• ister "x hayvanat bahçesinin bir konuğu var bu günlerde" konseptli bir koalayla benekli pitonun dostluğunu anlatan haberler olsun, ister "yaza girmeden önce fazla kilolarınızdan kurtulmak daha da kolay artık!" nidalarıyla başlayan, arka planda manken görüntüleri varken verilen uzman tavsiyeleri... hatta ve hatta isterseniz "esnaf kan ağlıyor" veya "bu ramazan işler kesat" diye başlayıp, "10 dakikayı rastgele röportajlarla nasıl doldururuz?" diye ıkınarak yapılmış bültenler olsun...
    neden bilmiyorum ama, devrik cümle kurmak, "1 saati balon köpükleriyle doldurma haberciliği" 'nin vaz geçilmezi gibi geliyor bana.

    hemen bir örnek verelim:

    "ramazanın yaklaştığı şu günlerde, tatlı bir telaş sarar sokakları, caddeleri... pide kuyruğunda beklemek, veyahut büyüklerle yapılan iç ısıtan ziyaretler akla gelir 11 ayın sultanı diyince çoğu için... yalnız işler bu sene o kadar da güllük gülistanlık olacağa benzemiyor hiç; esnaf kan ağlıyor adeta, vatandaş isyanlarda..."

    hah hazır hızımızı almışken bir tane daha:

    "havalar giderek ısınırken deniz ve tatil hayalleri süslüyor kuşkusuz çoğumuzun aklını... kışın alınan fazla kilolar ise sadece hanımların değil, erkeklerin de büyük sorunları arasında bu günlerde. rahat zayıflamanın formüllerini arayanların gözdesi ise diyetisyenlerin yeni buluşu - duvar yosunu..."

    ...ben bu metin yazarlarını anlamada gerçekten güçlük çekiyorum;

    hadi hepimizi mütemadiyen tatlı bir telaş sarıyor, peki.
    hadi biz periyodik olarak zayıflamak ve "bilmemneye zinde girmek" isteyen insanlarız, tamam...
    hadi üzüldüğümüzde devamlı surette kan ağlayan, sevindiğimizde ise sadece sevinçten havaya uçabilen adem evlatlarıyız, ona da eyvallah...

    ...herşey tamam da, bu sözde şairane üslup, bu garip sıcak saatler dili nedendir yahu, bunu anlamıyorum? "saint bernard ile iran kedisinin akıl almaz dostluğu" üstüne cümleleri devrik kurunca politik gündem haberi olarak mı algılayacağımızı düşünüyorsunuz cümleri ? veyahut aslen şair olmak, yazar olmaktı da hayaliniz, tatlı bir telaş sarınca içinizi metin yazarı mı olmaya karar verdiniz? ya da 3-5 sene sonra "şaka yaptık lan bunca sene, aslında ana haber bülteni değildi onlar biz uydurduk eheheh..." diye lince talip bir çıkış mı yapmayı planlıyorsunuz?

    kabuslarıma giriyorsunuz yahu.

    (bkz: x hayvanat bahçesinin bir konuğu var bu günlerde)
    (bkz: senenin yaza zayıflayarak girme konulu ilk haberi)
    (bkz: haber bültenlerinin ramazan ayı rahatlığı)
    (bkz: mucize diyet)
    (bkz: esnaf kan ağlıyor)

    not: haggard'ın bkz'ı idi, sağolsun
  • metin yazarlarinin sunay akın sevdiklerinin alametidir bence.

    not: hoş zamanında fazlaca sıcak saatler izlemiş de olabilirler, bilemedim bak şimdi.
  • ali kırca tripleri ile bir bütün oluşturur.
  • "o sabah yine güzel bir güne merhaba diyerek uyanmıştı genç kız, güzel ve parlak bir güne... ailesine mutlu bir diledikten sonra yollanmıştı yine zerzevatçıya, belki patlıcan, belki kereviz, belki biraz mutluluk almak için... lakin nerden bilebilirdi ki kaderin o gün ona ağlarını örmüş, bir belediye çukurunda pusuya yatıp beklediğini?"
  • bu devrik cumleler, tanimlayamayacagim gariplikte bir vurgu ile okununca daha da bir tadından yenmez oluyor. örneğimize bakalım:

    "havalar giderek ısınırken deniz ve tatil hayalleri süslüyor kuşkusuz çoğumuzun aklını."

    simdi bu cumleyi nasil okursun? onemli kisim neresiyse vurguyu oraya verirsin degil mi ? tum cumleyi neredeyse tek basina ifade edebilecek olan "tatil hayalleri" ya da "susluyor" kismi olabilir mesela. ama yok; haber okuyucu vurguyu random(x) fonksiyonuna gore veriyor. cumle zaten dusuk; zaten ilkokul 3. sinif odevi gibi duruyor; bir de ustune bu sacma sapan vurgu geldigi zaman insan seslendirmeyi yapanin studyo ortamindaki halini durusunu oturusunu merak etmeden edemiyor. dikenli koltuklara mi oturdun, bir elinde bi tencere kaynar su mu var, nedir arkadasim derdin. açıyorum ntv'yi, bu salak vurgudan eser yok.

    vurgunun otesinde bir de sonlara "hh" ekleme egilimi var ki, onu hic atlamamak lazim.
    havalar giderek isinirken...... cogumuzun akliniğhhhh" diye bir rahatlama var en sonra ama çözebilmiş değilim. ilker yasin, ercan taner ve guntekin onay uclusunun hemen arkasindan bir cumle baslamayacak olan cumlelerin sonuna "şşşş" eklemesi gibi birşey sanırım.(guntekincigim nefretimi sana ozel bir entry'e sakliyorum laflarim henuz hazir degil)

    haberleri seslendiren 2 kişi var aklıma kazıdığım, biri erkek biri kadın. elbet biriniz bir gün dolmuşa binip o vurguyla "1 taksim uzatır mısınız" diyeceksiniz.. bekliyorum, elimin tersiyle çemçük ağzınızın ortasına vurucam.
  • "peki ya minik ayşe?

    bambaşka bir heyecan sarmıştı minik ayşe 'nin yüreğini o sabah; öyle ya, o gün okula başlıyordu! mavi önlüğünü heyecanla giydi kalkar kalkmaz, çantasını minik kalbi çarparak tekrar kontrol etti. ellerini öptü babaannesinin ve dedesinin, "yaşasın" dedi, "nihayet okula başlıyorum bu sabah!" koşturarak çıktı küçük evinden.

    okula vardı bir koşu... sıraya girdi. görenler "allah allah ne kadar şirin, ve bir o kadar da minik bir kız!" diyorlardı ayşe için. bekledi ayşe, bekledi adının okunmasını. lakin okunmuyordu adı, kimse bilmiyordu hangi sınıfta olacağını.

    ah ayşe vah ayşe.... daha 5 yaşındaydı ayşe, ve daha ne ilk okuluydu? geçen sene de aynı numarayı yemişti. yine böyle makaraya almışlardı ayşe'yi annesiyle babası, yine koymuşlardı tefe böyle. allah belalarını versindi onların. bir köşede durmuş gülüyorlardı pis pis, nerden bileceklerdi seri katillerin böyle böyle yetiştiğini oysa...

    ne olacaktı minik ayşe gibilerinin hali?"
  • "tatlı bir telaşla kalktılar o sabah yataktan tahsin amcayla neriman teyze...

    öyle ya, şeker bayramının ilk günüydü o gün, torunları kendilerini ziyaret edecekti. onlar da mendil içinde para, avuç dolusu şeker vereceklerdi torunlarına. ellerini öptüreceklerdi bol bol, kafalarını okşayacaklardı torunlarının, bir koşturmacadır gidecekti evlerinde. lakin, ne yazık ki, hiç de umdukları gibi geçmedi bu bayram. torunları ellerini öpmüyor, evin içinde koşturup duruyor, verilen şekerlere aldırış etmiyorlardı.

    "saygısız piç kuruları" diye içinden geçirdi neriman teyze, "power rangers ne ola ki bey, mendilin içine ondan koymamızı istediler?" diye sordu sonra tahsim amcaya sonra. "senin suçun!" diye bağırdı buna karşılık tahsin amca, "bizimkileri de sen şımarttın, başımızın üstüne çıktılar, bunları da sen şımartıyorsun! çakıcam ağızlarının ortalarına birer tane, bakalım koşturuyorlar mı o zaman!"

    "kimin ağzına çakıyorsunuz siz tahsin bey!!!" diye çıkışmıştı büyük gelin bertegül. kendisi bir plazada çalışıyor, çocuğunu dadısıyla büyütüyordu. "çocuklarımın hiçbir şeyi yok, siz eski kafalısınız!"...

    boktan bir telaş vardı o öğlen tahsin amcayla neriman teyzenin evinde...."
  • (arkada yedi karanfil çalmaktadır)

    "eski yeşilçam yıldızlarımızdan tevfik dellendir 'in evindeyiz... adeta bir hatıralar geçidine girdiğimizi hissediyoruz geçerken tevfik bey'in eşyaları arasından...

    tevfik dellendir nice eski yeşilçam filminin gizli yıldızlarından, bilmediğimiz kahramanlarından belki de... soruyoruz kendisine, neden hayata bu siteminiz, neden unuttular sizi diye:

    "sen kimsin be! kırarım bacağını!" diyor tevfik bey bize hiddetle... belli ki unutmuş bizi, halbuki daha demin almıştı kapıdan içeri...
    "bana bak hala dikiliyor, çek o aleti gözümden, pezeveng!" dye bağırıyor sinirle, ve kırıyor bastonuyla kameramızın 1000 dolarlık objektifini. sonra da muhabir arkadaşımızın kaşını açıyor, masadaki cam küllükle...

    eski yeşilçam bunaklarımızdan tevfik dellendir'in evinden çıkıyoruz bu akşam..."
hesabın var mı? giriş yap