5 entry daha
  • 1914'te doğup 1998'de ölmüş. yani neredeyse 1900'lü yılları boydan boya katetmiş. böylesi uzun bir sürede zeki kuneralp'in, dille/lisanla hayli karmaşık bir ilişkisi olmuş. osmanlıca, türkçe/öztürkçe, fransızca, almanca, ingilizce, italyanca, ispanyolca diye gidiyor bildiği diller.

    mesela sadece diplomat adıyla yayınlanan anılarında ilginç bir anısından bahseder: yıl 1922. istanbul. büyük taarruz başlamıştır. 8 yaşındaki zeki, taarruza ilişkin haberleri heyecanla okumakta olduğu istanbul'da fransızca yayımlanan gazeteyi bir an elinden bırakır ve babası ali kemal'e fransızca olarak sorar:
    - “papa, le grecs son battus (baba, yunanlılar dayak yedi)”
    üç öncesine kadar damat ferit hükümetinin en güçlü bakanlıklarını (eğitim, içişleri) yürütmüş olan darülfünun hocası ali kemal cevap verir:
    - “maisoui, mon petit, ils son battus plate couture (evet yavrum, hem de temiz bir sopa yediler)”

    bu anektod, osmanlı burjuvazisinin ev yaşamı ve çocuklarını nasıl yetiştirdiği bağlamında çarpıcı aslında. fakat, 19.yy osmanlı entelijansiyasının o yoğun frankofonluğunu düşünürsek çok da şaşırtıcı değil. fakat osmanlı'nın yıkılıp cumhuriyet'in kurulması, dilin arılaştırılması, arapça-farsça kelimelerin atılması, öztürkçeye ağırlık verilmesi falan derken dil konusunda işler karışıyor. ali kemal çoktan linç edildiğinden bu karmaşaya tanık olmasa da oğlu, bu tartışmaların ortasına düşüyor.

    türk dil kurumu'nun kapatıldığı 12 eylül 1980 darbesinden hemen sonra 1981'de kaleme aldığı yukarıda bahsi geçen sadece diplomat adlı anılarının hemen girişinde yaptığı uyarı, bu bağlamda hayli mühim. diyor ki kuneralp:

    "kitapta kullandığım lisandan da bahsetmek isterim, hatta biraz uzunca. okurlarımdan
    onun için özür dilerim, ama konu bence mühimdir. görüleceği gibi eskiye ve yeniye aynı
    derecede iltifat ettim, ne osmanlıca, ne de arı türkçe yazmaktan ürktüm. her iki şiveyi
    aynı cümlede kullanmaktan bile çekinmedim. türkçe kelime bulamadığım vakit, türkçeleştirilmiş frenkçeye başvurmakta dahi mazur görmedim. kökü ne olursa olsun, hangi kelime fikrimi en iyi ifade ediyorsa onu seçtim.. . ya memlekette o anda hakim siyasî havaya uymak, ya ideolojik tercihlerimize iltifat etmek için eski veya yeni dilden yalnız birini kullanır, öbürünü topyekûn reddederiz. bunun böyle olduğunu anlamak için ankara'daki malûm otobüs durağının yakın mazimizdeki muhtelif isimlerini hatırlamak kâfidir. siyasî iktidara göre bu durak isim değiştirmiş, kâh 'vekâletler', kâh 'bakanlıklar' olmuştur. demokrat parti iktidarının sonuna doğru 'erkân-ı harbiye-yi umumiye riyaseti' demeğe bile başlamıştık. 27 mayıs'dan sonra tekrar 'genelkurmay başkanlığı' na döndük. bu biraz gülünçtür, çünkü bir dilin ne partisi, ne de dini vardır. ihtilâlci ve tutucu aynı dili kullanırlar. aynı dille bir mukaddes kitap yazılabileceği gibi bir aşk romanı da yazılabilir. dil bir araçtır, gaye değildir, tarafsızdır.

    biz, umumiyetle, bunun farkında değiliz. meselâ fanatik şekilde arı türkçe taraftarı isek
    istediğimiz manayı taşıyan arı türkçe bir kelime bulmadık mı, diğer bir kelimeye o manayı da yükletiriz, ihtiyacımızı mükemmelen karşılamakta olan arabî, farisî veya frenkçe kelimeyi sosyo-politik inançlarımızdan ötürü kenara iteriz. böylece lisanımızı fakirleştirir, nüansları yok eder, vuzuhdan yoksun tatsız bir şekle sokarız. halbuki bir lisan ne kadar çok kaynaktan kelime sağlıyabilirse o nisbette sarahat, renk ve vüs'at kazanır...
    yaşadığımız dünya gittikçe ufalıyor, milletler birbirine yaklaşıyor, dilleri birbirini etkiliyor
    ve bu suretle hep birden zenginleşiyorlar. (kuneralp 1981:15-17)
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap