• "uykuyu icat eden bin yaşasın: uyku, insanın bütün dertlerini örten yorgandır, açlığı gideren besindir, susuzluğu gideren sudur, soğuğu ısıtan ateştir, harareti serinleten soğuktur, her şeyi satın alabilen genelgeçer paradır; çobanla kralı, aptalla akıllıyı eşitleyen terazidir. uykunun bir tek kötü tarafı vardır derler, o da ölüme benzemesidir; uykudaki adamla ölü arasında çok az fark vardır."
  • çocukken mahallede herkesle kavga eder biteviye dayak yerdim. lakin bu dayaklardan yılmaz sürekli elemanlarla didişmeye devam ederdim. kendimce bir tarzan rıfkı tandansı yakaladığımı sanıyordum. yani adamlar beni dövdükçe ben bıkmadan üstlerine gidersem adamlar illallah deyip benden uzaklaşır diye düşünüyordum. haklı da çıkıyordum. dayak yediğim çocuklara gel lan hesabı keselim dediğimde ya git işine ben senle uğraşamam diyordu. korkutuyordum yani elemanları.(sonradan öğrendim ki babam benim dayak yediğim çocuklara kızıyormuş oğlumdan uzak durun diye. hayallerim yıkıldı ya hu).

    sonraları bu beni kesmemeye başladı. sürekli dayak yemek kolay iş değil. yeni heyecanlara koşmalıydım. o sıra okulda öğretmenimiz sürekli kitap okuyun falan diyor. hatta birgün ödev verdi gidin kütüphaneye üye olun, üye kartlarınızı göreceğim diye. gittim üye oldum, üye kartımı aldım. baktım güzel yer bu kütüphane. bahçesinde portakal ağaçları falan var yeşillik alan yani. koştur burada akşama kadar. daha sık gitmeye başladım. kütüphanede türkiye çocuk, milliyet kardeşle başlayan okuma hayatım sonradan abuk kitaplara doğru kaydı. hiç unutmam(adını unuttum aslında kitabın) japonyaya düşen bir adamın hikayesinin anlatıldığı bir kitapta japon imparatorlarının yanlarına erkek çocuklar alıp uyuduğunu öğrenmiştim. çocuk kafam o zaman pek çalışmadığından anlayamadım tabi tam olarak mevzuyu. neyse kitap okurken kitabın birindeki kahraman dikkatimi çekti. eleman macera arayan, kendi kurduğu düşmanla savaşan, hayalperest birisi. biraz kendime yakın hissettim açıkcası bu kahramanı. güce karşı olan bu adam benim gibi zayıf bir çocuk için ideal kahraman adayı olabilirdi pekala.

    kitabı okuduktan sonra okulda arkadaşları örgütleme gayretkeşliğine koyuldum. dedim ki; bakın oğlum adam şovalye... kendinden güçlülere karşı sürekli bir mücadele içinde, sürekli savaş halinde. adam saldırı dinamiğini tutturmuş. kafasını bozana saldırıyor. tüm güçlülerin karşısına hiç korkmadan dikiliyor.(heh heh cümleler tam olarak böyle değildi tabi. zıplamayın hemen). doğal olarak arkadaşlar önlerindeki yegane güçlü insan modeli öğretmen olduğundan biz kime saldıralım aga öğretmene mi dediler.(salak işte bunlar. öğretmenimiz kadın. hemi de dünya iyisi.) okulda bizden bir üst sınıf var. biz bunlarla sokakta, mahalle aralarında, okulda sürekli futbol maçları yapıyoruz, rekabet halindeyiz yani. dedim bunlara dalalım baba biz. nasıl yapacağız dedi bizim salaklar. o zaman babam bana sümerbanktan çanta almış daş gibi allahıma. dedim çantaları sırtımıza değil önümüze takacağız ve zıplayıp adamlara vuracağız. okul çıkışı ilk eylemimizi gerçekleştirdik. elemanlar ne olduğunu bile anlayamadılar. arada yere düştük ama olsun. eve gittiğimde (annem o zaman yaşıyordu) annem yine klasik cümlesi ile değirmende un öğüttünde mi geldin oğlum dedi.(üstün tozdan görünmüyor hesabı) yine sineye çektim tabi.(annemi severim)

    neyse ben bir kere benden büyüklere dalmayı öğrenmişken, bunun hazzını almışken duramazdım artık. ama saldıracak çok fazla kimse de yoktu. hem ben ufak tefektim oğlum o zamanlar her önüme gelene tek başıma dalamazdım. çelimsiz sürekli hastalanan bu çocuğu herkes dövebilirdi. annem sürekli kavga ettiğimden evden çıkışlarımı da yasaklamıştı. ben kös kös oturuyorken evde bizim çocuklar top oynamaya, balık tutmaya gidiyorlardı. bu böyle gitmezdi karar verdim ara ara evden kaçıp arkadaşlarla buluşup o üst sınıftan çocukları teker teker dövecektim. başarılı olduk nispeten. ama okulda sınıflar arası bir kan davasına dönüştü bu olay. teneffüslerde elvan gazoz içip simit yediğimiz çocuklarla bir kitabın kahramanı yüzünden aramız açılmıştı. olsun. üstüne annemden yediğim paparalar da cabası. sonra büyüdük tabi. hepsi güzel birer anı oldu.

    büyünce insan metal yığınları, beton duvarlar arasında boğulmaya başlıyor bir süre sonra. büyük şehir insanı mengene gibi sıkıyor kimi zaman. metrobüste istiflenmiş balıklar gibi yolculuk eden insanlara dönüşmemiz ne kadar zaman aldı bilemiyorum. ama bu şarkı beni yukarıda(up) anlattığım tüm bu olan bitene götürüyor sonundaki o muhteşem solosu ile. evet evet redd'in 21 albümünde bulunan şarkıdan bahsediyorum. bu sıkışıklığın içinde böylesine güzel isimli bir şarkı ile bir kısmı akdenizde geçmiş çocukluğumu bana geri verebildikleri için müteşekkirim kendilerine.

    ne özlemişim kaçıp evden uzaklara gitmeyi.
  • bir elimde çocukluğum
    üstümde hatıralardan bir zırh
    altımda tahta atım
    hadi be diyorum rocinante
    şu öndeki gençliğimi takip et
    yetiş ona sor bakalım
    görmüş mü sevgilimi.

    kafayı mı yiyorum ben doktor amca. beyaz sana ne çok yakışmış.
  • "önüne kötülük etme fırsatı çıkmamış kişiye, iyiliğinden ötürü teşekkür edilebilir mi?"

    (bkz: cervantes)
    (bkz: don quijote)
    (bkz: don kişot)
  • nazım hikmet'in "ölümsüz gençliğin şövalyesi" diyerek, dülsinya'yı bir kat daha güzelleştirdiği;
    'güzelin', 'doğrunun' ve 'haklının' mücadelesindeki yılgınlık anlarında, yeniden ateşleyen, umut veren şiiri.

    mağrur ve aptal devleri karşısında dünyanın,
    don kişotluğa saygı duruşu.

    şiirin tamamı:

    ölümsüz gençliğin şövalyesi,
    ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
    bir temmuz sabahı fethine çıktı
    güzelin, doğrunun ve haklının:
    önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
    altında mahzun, fakat kahraman rosinant'ı
    bilirim,
    hele bir düşmeyegör hasretin hâlisine,
    hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
    yolu yok, don kişot'um benim, yolu yok,
    yeldeğirmenleriyle dövüşülecek

    haklısın, elbette senin dülsinya'ndır en güzel kadını yeryüzünün,
    sen, elbette bezirganların suratına haykıracaksın bunu,
    alaşağı edecekler seni
    bir temiz pataklayacaklar.
    fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
    sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
    ağır, demir kabuğunun içinde
    ve dülsinya bir kat daha güzelleşecek...
  • okumak; don kişot'u bir centilmen yaptı; ama okuduklarına inanması delirmesine neden oldu.
  • ilhan irem'in şu sözlere sahip şarkısı:

    sesleriniz cılızlaştı dostlar, yankılanmıyor
    yollarımız gitgide uzaklaşıyor
    mavi kubbeli bir odada, koro halinde
    bağırıp durmayın yeter, 'daha çok ver' diye
    veremem veremem veremem veremem
    bir kalbim kaldı
    veremem veremem veremem veremem
    onu aşk aldı
    veremem veremem veremem veremem
    adresim saklı
    veremem veremem
    gelmediğiniz orası kaldı !
    yeldeğirmenlerine karşı don kişot'muyum?
    uçuyorum durmadan ben pilotmuyum
    yeldeğirmenlerine karşı don kişot'muyum?
    dilimde hep aynı şarkı
    idiyot muyum?
    seyretmesi keyifliydi dostlar, uzaktan sizi
    üç perdelik komedi, oyunlar bitti
    ne alkışlayın ne de ağlayın kapandı perde
    ne anladıysanız onu düşünün sadece
    veremem veremem veremem veremem
    bir kalbim kaldı
    sesleriniz cılızlaştı dostlar, yankılanmıyor
    yollarımız gitgide uzaklaşıyor
    mavi kubbeli bir odada, koro halinde
    bağırıp durmayın yeter, 'daha çok ver' diye
    veremem veremem veremem veremem
    bir kalbim kaldı
    veremem veremem veremem veremem
    onu aşk aldı
    veremem veremem veremem veremem
    adresim saklı
    veremem veremem
    gelmediğiniz orası kaldı !
    yeldeğirmenlerine karşı don kişot'muyum?
    uçuyorum durmadan ben pilotmuyum
    yeldeğirmenlerine karşı don kişot'muyum?
    dilimde hep aynı şarkı
    idiyot muyum?
    seyretmesi keyifliydi dostlar, uzaktan sizi
    üç perdelik komedi, oyunlar bitti
    ne alkışlayın ne de ağlayın kapandı perde
    ne anladıysanız onu düşünün sadece
    veremem veremem veremem veremem
    bir kalbim kaldı
  • ilhan iremin "yel değirmenlerine karşı don kişotmuyum? uçuyorum durmadan, ben pilot muyum?" şeklinde nakaratı olan bir şarkısı vardır don kişot adında.
  • gectigimiz sali günü norvec nobel enstitusu'nde, dunyaca unlu 100 yazar tarafindan, dunyanin en iyi kurgu eseri olarak secilen romanin turkce adi.
  • dün ile bugün arasında sıkışıp kalan
    onca dünya onca zaman
    nereye giderse gitsin hep aynı...

    koşar ve kovalar kaderi
    insan der yoldan geçer, kimi yeldeğirmeni
    şair de neyim eksik diyerek ortak olur bu sofraya
    ortak olan payını almak için aşktan
    testiden şarap içip hüzünlenmek için.

    (bkz: akrostiş)
hesabın var mı? giriş yap