• van sant'in bu eseri aslında ne bir dramdır, ne de bir belgeseldir. arada kalmıstır tür olarak ve bunda yönetmenin istekli olması da etkilidir. film hazırlanmasından çekimine ve son haline kadar tamamen deneyseldir. oyuncuların hiç biri gerçek oyuncular değildir ve tamamen doğal okul ortamında çekilmiştir, ve hepsi de lise yaşlarında olduklarından ve columbine katliamıdönemine denk geldiklerinden konuya daha yakın, daha doğal bir yaklaşım sergilenmiştir yönetmen tarafından. aslında filmin jeneriğinde bütün olayların ve karakterlerin kurgusal olduğu ve gerçekle bağlantısının rastlantısal olabileceği not düşünülmüştür, bu da yönetmenin amacının direk columbine olayını anlatmak değil ona benzer bir olay yaratıp yansıtmak olduğunu gösterir.
    film sıkıcıdır ; çok uzun plan sekanslar, tasvir çekimleri, sıkıcı ve geyik arasında giden diyaloglar, boş ve anlamsız sahneler ; ama bunların hepsi bir deneyin ürünüdür. film akış bakımından da diğer filmlerden ayrıdır çünkü senaryo işleyişinde çekim planlaması dışında hiçbir planlama yoktur, her şey serbest bırakılmıştır. (örnek ve not: piyano sahnesi, rolü oynayan çocuğun okuldaki müzik odasında bulunan piyanoda tek bildigi şarkı olan für elise'i çaldığı vakit yönetmen tarafından o an akla gelmiştir) bunun dışında bütün bu sıkıcılık ve banallıkla anlatılmak istenen aslında gerçek amerikan ergen ve öğrenci hayatının ta kendisidir. ve seyirci sırttan mesafeli pozisyon almış bir şekilde bunu izlemeye zorlanır. bu yüzdendir ki bir süre sonra film hakikaten germeye, sıkmaya başlar ama bu aynı zamanda yaratmak istediği duygudur da, bu bakımdan bilinçli davranılmıştır. bu filmde başrol veya yardımcı rol de yoktur, bütün oyuncular kendi hayatlarını sergilerler, herkes kendi sırası geldiğinde bir başrole bürünür ama değildir.
    sonuçta, cannes da ödüller almasının nedeni filmin izleyiciye karşı aldığı bu cesur ve sıradışı tavırdır. izlerken sıkılan seyirci yine de devamını merak ettiği veya sırf sinirlenip hırs yapıp "bakalım daha ne kadar sürdürecek bu sahneyi?" dediği için filmi bırakamaz. film aksiyon yoksunudur birkaç sahne dışında, ama tamamen gerçekçidir.
  • gus van sant'in kabiliyetinin doruklarina ciktigi film olmustur elephant. hicbir karakteriyle ozdeslesemediginiz, hikayenin icinde degil gayet disinda hissettiginiz bir filmdir bu. bu ozellikleri onu belgesel de yapmaz zira belgesellerde bile seyrici ozdesim kurar, olen zebra'nin gotruntuleri esliginde cita'ya lanet okursunuz, hitler'inkendini vurmasi karsisnda "ya sen onca insanin ahini al oh oldu sana" dersiniz. ama elephant kullanilan uzun planlar, amator oyuncular ve esinlendigi gercek hikayeyle size bambaska bir rol biciyor. gus van sant diyor ki: ben oyle seyler yaptim seni filmin icine sokmadim, hicbir karakteri sana tam anlatmadim ki onunla ozdeslesmeyesin iliski kurmayasin, mekan kullanmadim, zamani kendimce yorumladim. bunun karsisinda sana su gorev dusuyor: objektif olarak olaya bak. degerlendir, yargila. cunku bir resim en iyi uzaktan bakilarak degerlendirilir. sana oyle bir firsat verdim ki, o cocuklarla hicbir duygusal bag kurmadin, o nedenle dogruyu yanlisi vicdanini ve duygularini karsitirmadan bir soyle bakalim.

    ve biz de soyledik, 16 yasinda bir gencin bu hale nasil gelebilecegini o cocuga hic acimadan anlamaya calistik. gus van sant'a tesekkur borcluyuz. cunku filmi ne kurbanin gozunden anlatti ne katilin gozunden.
  • film izlerken beni ne dingin katliam sahneleri ne shooter oyunlarından dem vurulan eleştiri etkiledi. daha doğrusu filmden sonra en çok aklımda kalan o 3 kızın yemek aldıktan sonra neredeyse hiç dokunmayıp, meyve sularını dahi içmeden yedikleri 1 çatal salatanın ardından doğru tuvalete gidip "ay çok yedik" demeleri ve kusmalarıydı. ben en çok buna takıldım, deli miyim neyim...

    bi de ben filmi izledikten sonra 11 yaşındaki kardeşim odama gelip filmin kapağına bakarak "abi ne izledin? aa adı filmiş, ne nlatıyo, içinde fil mi var?" sorusunun ardından bir süre ulan bu filmin adı hakketen niye fil, ne alaka şimdi diye düşünmemdi.. çıkaramdım dda vesselam...
  • iyi film. muhalefet olmak icin soylemiyorum, cidden iyi film. nedenlerine gelince;
    siddetin artik rahatsiz edici derecede kaniksandigi gunumuzde, filmdeki her silah patlamasi insanin irkilmesine sebep oluyor oncelikle. surada bes kisi oldu, burada bilmem kac kisi katledildi denildigi zaman cok da fazla etkilenemiyoruz artik, rahmetliler sayidan oteye gecemiyorlar ne yazik ki.

    geyik, bos, ve uzun oldugu soylenen sekanslar da hayatimiz iste. o kadar gercek ki;gunlerimiz o kadar bos geciyor bazen. kursunlarin izleyiciyi de vurmasinin sebebi bu bence. beklemiyorsunuz cunku, tahmin etseniz bile kondurmuyorsunuz.

    --- spoiler ---

    hele benny'nin geldigi sahne; o kadar alismisiz ki klasik filmlerden birilerinin gelip kotu adamlari etkisiz hale getirmesini, umutsuzca bekliyoruz benny'nin o iki zibidiyi haklamasini. ama pat diye gidiveriyor benny de. cunku gercek yasamda da boyle olurdu. benny, ahmet, mehmet olup giderdi oracikta...

    --- spoiler ---

    "ben iyi vakit gecirmek istiyorum arkadas, zaten gercek hayatin icindeyim sinemada da ayni seyi istemiyorum" diyenlerdenseniz sevmezsiniz, yoksa sevilmemesi bence imkansiz...
  • fil şiddet toplumuna yakılan bir ağıt. sıradan bir okul gününde, sıradan bir hayat süren bir grup insanın aniden biten öykülerine son bir bakış. kurgu kaygısı gütmüyor gibi gözüken film aslında 5 dakikayı aşan kesintisiz sekanslarının dahiyane işlenişiyle, şimdiye kadar denenmemiş yeni bir sayfa açıyor hikaye anlatımında. önce, her gün aynı koridordan geçen rasgele seçilmiş bir grup gencin ilişkisiz gibi görünen kısa öyküsünü anlatıyor, sonra her ne kadar artık bir şey ifade etmese de son bir kez yollarını kesiştiriyor her birinin. bacaklarının görünümünden utanan silik genç kız, portfolyosu için fotoğraflar çeken bir genç, blümiyanevroz üç kız arkadaş, akşam eğlencesi için plan yapan bir çift, ayyaş babanın marjinal oglu, herkesi azarlayan okul müdürü, okul bahçesindeki köpek... paralel kurgu ile işlenen sahneler o kadar gerçekçi ki farklı zamanlarda çekildiklerine inanmak olanaksızlaşıyor. bir süre sonra siz de kendinizi o kafeteryada, koridorda ya da kütüphanede buluveriyorsunuz. ve sonra bulutlar...
  • tame impala'nın bu şarkısı "kesssin reklamda kullanılır" diye düşünürken, aynı gün tv'de blackberry z10 reklamında şarkıya rastlamamla aşağıya bağlantıyı yazmam bir olub.

    http://www.youtube.com/watch?v=mjwjq2telsy
  • zaman yavaşlar, renkler flulaşır, adımlar ve sesler duyulmaz olur, algı körelir, suskunluk artar, beethoven'ın geceye özgü müziği aynı zamanda melankoliyi de çağırır, seçimler zorlaşır..her şeyin giderek kuruması ve yavaşlaması depresyona işaret eder ve depresyonun etkileri de sembolü fil olan bilinçdışını (okulun koridorları ve sınıflarının mimarisi kadar dallı budaklı olan bilinçdışı), ondaki ilkel şiddeti tetikler;"edime-geçiş"in öncesindeki sakinlik.

    (daha önce hiç kimseyle öpüşmediklerini söyler çocuklardan biri. birincil narsizmin oluşmamasının yıkıcı etkilerinden bahsediyordu bernard stiegler "acting out" kitabında)
  • görüntünün herhangi bir sanata dönüşümüyle uğraşanları sıkmayacak bir film ama hiçbir kurgusal çekiciliği olmadığı için çoğunluğa işkence çektiren 80 dakikadan ibarettir.mesela;
    -geniş açı lensle çekilen bir sahnede ufuk çizgisinden giren karakteri görüntüden çıkana kadar yürümesi genellikle 1, 1buçuk dakika sürer, bu filmde bundan 2 adet var.
    -filmin 30 dakikası amorstan oyuncu takibiyle geçiyor (film 80 dakika)
    -für elise ve ayışığı sonatının kötü icraları, tek sekans içinde mevcutlar.
    -sıralamada ufak oynamalarla tüm senaryoların ortak derdi olan merak unsuru arttırılabilirmiş ama bundan özellikle kaçınılarak tam tersi yapılmış. filmde merak uyandıran hiçbir şey olmadığı gibi, kurgu altyapısı anlaşıldığı an finale kadar herşey tahmin edilebiliyor.
    yüzeysel bir amerikan gençliği eleştirisi, çok yüzeysel bir silah ticareti eleştirisi, muhteşem renk uyumları ve muhteşem ışık kullanımı, steadicam harikaları, derinlik, kontrast gösterisi.. görüntüler açısından sanattan fazlası. iyi eh orta kötü veya muhteşem gibi eleştirilden fazlasını hak ettiği kesin.
  • damien rice'in 9 albümünün 3.parçasidir:

    this has got to die
    this has got to stop
    this has got to lie down
    someone else on top

    you can keep me pinned
    it's easier to tease
    but you can't paint an elephant
    quite as good as she

    and she may cry like a baby
    and she may drive me crazy
    'cause i am lately lonely

    so why d'you have to lie?
    i take it i'm your crutch
    the pillow in your pillow case
    it's easier to touch

    and when you think you've sinned
    do you fall upon your knees?
    and do you sit within your picture?
    do you still forget the breeze?

    and she may rise, if i sing you down
    and she may wisely cling to the ground
    cause i'm lately horny
    so why would she take me horny?

    what's the point of this song? or even singing?
    you've already gone, why am i clinging?
    well i could throw it out, and i could live without
    and i could do it all for you
    i could be strong
    tell me if you want me to lie
    'cause this has got to die

    this has got to stop
    this has got to lie down, down
    with someone else on top

    you can both keep me pinned
    'cause it's easier to tease
    but you can't make me happy
    quite as good as me

    well you know that's a lie
  • (bkz: capri sun)
hesabın var mı? giriş yap