didem madak
-
ruhunun dallarından ah'lar dökülen şair. bi tanesi şöyledir mesela:
mutfağa gidip domates çorbası pişirdim
çoktandır öksüz olan mutfakta
buğulandı ve ağladı camlar
gözyaşlarını kuruladım perdenin ucuyla
çoktandır öksüz olan dünyaya baktım
allah babasıyla baş başa kalmış insanlara
poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca
sanki biraz rahatladım
kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki
artık kimse mutsuz olmayacaktı
ah dedim sonra
ah!
bir şairin kadın olduğunu belli ederek şiir yazmasından daha tatlı ne olabilir. annesinin terliklerde bıraktığı boşluğu okşayan bir şairse hele. nefis. -
"ben sevinince;
annem gibi
rengarenk receller dizerim
kalbimin raflarina."
ah hayir, bu kadar guzel olmamaliydi. -
1970 yılında izmir’de doğdu. annesi ve babası öğretmendi. kız kardeşi ışıl’dan altı yaş büyüktü.
“ışıl çocuktu o zaman, ben de öyle.”
12 eylül 1980 darbesinden sonra babası başka bir yere sürgün edildi. didem ve ışıl, anneleri ile kaldı.
“ölü mısır tarlaları hışırdıyordu,
ve kalbimde çıngıraklı yılan sürüleri.” diye anlattı o günleri.
on üç yaşındayken annesini kaybetti. artık, “bütün üzgün oluşlarının adıydı, anne”.
derken, babası başka bir kadınla evlendi. bu yüzden “çıkardı onu bütün fotoğraflardan.”
teyzesi, ona varlık dergisinin bir koleksiyonunu hediye etti. bu, hayatının bir dönüm noktası idi. şiirle tanıştı.
biyoloji bölümüne girdi ama maddi sorunlarından dolayı devam edemedi. ardından hukuk fakültesi’ne başladı, gizlice evlendi ve yeniden okulu bıraktı. henüz 19 yaşındaydı. “hüzün neydi sanki o zaman… artık kullanılmayan dikiş makinası annemden kalma.” diyerek sitem etti babasına. boşandı, maddi sorunlarla boğuşurken, bir yandan çalıştı, bir yandan şiir yazdı, annesini anarak; “ben ölürsem maviş anne, mutsuz için dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.” birkaç yıl boyunca kimseyle görüşmedi. örtündü ve tasavvufla ilgilenmeye başladı. bu sırada okulunu da bitirdi.
bir şiir yarışmasında ödül kazandı. ödülünü almak üzere geldiği istanbul’da yaşamaya başladı. yeniden evlendi, bir kızı oldu. kızına annesinin adını verdi: füsun… kızı doğduktan sonra hiç şiir yazmadı. 2011 yılında kolon kanserine yakalanarak hayata veda etti.
kızına şöyle seslenmişti:
“canım kızım, cehaletimden şair oldum.
annesizlikten.
sen sakın şair olma!”
şiirleri üç kitapta toplandı:
grapon kağıtları
ah'lar ağacı
pulbiber mahallesi
ah’lar ağacı, onu ölümsüz yapan şiirlerinden birisi idi.
çocukken şöyle dua ederdim tanrı’ya:
tanrım bana hiç erimeyen,
kırmızı bir bonbon şekeri yolla.
…
ve şimdi şöyle dua ediyorum tanrı’ya:
olanlar oldu tanrım
bütün bu olanların ağırlığından beni kolla! -
"anlatarak bitiriyorum hayatımı
bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat
bir çiçek çizdim bu akşam avcuma
ismini her şey koydum" diyerek gitti dünyadan. beynim ve kalbim zonkluyor. -
uluslararası şiir festivali'ne aşağıdaki tarihlerde katılacak olan şair:
12 mayıs 2010 emirgan beyaz köşk saat 14.00
13 mayıs 2010 yerebatan sarnıcı saat 20.00
ayrıntılı bilgi için:
http://www.istanbulsiirfestivali.org/tr/index.asp
edit: özgeçmişi sansürlendiği için kendisi festivalden çekilmiştir. aşağıdaki metin kendi kaleminden:
"uluslararası şiir festivali 2010 özgeçmiş sansürü festival broşürü için benden özgeçmiş istendiğinde, göndermiş olduğum özgeçmiş metninin son cümlesi “şu sıralar cadılık, büyü çeşitleri gibi konularla ilgileniyor ve bir “efsun kitabı” düşlüyor.”şeklindeydi. tanıtım broşürünü gördüğümde tarafımca yaz...ılan özgeçmişimden, benden izin almadan bu cümlenin çıkarıldığını farkettim. editöre bunun sebebini mail yollayarak sordum, herhangi bir cevap alamadım. bu cümleyi her kim özgeçmişimden hangi sebeple çıkarmış olursa olsun, şunu bilmesini istiyorum. ben cadıları sevmeyenleri sevmiyorum. cadılardan korkanlardan da korkmuyorum. özgeçmişime uygulanan bu sansürü şiirime uygulanmış kabul ediyorum. cadı avcıları her çağda olmuştur. bugün de vardır. ve maalesef artmaktadır. bir şiir festivali kitapçığında dahi cadılığa tahammülü olmayanlara bildirmek isterim. yazmaya çalıştığım kitap bir “efsun kitabı” olacak, cadı avcılarına yönelik büyü girişimlerim sürecek. benden bir hanımefendi olmamı bekleyenler ve hanım hanımcık bir özgeçmiş yazmamı dileyenler özgeçmişimi (hangi sebeple olursa olsun) kesip biçenler biliyorum ki bazı haddini bilmez beyefendilerdir. onlar muhtemelen şiiri ılık bahar yağmurları ile karşılaştırıp, bir tür oyun hamuru gibi istedikleri gibi yoğurabileceklerini zannedenlerdir. bu beyefendilerin bilmesini istediğim bir husus vardır. şiir onların zannettiğinden çok daha sert ve çetin bir şeydir. şiir onların caiz bulmadığı pek çok şeyi barındırır. şiirin tahammül edemediği onların tahammülsüzlüğü ve sansürüdür. denilebilir ki “ne olmuş canım bir cümleyi çıkardılarsa, sen de aklı başında bir özgeçmiş yazsaydın.’’ böyle söyleyenler şair değildir ve hiç olmayacaklardır. hiç olmamışlardır. aklım başımda olsaydı şiir yazmazdım. aklım başımda olsaydı her devirde nasıl beceriyorsam muhalif olmanın bir yolunu bulmazdım. aklı başında olanlar, aklı başında olmayan bir cadının özgeçmişini istedikleri gibi kesip biçebileceklerini sanmışlar ve bir cümleyi çıkarmışlardır. çıkardıkları cümle kendilerince muhtemelen caiz bulunmamış olabilir, belki bir şiir festivalinin “saygınlığına ve ağırlığına” yakıştırılmamış olabilir ki şiir hiç de onların istediği bir ağırlığı taşımayacak ve onların istediği biçimde saygın olmayacaktır. şiir, gerçek şiir okurlarının ve gerçek şairlerin anlayabileceği başka tür bir ağırlık ve saygınlığı yaşatmıştır. o halde sormak gerekir, bir şiir festivalinin açılış davetiyesine, resmi (formal) kılık kıyafetle teşrif buyrulmasını isteyenler de aynı “saygın” kişiler midir? bu kılık kıyafet yönetmeliği beni fena halde daraltıyor ve devlet memurları festivali ruhumu sıkıyor. özgeçmişimin makaslandığı festival kitapçığını gördüğümde incindim. önemsememeye çalıştım. neticede ben bir cadı olarak türlü ağır üzüntüleri şiir denen büyü ile başımdan savmıştım. aldırmamaya karar vermiştim. sonra gece yarısı üstüme büyük siyah bir pelerinin atıldığını gördüm rüyamda, uyandım. birden bire bu sansür beni çok sinirlendirdi. şöyle ki özgeçmişimden avukat olduğuma dair bölüm çıkarılsa hiç kızmazdım da, cadı olduğumu söyleyen kısım çıkarılınca art niyetli buldum. üstelik özgeçmişten ismi füsun olan bir kızımın olduğuna dair bir bölüm de çıkarılmıştı. demek insanın kızının isminin füsun olması da caiz değildi. bazılarının söylediği gibi hakikaten “ülkemiz normalleşiyor” ve başta şairleri normalleştirmek en mantıklısı, şairlerin özgeçmişlerinden caiz olmayan, örf adet ve din diyanete mugayir bölümlerin çıkarılması ve açılışta resmi kıyafet talepleri hep bu normalleşmenin belirtileri. öyle ki yakında bir cadı avı da başlayabilir, önce kendini cadı ilan edenler avlanır ve sonra bazıları cadı ilan edilerek avlanır. belki füruğ bizde de yasaklanır. belki bazı cümleleri özgeçmişimden çıkaranlar böyle bir tepki ile karşılaşacaklarını da öngörmemişlerdir. aman şimdi tepki çekmeyelim demişlerdir, festivalimizin “saygınlığı ve ağırlığına” cadı ve büyü gölgesi düşmesin demişlerdir. nasıl olsa bir cümle o kadar da önemli değil demişlerdir. işte o çıkarılan bir cümle bizi daha da cadılaştıran cümledir. festivalde şiir okumayacağım. ve bir cadı olarak beni fazlaca sinirlendirdiğinizi belirtmekle yetineceğim. eğer bana dense idi ki, özgeçmişinizden cadılıkla ilgili bölümü çıkaracağız izniniz var mı? hayır derdim. izin vermiyorum. maalesef bu da yapılmadı. bu “ağır ve saygın” festivali ve özgeçmişimi makaslayan beyefendileri ayıplıyorum. sizin festivaliniz varsa bizim de büyülerimiz ve kedilerimiz var. en muzır neşriyat duygularımla. hoşça kalın. didem madak -
uludağ üniversitesinde yüksek lisans tezi hazırlanmış kadın şairimiz. hayat hikayesi inanılmaz etkileyici.. ben kendisi hakkında yazılmış olan tez'in bir parçasını yazdıktan sonra okumak isteyenler için link bırakacağım.
-------
12 eylül döneminde babasının okul müdürü ile tartışmasından ötürü uşak’a sürülmesi didem madak’ın çocukluk döneminin fırtınalı geçmesine sebep olmuştur. babanın sürülmesine rağmen annenin tayininin çıkmaması füsun hanımı kızları ışıl ve didem’le burdur’da kalmaya zorlamıştır.
madak ve kardeşi ışıl bu dönemde evlerinin arkasındaki mısır tarlasının hışırtılarından geceleyin korktuğu için anneleri füsun hanım tüm mısırları kesmiştir.
13 yaşındayken beyin kanseri yüzünden 38 yaşındaki annesini kaybeden didem madak’ın hayatı zorlu süreçlere doğru evrilir. annesinin
vefatından kısa bir süre sonra babasının üvey bir anneyle evlenmesi şairin babasıyla olan ilişkisine onarılmaz yaralar açar. “o günleri hatırlayınca edip cansever’in şu dizesi gelir aklıma:
‘bir azarlamayla ölümü düşünen çocuklar gibi…’ bir azarlanmayla ölümünü düşünen çocuklar gibi.” hayatın elini beline koymuş sinirli bir üvey anne gibi bizi azarladığını ve kardeşimle el ele tutuşup hayallerden balkonumuza sığındığımızı
hatırlıyorum.”
didem madak ve kız kardeşi ışıl’ın annelerinden hatırasını yâd edecek bir eşyanın kalmayışından yakınmalarını duyan teyzelerinin ortaya çıkardığı el yazması bir şiir defteri ve varlık dergisi koleksiyonu didem madak’ın şairliğe adım atmasını sağlamıştır.
kalemini yaşamına bulayan didem madak, dokuz eylül üniversitesi hukuk fakültesi’ni kazanır; ancak baba ve üvey anneyle aynı çatı altında kalmaya tahammül edemeyen şair, üniversitenin ilk senesinde sınıf arkadaşıyla evlenip evden kaçar.
çocuk yaşta yaptığı evliliğin düzgün gitmemesi ve didem madak’ı pişmanlığa sürüklemesi beraberinde boşanmayı getirir. boşanmanın akabinde maddi sorunlarla baş etmek için bir sürü iş deneyimleyen şairin bodrum katında yaşamaya başlaması ile birden ilham perisini bulan didem madak, rutubetin şairliği besleyen bir tarafı olduğunu dile getirmekten çekinmez.
bodrum katında geçirdiği günlerin şiirinde yer
edinmesini “rutubete dayanıldığı sürece şiir yazmak için çok iyi yerler.” diye ele alan didem madak’ın bu dönemdeki hayatının yalnız ve çok zorlu geçtiğini kız kardeşi ışıl belirtir.
üç yıl boyunca yakın çevresinden kendini soyutlayan didem madak’ın kaçış psikolojisine bürünüşünü yakın arkadaşı müjde bilir bir röportajda şöyle anlatır:
“didem beni bir akşam aradı ve annesini özlediğini anlattı. taksiye binip bana
gelmesi için ikna ettim. geldiğinde mahcup ve çekingendi. anne şefkatine duyduğu
özlem derinden belli oluyordu.
‘çok mutsuzum’ dedi. ertesi gün buluşmak için sözleştik. ancak didem gelmedi. didem’in evine gittiğimde duvara iliştirilmiş bir not buldum.
sevgili müjde, maviş anne içimden hiçbir şey söylemeden gitmek geldi. seni seviyorum.
dün gecenin şiiri zaten yazılmıştı, ben sadece kaleme alacağım.”
"iki kendim varmış maviş anne
biri benmişim biri mutsuz
ben ölürsem maviş anne, mutsuz için dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.
ben ölürsem mutsuza iyi bak! "
üç yıl boyunca sadece ara ara kız kardeşi ışıl’la görüşen şairin örtünerek yaşama
karşı kendini kapatması durumu söz konusudur. bu durumu şair; “örtündüm ben… her
şeye karşı… kadın kimliğimden de sıyrıldım. bu beni rahatlattı.” diyerek açıklar.
didem madak, üç yıl zarfında tasavvufa sarılır. kız kardeşi ışıl şairin bu üç yılını; “çok umutsuzdu. kapanarak bu durumdan bir çıkış yolu bulacağını umdu.
ablam o dönemden inanarak kurtuldu. yoksa kayıp gidecekti. hukuk fakültesi’ni de bu
dönemde bitirebildi.” diyerek değerlendirir.
bu dönemde kız kardeşi ışıl, didem madak’ı ‘inkılap kitabevi 2000 şiir ödülü’
yarışmasına katılması için teşvik eder; ancak didem madak katılmak istemez.
bunun üzerine ablasından gizlice şiirlerini yarışmaya gönderen ışıl, didem madak’ın yarışmayı kazanmasında önemli rol oynar. ödül törenine istanbul’da katılan didem madak,
örtüsünü çıkararak “kadın kimliğine geri dönüş”yapar.
ödül aldıktan bir süre sonra istanbul’da yaşamaya karar veren şair, kısa süre sonra bursa cezaevinde şiirlerini okuyan timur çelik ile tanışıp hayatını birleştirir. üç yıl sonra da annesinin adını verdiği kızı füsun’u dünyaya getirir.
kızının doğumundan sonra şiir yazamadığını dillendiren madak, 24 temmuz 2011'de 41 yaşında kolon kanseri nedeniyle yaşamını yitirir. geride bıraktığı üç şiir kitabı adeta hayatından
kesitler sunan didem madak kaleme aldığı şiirlerde içinde bulunduğu dünyanın
kurallarını sorgulamıştır.
hayata az sonra ölecek birinin gözleriyle bakıp şiirler kaleme alan madak, okurlarına kadın dünyasını aralayan bir şair olarak türk edebiyatının güzide şair kadınları arasında yer almıştır.
siz aşktan n'anlarsınız bayım
uludağ üniversitesi yüksek lisans tezi -
"raylar uzanırdı içimde kilometrelerce
bir kara yılan gibi,
bilemezdim menzil neresi?"
"kalbimi kalın kitabının arasında kuruttum
onu orada
beş parmaklı bir çınar yaprağı gibi unuttum."
"yapıştırsam da parçalarını hayatımın
su sızdırıyordu çatlaklarından."
"neden hep aynı yerdeyiz,
hayattan söz edilirdi,
zor denirdi,
ve ardından susulurdu mutlaka."
"bir gecekonduda oturuyor kalbim oysa
yağmur yağdıkça
bir gecekondunun damı gibi içine doğru ağlıyor"
"ben sevgilisi çile olan bir gelindim pollyanna
gel derdim gel, kim olursan ol yine gel...
çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda"
"bıçağın ucuyla kazımak aşkı fazla kızardığında.
söyleyin ateşe,
ruhunu üflemesin benden gayrısına."
"ya siz,
nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?
nasıldı
öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?"
"bir zamanlar kendimi
bulunmaz hint kumaşı sanmıştım.
kaç metredir benim yokluğum?
benden daha çok var sanmıştım.
benim yokluğumdan dünyaya
bir elbise çıkar sanmıştım.
dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
sonunda ben de alıştım.
ah...dedim sonra,
ah!"
"acıdan sızlarken burnumuzun direği
morarmış çarşaflarımızı bayrak diye asardık
dokunsalar dağılırdı iyi pişmiş kurabiyeler gibi kalbimiz
kıtırdı ve çıtırdı"
"beklemek üzerine felsefe kitabıydık
her şeyi bekliyoruz diyorduk
hayattan ne beklediğimizi soranlar"
"sanırım lekelerin ülkesine gelin gidecektim
zamanın başı bacaklarımın arasından çıkmıştı"
"bol rüzgarlı bir balkonum olacaktı, dalgalanacaktım"
"kardeşim sevgilime mektup yazdı
bir yıldız gibi kayıp gitmesinden korkuyorum diye
yıldızımın sivri uçlarını törpülüyordum ben o sıra
kullanılmayan tabut kapaklarıyla."
"gece açılıp gündüz kapanan bir parantezdim
sözler vardı içimde işe yaramayan
sözlerle konuştum karanlıkla...
önce söz yoktu kalbimin en doğusunda
sözler...
bir yağlı urgandı acıyı boğmaya yarayan"
"yarısı yenmiş aklımın,
kalan yarısı çileden çıkmış
habire tekkeye odun taşıyordu
ölür şimdi diyerek. ölür zannederek"
"bıçağın ucundaydı insanların hafızası
‘insan unutandır
ve insan unutulmaya mahkum olandır.’
tanrı şöyle derdi o zaman:
ah! "
"bazen ah diyorum durmadan,
şimdi ben ahlatın başında,
otuz iki yaşımda.
ahlar ağacı gibi.
rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma"
"sözleri tekrarlayarak yok eden çocuk gibiyim.
acı çekmeyi öğrendiğimde ismimi de öğrendim."
"sözlerin arasındaki boşlukta
acı çekmemeyi öğrendim"
"bir gün gelecek hiç ağlamayacaksın
yüzün çatlayacak susuzluktan, şeytanın çatlamayacak
bilecek ve söylemeyeceksin"
"belki buluşurduk, telli duvaklı bir şiirde buluşurduk."
"insan çıtır ekmeği ısırdığında,
kırıklar dolar kucağına,
işte orası umudun tarlasıdır.
ve orada başaklar ağırlaştığında,
sayısız ah dökülür toprağa."
"kalbimin doğusu,
her resme güneş çizen bir çocuktu.
gam yükünün kervanları yürürdü dudaklarımda
kavruk ve çatlaktı dudaklarımın toprakları
ölümün ötesinde bir köy vardı
orda, uzakta, kalbimin en doğusunda
şimdi bana yalnızca
dertli türkülere duyduğum karşılıksız aşk kaldı"
"yarın karlar erirse
yüzüm geçit verirse gülümserim birilerine"
"uzaklara gittim
uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!"
"yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
ülkem olmayan ülkemi
kayboluşumu aradım."
"bal gibi acının ikametgah senedini verebilirdi bana
elemin nüfus suretini pekala mühürletebilirdim.
elemin kimliğine emelin resmini yapıştırabilirdik.
geriye artık içimden kaçmak kalırdı sahte pasaportla."
"öldüğünü kimseye söylemedim
oysa inanmıştık aşkın bedelsiz kamulaştırdığı hayatımıza
evimizin ortasından geçen baharat yoluna,
tarçın koklar, salep olurduk"
"neden her aşk
bir kadının cenazesini kaldırır mutlaka. "
"sıkıntılardan bir ev kurdum yıllar sonra.
güzel günlerimiz oldu.
ne parantez açmak isterdim ne bir virgül koymak.
onlara ne söylemeliyim.
bir şey söylemem gerekir mi?
insanlar aradığında gelmezler, aramadığında keşke beni çağırsaydın derler."
"kınızın manayı fazla yoruyor
sizin bu kızınız var ya kendini yangın kovası sanıyor
siz orda uyuyun hala" *
"geçmişim acıyor şimdi, yalnız benim değil
benim ülkemin geçmişi de acıyor mesela.
bilirdim oysa ilk badem ağaçları çiçek açar baharda.
bilirdim çiçek satan çingene kızlarını
onlar bütün şimdileri, bütün zamanlara
bir gül parasına satardı.
oğlan kıza bir gül alsa
bilirdim odur en kırmızı zaman.
adına aşk diyorlardı
kalbimin doğusunda bir yalan dünya vardı."
"vasiyetimdir:
dalgınlığınıza gelmek istiyorum
ve kaybolmak o dalgınlıkta."
"bir göl vardı evimizin karşısında,
mavi gözleri olan,
kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca."
"ah benim nergis kokulu cehaletim...
ruj lekeleri bıraktın bardaklarda
anlatmak isterdin kendini durmadan
bir bardağa bile olsa.
ne diyecektin, ne söyleyecektin
şairlerin şahı olsan,
bir ah’dan başka.
ah benim nergis kokulu cehaletim
bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.
ah!"
"limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!"
"saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
aşk diyorsunuz ya
ben istemenin allahını bilirim bayım!"
"beni anla.
geçti ömrüm iklimden iklime
yuva yaptım kaç paket cigaranın bacasında
yorgunum, kahvem çamur gibi
batmaya da razıyım, artık beni anla
yeter ki sen beni"
"kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
aşk diyorsunuz ya,
işte orda durun bayım
ıslak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
kendimin ucunda
öyle ıslak,
öyle kötü kokan,
yırtık ve perişan."
"bilirim kim dokunsa şiire
eline bir kıymık saplanacak."
"hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı pollyanna
çimento, demir. çamur..
duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.
en üst kattan düşerdim her gün
esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya
hayatım bir mutluluk inşaatıydı pollyanna
sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma
cevap beklediğim zamanlarda. "
"sonu uçmak olan çığlığa.
kime ne anlatarak bitirsem hayatımı?
ölümüme de bir şiir yamar nasıl olsa birileri artık. "
"kardeşim, biriciğim
bazı yaralar yararlıdır buna inan,
bazı yaraların ortasında küçücük bir el,
sanki geçmişine çiçek uzatır,
bazı yaralardan sızan kanla,
tüm geleceğin yıkanır.
bazı yaralar...
sayıyorum,sayıyorum
hiç bitmiyor güller
sensiz hiç bitmiyor zaman.
belki saymayı mutsuzlar bulmuştur.
mutsuzlar hep sayar.
bizler mihsabıyız hayatın,
tam on gün oldu,
gamzelerinden su içmiyor kuşlar.
kardeşim,biriciğim
hadi çık o karanlık odadan."
"hayata söyleyin bundan sonra gitsin
anlamını masallarda arasın " -
'ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi, tırnaklarıyla düzeltemiyor insan' der bir şiirinde
-
''sevdiğim bütün kadın şairler
erkenden gidiyorlar
sanki bir şeyler dercesine
ima edercesine
belki de
acılarım bitsin diye
bilmeden
arkalarında bir acı yığını bırakarak
gözüm kaldı
süpürgen öksüz
dizeler sensiz
en güzel şiirin
annesiz.'' -
[...]
anlatarak bitiriyorum hayatımı
bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat
bir çiçek çizdim bu akşam avcuma
ismini herşey koydum*
[...]
[...]
beni anneme götürsün bindiğim bütün taksiler.*
[...]
[...]
seni sevince pazara çıktım sevinçten
enginar aldım “süper enginarlar” diye bağıran adamdan
oturup ağladım sonra, şaşırdın.
bu “süper” oluşta canımı acıtan bir şeyler vardı.
canımın acısıydın.*
[...]
(bkz: şimdiden bir hatırasın)
(bkz: calikusu nun z raporu)
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap