• reddet adli parcasinda "deniz feneri aydinlatir gemicikler yolunu" gibi guzel ve curetkar sozler gecen rap grubu.
  • neden gündem olmuyor diye düşünmekteyim.

    biz seçimden ondan bundan bahsederken adamlar akdeniz’in doğusunda varlığımızla alay ediyorlar. elin yunanistanı kendi yayınladığı kıta sahanlığı haritasında bize sadece yüzebileceğimiz kadar yer bırakmış. yani temmuz ağustos aylarında fazla açılırsanız sniper ile indiririz diyorlar. bırakın petrol aramayı adamların elinden gelse yüzdürmeyecekler bile.

    hemen dibimizde dünyaya 600 yıl yetecek kadar doğalgaz ve petrol bulundu. halk bundan habersiz. akıl alır şey değil.

    saçma sapan rezalet başlıklarını gündeme taşımak yerine bu mevzuya odaklansak, birazcık siyasetin dışına çıkıp ülke adına düşünsek, strateji üretsek; iş menfaate geldiğinde ülkelerin nasıl bir canavara dönüştüğünü görsek fena mı olur?

    bırakın imamoğlunu, binaliyi, futbolu tartışmayı.

    https://youtu.be/9chsgsry5qy
  • türkiye'nin eşkıyalığa soyunan devletlere karşı verdiği mücadelenin bir başka cephesi.

    tek başımıza olsak bile mevcut koşulları değerlendirdiğimizde çok avantajlıyız. yakın zamanda her şey lehimize dönecek gibi duruyor.

    bugünkü yazıda şunları inceleyeceğiz:

    1) libya'daki mevcut durum ve libya'nın önemi
    2) fransa'nın tutumu ve türkiye ile fransa arasındaki köşe kapmaca, uçak gemisi gönderilmesi
    3) yunanistan'ın fransa yanılgısı
    4) yunanistan'ın asker çıkardığı adalar
    5) türk halkının israil yanılgısı

    libya'da kazanılan zafer şu an için doğu akdeniz'de belirleyici güç olmamızı sağlıyor. son zamanlarda libya'da bazı olaylar yaşanıyor. mesela sirte'ye operasyon beklenirken serrac'ın ateşkes kararı alması, başağa'nın açığa alınması ve sonra görevine iade edilmesi ki kendisi türkiye'den libya'ya döndüğünde bir ordu tarafından karşılandı resmen.

    türkiye eğer libya'da kontrolü kaybetmezse, trablus'u elde tutmaya devam edebilirse doğu akdeniz'de belirleyici güç olacaktır. libya ile yapılan anlaşma ile gözükeceği üzere doğu akdeniz kapatılmıştır. türkiye sadece kendi kıta sahanlığını değil, trablus'ta güçlü olduğu sürece libya kıta sahanlığını da kontrol etmektedir. bu sayede yunanistan-güney kıbrıs rum yönetimi bağlantısını kesmekte; eastmed boru hattı projesi'ni hayale dönüştürmektedir.

    türkiye libya'da savaşa dahil olduğunda trablus'ta durum çok kötüydü. bununla birlikte hafter çok fazla ülkenin desteğini alıyordu. buna rağmen türkiye tek başına trablus'u ayakta tutarak doğu akdeniz'de çok büyük bir avantaj elde etti.

    bu durum amerika birleşik devletleri'nin de rusya'nın da israil'in de yunanistan'ın da hoşuna gitmemektedir. rusya'yla sahada vekil güçler üstünden savaş devam ederken, amerika birleşik devletleri'nin hedefi trablus'ta gücü ele geçirmektir.

    amerika birleşik devletleri, libya'da güçlü bir rusya istemiyor. bu yüzden bölgeye kendisi yerleşmek ve libya'da söz sahibi olmak istiyor. bununla birlikte israil'in elini güçlendirecek eastmed projesini hayata geçirmesinin tek yolu, libya'dan türkiye'yi atmak. elbette bunu silahla yapmayı denemeyecek. hükümet içine nüfuz edip türkiye'yi dışlamak isteyecek.

    türkiye olur da libya'da güçlü durmaya devam ederse, bu tip dönüşlere karşı önlemini almışsa ve libya'dan çıkarılamazsa doğu akdeniz'de kaybetmesi pek mümkün gözükmüyor çünkü bütün her şey türkiye'nin istediği gibi ve ötesinde hukuka uygun.

    fransa'ysa son zamanlarda ismini sıkça duyduğumuz, her koşulda türkiye karşıtı söylemlerle ortaya çıkan macron'un yönettiği ülke. fransa'nın türkiye karşıtı politika izlediği bir gerçek fakat şöyle bir durum var, türkiye de fransa karşıtı bir politika izliyor.

    özellikle 2016 yazındaki darbe girişiminden sonra türk ordusunun ve istihbaratının daha sıkı çalıştığını görüyoruz, emir komuta zincirinin dışına çıkarak hiyerarşiyi bozan; ankara'ya değil pensilvanya'ya yönünü dönen hainler temizlendikçe daha güçlü adımlar atılıyor.

    fransa ile nerelerde sorun yaşıyoruz?

    suriye'yle başlayabiliriz. fransa, fırat'ın doğusunda pkk'nın suriye şubesine yani pyd/ypg'ye destek olmaktaydı. türkiye 2016'da ışid'e karşı başlattığı operasyon ile suriye'ye ilk kez ayak bastı ve ardından ilerleye ilerleye pkk bölgelerini de temizleyerek fırat'ın doğusunu sorunlu bölge olarak bıraktı. fırat'ın doğusuna da bütün dünyanın karşı çıkmasına karşın vura vura operasyon yapıldı.

    fransa burada yıllarca istihbarat faaliyeti yürüttü, para harcadı. sonuç olarak suriye'nin kuzeyinde bir devlet hayali büyük ölçüde riske girdi. türkiye'nin operasyonunu abd tek başına durduramadı, rusya'nın olaya dahil olmasıyla hem abd hem de rusya ile baş edemeyen türkiye, girdiği bölgelerden çıkmadan operasyonu durdurdu.

    suriye'de başarısız olmuş gibi gözüküyorlar, aynı zamanda ırak'ta da türk ordusunun operasyonları sürüyor. pkk ile girişilen mücadelede neredeyse yarım asırdır ilk defa hakurk bizim kontrolümüze geçti. daha önce bu bölgelere operasyon yapılıyordu, çekiliyordu sonra ordu. şimdi pkk'nın kalesi sayılabilecek bölge ele geçirildi ve kalıcı üsler kuruldu. pkk bu bölgelere dönemiyor.

    ordunun yanında istihbarat ve dışişleri de çok sağlam çalışıyor. ırak kürdistan bölgesel yönetimi en son bağımsızlık ilânında bulunduktan sonra gırtlağına çöktük bunların. aç kaldılar. bunlara "hadi yaparsınız" diyenler bir anda yok oldular. sonuç olarak elimize düştüler.

    türkiye şu an için ırak kürdistan bölgesel yönetimi ile çok ciddi ilişkiler geliştirmiş durumda ve bu ilişkiler neticesinde elini kolunu sallayarak ırak'a operasyon yapıyor.

    peki bu operasyonlar fransa için neden tehlike arz ediyor?

    türkiye bu operasyonlarla birlikte sincar'a operasyonun temellerini atıyor. şu an için kuzey ırak'ta yapılan operasyonlar sınır güvenliği için ve ırak sınırını biraz daha aşağıya, düz bölgelere çekmek için ama ötesinde bu başarıldığında hedef sincar olacak.

    sincar tutulduğu vakit suriye'ye operasyon yapılmasa bile suriye'deki pkk ciddi bir darbe yiyecek. ikmal konusunda sıkıntı yaşayacak. fransa'nın desteklediği tarafın sonu yavaş yavaş geliyor ve bunun ötesinde türkiye ırak'ta güç elde ediyor, suriye'de de istediği haritayı oluşturduğu zaman pkk diye bir sorun kalmayacak. örgütü dağılma dönemine "tekrar" sokmuş olacak 1999'dakinden bile beter olacaktır örgüt.

    macron bu yüzden ırak ile de temaslarını hızlandırdı, ıkby üstüne de ziyaret gerçekleştirdi.

    bunlardan daha da öte, fransa'nın arka bahçesi yapmaya çalıştığı ülkelerde türkiye'nin gücünü arttırmaya başladığını görüyoruz. mesela libya. arap baharı süresince hem fransa'nın hem de yunanistan'ın gazabına uğradı bu ülke.

    türkiye durumun kötüleşeceğini fark edip libya'nın geleceğine dair bir plan hazırladı. bu plana göre kaddafi görevi bırakacak, libya'da seçim olacak; kaddafi değil ama kaddafi'nin oğlu aday olabilecekti. eğer hayata geçirilseydi -kaddafi kaynakları bunun kabul gördüğünü de söylemişti- libya bugün çok farklı bir yer olacaktı.

    ne oldu? türkiye bu planı ortaya attıktan sonra fransa bir gün boyunca libya'yı bombaladı. sonuç olarak kaddafi de nato'dan gelecek her türlü teklifi geri çevirecek duruma geldi. savaşı devam ettirme kararı aldı.

    kaddafi devrildikten hemen sonra fransa bölgede güçlü olmak istedi. cezayir, tunus, fas gibi ülkelerde nasıl güçlüyse, libya'da da gücünü arttırmak istedi ki bunun için halife hafter ile çok yakın işler yaptı.

    konu sadece türkiye'yle sınırlı değil. italya'yla fransa, türkiye gelmeden önce libya üstünde bir rekabete sahipti. bunun temel sebebi fransa'nın belirttiğim gibi ülke üstünde güç elde etmek istemesi, italya'nınsa "yeşil akım doğal gaz boru hattı"na sahip olmasıydı. libya-italya boru hattı bu. fransa'nın güç arttırması italya'nın işine gelmiyordu. bir süre üstünlük mücadelesi sürdü, sonra da trablus'a saldırı başladı zaten.

    türkiye'nin müdahalesine kadar durum çoktan bitmiş gibi gözüküyordu ama türkiye müdahale ederek birçok ülkeye ve fransa'ya çok ciddi bir darbe vurdu ve çok kısa sürede libya'da en fazla ağırlığı olan ülke durumuna geldi. fransa'nın yıllardır yapmaya çalıştığını bir yıl gibi bir sürede gerçekleştirdi.

    durum buraya gelirken bunların da ötesinde cezayir ve tunus ile askeri ilişkiler kurulmaya çalışıldı. bunun fransa'ya savaş açmaktan farkı yok, aynı şekilde devam ediyor şimdi bu politika.

    sadece kuzey afrika'da değil, afrika genelinde türkiye'nin, özellikle fransız sömürgelerinde gücünü toplamaya çalıştığını görüyoruz fakat bu kolay değil. suriye, ırak, libya örneklerine bakarsak neler neler kaybettik, kaç yıl sürdü. şu an elimizi atmaya çalıştığımız bölgeler daha önce hiç ayak basmadığımız yerler, pek bilmiyoruz buraları. yine de tehdit mi bu fransa'ya? elbette tehdit.

    ama türkiye'nin afrika'nın batısında ciddi bir gücü maalesef yok. sadece denemeleri var. bu denemeler adının duyulmasına sebep oluyor tabii. mesela mali'de darbe oldu, fransızlar ilk başta türkiye'den şüphelendiler. hani belki doğrudur ama ben ihtimal vermiyorum. mali ile ilişki geliştirmeye çalışıyorduk, bunun için metrobüs götürdük mali'ye. bu kadar yani...

    türkiye'nin libya'nın güneyine inebilmesi için onyıllarca uğraşması lazım.

    özetle, türkiye de fransa'yı tehdit eden bir politika uyguluyor. fransa'nın homurdanması, karşı çıkması gayet normal. fransız bir diplomat olduğunuzu düşünün, ne yapardınız? elbette ki yayılmacı politika izlemeye başlayan, fransa'nın çıkarlarını tehdit eden türkiye'ye karşı adımlar atılması için çabalardınız. ötesinde, türkiye ekonomisi çok rahat hırpalanabilen bir ülke. en zayıf noktası. buna rağmen ordusunun bu kadar sağlam durması, istihbarat faaliyetlerini üst seviyeye çıkarması korkutucudur. iyi bir ekonomi ile türkiye'nin yapacakları fransa gibi devletler için çok yıkıcı olacaktır.

    fransa haklı demiyorum yanlış anlaşılmasın. türk diplomat olsaydınız da türkiye'nin sınır güvenliği için uğraşır, bölgede ağırlık koymaya çalışırdınız.

    yani iki taraf da yapması gerekeni yapmaktadır. türkiye'nin fransa'ya karşı bu kadar kötü bakmasının bir diğer sebebi macron'un iletişim kurduğu odaklardır. türkiye kendisine zarar verenlerle ittifak hâlinde olan fransa'yı düşman olarak konumlandırıyor ve hem sınır güvenliği için hem denizlerdeki hakları için hem de artık daha büyük adımlar atabilmek için bu tip faaliyetler gösteriyor. aynı odaklar abd'yi de rahatsız ettiği için abd-fransa arasında da gerginlik sürdü çok uzun süre. birleşik krallık'ın da macron'dan hiç memnun olduğunu sanmıyorum.

    doğu akdeniz'deki arama meselelerine gelince. belirttiğim gibi fransa, türkiye'nin ekonomisinin gelişmesini istemez. buraları yunanistan'ın toplaması fransa'nın işine gelir. bir diğer yandan güney kıbrıs rum yönetimi, fransız şirketlerine araştırma için ruhsat vermiştir. arada bir müttefiklik de vardır. fransa dolaylı yoldan buralara çöküyor.

    peki yunanistan'ın fransa yanılgısı nerede başlamaktadır?

    yunanistan 2060'a kadar borç ödeyecek bir devlet. milyar euro borçları var. 2060'a kadar elleri kolları bağlı. fransa, türkiye tehdidini kullanarak yunanistan'a savaş uçağı satmaya çalışıyor, arkada başka ne pazarlıklar yapılıyor bilmiyoruz.

    alınacak savaş uçakları, silahlar yunanistan'a hiçbir şey sağlamayacak. türkiye'yi bunlarla yıkamazlar. tehdit midir? tehdittir fakat türkiye bu tehdit için s-400 alarak zaten planını yapmıştır. bugün kullanılmayan s-400, yarın sıcak çatışma çıktığı anda zaten ambargo üstüne ambargo yiyeceğini bilen türkiye tarafından kullanılacaktır ve tüm hava kontrolü türkiye'ye geçecektir.

    yunanistan bunu bilmiyor mu? biliyordur elbette.

    burada yol ayrımına girecek yunanistan. ya bu alışverişi yapıp fransa'yı memnun edecek, türkiye'ye karşı yanına çektiğini zannedecek ya da fransa'yı oyalayıp fransa'nın desteğini kaybedecek.

    yunanistan her iki türlü de bir çıkmazın içindedir. satın alma işlemini yaparsa borcu katlanacak, eline hiçbir şey geçmeyecektir. fransa'nın desteği meçhul. fransa bugün türkiye karşıtı adımlar atmak için can atıyor ama kendisi sadece siyasi perdede ortada. yunanistan askeri olarak ortaya çıkıyor. türk ordusunun soğuk yüzü tamamen gözüktüğünde yunan ordusunun başına gelenleri tüm dünya izlediğinde; 2015'ten bugüne gerektiğinde oda oda savaşmış, ışid ile yüz yüze çarpışmış, afrin'de ve fırat'ın doğusunda asimetrik savaşı başarılı şekilde uygulamış, libya'da başka bir tecrübe kazanmış ve çok uzun yıllardır savaş durumunda olan türk ordusuna karşı fransızların yardıma gelecek cesareti, gücü var mıdır?

    hiç sanmıyorum. hadi var diyelim, fransa kamuoyu türkiye'yle savaş konusunda nasıl ikna edilecektir? "erdoğan çok saldırgan" diyerek mi ikna edecekler?

    yani bu alışveriş sadece macron konuşsun diyedir, hiçbir işlevi yoktur.

    peki siz bir yunan diplomat olsanız bu durumda bu anlaşmayı destekler misiniz? ülkenizin olmayan parasını denize atar mısınız?

    peki atmazsanız fransa'nın tutumu ne olur? fransa da açıklama yapmayacak duruma gelirse ne olur? türkiye'ye karşı yunanistan'ın dayanacak siyasi gücü var mıdır?

    işte yunanistan kendi kendinin sonunu getirmiştir. yunanistan desteği kesin olmadan fransa'ya destek için haraç ödeyecektir ya da haraç ödemeyip o kadar konuşmaya, reste rağmen geri adım atacak, tüm itibarını kaybedecek; tavizi gören türkiye'nin oyuncağı konumuna gelecektir. taviz verdiğiniz ülke başınıza çıkacaktır, bu böyledir. türkiye de yapacaktır bunu.

    gelelim fransızların uçak gemisi yollama olayına. bu olay çok endişe edeceğimiz bir olay değil. neden?

    bu geminin uçak kapasitesi 30 uçakla 40 uçak arasında değişiyor. hadi diyelim tam kapasite geldiler. 40 uçakla saldırı yapmalarının ihtimali yok. en az 15 uçağı gemide bırakacaklar ki gemiyi koruyabilsinler. 25 uçakla ne yapılabilir? türk hava kuvvetlerinin ne kadar tetikte olduğu en son yunanistan jetleri kovalandığında görülmüştür. jetler oruç reis'e ulaşamadan karşılarında türk savaş uçaklarını görmüş, yunanistan'a kaçmak zorunda kalmıştır. s-400'ü de düşününce fransızların bu uçak gemisiyle yapabilecekleri çok sınırlıdır. en fazla tehdit olarak getirirler bu gemiyi.

    peki gemiyi oraya sokmak akıl işi midir? değildir. pirana gibi türk denizaltıları geziyor bölgede ve uçak gemisinin manevra alanları çok kısıtlı akdeniz'de. kapalı denize sokuyorsunuz uçak gemisini, bunların üstüne türkiye şu an bölgenin en hareketli ve tehlikeli ülkesi. olası bir sıcak çatışmada bu geminin sonu meçhul hele bir de ele geçirilirse rezil olur fransızlar.

    nükleer falan düşünülüyorsa, fransa'nın bunu yapacak cesareti de yok gücü de yok. ruslar akdeniz'de bir şey indirse böyle kesin konuşamazdım, hatta sıcak çatışma olmaması gerektiğini söylerdim fakat fransa nükleer kullandığı an kendi müttefiklerinin de hedefinde olur. kontrolü kaybetmiş, bu kadar kolay şekilde nükleer kullanmış bir ülke herkes için tehdittir.

    ruslar bu baskıyı kaldırır da fransa bu baskıyı göze bile alamaz.

    elbette bu dediklerimi fransa'nın başarılı istihbarat teşkilatı da hesaplıyordur. zannediyorum uçak gemisi yunanistan'a uçak hibe etmek için gelecek sadece. daha sonrasında alışveriş gerçekleşirse başka uçakları taşırlar. başka bir görevi olmayacak diye düşünüyorum. sonra da bölgede barınacağını sanmıyorum. türkiye-fransa arasında sıcak çatışma riski çok düşük.

    gelelim yunanistan'ın silahlandırdığı adalara.

    yunanistan, türkiye'nin dibindeki adaları silahlandırıyor. ya türkiye'yi kışkırtmaya çalışıyorlar ya da türkiye'nin müdahalesine karşı hazırlık yapıyorlar.

    iki türlü de saçma ve beceriksiz bir politika uygulanıyorlar. eğer amaçları türkiye'yi kışkırtmaksa, başarıyorlar. fakat türkiye ilk saldıran olmayacağı için bunların hepsini tek tek not ediyor. yarın bir gün sıcak çatışma çıkarsa ilk vurulacak yerler buralar olacak. yani gönderilen askerler bir bir öldürülecek. o askerleri ölüme gönderiyorlar. o adalara asker çıkarmanın bedelini ödemiş olacaklar.

    yok eğer türkiye'nin müdahalesine karşı hazırlık yapılıyorsa bu hayalciliktir. türkiye'nin meis'e yapacağı bir amfibi harekât kaç saat sürer? yunanistan'ın bu adaları savunma ihtimali yoktur. olası bir sıcak çatışmada yunanistan adalarını bir bir kaybedecektir bir daha da alamayacaktır.

    yunanistan bu hamleleri ile türkiye'ye hedef yaratmakta ve kendi sonunu getirmektedir.

    gelelim doğu akdeniz diyince başlayan israil goygoylarına. şöyle başlayayım: türkiye'nin israil ile anlaşmaya ihtiyacı yoktur ama israil'in türkiye'yle anlaşmaya ihtiyacı vardır.

    israil, türkiye ile anlaşınca eastmed projesini çöpe atacak, bir gelir kazanamayacak; belki türkiye üstünden taşımak isteyecek doğal gazı sonra avrupa birliği ile de sorun yaşayacak. bunlar ne demek? israil'in şu an türkiye ile anlaşmak için hiçbir sebebi yok demek.

    bu durumda türkiye'nin israil'e anlaşma sunması da başarılı bir sonuç getirmeyecektir. türkiye'yle israil arasındaki konu basit arap konusu değildir. israil, araplarla bir bir barışmaya başladı. konu araplar değil. israil'in ne alacağı, türkiye'nin ne alacağı. konu bu. diplomatlar sığ bakmıyorlar olaylara.

    "israil madem bizimle anlaşınca hiçbir şey elde edemiyor, neden bizimle anlaşmaya ihtiyacı olsun?" sorusu çok makul bir soru yazdıklarım sonrası, kabul ediyorum.

    mısır, birleşik arap emirlikleri ittirmesiyle türkiye'ye müdahalede bulunacaktı libya'da ama tabii türkiye'nin sirte'ye bir türlü müdahale etmemesi, mısır'ın bu konuda çekinceleri derken bu durum böylece kaldı. zaten mısır ordusunun sina'da başka derdi varken çakılıp kalabileceği libya'da savaşmak istediğini, türk ordusuyla yüzleşmek istediğini hiç sanmıyorum fakat sisi savaşmak zorunda olduklarını biliyor, neden?

    türkiye olur da mısır-libya sınırını ele geçirirse mısır'da eninde sonunda yönetim değişecek. burada hamaset yapmamı isteyenler olabilir, yapmıyorum. türkiye de çok farklı bir ülke değil. sen de gücü bulduğun anda sağa sola müdahale etmeye çalışıyorsun, düşman gördüklerinin içişlerine müdahale etmeye çalışıyorsun. diğer ülkelerden bir farkı yok türkiye'nin. doğanın kanunu olarak mısır'ın içişlerine müdahale etmeye çalışacaksın, sınır elde olmadan şu an bu çok zor ama sınır ele geçirilirse o sınırdan kimler kimler geçer, sonucu ne olur belirsiz. bunu bilen mısır çırpınıyor türkiye'nin eline düşmemek için. bir diğer yandan orta doğu'da israil'in ve arapların kurmuş olduğu türkiye karşıtı pakta göz kırpıyor. evet, israil ve araplar artık dost çünkü hem iran'ı hem türkiye'yi tehdit görüyorlar.

    türkiye'nin -bana göre- mısır ile de israil ile de bir anlaşma yapma şansı yoktur. bunun sebebi sadece türkiye'nin tutumu değildir, karşı taraf da bize düşman fakat mısır'ın çırpınışları ortada. yunanistan ile yapılan anlaşma sonrası istihbarat teşkilatları üstünden özür diler gibi davranmaları da düşündürücü. türkiye illa adım atacaksa israil'e değil, mısır'a adım atmalı. türkiye olur da mısır'la anlaşma yaparsa israil'in tamamen oyunun dışına atacak.

    peki bunu nasıl temellendiriyorum?

    türkiye, libya ile bir anlaşma imzaladı ve eastmed çöktü. türkiye büyük bir kıta sahanlığı elde etti. hakkı olanı aldı. sizin libya'dan sonra yine kıyıdaş olduğunuz mısır ile bu anlaşmayı imzalamanız, bu sefer daha doğuda kalan bir ülkeyle anlaşmanız doğu akdeniz'i tamamen kapattığınız, bu işin bittiği anlamına gelecek.

    mevcut durumda türkiye'yi libya'dan atma girişimleri var, yenilen taraf olan israil-yunanistan-fransa gibi ülkelerin umudu devam ediyor. abd'nin bölgedeki varlığı gözükmeye başladı fakat mısır'la da bu anlaşmanın gerçekleşmesi demek oyunun tamamen bitmesi, türkiye'nin bu mücadeleden galip çıktığını tescillemesi demek.

    peki israil neden elimize düşüyor?

    mısır, güney kıbrıs rum yönetimi ile anlaşma yaparak çok ciddi bir alan kaybetti. eğer anlaşmayı bizimle yapsa bugün güney kıbrıs rum yönetimi'nin ilan ettiği belirli parsellerde araştırma yapma şansı olacaktı. belirli parselleri güney kıbrıs rum yönetimi'ne resmen hediye ettiler. peki aynı hatayı hangi ülke yapmış olabilir?

    işte tam olarak burada düşüyor elimize israil. 2010 yılında tamar ve leviathan araştırma bölgelerinde üst üste doğal gaz bulan israil, hemen güney kıbrıs rum yönetimi ile anlaşma yaptı ki kendi alanları belli olsun. acele ettiler.

    bunlar olurken güney kıbrıs rum yönetimi'nin parselleri belli oldu.

    ve hemen 1 yıl sonra 2011'de 12. parselde güney kıbrıs rum yönetimi doğal gaz bulunduğunu açıkladı. afrodit yatakları adı verilen bu bölgede yüklü bir doğal gaz bulundu.

    işin garip tarafı şu: israil eğer anlaşmayı türkiye ile yapmış olsaydı 12. parselin tamamı israil'e kalacaktı.

    toparlayalım: mevcut durumda israil ile türkiye anlaşamaz, anlaşmak için sebep yok. israil 12. parselden alacağından daha fazlasını alacağını düşünüyor ab'ye doğal gaz satarak. güney kıbrıs rum yönetimi ile de bir şekilde afrodit yataklarını halledebileceğini düşünüyor. türkiye'nin libya'da düşmesi bunlar için yeterli olacak.

    türkiye, libya'daki savaşta kazandı. şimdi süren güç mücadelesinden de üstün çıkarsa bunların hepsi hayal olacak ama ötesinde türkiye olur da mısır'la anlaşma imzalarsa doğu akdeniz, türkiye'nin akdeniz şeridi dahilinde karşılıklı olarak tamamen kapanacak. israil'in de yunanistan'ın da ab'nin de hiç şansı kalmayacak. eastmed ölü doğmuş bir proje olacak, israil'in doğal gazı taşıyabileceği tek ülke türkiye olacak ve ötesinde elleri bomboş kalan israil, en azından 12. parseli almak için doğu akdeniz'de zaferini ilan etmiş ülkeye yakınlaşmak isteyecek.

    peki türkiye o durumda hem libya'yı hem mısır'ı tamamlamışken israil ile anlaşıp israil'e 12. parseli hediye eder mi?

    tabii ki, neden olmasın. ama her şeyin bir bedeli var. israil'den taviz isteyebileceğimiz birçok konu gündeme gelecek.

    mevcut durumda türkiye'nin israil ile anlaşması kendisine çok bir şey kazandırmayacak. çok şey kazanacağımız, işlerin tersine döneceği bir efsane. yunanistan mısır ile anlaşma yapmışken bir de libya'yı bölmeye çalışan tobruk yönetimi ile anlaşma yaparsa bize dayattığı haritayı oluşturmak için çalışmalara devam etmiş oluyor. sadece israil-yunanistan arasındaki bağ kırılıyor.

    türkiye'nin daha çok mısır'a oynaması ve yapabiliyorsa anlaşmaya mecbur bırakması gerekiyor. sirte'den vazgeçilmesi karşılığında bunun olması türkiye için başarılı bir hamle demiştim libya hakkında yazarken ama mısır bununla yetinir mi bilemiyorum. mısır'ın asla ama asla türkiye'yi yaklaştırmak istemediği kesin, libya'nın doğusunda da taviz verilebilir. israil'in de mısır üstünde ciddi bir nüfuzu olduğunu düşünüyorum bir yandan, peki bu kırılabilir mi? göreceğiz. mısır üstünde sadece israil'in gücü yok. araplar da farklı yerlerden çekiştiriyorlar. mısır iyice arada kaldı.

    özetle türk halkının "aman israil, canım israil; anlaşma yapalım her şey çözülsün israil" yanılgısı var. arap ülkeleri israil'le dalga geçiyor daha geçen birleşik arap emirlikleri "bizim ekonomimiz daha büyük israil'e göre" diye açıklama yapıyordu. israil'in istihbarat gücü çok yüksek ama yenilmez değiller. havadan, karadan ve denizden kuşattıkları gazze'ye füze geçmesini engelleyemediler. tel aviv vuruluyordu en ufak sürtüşmede. hizbullah'la son çatışmalarında askerlerine tiyatro oynattılar hizbullah'ın gazabından kurtulmak için. israil güçlü müdür? tabii ki güçlüdür ama türkiye'de sanılan kadar güçlü değildir. elbette çok sağlam bağlantıları var yahudilerin ama çok çok üste koymaya da gerek yok israil'i. saygı duymak başka, korkmak ve yüceltmek başka. mossad'ın yıllardır tüm coğrafyaya yaymaya çalıştığı "israil yenilmezdir, dokunulmazdır" miti, maalesef en çok ülkemizde başarılı olmuştur ama türkiye, israil'i libya'da yenmiştir. ötesinde israil, yıllar içinde gazze'ye kapsamlı operasyon yapamayacak duruma gelmiştir.

    elbette israil, türkiye-mısır yakınlaşması sezerse mısır'dan önce davranıp türkiye ile anlaşma yapmak isteyebilir. o zaman şahsi fikrim anlaşma yapılmalıdır. mısır ile kesin bir anlaşma yokken israil kendini riske atmayıp böyle bu şekilde gelirse fırsat olmuş olur ama diğer türlü türkiye'nin israil'e gitmesinin hiçbir anlamı yoktur.

    doğu akdeniz'de son durum bu şekilde.
  • sekil 1-a’da gorulen bolge.

    dahilinde suriye, israil, filistin, lubnan, misir, libya, turkiye, yunanistan, on iki ada, kibris, urdun topraklari yer aliyor.

    daha genis bir cerceveden bakildiginda arnavutluk, italya, bosna hersek, bulgaristan, hirvatistan, karadag, slovenya, makedonya, kosova, romanya, ukrayna, malta uzerine dogru genisledigi savlaniyor.

    gozumuzu (sekil 1-a’daki) haritaya dikip bir kac saniye baktigimizda, ortamin pek de tekin olmadigi goze carpiyor. oyle ki, bir vakittir turkiye kamuoyu’nda algi calismasi (bkz: rızanın imalatı) yapan kanallarin “dogu akdeniz kayniyor aga!” deyu honkurmelerinin altinin bos oldugunu ayitiyoruz.

    suriye’de, libya’da halihazirda savas suruyor. lubnan’da, israil – filistin’de namlular daha sicak. kibris ise turkiye’nin sicak savasa girdigi son toprak idi. hulasa, dogu akdeniz hep sicakti. daha da fokurduyor.

    son donemde gurul gurul akan tezvirati, yayimi bir kenara birakacak olursak, gundemde “kaynayan” mevzunun ozu soyle: turkiye ile yunanistan arasinda yillardir suregelen toprak, yer alti kaynagi, kara sulari egemenlik kavgalari; guncel politik manzara, kesifler, sosyo-ekonomik vaziyetler etkisinde cigrindan cikmistir.

    yunanistan’da gerici, sovenist guc odaklari akdeniz uzerine turkiye halkini hice sayacak kalkismalarda ilk kez bulunmuyor. gecmiste nice soylemler, eylemler ortaya cikmis, bir bicimde sonumlenip etkisizlestirilmisti. ancak tam da bu sozcukler ak kagit uzerine dokulurken, turkiye sarsici bir yalnizlik icinde. kimsesiz. belli ki, bu zayiflik degerlendirilerek, normalde a.b.d.’nin, britanya’nin, fransa’nin, israil’in filan saldirgan egemenlik taleplerinde denk gelinebilecek haritalar, savlar seriliyor ortaya batida.

    turkiye bu issiz batakliga nasil saplandi?
    bunu acikliga kavusturalim ki, nereden geldigimiz netlessin. bu yolda nereye varabilecegimiz secilebilsin.

    malum-u aliniz halklarin yararindan, felaketinden bagimsiz olarak, iktidarlar cikarlari icin icerde, disarda ittifak kurarlar. inanclar, itikatlar, davalar, kavgalar, intikamlar, iktidari koruma arzusunun karsisinda kuru gurultudur.

    oyle ki, saflarin da kontrastin da daha keskin oldugu gecmis caglarda, gunumuz ortadogu, yahut ic anadolu yobazligi vasatindan daha geri kafali firengistanla, donemin cihatci akinci gucu osmanli arasinda ittifak olabilmistir. firenk kraliyle, isvec kraliyle filan muttefiklik etmistir salvari saltak osmanli.
    (halbusi, gunumuzde onca okumus, yazmis, tarihten ibretler cikarmis devletuler, halihazirda cikarlarinin ortustugu ittifakin zaruri gorundugu misir'la, suriye'yle yan yana dahi oturmuyor. nicin? oysa bati ile yan yana oturabiliyorlar. kendilerini katletmek uzere yola cikmis darbenin ipleri batiyi gosteriyorken.)

    turkiye halki isgal ve zulum altinda inlerken, varlik yokluk mucadelesinde bolsevik rusya’dan destek alinmisti. bolseviklerin, kurucu kadro tarafindan dostca goruldugunu sanmiyorum. hindistan muslumanlarindan da destek alinmisti. bu ikisi nasil da ayri uclarda. cumhuriyet sonrasi surecte de ittifaklar, paktlar kurulup doguda, batida baris, guvenlik teskil edildi. dunya uzerinde yine gerginligin yukseldigi, cenk davullarinin calindigi donemlerdi. turkiye bu gergin surecte komsularini zayiflatmaya, hudut boylarindan toprak katmaya, fabrikalardan makina cikarmaya, ne koparsak kardir diye bakmaya ugrasmadi. olculu, mesafeli bir denge ile, karsilikli guven insa etmeye cabaladi. yurttaslarinin guvenligini oncelik bilip korudu.

    ıkinci dunya savasi’nin cephelerinde kanlar akar kuller savrulurken, en ufak bir kiskirtmada, zayiflikta, yanlis adimda techizatsiz, sayica zayif turkiye, yunanistan’in italya’nin japonya’nin, yugoslavya’nin basina gelen felaketleri yasayabilirdi. (ihtimal ki, gunumuz iktidari o vakit basta olaydi, nazilerin ilerleyisini gorunce cosa gelip “sonunu dusunen kahraman olamaz” filan deyip cepheye atlar, yunan adalarina bayrak diker, pesinden normandiya’dan stalingrad’dan karsi yuruyus basladiginda ege’den, akdeniz’den belki istanbul’dan kovalanip sevr sinirlarina filan razi olurdu) pek cok yanlisinin, garabetinin yaninda donemin iktidari hem ingiltere ile, hem almanya ile ittifak kurup, mayinli zeminde zekice manevralarla memleketi felaketten uzak tutabilmisti. turk gemileri batirildiginda, kara sularinda torpiller ateslendiginde, vaatler ultimatomlar havada ucustugunda bile hedeflerinden sapmamisti.

    70’lerde (o simdi sovdugumuz “monserler” zamaninda) turkiye dogu akdeniz’de tatbikat, navtex, anlasma filan degil dogrudan bir baska nato uyesi ulke ile savasa tutusmustu. katliama, zulme ugrayan turkleri kurtarmak icin kibris’a asker cikarmis, savasmis, toprak kurtarmisti. civardaki israil, misir, libya, lubnan, filistin vesair hic biri bu duruma karsi cikmadi. bugun olsa, mevcut hukumetle olsa belki kibris’a asker girdigi anda dort cepheden karsi taarruz yerdi turkiye. misir’dan, israil’den, suriye’den falan. o gunki sartlarda, turkiye derdini meclislerde, kursulerde, masalarda anlatabilmis, hakli bulunmustu. turkiye’nin askeri guc kullanmasina uluslararasi kamuoyundan keskin bir karsitlik gelmedi. (bir sure sonra operasyonun bitmesi talep edildi, turkiye ilerlemeyi surdurdu, bunun uzerine ambargo filan geldi, o kadar)

    90’larda yine o sovdugumuz “monserler” zamaninda, donemin rus yapimi s-300 fuzeleri kibris’a gidiyordu. bu durum bolgedeki guc dengeleri icin buyuk bir tehlikeydi turkiye iktidari adina. “monserler” cikip lobi yaptilar. s-300’ler kibris’a gidemedi. turkiye guc kullanmadan buna engel oldu. fuzeler yunan adalarinda kaldi.

    gunumuze gelindiginde ise, turkiye iktidari kibris’in tek basina avrupa birligi’ne uye olmasina (boylelikle lobi gucunde turkiye hilafina buyuk bir dengesizlik ortaya cikmasina) goz yummus, yahut engel olamamistir. 2009'da fransa'nin nato'nun askeri kanadina geri donmesini akarsuya bakar gibi izlemistir.

    suriye ile, irak ile, bolgesel kurt gucleri ile iliskilerinde korkunc yanlislara, ongorusuzluklere saplanmistir. netice itibariyle buralarda turkiye halkinin can guvenligini, sinir guvenligini, toplumsal yapisini, ekonomik dengesini bozacak durumlar zuhur etmis, iktidar bunlari cozup halkini huzura kavusturacak adimlari atamamistir.

    arap bahari diye bilinen isyan dalgalari ortaya ciktiginda iktidarin hem reyizi, hem aparatçik’leri “ittihad-ı islam” haykirislariyla (batiyi arkalarinda sanarak) olan biteni coskuyla kocaklamislardi. kisa bir sure sonra turkiye halki benzer taleplerle sokaga dokuldugunde bu laflar, cosku, soylemler, ittihad, demokratik talepler bogazlarina oturdu. halk hareketleri bu kez “dis guclerin oyunu” olarak ilenclendi. ancak iktidar, buyuk olcude taban kaybetti, guc yitirdi. o zaman “islam birligi” diye haykiranlar, agiz degistirip en buyuk kemalci, milliyetci oldu simdi “libya mustafa kemal'in sol gözüdür” diye tempo tutup baska derelerden baska baliklar avlamaya calisiyorlar.

    (burada not dusup vaziyetin vahametini soyle ayitmaya calisayim: 2000’lerin basindan itibaren yedi iklim dort bucakta calistim, calisiyorum. 2000’lerin sonuna kadar turklerin urettigi katma deger yukseliyordu. bunca yilin emegi, cabasi. kuzey afrika’dan basra korfezi’ne, balkan kentlerinden orta asya koylerine, rus kasabalarina turkiye urunleri marketleri dolduruyordu. giysiler, makinalar, evlerdeki oteberi turkiye’den geliyordu. altyapi – ustyapi turklerin elinde yukseliyordu. turkiye dizileri, filmleri, sarkilari takip ediliyor, turkiye’den gelenlere yerel halk gozleri parlayarak bakiyordu. ıktidarin bunca rezilliginden sonra 2010’larin ortasina dogru yavas yavas kapilar uzerimize kapandi. yurttaslara, mallara, firmalara gucluk cikarir oldular. uzak yerlerde bile turkiye’den gelenlere bakisin degistigine, yer yer ayrimciliga ugradigimiza tanik olduk)

    batida iktidarin arasinin bozulmadigi kimse kalmadi neredeyse. hollanda ile bile mahalle kavgasi gibi hir-gur cikarmayi basardilar. almanlara nazi dediler. avusturya basbakanina sovduler. belcika ile, danimarka ile, isvec ile, avustralya ile gerilim yasadilar. ekvador ile kriz cikardilar.

    misir ile can dusmani olduk. misir bugun, cikarlarina ters dustugu halde yunanistan’in savlarini destekliyor. kiyamet kopmus gibi israil ile araplar barisiyor, turkiye’ye karsi cikmak gundem maddelerinde basi cekiyor. turkiye'nin ne suriye'de ne israil'de buyukelcisi yok. bu iki ulke resmen savas halinde. ama bir ortak noktada bulustular, turkiye ile dusmanlar! libya'nin dogusunda bize konukseverlik, kardeslik gosteregelmis yerel halk bugun "turkleri kesmek sunnettir" diyor.

    fransa, turkiye’ye karsi askeri guc kullanmayi degerlendiriyor. a.b.d.’yi karsiya alarak rusya ile ittifak kurmaya mi calistilar, ikili oynamaya mi calistilar, ne yaptilar bilemiyorum. fuze aldilar, kullanamiyorlar. rus kuvvetleri gencecik askerlerimizi katletti. hic bir sey yapamadik. yapamadigimiz gibi, arsiz yuzsuz gidip kapilarinda bekledik, ezildik. a.b.d. turkiye hukumetini desteklemiyor. b.a.e.’den bile tokat yendi. gelip ellerini kollarini sallayarak turkiye’nin destekledigi gucleri, usleri bombaladilar saldirdilar. karsilik filan gormediler. (emirlikler'de 10 bin ile 30 bin arasi, suud'da ise 100 bin ile 150 bin arasi turk nufus, kadiniyla cocuguyla yasiyor. son mevzular nedeniyle bunlar diken ustunde, bavullarini toplamis halde uyuyorlar. yarin sabaha ne olacaklarini kestiremiyorlar)

    elbet bunlarin hic biri durduk yere, hic yoktan yahut aptalliktan olmadi. ongorusuzluk, beceriksizlik var. ama turkiye karsiti cifte standardlari, iki yuzlulukleri de gormezden gelemeyiz. kibris’in ab’ye girisinde bati’nin iki yuzlulugu ayyuka cikmisti. turk toplumu cozum icin, batinin onerdigi yolu izlemis, rumlar batinin cozum planina karsi oy vermisti. sonucta bati turk toplumunu cezalandirip, rumlari odullendirdi! siz bu uzun paragrafi okumaya calisirken, a.b.d.'de, almanya'da, yunanistan'da bir kac yil once turkiye’yi kana bulamis gucler ellerini kollarini sallayarak dolasabiliyor, kabul goruyor, destek buluyor. bunlar batinin bagimsiz medyasinda gorulmuyor, konusulmuyor, isitilmiyor. ankara'da gencecik ogrencileri, istanbul'da futbol taraftarlarini kana bulayan canli bombalar, suriye'den, irak'tan turkiye'ye gelmis, bati gozunde (inanmasi guc ama) husnu kabul gormustur. turkiye’nin itirazlari, elestirileri yankisiz birakilmis, gormezden gelinmistir. suudlar turkiye’de a.b.d. yurttasi bir gazeteciyi gunduz gozuyle kitir kitir dogradi. yaprak bile kipirdamadi. turk kentlerine yuzlerce fuze dustu (ornegin; kilis), nato kilini kipirdatmadi. turkiye sinir guvenligini korumaya calistigini ifade ettigi cetrefilli bir mevzuda rus ucagi dusurdu. ertesi gun nato (biz karismayiz, basinizin caresine bakin diye) sirt cevirdi. nato'nun kurulus amaci uyelerinin guvenligini saglamak degil miydi? en buyuk dusman da rusya degil miydi? girip iki fuze atsinlar, ucuna da taramali gibi birsey taksinlar ta-ta-ta-bum demiyoruz ama, bu muamele hakca miydi? adil miydi? dogru muydu? bunlarin tersi olsa, avrupalilari katletmis bir terorist turkiye’de barinsa, a.b.d.’yi kana bulayan biri turkiye’de saklansa, turk elciliginde bir muhalifi oldurseler ortalik yikilmaz miydi?

    bu yukarida sayilanlar hep dogu akdeniz'de yasandi, yasaniyor.
    dogu akdeniz'in masmavi, sicak, huzursuz, tekinsiz manzarasi boyle.
    turkiye'nin yapayalniz goruntusu boyle.
    gerilim yukseliyor.
    sakat bir durum olsa turkiye hangi mecliste nasil hakkini savunacak, kim dinleyecek, hangi itibarli medya bunun yayinini yapip kitlelere duyuracak? kimler turkiye'nin soylediklerine hak verebilecek, destek cikabilecek? (kurtulus savasi'nin kazanilmasinda bile yurt disi kamuoyuna turkiye'nin ugradigi haksizliklarin duyurulmasi, tezlerinin yazilip cizilecegi kanallarin teskil edilmesi, guven insa edilmesi rol oynamisti)

    yurtta ve dis temsilciliklerde eller, kollar, ayaklar, kolesterolden damarlari tikanmis gibi uyusuk. ekonomi, carklar donmuyor. adalet mekanizmalari islemiyor. uluslararasi ittifaklar catirdamis, cokmus, taban kayip gitmis. sanki dev bir tikac akisi kesmis, memleket sismis sismis kabarmis.
    bu ahval ve seraitin isaret ettigi, tikanikliktan, siskinlikten, kara bulutlardan memleketi cekip cikaracak, akilci adimlarla uzlasi kanallarini acik tutacak, kisisel (sahsim) hirslardan takintilardan uzak duracak bir yonelime gereksinim var.

    medya perdesinde son gaz icerideki kitle kenetlensin diye davlumbazlara vuruluyor. "hakli davamiz!" deyu honkuruluyor.
    hakli olmak, neye yariyor?
    bir dusunelim, agir vergiler altinda inleyen, igdis edilmis, hakarete ugramis (birinci cihan harbi sonrasi) almanya halki haksiz miydi? ufurukten kitle imha silahlari kitirlariyla lanetlenen irak haksiz miydi? bundan ote ortak noktalari herhalde su idi, yedi duvele karsi yalnizdilar. kimsesizdiler. hakli olduklari savlarini, itirazlarini kim isitti? bagdat yandi yikildi. aileler parcalandi. mahalleler, kentler tozla duman oldu. masumlarin kani topragi suladi. alman kentlerinde ayakta yapi kalmadi. sokaklarda sag erkek kalmadi. dusman askerler alman kadinlara berlin sokaklarinda gupegunduz tecavuz etti. tum dunya cigliklara kulak tikadi.

    kusuruma bakmayin, kisitli naciz cercevemden gordugumle, isittigimle, duydugumla secebildigim budur.
    haklilik para etmemis. yalnizlik, ahbabsizlik, payandasizlik felaket getirebilmis.
    bu ibret vakalari bizden uzak olsun. sonumuz hayrolsun a dostlar.
  • sadece türk basını değil, ben yabancı basında da pek haber olduğunu görmüyorum açıkçası. şaşırtıcı. hiçbir şekilde "dünya basını benden sorulur" diyemem ama günün 6-7 saatini internette geçiren, reddit'teki worldnews sub'ına bakmazsa gece gözüne uyku girmeyen, kendi çapında başta doğu avrupa olmak üzere uluslararası gelişmeleri ve siyasi hamleleri takip etmeyi seven biriyim. doğu akdeniz konusunun ise hiçbir yerde dile getirildiğini görmüyorum. game of thrones'un ilk sezonlarındaki gibi biraz... akgezen lafı geçiyor ama belli belirsiz. var mı yok mu, varsa nedir, ne olması bekleniyor vs. her şey karanlık.

    ülke olarak son 17 yılda geldiğimiz durum dolayısıyla haklarımızdan faydalanamadığımız gibi üstüne haksız sayılacağımızdan neredeyse eminim. böyle bereketli, güzel, verimli topraklarda 80 milyon insanız ama yunanistan'ın posta koyuşunu izlemek zorunda kalıyoruz. birileri ülkedeki her kurumun içini boşaltmış, yaptığı hamlelerle uluslararası itibarımızı zedelemiş, ranta dayalı programlarıyla ekonomiyi perişan etmiş, türk ordusunu oyuncağa çevirmek için var gücüyle çabalamış olabilir belki... ama yok canım, sonuçta akp'den önce taş yiyorduk; ülkemizi hepimizden daha çok düşündüklerinden emin olabilir ve geceleri rahat uyuyabiliriz sanırım.
  • bir zamanların çok duyulan sözcüğü ortadoğu, yerini doğu akdeniz’e bıraktı. doğu akdeniz coğrafi olarak arap baharı bölgesi oluyor. arap baharının etkisi akdeniz’in doğusuna doğru artarken, batıya doğru azalıyor.

    2010’da tunus’ta başlayan olaylar diğer ülkelere sıçradı. cezayir’de bildiğim kadarıyla protestolar oldu ancak sınırlı kaldı. mısır’da mübarek devrildi. mursi geldi. o da devrildi; sisi geldi. libya’da kaddafi devrildi. ülke üçe bölündü. suriye’de iç savaş çıktı. lübnan’da ekonomik koşullar kötüye gitti. siyasi belirsizlik eksik olmadı. türkiye’de darbe girişimi oldu.

    baktığınız zaman doğu akdeniz’e kıyısı olan tüm ülkelerde huzursuzluk var. ne suymuş ama!

    protestoların görünen sebebi hak ve özgürlüklerin yeterli bulunmaması. yoksul halklar daha fazla demokrasi talebiyle ayaklanıyorlar. yolsuzluklara tepki gösteriyorlar. sonra demokrasiye kavuşuyorlar, tüm kaynakları adil bir şekilde bölüşüyorlar. bölge barışın ve istikrarın merkezi oluyor demek isterdim; ama ilgisi yok. arap baharı sonrasında şikayet edilen koşulların hiçbiri değişmiş değil. yine otoriter rejimler var. sadece güç küreselcilerin lehine el değiştirmiş.

    doğu akdeniz’i tüm bu ülkelerden daha iyi bilen birileri var ve uzun vadeli hesaplar yapıyor olmalılar. mesela benim aklıma annan planı geliyor. 2008 tarihli kıbrıs’ı birleştirme anlaşmasıydı. rumlar referandumda kabul etmediği için uygulanmadı. adanın bir ağırlık merkezinin olması ve sırtını bütünüyle ab’ye dayaması batı için bir kazanç olacaktı. belki bugün adada türkiye olmayacaktı.

    bütün bu olayların aynı bölgede yaşanması tesadüf olabilir mi? hep aynı senaryo değil mi? para ve askeri güç aynı tarafta toplanıyor. bunlar her şeyi gözardı ederek uydu olma, sırtlarını aynı yere dayama noktasında birleşiyorlar. birbirleriyle çatışmıyorlar. birleşik arap emirlikleri ve israil’in anlaşma yapıyor olması bu bakımdan garip değil. tek ortak nokta çıkarlar.

    tüm bu gelişmelerin arkasında yine şirketokrasi denilen olgu var. devletlerin davranışlarına güçlü şirketler yön veriyor. şirketler sahip oldukları parasal güçle ülkelerin askeri gücünü de kontrol etmiş oluyorlar. fransa’nın libya müdahalesinde en önde olması da buna bir örnek. bugün yine öne çıkmak istiyorlar. oysa coğrafi olarak doğu akdenizle bir bağları yok.

    bölgedeki ülkeler kendi sorunlarıyla meşgul olduklarında, kendi sorunlarını da kendileri çözemiyorlar. haliyle dışardan yardım (!) alıyorlar.

    basında genelde siyasi ve askeri gelişmeler öne çıkıyor. şirketlerin devletlerle yaptığı anlaşmalar arka planda kalıyor. halbuki tüm mücadele bunun için veriliyor.

    bahsi geçen yeraltı zenginlikleri düşünülenden fazla olabilir. belki tespit edecek veya çıkaracak teknolojimiz yeterli olmayabilir ancak bugün göstereceğimiz tavır çok önemli. ne zaman ne elde edilirden bağımsız olarak hakkımızı korumalıyız.

    türkiye’nin şanssızlığı, böyle zor bir konunun dış politikada tarihinin en kötü yıllarını geçirdiği döneme denk gelmesidir.

    türkiye yeraltı kaynaklarının tespiti ve çıkarılması konusunda kendi kendine yetecek duruma gelmeli. aynı zamanda bunları koruyabilecek şekilde askeri stratejiler ve dış ilişkiler geliştirmeli.
  • "cumhurbaşkanı erdoğan:"açıkçası ben mısır'ın ne yaptığını anlamakta güçlük çekiyorum. bir yandan (yunanistan ile) anlaşma yapıyorlar, diğer yandan istihbarat örgütleri aracılığı ile bize burada bir yanlış anlaşılma olduğunu ve bunu çözmemiz gerektiğini söylüyorlar.""

    son dönemdeki en önemli cümle budur.
    eğer mısır, anlaşmak istiyorsa hemen el pençe divan ne zaman istiyorlarsa görüşmek gerekiyor. aynı şekilde israil ile, hatta suriye ile de. lübnan ve diğer kıyı sahibi ülkelerle de.

    doğu akdeniz'de bir karış bile toprağı olmayan, 1 km karelik adalarla kendine hak aramaya çalışan yunan'ı ve orospu evladı avrupalıları defetmenin tek yolu budur.
  • (bkz: levant)
  • karel valansi'den bölge ülkeleri tarafından kurulan ve kktc ve türkiye'nin dahil edilmediği doğalgaz forumu hakkında yorumlar; https://www.youtube.com/watch?v=n056fmhhipa
hesabın var mı? giriş yap