• eğer siz de benim gibiyseniz, dr jekyll ve mr hyde’ı okul zamanı bir ara okudunuz ve iki şey yaptınız:

    1) jekyll’ı yıllarca “ceykıl” diye telaffuz ettiniz (doğrusu ingilizce diksiyonla “jee-kill” imiş, bayağı zor).

    2) bu romanı, insanın “iyi” ile “kötü” yanları arasındaki bir mücadele olarak yorumlayıp bıraktınız.

    meğer yazık etmişiz. zira roman, eski mitler ve modern psikoloji arasında sağlam bir köprü vazifesi görüyor.

    [daha rahat okumak için medium veya fularsız, reklamsız ]

    ***

    esas oğlan jekyll, çevresinde sevilen, sayılan, başarılı bir doktordur. victoria dönemi ingilteresi örnek bir beyefendiden ne bekliyorsa, hepsini yerine getirir. fakat bu katı normlara uymanın bir bedeli vardır: sürekli olarak karanlık yanını bastırmasının yarattığı rahatsızlık.

    (1837–1901 arası tam 64 sene hüküm süren kraliçe victoria’nın hükümranlığında, ingiltere muazzam değişimler geçirir: tarihin en büyük imparatorluğu olur, endüstri devrimi’nin etkileri yayılır, nüfus ikiye katlanır. bunlarla birlikte toplum ahlakı katılaşır, cinsellik baskılanır ve adab-ı muaşeret önem kazanır. çoğumuzun kafasındaki “ingiliz soğukluğu” imajının kaynağı bu dönemdir. harold perkin, the origins of modern english society, 1969)

    dürtüleri ve toplum arasında ezilen doktor, her 19.yy bilim adamının yaptığı gibi, çareyi bir iksir icat etmekte bulur. iksir geçiçi bir süreliğine, onun iç içe geçmiş parçalarını zorla ayırır ve ortaya eciş bücüş, bencil, vahşi bir alter-ego çıkar: mr hyde. (onu neredeyse bir hayvan olarak tasvir etmiş ama “mister” demeyi de unutmamış yazar stevenson; ingiliz terbiyesi işte.)

    ***

    burada kazara ortaya çıkmış bir canavar yoktur; bilakis her şey tam da planlandığı gibi olur. doktor, o çok değer verdiği sosyal statüsünü kaybetme korkusu olmadan, iki ayrı hayat yaşamaya başlar. geceleri sokaklarda (hades) sürtüp kurtlarını döktükten sonra, sabahları rezidansında (olimpos) rahatlamış bir beyefendi olarak uyanır.

    romanın en ünlü cümlelerinden birinde, “insan aslen bir değil ikidir” diyor jekyll. fakat hyde’dan bahsederken bile “ben” kelimesini kullanmaya devam ediyor. “ben”in nerede bitip nerede başladığı meçhuldü. belki de jekyll bir maskeydi ve insanın aslı o canavardı. toplum kuralları sayesinde zar zor hizaya gelmiş ve akılcı davranmaya zorlanmıştı, ama ipleri gevşetilince azıverdi.

    nitekim bir süre sonra hyde, iksir olmadan dahi ortaya çıkmaya ve günlerce kontrolde kalmaya başlar. yıkılan bir mabedin üstünü kaplayan sarmaşıklar gibi, “beyefendiyi” yavaş yavaş ele geçirmektedir. bilinçli olduğu nadir anlardan birinde, bu gidişle aklına daha fazla hakim olamayacağını tahmin eden jekyll, yaptıklarının utancıyla son bir kez cesaretini toplar ve -130 senelik spoiler geliyor- kendini öldürür.

