• temiz kalan tek yerdir devrim
    bütün bir yıl
    kirlenen duvarda
    ama görebilmek için
    asıldığı çividen indirilmelidir
    yaprakları biten takvim

    zorbalara direnmektir devrim
    bir çocuğun
    annesinin çantasından aldığı paraları
    altına gizlediğini
    söylememiştir dövülen hiç bir halı

    içinde yaşamaktır devrim
    dikiş kutusunun
    ve topluiğneler gibi
    bir arada olmayı gerektirir
    karşı koyabilmek için zulmüne
    makas denen patronun

    gece ışıklar arasında koşmaktır devrim
    ateş böceklerini
    yakalamak isteyen çocukların
    peşine takılır gün gelir
    yanıp sönen mavi ışıkları
    polis arabalarının

    kağıt bir gemidir devrim
    bütün gemiler
    hurdaya çıksa da sonunda
    taşıdığı özgürlük şiiriyle
    batmadan yüzer nicedir
    dünya sularında

    kim bilir kaç yunus görmüş
    kaç deniz gezmis...

    sunay akin'in "devrim" adli siirinden..
  • "efsane otomobil'e dokunmak

    yeryüzündeki hiçbir otomobil onun kadar yanlış tanıtılmadı, onun
    kadar aşağılanmadı.
    40 yıla yakın bir süre boyunca -olanca masumiyetine karşın- 27 mayıs
    darbesinin simgesi gibi görüldü ve gösterildi.

    kimileri "modeli çalıntı" dedi, kimileri ise "türk mühendislerinin
    yetersizliğinin simgesi" olduğunu ileri sürdü.
    ancak gerçek o kadar farklıydı ki...türkiye, destansı filmlere konu
    olabilecek "büyük cesaret öyküleri"nin öyle pek
    sık yaşanmadığı bir ülke. gündelik hayatında "kira ve fatura ödeme"
    çemberinin içine sıkıştırılmış olan bir toplumun
    mensupları, bu kısır döngüden sıyrılıp kendilerini nasıl aşabilirler
    ki? bizlere dayatılan tek boyutlu hayat ve buna bağlı

    olarak gelişen köşeye sıkışmışlık duygusu, sadece ilginç ve sıradışı
    toplumsal portreler üretmedeki kabızlığımızın
    değil, edebiyatımızda polisiye, bilim-kurgu ya da gerilim gibi
    popüler türlerin güdük kalışının da temel nedeni kanımca.

    türk milletinin mensupları boylarını aşan işlerle uğraşmayıp
    sürekli "ekmek" peşinde koşmalı, öyle değil mi ya!

    işte "devrim", bundan tamı tamına 42 yıl önce, hayâl kurması
    şiddetle yasaklanmış olan böyle bir toplumda doğdu.
    türkiye'nin ilk gerçek yerli otomobil prototipiydi o. koç
    topluluğunun resmî tarihe göre "ilk" sayılan "anadol"undan
    daha önce doğmuştu. ancak, dedik ya, bu sıkıştırılmış toplum için
    haddi fazlasıyla aşan bir çabanın, cüretkâr bir
    hayâl gücünün ürünüydü "devrim".

    nitekim, anında cezalandırıldı. bir daha da yıllar boyunca kimseler
    adını bile anmayacaktı. anmamak şöyle dursun,
    üç tane gıcır gıcır "devrim"den ikisinin karanlık güçler tarafından
    preslenerek yok edildiğini biliyoruz bugün.
    sonuncu otomobili ise ona emek veren eskişehirli işçiler güç bela
    kurtardılar hayâl düşmanlarının ellerinden...

    "bana bir otomobil yapın"

    yıl 1961... cemal gürsel cuntası işbaşındadır ve menderes'in
    idamının üzerinden henüz çok kısa süre geçmiştir.
    çeşitli firmalarda çalışan 23 tecrübeli türk mühendisi, kendilerine
    gönderilen ayrı ayrı mektuplarla "mühim bir
    konuyu istişare etmek üzere" ulaştırma bakanlığı'na davet edilirler.
    bu insanların bazıları yurt dışında görev
    yapmaktadır; ancak mesajı alan herkes "devletin isteği başımız
    üstüne" diyerek işini gücünü bırakıp ankara'ya gelir.

    o yılın 16 haziran'ında bakanlıkta biraraya gelen mühendislere,
    bizzat cemal gürsel'den gelen "çok gizli" damgalı
    bir emir okunacaktır: "bu yılın cumhuriyet bayramı törenlerinde
    halkımızın görüş ve takdirlerine sunulmak üzere,
    hem tasarımı hem de malzeme olarak tamamen yerli malı bir otomobil
    üretmenizi istiyorum."

    o gün orada bulunan 23 mühendis bu emri "türk insanının makûs
    talihine karşı bir meydan okuma" olarak algılarlar.
    en küçük bir tereddüt ya da endişe sergilenmeksizin derhal işe
    başlanır. çalışma mekanı olarak devlet demiryolları'nın
    eskişehir'deki cer atelyesi seçilir. zaman müthiş dardır, cumhuriyet
    bayramı'na kadar yalnızca 129 günü vardır ekibin...

    günde birkaç saat uyuyarak ve bu süre zarfında tesislerden hiç
    ayrılmaksızın, modeli tümüyle kendilerine ait olan,
    tüm parçaları el işçiliğiyle üretilmiş, 4 silindirli ve
    direksiyondan vitesli harika bir "aile otomobili" üretir
    kahramanlarımız.

    hem de bir tane değil, tam üç tane!

    üç araç da insanüstü bir çabanın sonucunda 28 ekim akşam saatlerinde
    tamamlanmıştır. araçlara "devrim 1",
    "devrim 2" ve "devrim 3" ad> ı verilir. mühendislerden biri
    cumhurbaşkanı'nın alternatif bir renk isteyebileceğini
    düşünerek, araçlardan birinin siyah olmasını teklif eder.
    böylelikle, iki araç krem rengi kalırken, üçüncüsü ise
    onu 29 ekim geceyarısı ankara'ya götüren "karakurt" treninde binbir
    güçlük içinde siyaha boyanır.

    depolarında, trendeki güvenlik kuralları gereği hiç benzin
    bulunmayan "devrim"ler, 29 ekim törenlerinde
    cemal gürsel'e hipodrom önünde kılpayı yetiştirilir.
    çevresinde yarattığı panik ortamıyla araçlara doğru düzgün bir
    benzin ikmali yapılma şansı dahi tanımayan gürsel,
    bindiği krem renkli "devrim"den inip siyah "devrim"e geçince, aracın
    zaten az miktarda olan benzini de biraz sonra biter.

    ve siyah "devrim" yarı yolda durur. gürsel'in, şoför koltuğundaki
    mühendise sorusu kısa ve nettir: "ne oldu?"

    şoför, "benzin bitti paşam" der korkarak. bunun üzerine "garp
    kafasıyla araba yapıyorsunuz, ama şarklı olduğunuz için
    benzin koymayı unutuyorsunuz" diyerek hışımla aracı terkeder gürsel.
    oysa, o aracı yapmayı başaranlar deposuna benzin koymayı da
    bilmektedirler elbette. fakat, kimse aksiliğin yaşanan
    panikten kaynaklandığını cunta liderine anlatamaz ve "devrim'ler"
    daha doğdukları gün bizzat devlet eliyle öldürülürler.

    arkalarında, kendilerine doğru düzgün bir teşekkür bile edilmemiş 23
    tane gözüpek mühendisi bırakarak...

    'devrim' koruma altında...

    aradan geçen yıllarda eskişehir ddy tesislerinin, hem yurt içi hem
    de yurt dışı pazarlara vagon ve makine üreten dev bir

    devlet şirketine dönüştüğünü görüyoruz. "tülomsaş" adını alan bu
    şirketin hangarlarından birinde, tamamen orada çalışan
    insanların özverisiyle korunmaya çalışılan iki numaralı "devrim",
    hakkında sarfedilen onca hakaret cümlesine inat,
    adetâ akıllı bir varlık gibi yokoluşa direndi. zaman zaman test
    sürüşleri için çalıştırılması dışında, işçiler bu eşsiz yadigârı

    yıpratmamaya azami özen gösterdiler.

    "efsane otomobil" ile ilk kez bundan bir kaç yıl önce tülomsaş'ı
    ziyarete gittiğimde tanışmıştım. orijinal jantların göbeklerinde

    ve kaputunda "devrim" yazısını görünce içimin fena olduğunu
    hatırlıyorum.
    ama beni en çok "devrim"in ön paneli etkilemişti o zaman.
    kadranlarındaki bütün ibareler türkçeydi.
    "hararet","benzin", "yağ" gibi sözcükleri görünce kendimi bir an
    için alman gibi hissettim. diyeceksiniz ki bu ne demek şimdi?

    hani almanlar'ın yüzde yüz kendi üretimleri olan bmw, mercedes, opel
    gibi dünya markası olmuş otomobillerine bindiklerinde

    yüzlerine yayılan mağrur bir ifade vardır ya, "devrim"in milliyetçi
    kadranı da bana bir an için ona benzer bir gurur duygusu

    vermişti işte. bu karşılaşmadan önce ve sonra bir daha hiç
    yaşayamadığım türden bir gurur...

    geçtiğimiz günlerde, "devrim"in son durumunu öğrenmek üzere, uzun
    bir aradan sonra yeniden tülomsaş'ı aradım ve
    basın-halkla ilişkiler müdiresi semiha ünal ile görüştüm. ünal, bu
    görüşmemizde bana sevindirici bir haber verdi.
    geçtiğimiz aylarda tülomsaş genel müdürü dilaver zeki daloğlu'nun
    direktifleriyle tesisin bahçesinde bir "mini müze"
    oluşturulmuş ve "devrim" bu müzede yıpratıcı iklim koşullardan
    etkilenmeyeceği camekanlı bir bölüme konulmuş.

    ne güzel! birileri yıkmaya çalışırken, birileri de herşeye rağmen
    direniyor ve bir kentin onuru olan bu eşsiz eseri koruma

    altına alıyor. tülomsaş ailesine buradan içten bir selam
    gönderirken, yolu bundan sonra eskişehir'e düşecek okurlarımıza

    da ısrarla sesleniyorum: gidin ve tülomsaş'ın bahçesindeki "devrim"i
    mutlaka görün. onu, bu ülkede toplu iğne bile
    üretilemediği bir dönemde türk mühendisleri yaptı. ve birçoğu o
    günlerde henüz otomobil kullanmayı dahi bilmiyordu. "

    a. tan - usa

    http://www.wowturkey.com/…=2848&highlight=eski�ehir
  • uretilmis 4 prototipi de su anda eskisehir tulomsasda paslanmakta olan ilk turk yapimi otomobil. yanilmiyorsam cemal gursel bu yerli araba fikrine kafayi takmistir. muhendislere emir verir bu arabalarin yapilmasi icin.. ilk olarak da onemli bir gunde(cumhuriyet bayrami ya da onun gibi bir sey) denenmesine karar verilir. yalniz arabalar ankara'ya goturulurken trende tehlike yaratmasin diye depolarindaki benzin bosaltilmistir. tam cemal gursel arabayi denemeden 5 dk. once bu durum hatirlanir ve birkac kisi ellerini huni gibi kullanarak arabaya biraz benzin koyar. hedeflenen arabanin meclis binasi etrafinda bir tur atmasidir..

    araba calisir, gider gider ama tam yolun ortasinda durur. cemal gursel "bozuldu mu?" diye sorar, ona arabada yeterli benzin olmadigini anlatirlar..

    "bati kafasiyla araba yapariz, dogu kafasiyla icine benzin koymayi unuturuz" der ve arabadan iner. bir daha da araba konusunu hic acmaz.. arabalarin akibetini giriste yazmistim..
  • "a fistful of dynamite" filminden bir devrim tanimi:
    "kitap okuyan adamlar, kitap okumayan adamlarin yanina gidip, artik bir $eylerin degi$mesi gerek derler. ki$kirtirlar ve cati$maya iterler. devrimin sonunda kitap okuyan adamlar, yeni aristokrat arkada$lariyla beraber cilali masalarda, nefis ickilerini yudumlarlar. fakat o kitap okumayan fakir insanlar yoktur. cunku hepsi cati$ma ve arbedede olmu$tur."
    harika bir tanim.*
  • devrimlerle düzenin değiştirilebileceği iddiası solcuların ürettiği zırvalardandır ve müşterisi çoktur. bir elmanın kendine göre bir olgunlaşma zamanı vardır ve elmayı vaktinden evvel hasat edemezsiniz, cebirle süreci öne alamazsınız.

    toplumlardaki dönüşüm de böyledir. asırlar içinde yavaş yavaş bir şeyler değişir, farklılaşır, içten içe pişer ve nihayet eski yapı ve ilişkiler daha fazla sürdürülemez olur ve büyük bir çatırtıyla çökerler. işte büyük devrimci addedilen kimseler de, bu dönemlerde zuhur eden pratik zeka sahipleridir. mesela denir ki, "eğer napolyon 50 yıl önce doğmuş olsaydı, binbaşılık rütbesinden emekli olacak ve sıradan bir subay olarak ömrünü hitama erdirecekti"

    devrim palavralarına ve ilüzyonuna kendini kaptırmış ve şiddeti yücelten gruplar ağır psikolojik bozukluk yaşayan tedaviye muhtaç insanlardan müteşekkildir genelde. gerçeklik algısını yitirmeleri sebebiyle , fırsat ayaklarına kadar gelse bile, onu değerlendirecek kapasiteden yoksundur bu tayfa. boş hayaller uğruna helak olup giderler. devrimcilik bir tür intihar psikolojisidir desek yeridir.

    içinde bulunduğu toplumun ve dönemin doğru ve objektif analizini yapabilme yeterliliğine sahip olanlar ise zaten az çok başarı elde ederler ve önlerine istisnai bir fırsat çıkarsa da asla kaçırmazlar. çünkü onlar fare deliği önünde pusuya yatmış kedi gibi tetikte ve uyanıktırlar.

    kedi gibi bir murakabe sahibi olmak psikopatlıkla bağdaşmaz. dengeli, akıllı, iç geriliminden kurtulmuş, belli ahlak formasyonuna ulaşmış insanlar gerektirir.

    gerçek devrim ancak ahlaki bir dönüşümle mümkündür. toplumu dönüştürmeden önce insanı dönüştürmeyi başarmalısın.

    bazılarının zannının aksine devrim, üçkağıtla, hile ve hurdayla, saman altından su yürütmeyle olacak iş değildir.

    kanaatimce, cemaatin başarısızlığının sebebi budur. evet onlar insanı bir ölçüde dönüştürmeyi başardılar ama yetiştirdikleri insan tipinde kayda değer bir pırıltı ve yenilik görülmüyor. zamanın ruhunun istediği kaliteden fersah fersah uzaklar.
  • marx'ın felsefesine göre, "filozoflar hep bu dünyayı tartıştılar, önemli olan onu değiştirmektir" söyleminden yola çıkılarak, dünyayı değiştirme yolunda yapılacak her türlü düşüncenin eyleme dökülmüş hali (praksis)
  • 16 haziran 1961 tcdd fabrikalar ve cer daireleri yönetici ve mühendisleri ile toplantıda ulaştırma bakanlığının yazısı okunarak, 29 ekim 1961 tarihine kadar binek otomobili tipinin geliştirilmesi görevinin tccd işletmesine verildiği bildirilir.

    bu iş için 1.400.000 tl. ödenek ayrıldığı belirtilir. süre 4,5 aydır!. bu süre içinde bu çapta bir geliştirme çalışması yapılabilir mi ki? bırakınız geliştirmeyi hiçten yola çıkarak çalışabilecek bir otomobil yapılabilir miydi?

