5 entry daha
  • romalı horatius 'dur. (i.ö. 65-i.s.8)

    quintus horatius flaccus, i.ö. 64-68 yılları arasında doğmuş, augustus çağı edebiyatının belki de aynı zamanda dostu da olan vergilius 'dan sonra, çağa en çok damgasını vuran edebiyatçısı olmuştur, diyebiliriz. horatius, derin düşünen, hatta augustus 'un kültürel reformları çerçevesinde, memleket meselelerini derin ve felsefik bir biçimde eserlerine yedirebilmiş vergilius 'dan farklı olarak kent yaşamının bütün topluluklarına katılan, oldukça neşeli, insanlara karşı sevgi dolu olmakla birlikte, olaylara ve insanlara ince bir alayla bakabilen bir kimseydi. yetiştiği çağ, roma 'nın pek sallantılı bir dönemine denk geliyordu, cumhuriyet rejiminde doğmuş, o havada büyümüş, özgür cumhuriyet nesline mensup genç horatius, tüm arkadaşlarıyla beraber bu yolun, bu heyecanın yolcusu idi. ona göre; caesar 'ın ölümü demek, cumhuriyet 'in nefes alması demekti. horatius 'un gençlik yaşamı oldukça çalkantılı geçiyordu; evvela brutus 'un ordusunda gönüllü olarak bulunuyor, dört sene sonra bu sefer mutlakiyetin süngüsü, tek adam augustus 'un sağ kolu maecenas'a tanıştırılıyordu. horatius eski cumhuriyet heyecanlarını bir kenara koyup, bu sefer vatanın selameti niyetine, augustus 'un politikalarını destekliyor, fakat eski dostlarını da unutmuyor, bir yandan augustus'a , diğer yandan ihtiyar cumhuriyetçi cato 'nun sert ve yeni dünya içinde hiç irkilmeyen ruhuna kasideler düzüyordu. muhtelif cereyanlar ortasında birleştirici ve uzlaştırıcı rolünü oynamaktan asla vazgeçmedi. horatius için, böyle bir rolden başka türlüsünü oynamak da mümkün değildi. bu rol, onun yalnız karakterine değil, felsefesine de pek uygundu. horatius, devrin üç temel felsefi akımı olan; stoacılık, platonculuk ve epikurosçuluk 'tan üçüncüsüne rağbet ediyordu. yani her şeyin tadını ve zevkini çıkarıp ona göre yaşamayı emreden düşünce sistemini yeğlemişti. zevki ancak fazilet ve namusa uygunsa kabul ediyordu. horatius, tabiatının hercailiğini bildiğinden, daima roma 'nın sofralarından ve şenliklerinden ve böbürlenmelerinden uzakta, münzevi bir hayat içine çekilmiştir. (bkz: otium) burada, horatius 'a ne zevk ve hazdan tiksinme, ne de ölümden korku gelmişti. çünkü hiçbir şeyden bıkmamıştı. hiçbir kupayı sonuna kadar içmemişti. ölümden korkmuyordu, yolun sonunda ihtiyarlık insanı bekleyen asli gerçekti ona göre, o halde henüz gençlik ve kuvvet yerinde iken, dünyanın güzel şeylerinden yararlanmayı bilmek gerekiyordu.

    ayrıca horatius 'un genel mutluluk anlayışı çerçevesinde, arzusu olan aynı zamanda korkak da olur ve asla hür olamaz, faziletten uzaklaşır. kanaatkar bir insan ise asla böyle bir tehlikeye maruz kalmaz. vatandaşlarına huzur ve sükuna, mutluluğa ulaşmanın yolunu felsefe ve babasından aldığı terbiyenin ışığı altında, tıpkı babasının taptığı gibi misallerle göstermeye çalışan horatius eserlerinde azla kanaat etmek gerektiğini telkin ediyor.

