• dolls’un dolls hakkında yazdıklarıdır. *

    bu neydi şimdi? diye kendi kendimize soru sorduğumuz anları hatırlayalım bir an. rüya mıydı? yoksa gerçek miydi? bilemeyiz hani. anlayamayız hissettiklerimizi, tarif et deseler kelime bulamayız. rüya desek değil, o kadar gerçekti ki deriz. gerçek desek o hiç değil, rüya gibiydi herşey diye düşünürüz. dolls işte böyle bir film. rüya gibi bir gerçeklik, hiç olmayacak kadar gerçek bir rüya alemi. iç içe geçen, ama ayırt edilemeyen.

    filmi tek cümle ile anlatmak zor olsa da; benim için dolls nihai aşkı anlatan bir filmdir. ama aşkın sonunu değil, sona giden bir aşkı. ama sona giderken biten bir aşk hiç değil. sona giderken, peşini hiç bırakmayan bir aşkı.

    üç ayrı hikaye görüyoruz filmde, üç farklı aşk öyküsü, üç başka kadın, üç başka adam. tamamen ayrı olduklarını iddia edemiyoruz. ama kesiştiklerini de söyleyemiyoruz. o kadar başka dünyalar ki, kendi uzay boşluğunda dönen üç ayrı dünya. ara sıra yanyana gelip, geçip gidiyorlar. bir süre yanyana yürüyen ama birbirini tanımayan insanların kesiştikleri kadar, hepsi bu. ama üç ayrı dünyadaki bu üç hikayede de yaşanan tek ortak şey; aşk. filmin derdi de bu ya zaten. her birimiz başka bir dünyayız aslında, farklıyız. bazen paralel yürüyoruz zamanda, farketmesek bile. çok benzer hikayeler yaşıyoruz kendi dünyalarımızda ama diğer dünyada neler olup bittiğini görmüyoruz. bazen çarpıyoruz birbirimize, dünyalarımızı birleştiriyoruz, aynı gökyüzünü paylaşıyoruz, bağlanıyoruz, elele dönüyoruz, bazen biri kopup gidiyor, diğeri onsuz dönmeyi unutuyor, bazen de aynı anda duruyoruz, dönmekten birlikte vazgeçiyoruz.

    hikaye bu ya, bir de meşhur kırmızı bir ip var filmde. hani şu filmin merkezindeki hikayenin karakterleri matsumoto ve sawako’yu birbirine bağlayan kırmızı, kalın ip. bu ip iki anlama gelir bana göre; ilki az önce de söylediğim bağlanan dünyalarının temsili. kırmızı ip; çarpışan dünyalar, çarpışan hayatlar. kırmızı ip; aralarındaki aşk. ikinci anlamı; geçmişlerini temsil etmesi. matsumoto, yaptığı hataya rağmen, sawakoya döner dönmesine ama bir süre sonra anlar ki artık paylaşacakları bir gelecekleri yoktur, ortak bir gelecek ihtimali yoktur. matsumoto, birlikte bir gelecek hayali kurmak için sawako’ya geç kalmıştır. o da ellerindeki tek ortaklığı, onları birbirine bağlayan tek zaman dilimini; yani paylaştıkları geçmişi alır, ikisinin beline bağlar. yürürler, yürürler, yürürler; geçmişleri, yani kırmızı ipleri de peşlerinden gider. mevsimler değişir ve geçmişleri onları takip eder. amaçsızca yürürler çünkü bir gelecekleri yoktur, ona doğru yürüdükleri ama yürüttükleri bir geçmişe sahip olmuşlardır.

    bu sebepledir; seneler önce bir cumartesi günü bir parkta “geri geleceğim” diyerek onu terk edip giden sevgilisini, her cumartesi aynı parkta bıkmadan bekleyen kadının bu hayale tutunması. yine bu sebepledir; pop yıldızı haruna’ya imkansız bir aşk besleyen hayranı nikui’nin son olarak onun posterine bakarak gözlerini kör etmesi ve bundan sonra hatırladığı tek görüntünün haruna’nın o posterdeki suretinin olması. hepsi de bir gelecek için geç kalmışlardır belki ama tutunacak bir geçmiş yaratmak yine hepsinin ellerindedir.

    bu yüzden en baştan nihai aşk dedim ya, sonu gelmeyen aşklardır hepsi. çünkü hepsi aşklarını geçmişlerine yani bir anlamda kendilerine hapsetmişlerdir. kutsamışlardır. ve kendilerini bitmeden aşkları da bitmeyecektir.

    film bir ilkbahar mevsimi kiraz çiçekleri ile başlar, bir kış mevsimi beyaz karların içinde biter. lakin biten şey sadece filmdir. filmdeki aşklar da, tüm hissedilenler de film akla düştükçe akmaya devam eder zamanda, zamanla. çünkü geçmiş hep oradadır, arkamızı döndüğümüz her an peşimizden gelen bir kırmızı ip gibi. bir kırmızı ip ki; bitmeyen, upuzun aşklar gibi.
  • aşk'ı hollywood filintalarının elinden alıp onu gerçekten hakeden; kaybedenlerin eline geri veri veren film. tek bir öpüşme sahnesi bile içermeyen aşk filmi.
  • "aman yarabbi! aman yarabbi" nidalarıyla, "aşkın tarifi imkansızdır ama illa tarif edilecekse bu öykülerden daha iyisi seçilemezdi" diyerek çıkılan film...
  • japoncanın acı söz konusu oldugunda pek itici bi dil oldugunu farkettiren film. masal gibi bi filmken hatun "her cumartesi seni burda bekleyecegim" diye ciyak ciyak bagırınca kabusa döndü.
  • --- spoiler ---
    sawako'nun aşka/sevgiliye olan inancının sarsılmasını ve kırılan kalbini simgeleyen, hastane bahçesinde çimenler üzerinde duran parlak pembe* ölü kelebeği matsumoto'nun görmemesi; bir şekilde sawako'nun onu yanında aldığını ama arbadan inerken yere düşürdüğünü farketmemesi ve asfalttaki kelebeğin üstünden arabayla geçmesi; sawako'nun yine parlak pembe renkli oyuncak topunun araba altında kalınca artık uçmaması ve matsumoto'nun o sırada uyuduğu için olanlara - az kalsın sawako'nun da topu kurtarayım derken ezilecek olmasına - engel olamaması sinema dilinin en yoğun kullanıldığı ve kelimelere gerek kalmayan sahnelerden.

    sawako ve matsumoto'nun (iç) yolculuklarının sawako'nun nihayet geçmişi hatırlamasıyla sona ermesinin ardından sevgililerin uçurumdan yuvarlanırken birbirlerine bağlı oldukları kırmızı ** ip sayesinde yaşam ağacında asılı kalmaları diğer iki öykününkilere nazaran daha umut verici bir son.

    her ne kadar japonca bilmesem de keşke filmin açılış sahnesindeki kukla gösterisinde erkek kuklanın kadın olana söylediği son söz "güvenmelisin" değil de "inanmalısın" olarak çevrilseymiş. o zaman pop şarkıcısının sahilde kör hayranının samimiyetine olan inancı ve yine kendisini ziyarete gelmesini beyhude bekleyişi, parktaki kadının sevgilisinin bir cumartesi günü çıkıp gelecek olacağına dair inancını asla yitirmemesinin altı çizilmiş olurmuş.
    --- spoiler ---
  • aşk zamanı** tadında 'kırmızı beyaz', mükemmel karelere sahip bir film.

    ortak noktaları aşkları uğruna fedakarlıklarda bulunmak olan çiftlerin hikayelerinin anlatıldığı, bu bakımdan gerçeklikten uzak, masal tadında bir film. biz ki aşktan aşka, maceradan maceraya koşan, iki aşk arasında nefes almak için çok az bir mola süresi verilen bir dönemin yaşayanlarıyız. elbette ki zor gelecektir tüm bunları algılamamız.
  • harika film yorumları yazan yazar. verdiği spoiler'lar bile anlattığı filmi spoil etmekten çok merak ettiriyor, filmi izlemediyseniz izleme, izlediyseniz tekrar izleme isteği uyandırıyor.
  • delilerden anlıyor, onlarla konuşuyor. bazen geceler boyu sayıklıyormuş olanları birer birer, düşlerden anladığı için onlarla da konuşuyor. bin bir güzel hikayesi var, ansızın gelip onları anlatabiliyor. elinden mor çiçekleri eksik olmayan yazar.
  • hay allah! 11 ekim 2012 ankara yağmuru'ndan sonra tanıdığım bu eşsiz yazar hakkında, "artık bir şeyler yazmalıyım." diye geldim bu başlığa ama bütün gazozlar dağıtılmış zaten. gelin ve damat danslarını bitirmişler, herkes kurtlarını dökmüş, saçma sapan elbiselerle süslenmiş çocuklar (çocuklar damatlık ve gelinlik saçmalığından uzak tutulmalı) masalarında uyukluyorlar. her zaman olduğu gibi uzak akrabalar gitmiş ve şimdi dostlar ne yapacaklarını bilmiyor: ya sessiz sedasız çekip gidecekler, ya da bir filmle aynı ismi paylaşan dostlarına iyi niyetle sarılıp bulabildikleri ilk barda sarhoş olacaklar. gün doğumlarını ve dolls'u seviyorum. bazen bütün gece içerek karşılıyorum onları, bazen de bir çocuk gibi hayretle seyrederek.
  • kendisini sarı- mavi renklere bağlayan teklife "evet!" demiş bulunuyor. * *
hesabın var mı? giriş yap