    ***

    …ve mr freud

    eğer bu roman anonim olarak yazılsaydı, eminim en popüler kimlik tahminlerinden biri sigmund freud olurdu.

    freud, insan zihniyle ilgili birçok teori ortaya atmış ve pek azını bilimsel metod ile araştırmış olduğundan, her söylediğini ciddiye almamıza gerek yok. (freud: the making of an ıllusion kitabına göre klinik çalışmalarının ciddi bir kısmı abartı veya uydurma).

    fakat kendimizi tanıma yolculuğumuzda kullanacağımız önemli bir katkısı, stevenson’ın romanından birkaç sene sonra, insan aklını bilinç ve bilinçdışı olarak ikiye ayırmasıdır.

    bilinç, algımızdan ve farkında olduğumuz düşüncelerden oluşuyor. diğeriyse daha eğlenceli bir yer: bastırılmış anılar, derin korkular, toplumun kabul etmeyeceği cinsel arzular, güç istemi ve bencil güdülerle dolu.

    hyde’ın, hangisinin dışavurumu olduğunu tahmin etmişsinizdir.

    ***

    freud, bilinçdışını keşfeden kişi değildi. kendisi daha kısa pantolon giyerken, hegel’den schopenhauer’a kadar birçok filozofun eserlerinde yer almış, psikologların kelime dağarcığına çoktan girmiş bir terimdi bu. (bugün popüler kültürde bilinçaltı daha sık kullanılıyor. ama akademide kullanılmıyor çünkü önbilinç denen şeye de denk gelebilir, kafa karıştırabilir.)

    teknik terimin ötesinde, zaten kavram olarak da “keşfedilecek” bir şey değil bilinçdışı. zira, her kültürde rüya, sezgi, vahiy, ilham gibi olağandışı zihinsel aktiviteler biliniyordu. fakat o döneme kadar hakim olan anlayış, bunların kaynağının aklın dışında olmasıydı:

    -yaratıcılık patlamaları nereden geliyor? orpheus’ta olduğu gibi tanrılardan, ilham perilerinden ( muses).

    -öfke, şehvet, kıskançlık, kibir, oburluk, açgözlülük, miskinlik? şeytandan tabii ki.

    -gaipten sesler? tanrı bir şey diyordur.

    -histeri, travma? içine cin girmiştir, sıkılınca çıkar.

    -rüyalar? öteki dünyaya veya geleceğe yolculuk.

    freud’u özel kılan şey, tüm bu açıklamaları doğaüstünden alıp aklın içine kapatmasıydı. ve tabii kilidi de kendi cebine atması.

    nitekim, kişi bunların kaynağına öyle elini kolunu sallayarak inemez. rüya, serbest çağrışım ve dil sürçmesi ( freudian slip) gibi yollardan yüzeye çıkan işaretleri yorumlayacak rahiplere, pardon, psikanalistlere ihtiyaç vardır. bu aracıların yardımı sayesinde bilinçdışımız ile yüzleşebilirsek, iç çelişkilerimizi azaltabilir ve bazı davranış bozukluklarını tedavi edebiliriz.

    ***

    en azından freud’un muayenehane açma gerekçesi buydu. özellikle de rüyaların, aslen bastırılmış isteklerin ve çocukluk travmaları nın dışavurumu oldukları fikri, hem halk arasında hem de psikologlar arasında epey popüler oldu. zira yeni nesil psikologlar, akıl hastaneleri yerine, yeni yeni moda olan özel kliniklerde çalışmak istiyorlardı. freud’un ana geçim kaynağı da, kliniğine gelen ve çoğunlukla zengin kadınlardan oluşan müşterilerinin rüyalarını yorumlayarak, sürekli yeni teşhisler koymaktı.

    (bu kadınlardan en ünlüsü, kendisi de bir psikanalist olan prenses marie bonaparte’tır, yani napoleon bonaparte’ın kardeşinin küçük torunu. yıllar sonra naziler avusturya’yı ilhak ettiklerinde, bir yahudi olan freud’un ailecek londra’ya kaçmasını sağlayacaktı. ne yazık ki freud’un dört ablası o kadar şanslı olamadılar, toplama kamplarında katledildiler. )

    ***

    iş dünyasındaki başarısı bir yana, freud’un devrimciliği, bilinçdışı kavramını popülerleştirmenin ve sekülerleştirmenin de ötesindeydi:

    öncüllerinin aksine, bilinçdışını ilginç bir ayrıntı olarak değil de, zihnin büyük kısmı olarak görüyordu. akıl bir buzdağı idi ve “ben” dediğimiz şey suyun üstündeki o ufak kısımdı. her düşüncemizde, her davranışımızda, her tartışmamızda bilinçdışının izleri vardı.

    bu görüşün yayılması, insanoğlunun narsisizmine karşı kazanılmış en büyük başarılardan olmalı…

    [safsatalar ansiklopedisi kitabımdan bir alıntıdır. kitap sonunda bitti, fakat basım penceresini kaçırdığım için yazdan sonra basılacak. o zamana kadar, bir yandan devamı üstünde çalışırken -üç bölümlük bir seri planladık- bir yandan da ara ara bölümler koyacağım. böylece tavsiye ve eleştirilere göre düzeltmeler yapabilirim. lafınızı esirgemeyin.]
  • - sana icki yok jekyll, sen icince sapitiyorsun..
  • robert louis stevenson tarafından yazılan ve ilk kez 1886'da yayımlanan psikolojik gerilim ve ahlaki ikilemlerle dolu bir klasiktir. efsaneye göre, stevenson bu hikayeyi rüyasında görmüş ve sadece birkaç gün içinde kitabı tamamlamış. eser, dr. henry jekyll ve onun vahşi alter egosu mr. hyde'ın karmaşık ilişkisini anlatır. stevenson, bu karakterler aracılığıyla insan doğasının çelişkili yönlerini ve etik ile moral ikilemleri detaylı bir şekilde ele alır.

    bu bağlamda, eser sigmund freud'un psikanalitik teorileriyle dikkat çekici bir paralellik gösterir. freud, insan psikolojisini id, ego ve superego olarak üç ana bileşene ayırır. dr. jekyll, toplumun kabul ettiği etik ve ahlaki normları, yani freud'un superego kavramını temsil eder. o, saygın ve sorumluluk sahibi bir doktordur. mr. hyde ise freud'un id kavramının bir yansımasıdır, içgüdüler ve dürtüler tarafından yönetilir. dr. jekyll'ın yarattığı iksir, onun içsel dürtülerini, yani id'ini serbest bırakır ve mr. hyde ortaya çıkar.

    dr. jekyll and mr. hyde eseri, insan psikolojisinin karmaşıklığını ve çelişkilerini anlamak için bir çerçeve sunar. freud'un psikanalitik teorileri ise, bu karmaşıklığı anlamak için kullanabileceğimiz teorik bir araçtır. her ne kadar freud'un teorileri tam anlamıyla kesin bilimsel kanıtlarla desteklenmemiş olsa da, stevenson'ın bu eseri ve freud'un teorileri, insan doğasının çelişkili yönlerini anlamamıza katkı sağlar.
  • psikanalitik tarzdaki film ya da kitap eleştirileri genelde seviliyor bizler tarafından, okumak benim de hoşuma gidiyor, bir yandan da okuduğum şeyleri kendimce uyarlamaktan da zevk alıyorum.

    bana kalırsa bu romanda insanın içindeki ikiliği, bir yanıyla alabildiğine saldırgan ve yıkıcı, diğer yanıyla da, bu saldırganlığı anlayabildiği ve dönüştürebildiği ölçüde olağanüstü derecede iletişime açık, yumuşak, yaratıcı olan ruhsal doğamıza , saldırganlıkla yaratıcılığın etle tırnak gibi ayrılmaz oluşuna dayanamayan bir karakter ( dr jekyll) ve bu karakterin saldırgan tarafını inkar etmekten yorulduğu bir anda onu kendi benliğinden dışarı fırlatarak radikal kötü bir karakter ( mr hyde) doğurması süreci var.