    tüm ülkede üniversiteden basınına, bir avuç sanayicisinden politikacısına, sesi duyulabilen kimse ne otomobil ne de motor yapılabileceğine inanıyor, özel sohbetlerde, röportajlarda, film gösterili konferanslarda bu görüş vurgulanıyordu.

    fakat bu inanılmaz şey gerçekleşiyor ve 28 ekim 1961 sabahı türkiye’de yapılan bir otomobil, kaportası pürüzsüz olmasa da, kendi tekerlekleri üzerinde ve yine türkiye’de yapılan kendi motorunun gücüyle büyük millet meclisi binası önüne götürülerek devlet başkanı cemal gürsel paşaya sunulabiliyor, bir ikincisi paşayı anıtkabir’e götürüyor, sonra da hipodrom'daki geçit resmine katılıyordu.

    bu nasıl gerçekleşmişti? ne getirmiş, ne götürmüştü?

    projeyle başka bir kuruluşun değil de tcdd’nin görevlendirilmiş olması, o tarihlerde tcdd’nin onarım amacıyla kurulmuş fakat geniş ölçüde yedek parça imal eden ankara, eskişehir, sivas ve adapazarı’ndaki fabrikaları ile önemli bir teknik potansiyeli ve yetişmiş işçisinden mühendisine kadar güçlü bir teknik kadrosunun bulunmasıydı.

    yüksek mühendis emin bozoğlu yönetim grubunun (necmettin erbakan'da gruptadır) başı olarak 20 mühendisin olağanüstü bir tempoyla fakat gönül rahatlığı içinde çalışmasını sağlayıp eşyöneltmek suretiyle birinci derecede rol oynamıştı.

    zamana karşı yapılan yarışın kazanılmasında ikinci etken, görevalan mühendislerin, proje süresince hafta sonları da dahil her gün, en az 12’şer saat, gerektiğinde bazı geceleri, sökülmüş bir otomobil sedirinin üzerinde birkaç saat kestirerek işbaşında kalmayı yüksünmeyecek ölçüde davaya gönül vermiş olmalarıydı.

    çalışmalar için, eskişehir demiryol fabrikalarında dökümhane olarak yapılıp kullanılmayan bir bina seçildi. elden geldiğince çeşitli tipte otomobil yapısını yakından inceleyerek fikir edindikten sonra yapılacak tipin boyutları, motor, şanzıman vb. öteki grup ve parçaların nasıl tasarlanıp imal edileceği üzerinde durulması sonucuna varıldı.

    önce otomobilin ana hatları belirlendi. dört ile beş kişilik, toplam 1000-1100 kg. ağırlığında ortaboy denilebilecek bir tip üzerinde uzlaşıldı. motor 4 zamanlı ve 4 silindirli olarak, 50-60 bg. vermeliydi.

    karoser için hazırlanan 1/10 ölçekli maketlerden seçilen 1/1 ölçekli alçı modeli yapıldı. kroserin damı, kaput ve benzeri saçları, sonra bu modelden alınan kalıplarla yapılmış beton bloklara çekilmek ve çekiçle düzeltilmek suretiyle tek tek imal edildi.

    karar verilen yandan subablı bir 4 silindirli motorun, gövde ve başlığı sivas demiryol fabrikalarında dökülüp, ankara fabrikasında işlendi. piston, segman ve kolları eskişehir’de yapıldı. motor ankara fabrikasında monte edildi. frenlemede 40 bg.’den fazla güç alınamayan bu motora alternatif olarak ankara fabrikası aynı gövde ve krank milinden yola çıkarak başka bir tip geliştirdi.

    b tipi adı verilen üstten subablı bir üçüncü motorda bu kez tanınmış bir 6 silindirli otomobil motorundan esinlenerek, fakat krank ve eksantrik milleri yeni baştan çizilip, hesaplanmak suretiyle eskişehir’de imal edildi. bu motor frenleme de 60 bg.’ye ulaşmış ve daha sonra diesel’e çevrilerek istasyon aydınlatılmasında kullanılmak üzere yapılan elektrojen gruplarına uygulanmıştır.

    süspansiyon grubu ön takımları için “mc phearson” sistemi önerilmişti. bu gün çok yaygın kullanılan bu sistem, o tarihte bulduğumuz kadarıyla bir tek firma tarafından uygulanıyordu. benimsendi ve eskişehir’de yeniden imal edildi.

    eylül sonuna doğru, ön ve arka camları, piyasada bulunabilenlere uydurmak zorunluluğuyla modele göre biraz değiştirilmiş iki gövde çatılmış ve biri a diğeri b tipinden iki ayrı motor hazırlanmış bulunuyordu.

    şanzumanlar, ankara fabrikasınca tümü yerli olarak yapılmıştı.

    montaja geçildiğinde karşılaşılan en büyük sorunlardan biri de gövde-motor uyumunu sağlamak, debriyaj, gaz ve fren kumanda mekanizmalarını yerleştirmek ve direksiyonun en uygun konumunu bulmaktı. ayarlı direksiyon önerisi kabul edilmedi. iki yıl sonra cadillac bunu bir yenilik olarak getiriyordu.

    nihayet ekim ortalarında devrim otomobillerinden ilki tecrubeye hazır duruma gelebildi. elektrik donanımı, diferansiyel dişlileri, kardan istavrozları ve motor yatakları ile cam ve lastikleri dışında tüm parçalar yerli idi.

    bir yandan bu ilk otomobilin yol tecrübeleri sürdürülürken bir yandan da ikinci otomobilin yetiştirilmesine çalışılıyordu. siyah renkteki bu iki numaralı devrim’in son kat boyası ancak 28 ekim akşamı vurulabilmişti. pasta ve cilası ankara’ya sevkedilmek üzere yüklendiği trende, gece yol alırken yapıldı. buharlı lokomotiflerde, çekilen trende bacadan sıçraması olası kıvılcımlardan ötürü güvenlik önlemi olarak benzin depoları boşaltılmıştı.

    tren sabaha karşı ankara’ya geldi. iki devrim o zamanlar sıhhıye semtinde, şimdiki adliye sarayı’nın yerindeki ankara demiryol fabrikasına indirildi. manevra imkanı sağlamak için depolarına yalnızca birkaç litre benzin kondu. asıl ikmal, sabahleyin sıhhıye’deki mobil benzin istasyonundan yapılacak, sonra da meclis’e gidilecekti. 29 ekim sabahı fabrikaya gelen otomobilli, motosikletli oldukça kalabalık bir trafik ekibinden oluşan eskordun arasında devrim’ler yola çıktı. çıktı ama, eskorttakiler, benzin alma işinden haberleri olmadığı için mobil’e uğramadan yola devam ettiler. meclis’in önüne gelindiğinde durum anlaşıldı, acele getirilen benzin 1. arabaya kondu, 2 numaraya konacağı sırada cemal paşa meclis’in önüne gelmiş ve anıtkabir’e gitmek üzere 2 numaralı devrim otomobiline binmişti. yola çıkıldı fakat, 100 metre kadar sonra motor öksürerek durdu. cemal paşa’nın “ne oluyor?” sorusuna direksiyondaki y. muh. rıfat serdaroğlu “paşam, benzin bitti.” cevabını verdi. paşa’dan özür dilenerek 1 numaralı devrim’e geçmesi rica edildi. büyük bir hoşgörü ile buna uyan cemal paşa anıtkabir’e bu otomobil ile gitti, inerken ünlü “batı kafasıyla otomobili yaptınız ama doğu kafasıyla ikmali unuttunuz.” sözlerini söyledi.

    ertesi gün bütün gazetelerin sözbirliği etmişçesine “100 metre gidip bozuldu” başlığını attıkları 2 numaralı devrim aynı gün hipodrom’daki geçit törenine katılıyor, basınımız ne bunu, ne de cemal paşa’nın anıtkabir’e bir başka devrim otomobili ile gittiğini yazmıyor, yalnızca haber, yorum ve fıkralarda harcanan bunca paranın boşa gittiğinden dem vuruyorlardı. oysa aynı yıl tarım bakanlığı bütçesine konmuş bulunan “at neslinin ıslahı” için 25 milyon tl ödenekten ve sonucundan kimse söz etmiyordu. hala merak eder sorarım at neslinde o günden buyana bir gelişme sağlanmış mıdır diye...

    bir de otomotiv sanayimize bakalım: ekonominin gerekleri uyarınca montaj biçiminde başlayıp bugün büyük birer sanayi kuruluşu durumuna gelmiş bulunan kamyon-otobüs-otomobil firmaları yüzbinlerce araç üretebiliyor... ve bunlar ithal yolları açık olduğu halde satışlarını arttırabiliyorlar.

    acaba bugüne kadar basınımızdan olumlu yazılar almamış olan devrim otomobilleri yapılmasaydı, türkiye’de bir otomotiv sanayii oluşabilir miydi, hiç sanmıyorum. çünkü devrim otomobillerinin ortaya çıkmasıdır ki “türkiye’de otomobil ve motor yapılamaz” görüşünü yıkmış tartışmaların yönü değişmişti.
  • sırf topu var diye banka müdürünün oğlunu mahalle maçına almak zorunda olmamak...
  • romanci murat uyurkulak in ilk romani tolun ilk cumlesinin oznesi:

    'devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve cok guzeldi.'
  • dalgalar halinde kendini yerlestiren, kokunu bir dusunce akimindan alan toplumsal degisimler..

    kanliysa ihtilal degilse devrim olur, reform olur gibi kavram karmasalarina girmeden tarihteki devrim sureclerine bakildiginda, en ilgi ceken ozelliklerden biri (en azindan kendi ilgimi) devrimlerin ozellikle yakin cag’dan sonra yaklasik 20 – 30 yillik surecler dahilinde kendilerini ileriye ya da geriye donuk olarak yenilemeleri.

    bi kere devrimlerin zamanin felsefeleri ile cok dogru orantili bir ilerleme sureci var. gunun dusunce akimlari da dogal olarak yasamin kosullarindan etkileniyor.

    devrimler de bu yeni akimlarin ardindan cig gibi buyuyerek geliyor ve birkac dalga halinde kendilerini yerlestiriyorlar. hicbir bebegin sancisiz dogmadigi gibi genelde ilk atilan adim, dogal olarak acilarla yanlislarla dolu oluyor (burasi cok arabesk oldu – aci var mi aci). yillarin yerlesmis duzenini zor kullanmadan degistirmek kolay olmuyor. kendileri eski duzeni gormus olan, on devrimciler, yeni yerlesmis olan sisteme buyuk bir hirsla sariliyorlar sanirim ki, kendilerinden sonra gelen yeni degisim dalgalarina karsi muhafazakar bir tepki gosteriyorlar. oysa ki ilk dalganin etkilerini birebir yasamamis, o zamanlarda dogmus, genclik, delikanlilik caglari yeni yonetim seklinin olumsuzluklari icinde gecmis olanlar ise, sureci baska bir yone tasima yonunde ilerliyor.

    bir sure sonra artci devrimler siradan hale gelince, yani toplum surekli olarak degismekten bikinca, yeni gelen devrim, bunlari sonlandirmak oluyor ve boylece toplum bir sure nispeten ayni yonde ilerlemeye devam ediyor.

    simdi yayinimiza, dusunce akimlari ve devrim dalgalari uzerine en bilinen orneklerle devam ediyoruz: (lutfen tarihler arasindaki surelere dikkat ediniz)

    ornek 1: fransiz ihtilali
    etkileyenler: cografi kesifler ve ticaretin gelismesi sonucu burjuva kismin guclenmesi ve insan ve ulus olma bilincinin yerlesmesinde jean-jacques rousseau, voltaire vs.
    birinci dalga: 1789 – kralligin devrilmesi
    ikinci dalga: 1815 – monarsinin yeniden kurulmasi (napoleon bonaparte)
    ucuncu dalga: 1830 – temmuz monarsisi
    dorduncu dalga: 1848 – ikinci cumhiyet
    besinci dalga: 1852 – yeniden krallik (napoleon iii)
    altinci dalga: 1875 – ucuncu cumhuriyet

    ornek 2: rus devrimi
    etkileyenler: oncelikle fransiz ihtilalinden etkilenmis dusunur ve yazarlar (vissarion grigorievich belinsky, dostoyevski vs) sonra diger imparatorluklarin dunyayi coktan parsellemis olmalari sebebiyle, arada buzulmus almanya ve depresif, bu cemberi kirici dusunceleri ile arthur schopenhauer, friedrich nietzsche, karl marx, friedrich engels

    henuz o noktaya gelmeden, fransa’dan rusya’ya gecelim

    1812 – napoleon’un ruslara yenilmesi
    1815 – 14 aralik – aralikcilarin otokrasiyi bitirmek icin ayaklanmasi
    1848 – petrashevistlerin ayaklanmasi, (dostoyevski de bunlardan biridir)
    1861 – koleligin kaldirilmasi
    1898 – sosyal demoktratik isci partisinin kurulmasi
    1905 – iscilerin ayaklanmasi ve kanli pazar
    1917 – bolsevik devrimi

    daha devam edelim rusya’dan

    1939 - 1945ikinci dunya savasi ve komunist blok’un olusmasi
    1956 – nikita kruscev’in basa gecerek de-stalinizasyon denen sureci baslatmasi
    1985 – gorbacov reformlarinin baslangici ve birkac sene sonra da sscb’nin yikilisi

    kisa kisa almanya

    1815 – viyana kongresi - fransa’nin kistirilmasi ve ulusal sinirlarin baslamasi
    1848 – almanya, macaristan ve italya’da milliyetci ayaklanmalar
    1871 – almanya’nin birlesmesi
    1914 – almanlarin kasinmasi ve birinci dunya savasi
    1939 – yetmedi mi ucuncu reich ve ikinci dunya savasi

    kisaca amerika

    1776 – amerika’nin bagimsizligini ilani
    1820 - missouri’ni koleligin kismi olarak kaldirilmasi
    1861 – amerikan ic savasi

    ya da avrupa birligi

    1957 - aet’nin temelini olusturan roma anlasmasi
    1979avrupa parlementosunun kurulmasi
    1992 – maastricht antlasmasi

    son olarak da osmanli’daki tarihlere bakmak gerekirse

    1808 – sened i ittifak
    1826 – yeniceri ocagi’nin kaldirilmasi asakiri mansurei muhammediye’nin kurulmasi
    1839 – tanzimat fermaninin ilani
    1876birinci mesrutiyet ve kanuni esasi
    1908ikinci mesrutiyet in ilani
    oradan turkiye cumhuriyeti’ne gecersek
    1923cumhuriyet’in ilani
    1950 – cok partili duzene gecis

    evet yukaridaki orneklerden de goruldugu gibi, devrimler ya da toplumsal degisimler dalgalar halinde gelmekte. ve bir sure sonra da yavaslamakta.

    cin’den hindistan’a guney amerika’dan afrika’ya kadar bir cok ulkenin devrim sureclerine bakildiginda benzer iliskiyle karsilasilacaktir.

    ama tarih yalnizca gecmis degildir, onemli olan neden-sonuc iliskilerini iyi anlayarak gelecege isik tutmaktir. toplum belirli bir duzene oturana kadar degisimlerin sureciginden yola cikarsak, 1979 - iran devrimi ya da 1991’de sscb’nin yikilmasi ve avrupa birligi henuz tamamlanmamis buyuk degisim surecleri olarak gorulebilir. dolayisiyla da yeni devrimin hangi yonden geleceginin degerlendirilmesinde bu noktalar goz onunde bulundurulmalidir.
hesabın var mı? giriş yap