    "bir gün, ahçın sokağa çıktı diyelim; dışarda kış hüküm sürmektedir. deniz kapkara ve dalgalı bir halde, balıklarını balıkçının bütün hilelerine karşı hapsetmiştir. nene gerek, bir az tuz ve ekmek sana yeter, bununla midenin feryatları son bulacaktır ve sen mesut olacaksın. bu mucize nereden geliyor? midenin hazları, o kadar masraf ederek elde ettiğin baharatlı yemek kokularında değil, senin kendindedir. yemeklerinin tadını tuzunu kendi iştahında ve kendi yorgunluğunda ara. huzuzdan benzi uçuk, rehavetli pisboğaz ne istiridyede, ne saragosbalığında , ne yabancı (peregrinus) kıyılardan gelmiş kuş etinde bir tat bulabilir. bütün bu muhakemelerin; önüne bir tavuskuşu yemeği koydukları vakit, onu şapur şupur yemekten ve onun komşusu olan tavuğa hakaretle bakmaktan, seni alıkoyacak mı? hayır, faydasız ve sahte şey seni çekecektir. bu kuş, altın ağırlığı pahasına satılıyor. pek nadirdir. bir yelpaze gibi açılmış kuyruğunda, en zengin renkler pırıl pırıl pırıldıyor: onu tercih ediyorsun. bütün bu gösterişlerden sana ne? sen ki yalnız karnını doyurmak istiyorsun. bu pırıltılı tüyleri yiyecek değilsin ya? tavuskuşu bir defa pişip tüyleri yolunduktan sonra, horozdan ne farkı kalır? ikisinin etinin tadı bir değil midir? neyse, işte itiraf ediyorsun; görünüşün seni aldattığını söylüyorsun. lakin, şu ağzını açmış duran levrek balığının bir tiber irmağı'ndan mı, yoksa bir denizden mi geldiğini, onu götüren dalgaların iki köprü arasından veyahut, tuscus nehri 'nin ağzından mı aktığını nereden biliyorsun ? hey budala, üç libralık (libra, bir roma ağırlık birimi; 0.326 kg. ağırlığındadır.) bir sazan balığı gördün mü, ağzının suyu akmaya başlar; halbuki, onu parça parça etmeden yiyemezsin. onda hoşuna giden şey, yalnız büyüklük müdür? o da değil. çünkü, büyük bir levrekten hoşlanmazsın. bu kapris niye? tabiat levreği (lupus) geniş ve büyük, sazan balığını (mullus) hafif yaptı diye mi? karnın acıktığı vakit, kursağın halk yemeklerini dahi kabul eder. "bir büyük tabak içinde, bir büyük sazanbalığı ne güzel bir manzaradır!
    ..
    “bütün bu azarlara ve sitemlere lâyık olan trausius'dur. benim üç krala yetişecek kadar servet ve gelirim vardır.” bu servetin fazlasını daha münasip bir yere sarfetmek mümkün değil midir? sen zengin olduğun müddetçe niçin bir namuslu adam fukara kalsın? niçin ilahların eski mabetleri yıkılıp gitsin? niçin ey sefil, bu kocaman altın külçesinden aziz vatana bir şey hediye etmiyorsun? zanneder misin ki, her şey sonuna kadar ancak senin lehine, sana muvafık olarak gelip geçecektir? ah, günün birinde düşmanların senin haline kahkahalarla gülecektir. söyle bana, talihi tersine döndüğü vakit, hangi adam kendisinde yeterli bir direnme kaynağı bulabilir; ekşimiş ruhu ve kibirli vücudu bin türlü zevklere ve hazlara alışmış olan mı? yoksa, azla kanaat ederek ve istikbalden korkarak, barış zamanında savaş için öngörü sahibi olarak silahlanmayı bilen mi? şu dersleri dinleyiniz. ben ofellus'u, bunları tatbik ederken gördüm. onu çocukken tanıdım. o zaman, şimdi azalmış olan servetini ayni itidal ile, idare ederdi. onun, bu metin kalpli adamın, devlet tarafından zaptedilmiş bir küçük tarlanın ortasında kendi malının kiracısı olarak, çocukları ve sürüleri ile nasıl çalıştığını bir görmeliydiniz.
    ..
    toprak tabiatın malıdır ve tabiat toprağı ne ona, ne bana, ne başkasına vermiştir. o bizi kovduysa, haksızlığı yüzünden onu da kovanlar çıkacaktır... şimdi bu toprağın adı umbrenus'tur, vaktiyle ofellus'du. o hiç kimsenin değildir kah bana, kah başkasına yarar. bu yüzden cesaretle yaşayınız ve talihin ters cilvelerine metanetle göğüs geriniz."

    "eğer azla geçinip gidiyorsan neden birtakım haram mallara göz dikiyorsun, neden dolandırıyorsun; neden her yanı çalıp çırpıyorsun?" (61)

    işte bu noktada horatius 'u da etkilemiş olan epikuros öğretisinin önemli bir özelliğinden söz etmeliyiz; erdem ya da ahlak, kendi içinde bir son değildir. onlar bir tedavi sanatı gibidirler. epikurosçu mutluluk, bir duyumsal alışkanlık yaşantısı ile gerçekleştirilemez. epikuros, platon, aristo ve stoa ile işte burada aynı erdemi savunmaktadır; bunlar akıl, cesaret, ılımlılık ve doğruluktur. eğer bunlardan biri eksik olursa epikurosçu öğreti asıl düşün sistematiğinden sapar. tıpkı horatius 'un verdiği örnekteki adalet ve dürüstlükten bihaber kişinin 'azla yetinmek' eyleminin epikurosçu zihniyete mal edilemeyeceği gibi. yine aynı parçada horatius, şu soruyu sorar pintilik üzerine;

    "quid enim differt, barathrone 166
    dones quidquid habes an numquam utare paratis? "

    "elde olan bir malı uçuruma atmakla, ondan hiç yararlanmamak aynı şey değil midir ha?"
    (sermones, ll,2)

    yani romalı bilge, azla yetinmelidir fakat pinti olmamalıdır,, romalı bilge gösterişe önem vermemelidir, bu onun insani özgürlüğünü kısıtlar. özgür olamayan istediği kadar zengin ve gösterişli olsun, yaşamdan beklediği enerjiyi duyumsayamaz. o halde otium 'una çekilmiş romalı salt dünyanın o keşmekeşliğinden kaçmış sayılmaz, aynı zamanda üretime de geçmiştir. fikirsel ve fiziksel üretimin yaşama aksettirilmesi işte romalı bilgenin karakteristiğinde yer alan mühim bir nokta. romalı horatius'dur doğru. horatius romalıdır.

    romalı örneklerine bu başlıkta devam edeceğim. verdiğim misallerin karakteristik yapılarıyla bir romalı nasıl olmalıdır, ondan da bahsetmiş olacağım.

    konunun devamı niteliğinde:
    ideal romalı
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap