca, sonunda boğularak öldürüldü. aşağı yukarı aynı zamanda kör babası da öldü. tüm tarihçesine hakim naiflikle villehardouin, onun ölümünü oğlunun talihsiz sonunu öğrenmesiyle aniden hastalanmasına bağlar. böyle bir hastalığın ona kasten musallat edilmiş olduğu ihtimalini aklına getirmemiş olsa gerek.

    hasımlarım ortadan kaldıran (nikolaos kanabos da ortadan kaybolur) murtzuphlos, v. aleksios adıyla ayasofya'da taç taktı. ve tahta geçer geçmez de, imparatorlukta uzun zamandır hasreti çekilen yönetici vasıflarını sergilemeye başladı. haçlıların gelişinden beri ilk defa surlar ve kulelere uygun sayıda adam yerleştirildi, işçiler de gece gündüz çalışarak surları daha da yükselttiler. franklar açısından bir konu aşikardı. başka bir görüşme olmayacak, hele de yeni imparatorun hiç sorumluluk taşımadığı borç meselesi artık gündeme gelmeyecekti. tek şansları şehre saldırmaktı. sadece tahtı gasp etmekle kalmayıp cinayet de işleyen murtzuphlos karşısında, meşru imparator ve bir zamanlar müttefikleri olan iv. aleksios'a karşı harekete geçmemiş olmakla, ahlaki açıdan daha güçlüydüler.

    enrico dandolo aylardan beri bu büyük saldırının avukatlığını yapmaktaydı. murtzuphlos'un darbesinden beri de hem venedikliler hem de franklar onu bütün seferin lideri olarak görmeye başlamışlardı. bonifacius de montferrat etkisini korumaya çabalıyordu. imparatorluk tacına bu kadar yaklaşmışken, liderliği hayati önem taşımaktaydı. ancak esas devrik imparatorla yakın ilişkiler içinde olduğundan, şimdi kendini biraz gözden düşmüş hissediyordy. bu arada cenevizlilerle bağlantıları vardı ve dandolo da bunu biliyordu.

    mart ayı başında, galata kampında bir dizi meclis toplantısı başladı. ancak saldırı planlarından ziyade (murtzuphlos'un savunma ile ilgili aldığı önlemlere rağmen, konstantinopolis çantada keklik görülmektedir) fethedildikten sonra imparatorluğun nasıl yönetileceği üzerine konuşuldu. haçlılar ve venediklilerin belirleyeceği altışar delegeden oluşan seçim komitesinin yeni imparatoru seçmesi uygun görüldü. eğer bir frank seçilirse, patrik venedikli ya da tam tersi olacaktı. şehrin ve imparatorluğun dörtte biri, ayrıca haliç'teki blakhernai ve marmara'daki eski saray imparatora ait olacaktı. geri kalan üçte birlik pay da venedikliler ve haçlı şövalyeleri arasında eşit bölünecekti. dandolo özellikle imparatora bağlılık töreninden muaf tutulacaktı. ganimetler belli bir noktada toplanacak ve eşit bölünecekti. son olarak her iki taraf da konstantinopolis'i bir yıl boyunca, yani 1205 yılı mart ayına kadar terk etmeyecekti.

    saldırı 9 nisan cuma sabahı başladı. yine hedef dandolo ve askerlerinin dokuz ay önce kendini gösterdiği deniz tarafındaki surlardı. ancak bu sefer başarılı olamazlar. venedik kuvvetleri, daha yüksek yeni surlar ve kulelere ulaşamazken, aşağıdaki kuşatmacılara büyük zarar veren bizans katapultlarına ideal platform sağlamıştı. öğleden sonra saldırganlar askerleri, atları ve teçhizatlarını tekrar gemilere yükleyerek galata'ya geldiler. sonraki iki gün zararı gidermekle geçti. pazartesi günü de tekrar saldırıya geçtiler. bu defa venedikliler gemilerini ikili gruplar halinde birbirine bağlayınca, her kuleye iki katı ağırlık fırlattılar. bu arada kuvvetli esen poyraz, gemileri kürekçilerin asla başaramayacağı kadar karaya ve surlara yaklaştırdı ve böylece kuşatmacılar gemi direkleri arasına kurdukları geçici korunaklar altında görünmeden savaştılar. çok geçmeden kulelerin ikisi işgal edildi. hemen hemen aynı anda da haçlılar surlar dahilindeki kapılardan birini kırarak, şehre girdiler.

    askerlerine cesaret ve kararlılıkla komuta eden murtzuphlos, caddelerde atını dörtnala sürerek, tebaasına moral vermek için son bir çaba sarf etti. niketas şöyle anlatır:

    "bir umutsuzluk girdabına sürüklenmiş olan halk, ne onun emirlerini ne de uyarılarını duyacak halde değildi... ancak boşa çaba sarf ettiğini fark edip frankların sofrasına meze olacağını hissedince, yanına imparator iii. aleksios'un karısı euphrosyne ve onun büyük hayranlık duyduğu kızı eudokia'yı da alarak kaçtı. kadınlara düşkündü ve kilise kanunlarına uygun olmaksızın iki karısını da boşamıştı."

    üçü, eski imparatorun yaşadığı trakya'ya sığındılar. murtzuphlos derhal eudokia ile evlendi ve karşı saldırıda bulunmak üzere kuvvet toplamaya başladı.

    surların aşılmasının ardından korkunç bir kıyım başladı. villehardouin bile dehşete düşmüştü. ancak gece olduktan sonra, kavga ve katliamdan yorgun düşen fatihler ateşkes ilan ettiler ve şehrin en geniş alanlarından birinde yer alan kamplarına geri döndüler.

    "o gece, karşı saldırıdan korkan haçlıların bir kısmı kendileri ile rumlar arasında kalan bölgede yangın çıkardılar. şehir alev alev yanmaya başladı ve bütün gece, hatta ertesi gün akşama kadar yangın devam etti. bu frankların gelişinden beri konstantinopolis'te çıkan üçüncü yangındı. fransa krallığı'nın üç büyük şehrinde bulunan evlerden daha fazla sayıda ev yandı."

    bu olaydan sonra, silahlarını hala bırakmamakta direnen az sayıda bizanslının da hali kalmadı. ertesi sabah haçlılar uyandığında, şehirdeki tüm direnişin kırılmış olduğunu gördüler.

    ancak konstantinopolis halkının trajedisi daha henüz başlamıştı. ordu dünyanın en zengin şehrinin önünde onca süre boşuna beklememişti. artık şehir onlara aitti ve geleneksel üç gün yağma izni verildiğinde, çekirgeler gibi üşüştüler. birkaç yüzyıl önceki barbar istilalarından beri avrupa böyle bir vahşet ve vandalizme sahne olmamıştı. tarihinde asla böylesine güzellikler ve birinci sınıf sanat eserleri, bu kadar kısa bir zamanda sebepsiz yere tahrip edilmemişti. çaresiz, ürkmüş ve kendilerine hristiyan diyen insanların böyle bir alçaklık yapabileceğine inanamayan görgü tanıkları arasında nikitas honiatis de vardı.

    "anlatacaklarıma nereden başlayacağımı, nasıl devam edip nerede bitireceğimi bilemiyorum. kutsal ikonaları kırıp şehitler'in kutsal emanetlerini ağzıma alamayacağım yerlere attılar. isa mesih'in kanını ve etini her yere saçtılar. bu hristiyan karşıtları, kilisedeki kadeh ve tabakları alıp mücevherlerini çıkardıktan sonra, kendi içecek kapları olarak kullanmaya başladılar... büyük kilise'de yaptıklarını düşününce, insanın tüyleri diken diken oluyor. bütün dünyanın hayran olduğu altarı parçaladılar ve parçalarını aralarında paylaştılar... kutsal kaplar ve tahttan, kürsüden, kapılardan ve mobilyalardan söktükleri gümüş ve altın kakma işlerini daha rahat taşıyabilmek için, atları ve katırları kiliseye getirdiler ve bu hayvanlardan bazıları kayıp düştüğünde de, kılıçlarını saplayıp ortalığı onların kanı ve dışkısıyla pislettiler. isa'ya hakaret etmek için fahişenin birini patriğin koltuğuna oturttular. bu kadın müstehcen şarkılar söyleyerek, kutsal mekanda terbiyesizce dans etti... iffetli annelere, masum kızlara, kendini tanrı'ya adamış rahibelere bile merhamet etmediler... sokaklarda, evlerde ve kiliselerde sadece çığlıklar ve yakarışlar duyuluyordu."

    nikitas bu adamların omuzlarında haç taşıdığını ve hristiyan topraklardan kan dökmeden geçeceklerine, silaha sadece müslümanlara karşı davranacaklarına ve kutsal ödevi yerine getirinceye kadar bedensel hazlardan uzak duracaklarına, o haç üzerine yemin ettiklerini hatırlatır.

