• tsk'da yapılan hatalar (dz.k.k.lığı versiyonu):

    1. komuta heyeti (general/amiraller) kendini dokunulmaz (untouchable) zannetti. çoğu kumpasla içeri girince uyandılar. hatta bazıları kitap yazdı, ya iş bitmiş, kına yak misali. önemli olan önceden uyanmak, bu duruma gelmemek ve adam kaptırmamak idi.
    2. general/amiral şubeden terfi sonrası subaylık döneminden tamamen farklı, havalarda, astına değil, üstüne çalışan, sanki uzaya ışınlanmış gibi değişime giren bir üst tabaka sınıf yaratıldı.
    3. terfiye esas kritik kadrolara personel şubelerden liyakatla dosyalarını sorarak değil de kendine çalışanı, kendi tanıdığını, ilerde emekli olduğumda kim beni rahat ettirebilir, bana araba yollayabilir gibi babadan oğula geçen kendi sınıfçı/tanıdığı sistem yaratıldı.
    4. savaşan komando yada bunun denizde karşılığı denizaltı, sat gibi personel yerine kokteyl elemanı, yabancı dil bilen, yurt dışına gittiğinde ona hediyeler yollayabilecek, işte kart atacak yalayacak, çocuklarına yurt dışında master/okul imkanı sağlayabilecek liyakatsız tiplere yol verildi, sınıf ayrımı yapıldı. örnek mi? fırkateynci komutanlar, 30 sene fırkateyncilere sadece yol verdi, diğer personeli kontenjan gördü, kuvvetteki tüm kadro teşkilatında tercihen fırkateynci gibi notlar düşüldü. örneğin personel başkanı, harekat başkanı gibi başkanlar ile kritik daire başkanlıklarına hep sınıf ayrımcılığı ile elemanlar oturtuldu. aidiyet bitirildi.
    5. esas güzide kurumlar olan kaynak yetiştiren lise, assubay hazırlama okulu, harp okulu, kuvvet akademileri vb eğitim kurumlarına; görevli sınıf subayları, bölük/tabur/alay/okul komutanlıklarına/öğretim başkanlıklarına vs. orada öğrencilere örnek olacak daha önce komutanlık/kıta k.lığı yapmış kişiler yerine mühendis, güverte görevi yok komodor/alay komutanı olamaz, aha işte buralara verelim de bu elemanı kıta k.lığı yapmış sayalım da sonra terfi ettirelim, işte eşi hasta istanbul deniz harp akademisine komutan yapalım da oradaki imkanlarla eşini tedavi ettirsin vb. liyakatsız tipler verildi. işte bu yapılırsa fetö gibi yapılanmalara yol verilir, o fetöcüler de onlardan olmayan öğrencileri attırır, sözde o komutan da liyakatsız olduğundan, bu atılanlara ne oldu demez, önüne geleni makamından çıkmadan imzalar.
    6. imzasız mektuplara işlem yapıldı. tam fetönün istediği sosyal medyada adam karalamaya yol verildi. onlara karşı durabilecek gerçek vatan evlatları, fetöcülerin kumpas şikayetleri ile atama olarak sürüldü ve yerlerine bu hainlerin geçmesine müsaade edildi. idari/hukuki soruşturma isteyen dilekçelere veya bunlarla mücadele eylem planına işlem yapılmadı, hasır altı edildi.
    7. istihbarat başkanlığı sadece isim de kaldı, arapların el muhaberat gibi soğuk isim ve teşkilatı yıllarca değişmedi. elinde laptoplı, network bilenler gibi günümüze uygun yapılanmaya gidilmedi. bakın örnek vereyim, fetöcü eleman n.verel kitap yazıyor ve kitabında diyor ki albay muhitin elgin'i biz yetiştirdik, bir baktım londra'da genkur ıı.başkanının yanında fotosu var. işte bu eleman burada ismi yazılmışken bir de çok gizli harekat planlarının olduğu dairemde yerime albay başkan sonradan da amiral yapıldı.
    8. yabancı dil notu yetersiz, örneğin 61 olan yalaka nato'da en üst karargaha gönderildi. orada bu eleman bilgisayarını 3 yıl açmadı, hatta master yapıp, bunları arayarak emirlerini sordu. yani liyakasız görevlendirmeler yapıldı. eşitlik prensibi bozuldu.
    9. işte fetöcüleri seçen bu komuta kademesi olup, uyudular, şimdi aa'na kadar yolları var. gidip 18 kasım gibi törenlerde protocolus'ta oturan bunlara isteyen hürmetlerini sunabilir, ben taaaa derinden zamanında sundum ve bunlarla işim olmaz.

    hayırlı uyumalı seyirler. uyursan ölürsün, memleket ölür...
  • bu komutanlık 2.abdülhamit, birilerinin evliya saydığı padişah, döneminde kendisini tahttan indirirler korkusuyla fiilen kapatılmıştı. donanma haliç'te çürütülmüş, komutanlar türlü sebeplerle şark hizmetine, gözaltına, emekliliğe gönderilmişti. fransa tunus'u işgal ettiğinde donanmamız çürüdüğü için osmanlı olayı yazılı nota ile protesto etmekle yetinmişti.

    http://tr.wikipedia.org/…a_dönemi_osmanlı_donanması
  • artık mevcut hali ile "kutsal roma germen imparatorluğu'nu" anımsatmaktadır.
    adı geçen devlet elbette kutsal falan değildi.
    roma ile de alakası yoktu.
    imparatorluk şeklinde tanımlanması da imkansızdı.
    sadece, germen kısmı doğruydu.
    deniz kuvvetleri komutanlığına gelince.
    ortada ne kuvvet ne komutan kaldı.
    elde var bi deniz. ona da bakıp bakıp çay içeriz artık amk.
  • hedefte neden deniz kuvvetleri komutanliği var

    türk silahlı kuvvetleri içinde, “onur patlaması” olarak kavramlaştırılan intihar vakaları ülkenin gündemini sarsmaya devam ederken, intihar eden subayların çoğunluğunun deniz kuvvetleri’ne mensup olmaları dikkat çekiyor. son olarak, bu ağustos’ta amiralliğe terfisine kesin gözüyle bakılan kıdemli kurmay albay berk erden’in intiharı, gözleri bir kez daha deniz kuvvetleri komutanlığı’na çevirdi.

    deniz kuvvetleri komutanı oramiral eşref uğur yiğit’in albay erden’in cenazesinde yaptığı açıklamalara geçmeden önce, denizci subayların intihar eğilimleri üzerinde durmak gerekiyor. uzatmadan cevabı yazalım; irtica ile mücadele planı’ndan amirallere suikast planı ve kafes planı’na kadar birçok iddia ve buna eşlik eden çirkin karalama kampanyaları, deniz kuvvetleri’ni hedef almakta ve burada görev yapan personelin moralini bozmaktadır. bugün genelkurmay başkanı ilker başbuğ’un gölcük’teki donanma komutanlığı’na yaptığı destek ziyaretini, her türlü insani ölçünün dışındaki bu vicdansız sinir harbinin yarattığı tahribatı onarma çabası olarak görebiliriz.

    bu noktada, orgeneral yiğit’in “poyrazköy’de cephane saklamakla suçlananlar, birliğin komutanı; neden silahları dere yatağına gömsünler ki?” sorusunun, denizcilere karşı yürütülen kampanyanın gerçeklere dayanmadığı konusunda son derece ikna edici olduğunu belirtmek gerekmektedir. o halde şu soru akla takılıyor; haksız suçlamalar niçin deniz kuvvetleri üzerinde yoğunlaşıyor?

    karadeniz’de egemenlik savaşı

    bu sorunun cevabı, amerika’nın rusya’ya karşı izlediği siyasetin ayrıntılarında yatmaktadır. kısaca bu ayrıntılara göz atalım.

    4 şubat günü romanya başkanı traian basescu’nun, abd’nin füze savunma sistemini romanya’ya yerleştireceği yönündeki açıklaması, kuzeyimizdeki güçler dengesini önemli ölçüde değiştireceğe benziyor. nitekim münih güvenlik zirvesi sırasında alınan bu “beklenmedik” karar, füze sisteminin iran’dan daha çok kendisine yöneldiğini düşünen rusya’yı harekete geçirmiş ve ertesi gün devlet başkanı medvedev, nato’nun ve amerika’nın yerleştireceği füze savunma sisteminin ulusal güvenliğe ve bölgesel istikrara tehdit oluşturduğunu kabul eden “yeni askeri doktrini” imzalamıştır. batıya karşı oldukça sert bir tutum benimseyen bu yeni doktrinin, herhangi bir konvansiyonel saldırı veya ihtimali durumunda nükleer silah kullanımına izin verdiğini not edelim.

    geçtiğimiz yılın eylül ayında abd başkanı barack obama, polonya ve çek cumhuriyeti’nde kurulması planlanan ve bush döneminde hazırlanan füze kalkanı projesini kaldırdığını duyurmuştu. bu proje, kara-temelli füze sistemini öngörüyordu. karadeniz’e kıyısı olan romanya üslü yeni füze kalkanı projesi ise, karanın yanında deniz-temelli füze sistemini de içermektedir ve amerika dış işleri bakanı sözcüsü bu durumun altını çizmektedir.* kuşkusuz bu plan, bush dönemindeki plana göre daha kapsamlı ve daha tehditkârdır.

    zaten mesele de bu noktada düğümleniyor; amerika’nın karadeniz’e taşınmasını içeren bu karara, karadeniz’deki donanmasına beş savaş gemisi daha ilave ederek karşılık veren rusya’nın dış işleri bakanı sergey lavrov, “amerika bu kararı alırken, montrö sözleşmesi’ni dikkate aldı mı?” sorusunu soruyor. gürcistan’la yapılan ağustos savaşı sırasında, amerika’nın “yardım” amaçlı savaş gemilerini boğazlardan geçirmek istemesiyle patlak veren montrö krizi henüz belleklerimizdeki tazeliğini korurken, karadeniz’de montrö üzerinden yeni mücadelelerin başlayacağını öngörmek, zor olmasa gerek.

    karadeniz’e kıyı olmayan ülkelere ait savaş gemilerinin üç haftadan daha fazla kalamayacağına veya üçüncü ülkelere ait savaş gemilerine konan tonaj sınırına ilişkin maddeleri amerikan tarafının hangi yollarla aşacağı belirsizliğini koruyor. ne olursa olsun, ortada olan tek gerçek şudur ki, romanya’ya yerleşen amerika’nın montrö’yü ihlal etmeksizin gemilerini karadeniz’de tutması mümkün değildir.

    karalama kampanyaları

    tekrardan orgeneral başbuğ’un habertürk’e verdiği mülakata dönmekte yarar var; büyük devletlerin karadeniz’e hâkim olma çabasına değinen başbuğ, karadeniz’in öneminin arttığını ve burada yapılacak ufak bir hatanın bile bedelinin elli-altmış sene sonra ortaya çıkacağını haber veriyor. tsk’ya karşı yürütülen iftira ve yıpratma kampanyasının iç mihraklardan mı yoksa dış mihraklardan mı destek aldığına ilişkin soruya da ilker paşa, “günü gelince konuşuruz onu da.” cevabını veriyor.**

    o halde bir sonuca varabiliriz.

    montrö sözleşmesi, amerika’nın rusya’yı kuşatma politikasının önündeki uluslararası hukuka ilişkin engellerden bir tanesidir; hem nato tatbikatları hem de israil’le yapılan ortak tatbikatlarda bu sözleşmenin sürekli ihlal edilmesine bakarak, bu engelin önemli olup olmadığı tartışılabilir. ancak, gürcistan savaşı sonrasında lehine dönen güç dengelerinden taviz vermek istemeyeceği anlaşılan rusya’nın, bundan sonra, montrö ihlallerine karşı daha duyarlı olacağını ve geçmişte olduğu gibi homurdanmakla yetinmeyeceğini söyleyebiliriz.

    özetleyecek olursak; montrö üzerinden bir çatışma çıkarsa, hem boğazları elinde tuttuğu hem de karadeniz’e kıyısı olduğu için, türkiye bu çatışmanın dışında kalamaz. amerika türünden tarihsel bir “müttefik”in, türkiye yerine romanya’ya yerleşmesi durumunda, terk edilme korkusu yaşayacak bazı unsurların montrö’yü savunma konusunda bir direnç gösterme ihtimali bulunmaktadır ve washington’un bu ihtimali göz önüne aldığı kesindir. gerekçesi ne olursa olsun, bu direnci sergileyebilecek tek güç, türk donanmasıdır.

    eşref yiğit paşa’nın,”gemiler teknoloji ile yüzüyor, ama morali bozulan personel gemiyi yüzdüremez” sözü çok yerindedir. amerika’nın montrö’yü ayak bağı saydığı bu aşamada, türkiye’nin imzasının olduğu bu anlaşmayı savunabilecek güçlerin yıpratılmasını tesadüf sayamayız.

    http://www.odatv.com/…ri-komutanligi-var-1202101200

    tüm bu yaşanan süreç artık tsk yı cezalandırmak, yıpratmak amaçlı çuval geçirenlerin artık dışarda değil içerde olduğunu gösteriyor...
  • (bkz: efenim)
  • fetönün en güçlü olduğu dönemde, 2011 yılında deniz astsubaylık mülakatlarına girmiştim. denizci subayların bana sorduğu soru şuydu: bu ülkedeki gerici unsurlar kimlerdir?
    nurcular, fethullahçılar dedim.
    mülakattan çıktım.
    herkes 1 saattir beklerken,
    5 dk sonra başarıyla geçtiğim haberi geldi.
    deniz kuvvetleri başkadır.

    https://twitter.com/…tatus/1248294783946231809?s=19

    edit: sol gözümde 1.75, sağ gözümde 0.50 astigmat var diye sağlık raporu alamadım, kabul edilmedim.
  • askeri uzman falan değilim ama türkiye gibi 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülke için ufak kalıyor gibi.
  • ak parti döneminde, iktidarın fetullahçılarla yaptığı iş birliğinden doğan ihanet planı aracılığıyla en çok yıpratılmış hatta doğru tabirle en çok saldırıya uğramış kuvvetlerimizdendir. dış güçler, dış güçler diye insanların aklıyla dalga geçenlerin, aslında nasıl büyük hainler olduğunu da bizzat görmemizi sağlamıştır.

    denizcilik bir disiplin ve gelenek işidir. dünyanın en iyi gemilerine sahip olsanız bile, mürettebatınız deneyimsizse, emir komuta zinciriniz darmadağınsa sizi kimse kurtaramaz.
  • özellikle teknolojik üstünlüğü ve komuta kademesindeki deneyim ve ustalık arttıkça göze batan ve komuta kademesi ve değerli subayları, büyükbaşların ülkemizdeki güdümlü dahili bedhahlarınca alaşağı edilen değerli komutanlığımız.
  • ankara bakanlıklarda bulunan kuvvet komutanlığı.
    önünde genelkurmay, yanında hava kuvvetleri, sahil güvenlik komutanlığı ve tbmm bulunur.
    askerliğimi burada yaptım ben, benim zamanımda yüksek kademelerdeki her gün gördüğüm komutanların yarısı tutuklu, yarısı da istifa etmiş görünüyor.
hesabın var mı? giriş yap