4 entry daha
  • geç tanımaktan dolayı çok hayıflanacağım ve başımı öne eğeceğim adamdır. adamdır diyorum şu toprağın bağrına bastığı insana adam gibi adam demesinden ötürü. dünyayı gezmişliğim, milyon insan tanımışlığım yoktur amma ben de bir boş zaman geçirdiysem şu toprak üzerinde beni kurduğu her cümle ile her defasında tokatlayan, sıvazlayan, ağlatan, utandıran, kavrayan bir adam olmuştur. gözlerimi kapatıp bir ama gibi dinlemeyi başarabilseydim bir ibadet mekanında içimi ruhanilik saracak, felsefecilerin bir sözüyle kedi gibi patilenmiş bir fare gibi hissedecektim kendimi. her daim kendini aynı hizada gören ve aynı şeyleri gören farelerin her zaman tepeden bakabilmek için aşağıya, olanları 4 boyutlu görebilmek için bir kedi patisiyle savrulmaya ihtiyacı vardır diyor ya ünlü feylosof işte öyle. şimdi seyretmeden beynelmilel’ e ettiğim her cümleyi memnuniyetle yiyerek başımı öne eğiyorum. bir ama gibi dinlemeyi becerebilseydim kendini, orada ruhumun çarkıfeleğini döndüren bu adamın yine de, her şeye rağmen ağlamaklı ses tonuna eşlik eden güleç yüzünü göremediğim için üzülürdüm bir tek. gözlerimi kapatıp diyorum çünkü gözleri renklere ve fakat dünyanın tüm pisliklerine kapalı insanların gelişkin sezgilerine kavuşarak dinleyebilmekten söz ettiğim için.

    ben bu adamın bir şeyi olmak isterdim. yakınında bir amca kızı, köylüsü, sette çay dağıtan bir yardımcısı, sıkı sıkı kapadığı ceketinin otururken buruşmuş yırtmacını ütüleyen ütücüsü mesela. konuşurken bir yandan oyunculuğa dair ettiği laflar ile oyunu, oyunculuğu, yönetmenliği, bu toprağın insanını iyi tanımak için uğraşmış bir sosyoloğu, antropoloğu, “birinin sorunu varsa çocukluğuna dönülür öyleyse bu toplumda geçmişi ile yüzleşecektir” derken bir psikoloğu gördüm gözlerinde. sanki taptuk kapusunda odun taşımış bir yunus torunu gibi bir tarafı duru, konuşurken öbür yanı eğilip bükülüyor fakat ağzından çıkan yüklemlerde sözleriyle kaskatı, yüzümüze gözümüze çarpan bir film çekiyordu. o yumuşacık gönülden hem mizah buharlaşıyor hem de itirazın kopyası değil aslı konuyordu önümüze. bu öyle kıçını sallayarak pahalı barlarda söylenen rock şarkılarının itirazı gibi başkaları için başkalarına söyleyen bir müziğe benzemiyordu. her cümlesinde anadolu’nun geri çekilen ve ön tarafı başkalarına bırakan terbiyesinden olma adam duruyordu oracıkta. sesine, tonlamasına, yerel ağzın temizliği, duruluğu, keskinliği sinmiş bir hitabet izliyordum. sözcük seçimi ya da ağız özenti ve kaplama bir ağız değildi. edilen her kelime belli ki bu hayata uzun yıllar boyunca sızmıştı. dün öğrenilmiş gibi durmuyordu. eminim ki çok az entelektüel bu kadar karalamasız konuşabilir ve meramını böyle sade ama vurucu anlatabilirdi. ödülünü armağan ettiği çocuklar için kurduğu cümleyi aynen tekrar edemeyecek olmanın verdiği korku ile yazamıyorum ama siz bulun bakın ne dediğine.

    ne olurdu şu topraktan daha fazla çıksaydı bu kendine güveni tam, yerel ağzından ve ait olduklarından utanmayan adamlardan. “ben emredemem, bağıramam çağıramam zaten böyle yapılan işten hayır gelmez” derken zaten deki ilk hece kısa okununca ve hayır daki h harfi arapçadaki gibi gırtlaktan vurgulanınca öyle bir rahleye çöküyor ki insan öğretmeye çalışmayan bir adama öğrenci oluyor.
5655 entry daha
hesabın var mı? giriş yap