    romanda de jekyll'ın beyefendiliği, yaşamındaki düzenliliği ve sağduyusu, arkadaşlarıyla olan muhabbetleri akıp giderken bu kimliklerin görünürdeki olumluluğunun gerisinde yatan acıyı, çileyi, patolojiye dönüşecek olan izolasyonu ancak romanın sonunda ve bir olay sayesinde anlarız. bu görünür kimlikler jekyll'ın içindeki olumsuzluğu hapseden maskelere dönüşmüşlerdir. belki de ona içindeki olumsuz hisleri asla göstermemesini, sürekli beyefendice davranmasını salık vermiştir ailesi. oysa hepimiz için en büyğk ruhsal tehlikelerden birisi ruhsal doğamızı oluşturan saldırganlıkları, olumsuzlukları inkar ederek sadece olumlu özelliklerimizle tanınmaya çalışmaktır. olumsuz olanı olumsuzlayıp kendi dışımıza attığımızda en alasından bir deliye, bir psikopata, bir katile dönüşmemiz an meselesidir.

    hepimiz içinde “mr. hyde”kar taşıyoruz. hepimizin içinde saldırganlık, açlık, yıkıcılık var. görünürde beyefendi ve hanımefendi olsak bile bu altta yatan hayvanı inkar etmeyip onun seslerine kulak vermeliyiz. bazen beyefendiliği bırakıp isyan etmeli, sinirlenmeli, çekip gitmeli, kızmalı ve en çok da bu içimizdeki seslerin dedikleri üzerine düşünmeliyiz. saldırganlığımıza zaman vermek ve ona bir bebek gibi davranıp anlamaya çalışmak yerine o sesleri inkar edip sadece görünür tarafımızın beyefendiliğine sığınır, onunla tanınmaya çalışırsak başımız büyük belada demektir.

    inkar mekanizması büyük sorunlar getiriyor dr jekyll'ın başına. kendinden iki dünya yaratıyor, kişiliğini iki parçaya bölüyor, iyiyle kötü arasına berlin duvarı örüyor ve sonunda inkarı tarafından yok ediliyor. beyefendi olmaktaki ısrarı yüzünden bir katile ve bir sefile dönüşüyor. olumlu olanın şiddeti yüzünden paramparça oluyor. çünkü varlığımızın dengesi olumsuzluğu da içeriyor ve onu anlamamızı, dönüştürmeye çalışmamızı istiyor bizden. bu romanda saldırganlık o kadar dışlanıyor ki romana bir kadın karakter dahil olamıyor ( unutmayalım ki cinsellik saldırganlığımızın en dönüşmüş biçimlerinden biridir ) ve erkekler de birbirine sokulmak yerine beyefendi formunda takılıyorlar. inkar çok büyük bir şiddet kaynağıdır.

    not: psikanalitik kaynak isteyenler freud'un “ olumsuzlama” ve “uygarlığın huzursuzlukları”na bakabilirler. aslında freud içimizdeki yıkıcılık ve onunla ne yapacağımız dışında bir şeyden hiç bahsetmemiş bile olabilir. bunun dışında byung çhul han'ın “ olumluluğun şiddeti” başlıklı makalesi (şiddetin topolojisi içinde) de okunmaya değer. çünkü sanal ağlar da sadece olumlu olan üzerinden işliyor ve bu ağlara takılanı yoruyor, tüketiyor giderek.
    ek:

    (bkz: kedimin ameliyatı için yardım kampanyası/@kolombre)
    (bkz: #153892155)

    bugün veterinere götürülecek olan kedi için umarım bundan sonrası daha güzel olur.
  • '' kendi benliğimden çekip çıkarmış olduğum hyde, yaradılış olarak kötü ve alçaktı. tüm davranışlarında bencilliğin izleri vardı. hırslarını yontma gereği bile duymuyor, hayvani bir içgüdüyle bir kötülükten diğerine sıçrıyordu. yüreğinde merhametin kırıntısı bile yoktu. hyde'ın bu davranışları karşısında tüylerim ürperirdi. her şey yasalara aykırıydı, onun varlığı bile. bu yüzden çenemi tutmak zorundayım. suçlu hyde idi, ben değil...''

    bana göre bu gececil öykü, vicdan üstüne, gerilim türünün ilk örneklerinden biri olarak tasarlanmış. iyi ve kötünün farkında olup, görmezlikten gelmeye çalışarak, bilinçaltına ( bilinçaltının kötü yanına ) tüm yükü yıkmaya çalışan ve iyi biri olduğunu iddia eden bir doktor. yazar robert louis stevenson' un yaşadığı dönemde henüz adı konulmamış olsa da ' bilinç dışı ' kavramına değinmesi ilginç.