    konstantinopolis en kötü günlerini yaşamaktaydı. ancak bütün güzellikleri de ortadan kalkmamıştı. fransızlar ve flamanlar kendilerini tamamen tahribata vermişken, venedikliler kendilerine hakim oluyordu. güzele saygı duymasını biliyorlardı. gerçi onlar da yağmalamış, ancak yakıp yıkmamışlardı. onun yerine ellerine geçen her şeyi venedik'e göndermişlerdi. bunlar içinde büyük konstantin döneminden beri hipodromu süsleyen ve sonraki sekiz yüzyıl boyunca da san marco bazilikası'nın ana kapısı üzerinde yer alan platformda benzer bir işlev üstlenecek olan bronz atlar da vardır. bazilikanın kuzey ve güney cephesi aynı zamanda gönderilen heykeller ve kabartmalarla kaplıdır. yapının içinde, kuzey transeptinde imparatorların savaşa giderken önlerinde taşıdıkları zafer getiren meryem'in muhteşem ikonası asılıdır. güneydeki hazine dairesi ise bir venedik açgözlülük anıtı gibi, bizans sanat eserlerinin en muazzam koleksiyonlarından birini barındırmaktadır.

    dehşet dolu üç günün ardından, asayiş geri getirildi. önceden kararlaştırıldığı gibi, bütün ganimetler (ya da kurnazca saklananların dışındakiler) üç kilisede toplandı ve dikkatlice dağıtıldı. seçilecek olan imparatora dörtte bir pay ayrılacak ve geri kalanlar franklar ve venedikliler arasında eşit paylaşılacaktı. bu dağıtım yapılır yapılmaz, haçlılar enrico dandolo'ya olan borçlarını ödediler. bu iş başarıyla tamamlandıktan sonra, taraflar ikinci meseleye odaklandılar: yeni bizans imparatorunun seçimi.

    kaybettiği prestijini geri kazanmak ve adaylığını güçlendirmek amacıyla yaptığı talihsiz bir girişimle bonifacius de montferrat, isaakios angelos'un dul karısı imparatoriçe maria'yı bulup getirerek onunla evlendi. yanlış bir hareketti. dandolo onun adaylığını derhal reddetti ve (frankların ikiye bölünüp venediklilerin tek bir kitle halinde seçmeleri nedeniyle) seçmenleri rahat ve yumuşak başlı flandre ve hainault kontu baudoin'e yönlendirmekte hiç zorluk çekmedi. baudoin 16 mayıs'ta ayasofya'da taç taktığında, bir yıldan daha az süre içinde taç yaka üçüncü imparator olmuştu. yeni atanan venedikli patrik tommaso morosini daha konstantinopolis'e ulaşamadığından törene katılamasa da, orada bulunanlardan çok az kişi yeni imparatorun venedikliler sayesinde seçildiğini inkar edecekti.

    venedik bu işten karlı çıkmıştı. haçlılarla yaptığı antlaşmaya göre şehrin ve imparatorluk topraklarının sekizde üçünü aldı. ayrıca her yerde serbest ticaret yapma ayrıcalığına sahip oldu. cenevizliler ve pisalıların elinden bu ayrıcalık derhal alındı. konstantinopolis'te ise dandolo haliç'e kadar uzanan ayasofya ve patriklik bölgesini istemişti. onun dışında venedik'in akdeniz'deki gücünü artıracak ve ona kesintisiz bir ticaret kolonileri zinciri sağlayacak venedik lagünü'nden karadeniz'e kadar olan önemli limanları almıştı. ragusa ve durazzo, yunan ana karasının batı sahili ve iyonya adaları, peloponnessos'un tamamı, euboia, naksos ve andros, çanakkale boğazı ve marmara'nın ana limanları gelibolu, tekirdağ ve karadeniz ereğlisi, trakya sahili, edirne ve nihayetinde bonifacius ile yaptığı kısa bir görüşme sonunda elde ettiği son derece önemli girit adası da bunlara dahildi. limanlar ve adalar tamamen venedik'e aitti. ancak dandolo, varlığı ticaret üzerine kurulmuş olan venedik cumhuriyeti'nin önemli limanlar dışında, yunanistan ana karası ile ilgilenmediğini açıkça beyan etti. geri kalan bölgelerin sorumluluğunun ellerinden alınmasından sadece memnunluk duyacaktı.

