• aslında hiç tatmamaktan geliyor olabilir. kurabiye canavarının o kadar çok kurabiyeyi perişan etmesinin sebebi, bir tanesinin bile o bez, cansız boğazından geçmemiş olması. sözde yaşamaya karşı dizginsiz iştah, belki de duyumsama yoksunluğudur. hissetmeyiş korkusudur. oysa insan, paniği bırakıp durgunluğa razı gelse, önce kendi canıyla irtibata geçer. sonra tat almaya başlar. daha da sonra, bakarsın hayatın ufak bir lokması bile başını döndürür.
  • mevlana ifadesiyle:

    yüzde ısrar etme, doksan da olur
    insan dediğinde noksan da olur.
    sakın büyüklenme, elde neler var
    bir ben varım deme, yoksan da olur!
  • ebedi mutsuzluğun sırrı.
  • kapitalizmin altın öğretisi.!
  • yirmibirinci yüzyıla damgasını vuracak bir rahatsızlık.
    her ne olursa olsun, hangi pencereden bakarsan bak sonuç aynı.
    çıtayı ne kadar yükseltirsen yükselt, kısa bir doyum süreci ardından, vasatlaşma ve vasatlaştırma başlıyor.
    vasat olan mutsuz ediyor. hep daha fazlası, hep daha çoku, hep daha, hep daha, hep hep. herkes herşeyin farkında, kimse kendine kondurmuyor. egolara kurban ediliyor sağlıklı ruh halleri, ilişkiler ve emtia.
    ucunun bana da değmesinden zerre rahatsızlık duymadığım okkalı bir siktir çekmek istiyorum. olmuyor, tutuyorum.
  • insanı hakikat hedefinin odağından saptıran şey, nefsinin aç gözlülüğüne, doyumsuzluğuna çare bulmakta anlayışsız ve düşüncesiz olması, ona bir fren mekanizması oluşturamamasıdır. zahir planında bunu açığa çıkarıp doyumun ne olduğuna derin farkındalık göstermediği için, içte doğmaya yüz tutan huzur pırıltıları bir an hissedilsede kısa süre sonra ahenk , dip gürültüsünün şiddeti nedeni ile bozuma uğramaktadır. ve çareyi aynı alışverişin tekrarını yapmak olarak görür.

    bunun önü alınmadıkça nefis doymak bilmeyen bir cehennemi andırır.

    ''o gün cehenneme: "doldun mu?" deriz, o: "daha var mı?" der.''
    (kaf 30)

    insan tecrübe ettikleri üzerine farkındalık geliştirecek olgunluğa erişmiş olsa bir elma, onun için yaşamı boyu yetecek elmaların tokluğuna onu eriştirirdi.

    kalp cennetinin kapılarını aralasa, elmayı düşündüğü anda karnındaki pilav tokluğunu elma tokluğuna çevirebilirdi. havadaki kokuyu sadece düşünceleri ile sevdiği kokulara dönüştürebilirdi.

    burada ipin ucu aslında, hepimizin muhakkak bunun gibi deneyimlediği durumların hafızamızda oluşundadır. belki bir kere yediğimiz ama tadını unutmadığımız bir yiyecek olabilir bu. sadece bir kere girip gezdiğimiz bir mekan.

    güzel bir halıyı hayal ettiğimizde aslında o halının verdiği cezbe içte çoktan serilmiş oluyor. buradaki aldanışımız onu illaki gerçek olarak önümüze serme hevesinin peşine düşmemizde, uğraşlarımızda.

    insan bu gezmelerin, yemelerin, elde etmelerin doyumuna erişip; kalp aleminin kapılarını aralamaya karar verirse tecrübe ettiği birler bin olur.

    bu minvaldeki madde sadece taş hükmündedir. cehennemdeki taş.

    insanın has gıdası manevi rızıklardır. onlar maddeye benzer fakat vücuda ve düşüncelere hiç bir külfetleri yoktur.
  • bir insan kanaatsiz, doyumsuz bir insansa, dünyanın en zengini bile olsa aslında fakirdir.

    mesnevi'den:

    allah'ın has kullarını davet ettiği kanaat ziyafetinden uzak kalan kimse, padişah bile olsa, dilenci gibi aç gözlüdür.
  • yanlis kaynaktan doyum saglama cabasi sonucu gittikce artan acliktir.
  • başa bela özelliktir.

    insanlar sizin tatminsiz olduğunuzu düşünür ki bence kesinlikle aynı şey değildir.

    ben kolay tatmin olan bir insanım, minicik bir jest, küçük bir öpücük, güzel bir söz, birlikte geçirilen 5 dakika, güzel bir yemek, bir gülümseme, biraz geyik yapmak beni çok mutlu eder. ama gerçek anlamda mutlu olurum. o mutluluk bir süre de gider. bu noktaya kadar bir sorun yok.

    sorun daha fazlasını istemekten vazgeçemememde... o anda mutluyum; ama hani biraz daha fazlasını alabiliyorsam ne ala. hayır dememeyi geçtim, bir de sorarım üstüne.

    ki bu yüzden karşımdaki insan da "o kadar şey yaptım, hiç mutlu olmuyorsun..." diye üzülür. sıkılır. hayır, ben çok mutluyum. cidden mutlu ediyorlar beni. ama ben her zaman daha fazlası için şansımı denerim.

    **
  • yaptıklarının, yaşadıklarının, edindiklerinin hiç bir zaman yetmemesidir, hep bir şeylerin eksik kalması ya da... yetinememektir aslında yetinmeyi bilmediğinden.

    yaklaşık sırasıyla; en çok barbie sende olsun istemek, annen en çok seni sevsin istemek, en güzel notları almayı istemek, en sevilen arkadaş olmak istemek, bir sürü arkadaşın olsun istemek, sınıfta en çok çıkma teklifini sen al istemek, en güzel okullar senin olsun istemek, acayip para kazanmayı istemek, evlenip aşırı mutlu(!) olmayı istemek, çocukların olsun istemek.. (en postmodernini en sona bıraktım) ekşi sözlükte yazmayı istemek...

    bunların bir çoğunun gerçek olması geri kalanların gerçekleşeceğini varsayıp onları da oldu saymak, yine de bir şeylerin eksik kalması... her şeyinin olması, cebinin dolması, etrafının dolması, kafanın dolması, ruhunun doymaması...
hesabın var mı? giriş yap