    kötü yönün maddeleşerek, varolmuş hali hyde. bastırılmış ve ilk bulduğu açıklıkta bütün tazyikiyle fışkırmış bir artezyen. önceleri bembeyaz bir boşluk olan kağıda, ( doğuştan varolmayan kötülük mü ? ) ying-yang çizilirken, sınırını yavaş yavaş geçen siyah mürekkep mi hyde ? yoksa o armanın mühürlenmesi mi o kağıda aynı anda dr. jekyll ve mr. hyde ?
  • victor fleming’in 1941'de çektiği film

    robert louis stevenson’ın the strange case of dr. jekyll and mr. hyde adlı muhteşem romanından uyarlanan dışavurumcu filmde dr. henry jekyll’ın (spencer tracy) aldığı ilaçların etkisiyle gördüğü freudyen rüya kayda değer:

    dr. jekyll sevgilisi beatrix emery (pin-up girl'ün sinemadaki karşılığı lana turner) ile bir gece sokakta tanıştığı, daha sonradan cinsel duygular beslediği ivy peterson’ı (gururlu güzellik ingrid bergman) görür. suyun üzerindeki çiçek (freudcu açıdan bakireliğin sembolü şeklinde okunabilir) ve atlar (kadın) psikanalitik açıdan ilgi çekicidir. dr. jekyll koşumlanmış atların ivy ve beatrix’e dönüştüklerini görür. kötücül yanı veya id’i mr. hyde’a dönüştüğünde ivy'e karşı saldırganlaşan, sadistçe cinsel işkenceler uygulayan doktor, cinselliğini bastıran jekyll kimliğine yeniden döndüğünde ona kardeşçe yaklaşır. jekyll ve hyde kimlikleri düz anlamıyla iyiyle kötünün çatışması anlamına gelmez sadece; ikiyüzlü viktoryen çağın (victorian era) bastırılmış cinselliğine gönderme yapar.

    dönem; zinanın yasaklandığı, evliliğin yüceltildiği, çocuk yapmanın öneminin defaaetle vurgulandığı (tayyip erdoğan'ın şiar edindiği birçok ilke viktoryen dönem'in düsturlarıyla ilginç bir benzerlik oluşturmaktadır) çelişkilerden mürekkep bir dönemdir. buna paralel fahişelik kurumu giderek yaygınlaşmıştır.

    bu bağlamda ivy yasak aşkın cezbedici nesnesidir. öldürülmek zorundadır, çünkü o bir tabudur. beatrix ise evliliğin baskıcı bir toplumdaki karşılığı olmak durumundadır. jekyll ile hyde bu yönüyle olunan kişi ile olmak istenen kişiliğin çatışmasını ifade eder. roman da film de bu açıdan oldukça zengin ayrıntılar barındırmaktadır.

    jekyll ile hyde dönüşebilir kimliklerin cisimleşmiş görüntüleridir. bu iki karşıt kimliği eril anksiyetenin parodisi biçiminde okumak ilginç olurdu.
  • robert louis stevenson'in gördügü bir kabustan etkilenerek 1885 yilinda yarattigi karakter(ler).
  • robert louis stevenson'ın gördüğü bir rüyadan etkilendikten sonra "iki adam birden olan bir adam hakkında yazmak istiyorum." diyerek iyi olmanın zorluğu ve kötü olmanın çekiciliği üzerine yazdığı mini roman. the picture of dorian gray ve frankenstein'la iyi bir kombo oluştururlar. aynı zamanda sesli kitap sevenler okan bayülgen'in yazınsal ve işitsel güncesinden dinleyebilirler.
  • hyde ve jekyll arasında "i" yani ben yani robert louis stevenson olduğunu düşündüğüm, bu yanıyla da ayrı gizemli bulduğum novella.
hesabın var mı? giriş yap