    fransızlar ya da flamanlardan (ve hatta sadece bir kukla olmaktan ileri gidemeyen imparator baudoin'dan) ziyade iv. haçlı seferi'nin gerçek galibinin venedikliler olduğuna hiç şüphe yoktur. ve bu başarıyı da neredeyse tamamen enrico dandolo'ya borçludurlar. dört yıl önce frank elçilerinin bu kutsal seferde onlara yardım etmesi için rialto'ya geldiği günden itibaren, her yeni gelişmeyi venedik yararına çevirmişti. zara'yı geri almış, mısır'ı saldırıdan koruyarak, müslüman dünyasıyla olan ticari ilişkilerinin sarsılmasına izin vermemişti. frank güçlerini kurnazca konstantinopolis'e yönlendirmiş, görünüşte karar sorumluluğunu onlara bırakmıştı. oraya vardıktan sonra da ilk saldırı onun cesareti sayesinde yapılmıştı. onun entrikası sayesinde, angeloslar devrilmiş, ikinci bir kuşatma ve nihayetinde şehrin ele geçmesi mümkün hale gelmişti. diplomasi ustalığı venedik'e hayal bile edemeyeceği bir antlaşma yapma fırsatı sağlamış ve bu sayede ticari imparatorluğunun temelleri atılmıştı. bizans tacını istememesi (kabul etmesi vatanında yapısal problemlere neden olacak ve belki de venedik cumhuriyeti'ni yıkıma sürükleyecekti) ve seçim komisyonunda olmayı reddetmesine rağmen, seçim üzerindeki etkisiyle (onun himayesinde, geçici olarak yerleştiği eski imparatorluk sarayında yapılmıştır) venedik'e çoğunluk sağlanması ve kendi adayının başarı kazanmasını garanti altına almıştı. son olarak, frankları imparatorluğa feodal düzeni yerleştirmek konusunda yüreklendirirken (ki böyle bir adımın parçalanmaya neden olacağını ve asla cumhuriyetine mani olacak kadar güçlenemeyeceklerini hesaba katmıştır) venedik'i feodal çerçeve dışında bırakmış ve yeni topraklarını imparatorluğa ait tımar arazisi değil, fetihten payına düşen toprak statüsünde devralmıştı. bu doksanına merdiven dayamış kör bir adam için olağanüstü bir başarıdır.

    dandolo yine de durmak bilmedi. başkent dışında imparatorluğun rum tebaası direnişe devam etmekteydi. murtzuphlos sorun çıkarmayacaktı. evliliğinin hemen ardından kıskanç kayınpederi tarafından kör edilmiş ve ertesi sene şehir franklar tarafından fethedilince, konstantinopolis'e getirilip theodosius sütunundan şehrin merkezine atılmıştı. ancak iii. aleksios'un başka damatları iznik'te bir sürgün imparatorluğu kurdular, komnenoslar'dan ikisi aynı şeyi trapezos'ta (trabzon) yaptı ve epir'de gayrimeşru bir angelos kendini bağımsız despot ilan etti. bir zamanın haçlıları her yönde kendilerini savunmak için çok çaba sarf etmek zorundaydı. özellikle de venedik'in yeni elde ettiği adrianopolis şehrinde, 1205 yılı paskalya bayramı sonrasında imparator baudoin bulgarlara esir düştüğünde, onun yanında savaşan dandolo'ya parçalanmış bir orduyu konstantinopolis'e geri götürmek düştü. yaralandığına dair bir belge yoktur ama altı hafta sonra öldü. naaşının venedik'e götürülmeyip ayasofya'ya gömülmesi şaşırtıcıdır. güney koridoru üstünde yer alan galeride mezar taşı hala görülmektedir. şehrine çok yararlık göstermişti. bu nedenle venediklilerin gelmiş geçmiş en büyük duçeleri adına bir anıt diktirmemiş olmaları ilginçtir. ancak dünya olayları çerçevesinde bakıldığında, dandolo bir belaydı. haçlılara kötü nam kazandırdığından değil, ama bir önceki yüzyıldan beri süregelen yağmalama olayları hristiyan tarihinin en kara sayfalarına damgasını vurmuştu. ancak iv. haçlı seferi (eğer gerçekten öyle denebilirse) sadakatsizlik, ikiyüzlülük, vahşilik ve açgözlülük konusunda diğerlerine taş çıkartmıştır. konstantinopolis xii. yüzyılın en zengin metropolü olduğu gibi, sanat ve kültür açısından da en gelişmiş merkezdiydi ve hem yunan hem de roma eserleriyle klasik avrupa kültürel mirasının en önemli hazinesiydi.

    politik açıdan verilen zarar da çok büyüktür. konstantinopolis'teki latin yönetimi altmış yıldan daha az sürse bile, bizans imparatorluğu gücünü ya da kaybettiği toprakları asla geri kazanamayacaktı. sağlam ve güçlü bir yönetimle, daha hala zaman varken belki de türk ilerleyişi önlenebilecekti. aksine imparatorluk zayıf ekonomisi ve iyice küçülmüş topraklarıyla kendini osmanlı akınına karşı koruyamamıştır. tarihte doğu hristiyanlığı'nın kaderini (ki böylece beş yüzyıl boyunca avrupa'nın büyük bölümü müslüman hakimiyetinde kalacaktır) hristiyan bayrağı altında savaşan askerlerin belirlemesi kadar ironik çok az olay vardır. bu adamlar venedik cumhuriyeti adına enrico dandolo tarafından ikna edilip yüreklendirilerek bu topraklara getirilmişti. bu trajediden en karlı çıkan venedik ve muhteşem duçe, dünyaya verdikleri zararın en büyük sorumluluğunu da taşırlar.
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap