4 entry daha
  • beni derinden sarsan (bkz: simone de beauvoir) kitabı. annesi, françoise de beauvoir’nın hastaneye kaldırılışından ölümüne kadarki sürede, simon, hem annesiyle olan geçmişi hem de kadınlığın geleneksel yükleriyle yüzleşir. altını çizdiğim cümlelerle kitabı biraz tanıtmak isterim:

    “annem, bir şeyi beğenmenin tadına, aynı anda başka bir şeyi kınamakla varırdı ancak.”

    “annemin mutlu bir çocukluk geçirmiş olduğunu sanmıyorum.”

    “yolculuktan hoşlanırdı. <gezgin olmak isterdim> derdi hep. pek çok düşünden vazgeçmek zorunda kalmış annem...”

    “babam <françoise’nin huyu berbat mı berbat> diyordu. annem, kolay öfkelendiğini kabul ediyordu. ama bir takım insanların <françoise öyle kötümser ki!> , <françoise’nin sinirleri fena halde bozulmuş> dediklerini işittiği zaman çok kırılıyor, çok üzülüyordu.”

    “öfke nöbetleri arasında durmadan şarkı söyler, şakalar yapar, gevezelik eder, gönlünün mırıldanışlarını gürültüye boğardı.”

    “başkalarıyla ilişkilerini beceriksizliğinden bozuyordu: kız kardeşimi benden uzaklaştırmak için gösterdiği çabadan daha acınacak bir şey olamazdı.”

    “karşılaştığı güçlüklerden kimseye söz açamazdı; kendine bile. ne içini açıklık, aydınlık içinde olduğu gibi görmeye alıştırmıştı, ne de herhangi bir işte kendi yargılama gücünü kullanmaya.”

    “çocukluğumun ilk yıllarında kazandığım bir kendime güvenim vardı benim, annem bundan yoksundu.”

    “çok okurdu; ama sağlam bir belleği olduğu halde, hemen hemen her okuduğunu unuturdu: kesin bir bilgi, kesilip atılmış bir düşünce, bir kanış, ileride durumun kendisini kabul etmek zorunda bırakabileceği yüz seksen derecelik dönüşleri, değişmeleri, olanaksız kılardı.”

    “burjuva evliliğin doğaya aykırı bir durum olduğuna kanmam için, annemin durumuna bakmam, onu görmem yeterliydi.”

    “kendine aykırı şeyler düşünmenin verimli olduğu sık sık görülmüştür; ama annemin hali bambaşkaydı: onun yaşayışı, kendisine aykırı düşüyordu. içi istek doluydu ama bütün gücünü bu istekleri bastırmaya harcamış, bu yadsımaya öfkeyle katlanmıştı. çocukluğunda, bedeni, gönlü, kafası, ilkelerle yasaklardan örülü bir koşumun içine sıkıştırılmıştı. kollarını, kendi elleriyle çekip iyice sıkması belletilmişti ona. kanlı canlı, ateşli bir kadının varlığı sönüp gidiyordu içinde: ama eciş bücüş, sakatlanmış, kendine yabancı kesilmiş bir varlıktı bu.”

    “ailenin orta direğiydim, oğlu gibiydim bir bakıma.”

    “annem uzun uzun düşündü; şaşırmış, içten üzülmüş bir halde: <ben kimsecikleri sevip sevemediğimi bilemiyorum artık.> dedi.”

    “dalgın dalgın bir göz atmakla yetindi.”

    “ama din, annemin yaşayışının ekseniydi, tözüydü.”

    “<tanrım, iyileştir beni; ama sen ne yazmışsan o olsun: ölmeyi kabul ediyorum.> kabul etmiyordu oysa. yalanın artık hükmü kalmadığı şu sırada, içinden gelmeyen herhangi bir söz söylemek istemiyordu. bununla birlikte başkaldırmak hakkını da tanımıyordu kendine. susuyordu: <tanrı iyidir.>”

    “aldanıyorsunuz! din, anneme ne verebilirdi ki? ölümümden sonra başarı kazanmak umudu bana ne verebilirdi ki? yaşamaya sıkı sıkı sarılmışsanız, sizce ister gökyüzünde, ister yeryüzünde olsun, ölümsüzlük ölümün acısını size unutturamaz, sizi avutamaz.”
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap