• rudyard kipling şiiri, türkçeye en güzel tercümesini bülent ecevit yapmıştır,
    çevrende herkes şaşırsa ve bunu da senden bilse,
    sen aklı başında kalabilirsen eğer,
    herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
    hem de kendine güvenebilirsen eğer,

    bekleyebilirsen usanmadan,
    yalanla karşılık vermezsen yalana,
    kendini evliya sanmadan
    kin tutmayabilirsen kin tutana,

    düşlere kapılmadan düş kurabilir,
    yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer,
    ne kazandım diye sevinir,
    ne yıkıldım diye yerinir,
    ikisine de vermeyebilrsen değer,

    söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz,
    kandırabilir diye saflar dert etmezsen,
    ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz,
    koyulabilirsen işe yeniden,

    döküp ortaya varını yoğunu
    bir yazı turada yitirsen bile
    yitirdiklerini dolamaksızın diline
    baştan tutabilirsen yolunu,

    yüregine, sinirine "dayan" diyecek,
    direncinden başka şeyin kalmasa da,
    herkesin bırakıp gittiği noktada
    sen dayanabilirsen tek,

    herkesle düşer kalkar erdemli kalabilirsen,
    unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
    dost da düşman da incitmezse seni,
    ne küçümser ne de büyültürsen çevreni,

    bir saatin her dakikasına emeğini katarsan hakçasına,
    böylece dünyalar önüne serilir,
    üstelik oğlum adam oldun demektir.

    orijinal "if" icin (bkz: if/#1604826)
  • her ne kadara ibrahim sadrinin bu siirini evvelce yazmissam da, hic bu sorulari yanitlamak aklima gelmemisti, gelin satir satir, an be an yanitlyalim su satirlari.

    "
    eger

    eger bir gün peygamber efendimiz ziyaretinize gelse,
    yalnızca birkaç günlügüne aniden çalsa kapınızı,
    merak ediyorum neler yapacagınızı..."

    imdi evvela, bu "peygamber efendimiz" dedigin kim ola ibrahim sadri? hangisi? biliyorsun bu peygamberlerimizin hepsi efendimiz. hz. nuh gelse, eee sen tam efendimiz sayilmazsin diyemeyiz. yok oyle bir sey. o yuzden bilemk isterim isa mi, musa mi, en sevdigim peygamber olan zulkarneyn mi geliyor? onu bir acikliga kavusturalim. cunku eger zulkarneyn geliyorsa, kapimi degil, penceremi calacaktir. ucari bir insandir kendisi. ama eger ki gelen muhammed ise, soyle bir dusunurum. uyusuyor muyuz? kimyamiz tutuyor mu? kendisi kureys kabilesi mensubudur, aristokrat kisidir. benim gibi herhangi bir ucariligi olmadigi gibi, sakin yaradilista bir insandir. aniden kapimi calarsa o yuzden ilk evvela eve bir ceki duzen vermek zorunda hissederim. kapinin onunde cop torbasi duruyor onu kaldiririm. cek yati acarim. eger zombi formunda gelmemisse, bir iki yiyecek icecek de ikram ederim. pizzaciyi ararim.

    "biliyorum ama
    böylesine serefli bir konuga açacagınızı en güzel odanızı,
    ona sunacagınız yemeklerin en iyisi olacagını,
    ve inandırmaya çalısacagınızı,
    onu evinizde görüyor olmaktan mutluluk duyacagınızı;
    gerçekten evinizde ona hizmet etmekten alacagınız hazzı.
    fakat söyleyin bana,
    efendimizi evinize dogru gelirken gördügünüzde,
    onu kapıda mı karsılayacaksınız?"

    simdi karsiladigimiz adam, allahin adami. eli paraya sikisik degildir. kefenin cebi yok. 1400 yilda ne servetler biter. ama yine de oncelikle kendisine bulundugumuz sehirdeki guzel konaklama imkanlarindan bahseder, inceden evimin ortak yasama uygun bir yer olmadigini citlatirim. celebi adamdir laftan anlar. anlamazsa salonda cek yat var, onu acarim. bir goz odam var, ama onu veremem. cunku bilirim ki dini butundur. sabah aksam namaz abdest hadisesi vardir. biz salonda yatarsak namahreme baka baka gecmesin diye, salonla bitisik tek banyomuza yakin sey ederim. babamlar geldiginde de orada kaldiydi.

    "yoksa onu içeri almadan önce, aceleyle,
    bazı dergileri, gazeteleri çarçabuk saklayıp
    yerine kur'anı mı koyacaksınız?"

    kendisi baskina gelir gibi gelirse birak dergi gazeteyi atmayi, topyekun cozume gider gozume mil cekip acarim o kapiyi. kor sekli veririm. yalan demeyeyim evde de kuran yok. kuran.gen.tr yi acarim. olmadi bir adet talmud, bir iki incil attiririm ortaya, dost isi.

    "peki hala amerikan filmlerini seyredecek misiniz televizyonda?
    yoksa kapatmaya mı kosacaksınız aceleyle,
    o size kızmadan önce?
    kimbilir?"

    ilk etapta hayir. adam arap. yerel ortadogu televizyonu ne varsa onu acmak lazim. bizde kablo yayin var, hemen pencabi televizyonuna ceviririm. ama kendisine usulca amerikada yasadigimizi ve amerikan filmleri izlememenin epey zor oldugunu izah ederim. yoklugunda icad olunan sinemayi da kendisine yavas yavas olumsuz klasikleri izleterek tanitirim. teknoloji ve kitle iletisimiyle arasi iyi oldugundan, kuran'in film versiyonunu dusunup dusunmedigini de arada sorarim. kendisine gmail accountu da acariz.

    "belki de agzınızdan hiç çıkmamıs olmasını mı dilerdiniz,
    hatırlayamadıgınız en son çirkin kelimeyi..."

    hatirlayamadigim en son cirkin kelimeyi hatirlayamadigimdan agzimdan cikmamis olmasini da dileyemem be ibo? bu ne yaman paradokstur.

    "peki ya dünyalık müziginizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız?"

    ahretlik muzigimi koyarim hemen transandantal makamindan? cok salaksin ibo. bir, evlerde artik kaset mi kaldi? mp3 ise mesele silerim atarim harddiskten. hepsi bir arada. ikincisi adam dunyaya gelmis, boyle kuru ev sesi mi dinleteyim? acarim onune bir easynews, bir imusic istedigini indirsin.

    "ve bunun yerine ortalıga,
    kitaplıgınızın raflarında tozlanmıs,
    hadis kitapları mı çıkaracaksınız?"

    yoksa da yaratip, cikartacagim. diyecegim ki "siz gittikten 100 yil kadar sonra boyle bir seyler turettiler. merak edersiniz diye sey ettim". o da buyuk ihtimalle "ya bin yildir yokum, geliyorum onume elin ibisinin agzimdan yazdigi magazini dayiyorsun?" diyecek. hatta "bir kaset koy da nesemizi bulalim" diyebilecektir. ya ibo, ne yapsin lan adam hadis kitabini? soylemisse o soylemis. asli varken, naklini gosterip ne edecegim? kontrol mu edecegim? "eee sen peki su konuda ne dediydin?" diye goz ucuyla oraya mi bakacagim? olmadi "bu kadar hadis uydurmuslar hangisi senin haci?" (ki bu hayatimda "haci" hitabini ilk kez luzumunda kullanisim olacaktir.) mi diyecegim?

    "hemence içeriye girmesine izin verecek misiniz?
    yoksa telasla ne yapayım diyerek,
    saga sola mı kosturacaksınız?"

    onu daha evvel sordun ibrahim. peygamber efendimiz diyecegim birisini ben nasil kapida bekleteyim? seyyar ansiklopedi saticisi mi. komsunun cocugu mu bu? ayrica kapimi hasan mezarci calsa yine bir muddet sasalarim. sahsa ozgu degil, kimlige ozgu bir durumdan bahsediyoruz.

    "merak ediyorum:
    eger peygamber efendimiz,
    bir kaç günlügüne sizinle birlikte yasasa,
    yapmaya devam edecek misiniz,
    her zaman yaptıgınız seyleri?"

    edemeyecegim. sozluk e girip basliginin altina entry yazsam ayip olur mesela. "her dakika namaz kilan, iftar masasinda dunyalar tatlisi olan hos kisi.." yazabilirim belki?

    "ailenizdeki sohbetler eski halini koruyacak mı?"

    korumayacak. annem arayinca "bak kimi veriyorum" diyerek ona uzatacagim. efendimiz arapca bir seyler soyleyecek. annem anlamayacak. efendimizin elinden telefonu alacagim. "eee anne tanidin mi?" diyecegim. "yok tanimadim, kim o?" diyecek. ben cok bozulacagim. ama caktirmamaya calisacagim. "ya anne nasil tanimazsin? bak bir ipucu vereyim, kendisi arap...eee bak hatta kureyslidir...ebu lehebi sevmez...faiz ayaginin altindadir hani?... seni de cok sever, anne oldugundan?...ya nasil tanimazsin?" diye anneme sarlayacagim. bu yuzden de efendimizden ozur dileyecegim. annem anlamayinca, utana sikila anlatacagim. "anne eve peygamber efendimiz geldi... evet... muhammed...hazreti olan..." diyecegim. annem bana kizacak. "sen ne biliyon onun efendimiz oldugunu? kapini calan her arap efendimizdir denip eve alinir mi? onlarin eli uzun olur dikkat et, araplar oturduklari yere sicarlar" gibi irkci yorumlar yapacak. efendimiz annemi ayiplayacak. telefonu kapayacagim. usulca "sefaat ya resulullah" diyecegim. efendimiz "tabi" diyecektir.

    "her yemekten sonra sofra duası etmeyi,
    yine zor mu bulacaksınız?"

    allah ile bire bir temas halinde efendimiz varken sofra duasini ben niye zor bulayim? efendimiz ile masada oturacagim, "bir saniye duayi ben edeyim" mi diyecegim. o eder, ben amin derim.

    "hiç yüzünüzü asmadan,
    oflayıp puflamadan,
    her vakit namazınızı kılacak mısınız?"

    simsek gibi. efendimiz diyorsun be abi? ne oflamasidir? yakinindan birisi duyar, olmadik kulaga gider. 1400 yasinda adamin yaninda sekil mi yapacagim? hayir onu gectim, bu efendimiz dedigin kisi 1400 yildir aramizda olsa zaten bu soylediklerinin onda biri olmazdi. net bir var oluscu delilimiz olurdu. ama su gun efendimiz gelse, "1400 yildir neredeydin" de diyemem. namazsa namaz, orucsa oruc. 4 kariysa dort kari. hic sektirmem.

    "ya sabah namazı için,
    sıcacık yatagınızdan,
    erkenden fırlayacak mısınız?"

    hastasin. tabi.

    "peki ya yine mırıldanacak mısınız,
    her zaman söylediginiz s¸arkıları?"

    mirildanmayacagim. omuz omuz beraber soyleyecegiz. hatta oyle ki kimi delikanli mahallelere kendisi ile gidip, bize "lan sakali ginali arap? sssh! ne lan o saclar kari kilikli?" diyenlere, "peygamberimizin uzun sacli oldugunu soylemistim. inamamistiniz. iste efendimiz, buyurun" diyecek, sov yapacagim. dayak yiyecek gibi olursak, burak'a atlar taksim'e, medeniyete (bir nevi medine) hicret ederiz.

    "ve okuyacak mısınız,
    her zaman okudugunuz kitapları?"

    okuyacagim. okutacagim da. efendimiz bak sen yokken kimler geldi kimler gecti diye verecegim tolstoyu, dostoyevskiyi, sekspiri. sonra tartisacagiz. sekspir o kadar da buyutulecek bir isim mi, degil mi diye.

    "peki bilmesine izin verecek misiniz,
    aklınızın ve ruhunuzun beslendigi seyleri?"

    delisin. sozlugun basindan kalkmayacagiz.

    "yoksa hiç bilmemesini mi isterdiniz?
    söyle diyelim ya da:
    gideceginiz her yere götürebilecek misiniz peygamberi de?"

    goturecegim. alemlere akacagiz. "new yorkda peygamber efendimiz ile buz pateni zirvesi" duzenleyecegiz. buz muz gormedigi olaylar biliyorsunuz. gorsun.

    "yoksa birkaç günlügüne degisecek mi planlarınız?"

    degisecek tabi. misal sikilacak her gun muze, her gun kultur. diyecek ki "ya bir dogaya cikalim." hop cikacagiz dogaya. ben'in arabasiyla gezecegiz, hos sohbbetler edecegiz. peygamber efendimiz de buyuk ihtimalle ben e hayran oalcak, kavugu teslim edecektir.

    "tanıstırmaktan onur duyacak mısınız en yakın arkadasınızı onunla?"

    tanstirdik bile.

    "yoksa hiç karsılasmamalarını mı umardınız,
    peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle?"

    efendisiz ile peygamber efendimizin karsilasmasini istemem misal. kusak catismasi yasanir. peygamber efendimiz bir laf eder, o yanlis anlar. bir takim tatsizliklar cikar. her turlu sozluk zirvesine de gitmem. bir dolu sarhos, tanimadigim abuk subuk herif. 6. yas zirvesine yetisse ona da goturmezdim. daha kucuk capli tanismaya deger yazarlarla zirve ederdik.

    "simdi söyleyin açık yüreklilikle,
    onun kalmasını ister misiniz sizinle?"

    istemem. kucucuk ev. yuzune de soylerim. bu misafirligin hakki derim, bir bilemedin iki aydir efendimiz. o zaten bilir. kalayim demez. isi var, gucu var. 1400 yil sonra ilk kez benim ev ile siftahi yapmis. neden dursun adam?

    "sonsuza dek, hep birlikte..."

    o da bir gun olacak nasil olsa, acele etmeyelim.

    "yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız,
    ziyareti bitip gittiginde?"

    cok turistik yer gezelim, suvenir alalim modunda takilir, "ben bisiklete binmem, taksi tutalim" agizlari yaparsa gidince rahat nefes alirim. ama efendi gibi, efendimiz gibi ortamlara uyum saglarsa seker gibi gezeriz. gidince uzulurum bile.

    "gerçekten bilmek ilgi çekici olabilir degil mi?
    bilmek ve düs¸ünmek,
    eger bir gün peygamber efendimiz ziyaretinize gelse
    yapacagımız s¸eyleri...
    eger bir gün peygamber efendimiz ziyaretinize gelse,
    yalnızca birkaç günlügüne aniden çalsa kapınızı,
    merak ediyorum neler yapacagınızı ..."

    olabilir tabi ki ibrahim sadri. ama peygamber efendimiz dedigin adam, maalesef ziyarete gelen cinsten birisi degil. olunca epey dusuk ihtimal bizim onu ziyarete gitmemeiz mumkun. o zaman da gonul koyariz zaten. "abi bir ugramadin?" deriz. "1400 yil oldu tis, yoksun. vefasizsin." deriz. ama o bir iki laf eder gonlumuzu alir. almazsa da, mesafe yapariz. kafa dengi peygamber kimse onla takiliriz. ben zulkarneyn konusunda hala israrciyim. ucma, aviation, irtifa gibi ozellikleri var. ismi de cok dolu dolu. bir hz. sit kadar kolay degil, ama iddiali, gizemli bir isim.
  • türkçe tümce yapısında yeri olmayan, kullanılmadığında en küçük bir eksiklik duyulmayan gereksiz bir farsça sözcük...
  • kullanıldığı her cümlede anlatım bozukluğu yapılmasına yol açan sözcük. dilek şart kipi ile birlikte (-se, -sa)kulanılmak durumunda olduğundan, cümlede aynı anlamı veren iki öğeye yer vermiş oluyoruz.

    eğer eğer gereksizse neden var?
  • ibrahim sadri nin carpikligimizi gozler onune serdigi eseri.

    eger bir gün peygamber efendimiz ziyaretinize gelse,
    yalnızca birkaç günlügüne aniden çalsa kapınızı,
    merak ediyorum neler yapacagınızı...
    biliyorum ama
    böylesine serefli bir konuga açacagınızı en güzel odanızı,
    ona sunacag?ınız yemeklerin en iyisi olacagını,
    ve inandırmaya çalıs¸acag?ınızı,
    onu evinizde görüyor olmaktan mutluluk duyacagınızı;
    gerçekten evinizde ona hizmet etmekten alacagınız hazzı.
    fakat söyleyin bana,
    efendimizi evinize dogru gelirken gördügünüzde,
    onu kapıda mı karsılayacaksınız?
    yoksa onu içeri almadan önce, aceleyle,
    bazı dergileri, gazeteleri çarçabuk saklayıp
    yerine kur'anı mı koyacaksınız?
    peki hala amerikan filmlerini seyredecek misiniz televizyonda?
    yoksa kapatmaya mı kosacaksınız aceleyle,
    o size kızmadan önce?
    kimbilir?
    belki de agzınızdan hiç çıkmamıs olmasını mı dilerdiniz,
    hatırlayamadıgınız en son çirkin kelimeyi...
    peki ya dünyalık müziginizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız?
    ve bunun yerine ortalıga,
    kitaplıgınızın raflarında tozlanmıs¸,
    hadis kitapları mı çıkaracaksınız?
    hemence içeriye girmesine izin verecek misiniz?
    yoksa telas¸la ne yapayım diyerek,
    saga sola mı kosturacaksınız?
    merak ediyorum:
    eger peygamber efendimiz,
    bir kaç günlügüne sizinle birlikte yasasa,
    yapmaya devam edecek misiniz,
    her zaman yaptıgınız seyleri?
    ailenizdeki sohbetler eski halini koruyacak mı?
    her yemekten sonra sofra duası etmeyi,
    yine zor mu bulacaksınız?
    hiç yüzünüzü asmadan,
    oflayıp puflamadan,
    her vakit namazınızı kılacak mısınız?
    ya sabah namazı için,
    sıcacık yatagınızdan,
    erkenden fırlayacak mısınız?
    peki ya yine mırıldanacak mısınız,
    her zaman söylediginiz s¸arkıları?
    ve okuyacak mısınız,
    her zaman okudugunuz kitapları?
    peki bilmesine izin verecek misiniz,
    aklınızın ve ruhunuzun beslendigi seyleri?
    yoksa hiç bilmemesini mi isterdiniz?
    söyle diyelim ya da:
    gideceginiz her yere götürebilecek misiniz peygamberi de?
    yoksa birkaç günlügüne degisecek mi planlarınız?
    tanıstırmaktan onur duyacak mısınız en yakın arkadasınızı onunla?
    yoksa hiç karsılasmamalarını mı umardınız,
    peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle?
    simdi söyleyin açık yüreklilikle,
    onun kalmasını ister misiniz sizinle?
    sonsuza dek, hep birlikte...
    yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız,
    ziyareti bitip gittiginde?
    gerçekten bilmek ilgi çekici olabilir degil mi?
    bilmek ve düs¸ünmek,
    eger bir gün peygamber efendimiz ziyaretinize gelse
    yapacagımız s¸eyleri...
    eger bir gün peygamber efendimiz ziyaretinize gelse,
    yalnızca birkaç günlügüne aniden çalsa kapınızı,
    merak ediyorum neler yapacagınızı ...
  • hem en güzel, hem de en çıldırtıcı hali için (bkz: what if)
  • "eğer; tarihin değiştirilebileceği varsayımının ahmakça özlemidir."

    necib mahfuz
    bıldırcın ve sonbahar adlı kitabından.
  • susanna tamaro, karısını ve çocuğunu kaybeden bir adamın hayata tutunma çabasını anlattığı per sempre'de, eğer'i şöyle anlatıyor:

    "neden düzeltilemeyecek bir şey meydana geldiğinde bunun engellenebilmesinin mümkün olduğu düşünülür?

    eğer sola döneceğime, sağa dönseydim...eğer yatakta kalıp uyusaydım...eğer o telefona yanıt vermeseydim...

    her trajedinin üzerine sağanak gibi bir eğer yağmuru yağar ve bu eğerler trajediyi yaşayan kişinin ömür boyu sırtında taşıyacağı taş yüklü bir çantaya dönüşür. bizi kurtarmak için atılmış bir ip misali eğerlere tutunarak tırmanınca, insan her eğerden sonra daima bir başkasının, sonra bir başkasının daha geldiğini fark eder ve nihayetinde perişan biçimde düşmeden önce teslim olmak zorunda kalır. geçerli olan, bütün ötekileri içinde barındıran biricik eğer tek bir tanedir.

    eğer hiç doğmamış olsaydım."

    sf 58
  • ''ben seni insan yerine koyarken iyiydi. iyiydik.
    uyuyamazken soluğun var yanımda diye, güzeldik.
    soluklandım, yoktun.
    nefesimdeki havada dardın.
    sana güvendim, bilemedin.
    gittim, yetişemedin.''
  • bu da prof. semih çelenk'le bu geceki facebook yazışmamız:

    prof. semih çelenk: yaklaşık otuzbeş yıllık iyi bir can yücel okuruyum. sağlığında da tiyatro, çeviri, şiir ve hayat konulu uzun sohbetlerimiz oldu, dostluk ettik... yaklaşık on yıl önce, ortaya çıkmaya başlayan sahte şiir meselesi benim çok canımı sıktığı için, sosyal medyada bununla mücadeleyi kendime bir iş haline getirdim ve onlarca söyleşi, haber, yorum vb. yaparak bu konuya dikkat çekmeye çalıştım. en sonunda güncelleyerek 41 sahte şiirlik bir listeye ulaştım. yukarda bu linki de paylaşmışsınız zaten. tabii ki "eğer" denilen metin can yücel'e ait değildir ve hiçbir kitabında da yoktur. iyi bir can yücel okuru bunu bilir zaten. uzmanlığa gerek yok.

    bir de son olarak şunu vurgulamalıyım ki, iki tane "can yücel" var. biri ağırlıklı olarak kırk yaş üstü şiir okurunun bildiği, kitaplarını aldığı, okuduğu "hakiki ve kitabi can yücel" diğeri de daha fazla sayıda insanın bildiği, hakikisiyle ilgisi olmayan "sahte ve sanal can yücel"... ikisinin de birbiriyle ilgisi yok. biri marksist biri idealist, biri süzme salak biri zeki, biri ateist biri mümin vb. böyle gider. ama ikisinin aynı kişi olmadığı kesin... benim bu sahte hakiki ayrımı yapmakta zorlananlara önerim, iş bankası yayınlarından bütün kitapları çıktı. okuyun derim. hakisini sahtesinden ayırmak için en makbul yoldur. sevgi ve muhabbetle...

    andrew: şimdi baktım, aynı hassasiyetlerle 2010'un kasım ayında sizin listenizden bihaber ekşi sözlükte ilgili başlığa sizinkine benzer bir derleme yapmaya başlamışım. saymadım ama bendekiler ile sizinkiler örtüşüyordu.

    zaten söz konusu tartışma da oradan çıktı. ekşi sözlük yazarlarından biri paylaştığım milliyet blog sayfasını referans gösterek, "eğer" şiirinin can yücel'e ait olduğunu iddia etmekte. bense savlarımı güçlendirmek adına yardımlarınızı rica ettim.

    yukarıda bende olan kitapları listeledim. ama değindiğiniz gibi herşeyden önce gerçek can yücel'i iyi anlamış olduğumu sanıyorum ki bu çakma şiirler bende ilk anda tarifsiz bir tepki yaratıyor. zaten tüm macera da öyle başladı. (bkz: sahte can yucel siirleri)

    ancak şu var ki malumunuz "olumsuzu ispatlamak imkansızdır". örneğin biri çıkıp ölümünden sonra notları arasından çıktı bu şiir dese siz ortanızdan çatlasanız aksini ispat etmek mümkün olamaz. o cihetle ben her ne kadar da emin olsam yine de bir bilenin görüşünü almam gerektiğini hissederim.

    ama aslında yine doğru mantıkla “kanıtlama yükü bir iddiayı ortaya atanın sorumluluğudur”. ispat yükü de bende değil o yüzden. burada asıl iddiacı bu kocaman kocaman lafları yazıp internette dolaşıma sokan ve utanmadan onları ortak geçmişimizin en önemli şahsiyetlerine atfeden, o kim olduğu belirsiz kaynaklar! ama üzülerek onların bu eylemine yazıyı paylaşarak iştirak etmekte olan bazı arkadaşlar da bu suça alet oluyor haliyle.

    bu durumda aslen siz ve benim gibilere bunun palavra olduğunu düşündüğümü söyleyip kenara çekilmek ve iddiacının bizi yanıltmasını beklemekten fazlası düşmez. ama çoğu kez ne yazık ki böyle olmuyor. o yüzden bizim gibi bir avuç insan, internetin tamamına yayılmış bu bilgi kirliliği ile neredeyse tek başımıza mücadele etmek zorunda kalıyoruz. ama yine de tamamen yalnız olmadığımızı bilmek güzel.
hesabın var mı? giriş yap