• filmin başlarında iki melek üstü açık arabada dertleşirler, raporlaşırlar. kişisel sinema tarihimin en vurucu sahneleri arasında yer alan bu sahnede bizimki (ganz) bir ara şöyle der: "bugün biri yağmur yağarken şemsiyesini kapadı ve ıslandı.."
  • çocuk çocukken bir film izler. hiçbir şey hakkında pek fikri yoktur, bu film hakkında da olmaması olağandır o vakit. “güzel bir filmdi” der, “melekler vardı ve insan olmak istiyordu bir tanesi”. çocuk çocukken çünkü her şey vardı ve gerçekti. yıllar sonra bir gün, masalarda oturmak, yemek, içmek, her şey yalanken, bir daha izledi. insan ruhunun güzelliğine inanmaktı artık tek gerçek olan. büyüdü ve ne zaman inancını tazelemesi gerekirse, tam da o zaman, berlin üzerinde gökyüzü vardır, gerçektir. sonsuzluğu bitirmek ve yeryüzüne tutunmak için oradadır.

    şiirle sinemanın birbirine bu kadar güzel yaklaştığı, kucaklaştığı başka bir film bilmiyorum.
  • wim wenders'ın peter handke ile birlik yaptığı; müzikleri nick cave amcaya ait kırkambar film..
    vaktiyle defter 10'da, oruç aruoba'nın da üstüne "çocuk, çocuk oldukta"yı döktürdüğü der himmel uber berlin..
  • varoluşçu bir meleğin maceralarının anlatıldığı, idmanlı bir izleyiciye ihtiyaç duyan film.
  • berlin'de geçen film. film esnasında cafe marmara, ulus gıda pazarı gibi dükkanlar görmek mümkün, ayrıca bir sahnede meleğimiz yolda yürürken zülfü livaneli'nin karlı kayın ormanı şarkısı duyuluyor.
  • --- spoiler ---

    sadece seninleyken yalnız olabiliyorum
    --- spoiler ---.

    (bkz: gercek aski kovalamak)
  • siyah-beyaz ve renkli film cekimini birarada en anlamli ve yerinde kullanmis filmdir. benim icin film tarihinin en anlamli ve guzel eserlerinden biridir ayrica. ilk defa almanca film dersinin rahatsiz koltuklarinda izledigimde hayatimda izledigim en guzel film oldugunu dusunmustum. o zamandan bu zaman 4 sene gecti ve hala oyle dusunuyorum. berlin'in uzerinde bir gokyuzu ifadesiyle filmde deginilmek izlenilen ayrima karsi birlesim dusuncesi bir baslik altinda toplaniyor. bu film sadece bir degil binlerce konuya deginiyor aslinda. ask, melekler, tarih ve tabii ki homer'in arayisi. ayrilmis bir almanya, birbirinden uzaklasmis, ayni evde yasasalar bile, birbirlerinde apayri insanlar, biri melek, biri insan, isteseler bile bir araya gelemeyen, apayri asiklar ve cocukluklarini bir koseye birakmis, kendilerini bir yetisken olmanin kati ve soguk melankolisine birakmis, cocuklugundan ayri insanlar. bu film butun bunlari bir, bazen iki melegin gozunden ve bu gozu seyircinin gozuyle birlestiren, havada saliniveren bir kameradan gosteriyor. birlesmeyi bekleyen bir homer, bir melek, ve bir sirk artistinin ozlemlerini, melankolilerini yasatiyor. kamera havada salinirken ve insanlarin hayatlarina, evlerine girip cikarken biz de bir melegin gozlerinden goruyoruz dunyayi. ve sanirim sinema tarihinin en gorkemli son sahnesine de sahip olan bu film etrafimizda dolasan cocuk ruhlu meleklerin oldugu dusuncesini, inancini, guvencesini seyircisine en fazla veren film oluyor. defalarca izlemeye, buyusune kapilmaya, homer'in yikik, ve boluk bir sehrin gri sokaklarinda dolastigi gibi bu filmin karelerinin arasinda dolasmaya doyamiyor insan.
  • ---spoiler---

    seyretmek aşağıya bakmakla değil, göz hizasında gerçekleşir.

    ---spoiler---
  • --- spoiler ---

    ulan melekler, aşk filan anladık da biriniz bile yazmamışsınız: türk kadının epik dramını 10 saniyelik sahnede tüm çıplaklığıyla sergileyen başyapıttır bu film.

    --- spoiler ---
  • savaş zamanı sahneleri çağrıştıran sokak dekorları arasında ilerleyen sürücünün de düşündüğü gibi; almanya o denli parçalanmıştır ki, her birey başlı başına birer küçük devlet haline gelmiş, kendi belirledikleri bireysel sınırları içerisinde postmodern birer kolaj olarak metropol tablosunda bağımsız hareket etmektedir. peter falk un şapkaları denediği sahnede gösterilen; şapkayla beraber değişen maskelerin amacı gerçek kimliği saklamak, ve yabancılaşmış bireyselliği öne sürmekte başarılı olmaktadır filmde. savaş zamanı olan kitle psikolojisinden eser kalmaması, neredeyse bir karakterin çıkıp "nazi almanyasını özledim" diyecekmiş gibi hissetmemizi sağlıyor. bölünmüşlük hissi için ise sanırım duvar gibi somut bir etken varken bunu imgelere çekmeye gerek kalmıyor, "berlin'de kaybolmak imkansızdır, çünkü her zaman duvarı bulursun" sözü marx'ın hayalinden çok uzakta yaşayan bir halkın açık bir pes edişi ve kabullenişi ve umutsuzluğunu dile getirmeye yetmiştir filmde. postmodern sinemanın dönüm noktalarından olan ve david harvey'in de dediği gibi anlaşımlası ve tadına varılması için çaba gerektiren bir film".
hesabın var mı? giriş yap