• az önce bir kez daha gerçekleştirdiğim senelik haccım. hayatım boyunca beni en çok etkileyen ve muhtemelen her zaman için en çok etkilemiş olarak kalacak olan sanat eseri. bir oyundan çok daha ötesi, kişisel bir deneyim. en sevdiğim yanı ise hikayede bıraktığı boşluklar. anlatıcının anlattıklarından yola çıkarak kendi hikayemizi yazdığımız bir eser dear esther. bu açıdan aslında kendi hikayesini yazmayı sevenler için eşsiz bir fırsat. çünkü hayal kırıklığına uğrama ihtimaliniz yok*müzikleriyle, atmosferiyle, her şeyiyle thechineseroom'un ellerine sağlık diyorum.

    benim için hikayesi ise genel olarak düşünülen hikayeyle aynı. biz geçirdiği trafik kazasından sonra komada olan esther'i yönlendiriyoruz. ada bizim zihnimiz, duyduğumuz ses hastanede, baş ucumuzda bizimle konuşan, bize kitap okuyan eşimiz. gördüğümüz kimyasal formül alkolün formülü, gördüğümüz elektrik devreleri ise araba aküsünün şeması diye düşünüyorum. araba parçaları, otoyol, kavşak, oyunda sıklıkla bahsi geçen konular. şu çok açık ki biz bir trafik kazası sonrası komadayız. bize çarpan arabanın şoförü ise alkollüydü. bunu da son bölümde eşimizin bize söylediği "he should not be sat there with his chemicals and his circuit diagrams, he should not be sat there at all." sözünden çok net bir şekilde anlıyoruz. hayaletler ise benim için yakınlarımız anlamına geliyor. zihnimizin dibinde, azgın suların vurduğu sonsuzluğun ortasındaki kıyılarda en yakınlarımız dahi bizim için bir silüetten başka bir şey değil. çünkü attığımız her adımla birlikte ölüme gidiyoruz. ne zaman ayağımız kaysa, beklemediğimiz bir düşüşe maruz kalsak hastanedeki bedenimiz ölüme yaklaşıyor fakat her seferinde geri geliyoruz. ancak ne zaman ki antenin üstünden kendi irademizle atlıyoruz. bu sefer eşimiz bize seslense bile geri gel(e)miyoruz.

    ölümü bu kadar kısa zamanda bu kadar iyi anlatan başka bir eser olamaz herhalde. ölümün korkutuculuğunu, verdiği huzurunu, rahatsız ediciliğin, gizemini, her şeyini çok iyi bir şekilde yansıtan bir eser. ölüme dair saydığım her şeyi ve daha fazlasını hissettiriyor.

    tanım: bizi, ölümüne 1 saat kalan bir kadının başucunda bulunan eşinin okuduğu kitaba göre şekillenen bilincinde gezdirerek ölümü her yönüyle anlatmayı başarmış bir sanat eseri.
  • yalnızlığın iliklerine kadar hissedildiği görsel bir şiir şöleni. duygu ve düşüncelerle yaşayan yalnızların hislerine tercüman olmuş bir ilk. oyun kategorisine girmeyen bir oyun. oyun değil ama oyun. bilemedim şimdi. mükemmel bir şey. bu kadar tanım yeter herhalde. oyunu aynı gün içerisinde iki defa bitirmeme rağmen üçüncü için kısa bir süre geçmesini bekliyorum ki kendime geleyim. zira ortalama 1-1,5 saat süren bu serüvenden her oynandığında başka şeyler çıkarılabiliyor. hatta görülebiliyor.

    ne diyorsun amına koyim diyenler için gelsin: bu bir oyun (demeye dilim varmıyor) ve oyunda amacımız yok. hiç bir aksiyon yok. sadece ileri geri sağa sola gidebiliyoruz. yani bırakın oyun severleri klasik icon adventure oyunu sevenler bile sıkıntıdan buna dayanamaz. ancak edebiyat ve yalnızlık severlere tavsiye ederim. neyse.

    --- spoiler ---

    oyunun sonunda yere düşmeyip mektupların olduğu yere yönelmemiz bizim ruh-hayalet benzeri bir şey olduğumuza işaret ediyor bence.
    zaten antene giderken tepede gözüken silüeti gördüğümde tüyler saygı duruşuna geçti birden. kaşla göz arası kayboldu tabi. otoyolu gördüğümüz sahnedeki gibi. daha sonra ikinci oynadığımda farkettim gizli hayaletleri. hastane odasında bir yataktayız ve beynimiz nörolojik oyunlara gark ediyor da olabiliriz bizi. sanitarium'u hatırlatırım.

    --- spoiler ---

    öyle ağır bir ingiliz edebiyat dili var ki anlatıcının, toplasan belki 10 civarı paragraf konuşuyor ama yazı kaybolana kadar anlamak var bir de anladığını anlamak var. ilk oynadığımda olayın özünü zerre anlamadım. acaba gerizekalı mıyım dedim de sonra kimsenin anlamadığını okuyunca nasıl da rahata erdim. bu sebeple dil paketinden yararlanmakta büyük fayda var. çünkü dil bilmek yetmiyor böyle durumlarda. ayrıca ingilizce'nin yaratıcı bir dil olmadığını da çürüttü benim gözümde.

    beni en çok kıran nokta ise, bu oyun burda bitmez ve bitmemeli!

    şu dünyada tek saygı gösterdiğim insandır indie yapımcısı. gerek oyun gerek film. sen ben gibi düşünüp yanına yandaş bulan adam bunlar. ne godamanların eline ayağına bakar ne de kimse onu yönlendirebilir. o yüzden diyorum ki, aynı atmosferde ve sürede bir ikinci part çıkarsalar yeter. ek paket gibi. her şeyi açıklamasa da yine bize bıraksa da kompozisyonun sonunu, o da kafi. yeter ki tat damakta kalmasın.

    nacizane incelememin sonuç kısmında yine bir tanım yapasım geldi bak. tutmayın yapacağım! ıssız ada yalnızlığının resme bürünmüş, dizelere dökülmüş, zaman zaman müzikle süslenmiş karanlık bir halidir dear esther. sanırım çok etkilendim. canımı yaktı gece gece bu oyun.
  • --- spoiler ---

    anlatıcı, narrator dediğimiz şahıs, anladığım kadarı ile esther'in ya sevgilisi ya da eşi. ve bu anlatıcı muhtemelen ölmüş, tıpkı esther gibi. çünkü son sahnede kendini fener kulesinden attıktan sonra ölmüyor. ve eğer baştan beri ölmüşse de ada denilen yerde sıkışıp kalmış bir ruh diyebiliriz.

    anlatıcının ruhu siz onu ilerlettikçe çevredeki yer ve eşyalara göre size yaşadığı olayları, anıları anlatmakta ve aynı zamanda esther'e seslenmekte. anlatıcı adada çok uzun bir süredir sıkışık kaldığını söylüyor bir yerde, bence bu sıkışma esther'i bir türlü bulamayışıyla da ilgili olabilir.

    bir teorime göre, anlatıcı ve esther araba yolculuğu yaparken adanın etrafındaki yolda kaza geçirip hakkın rahmetine kavuşuyorlar ve dolayısıyla anlatıcı burada sıkışıp kalıyor.

    diğer bir konu, oyunda bahsi geçen dört karakterin olması. bunlar: donnelly, esther, jakobson, paul.

    eh esther'in kim olduğunu az çok çakalladık. gelelim diğerlerine.

    - donnelly meselesi şu: adam kitap yazmış on sekizinci yüzyılda "a hebridean islands" adında. hebrid adaları'nda (iskoçya'nın batı kıyılarında ki britanya adasının en eski kayalarının bulunduğu ada imiş, wikipedia sağolsun.) yaşayan ünlü bir keşişi araştırmak için buraya gelmiş. ancak keşişi bulamayınca ada sakinlerinden, çoban jakobson'ın öyküsünü yazmış. donnelly'nin frengisi ve uyuşturucu bağımlılığı varmış. ağrılarına muhtemel ikinci sebep ise böbrek taşıymış. söylentiye göre frengisi onu hayal dünyası geniş bir yazar yapmış ve yapıtlarının doğruluğunun ne kadar güvenilir olduğunu sorgulatmış. donnelly nihayetinde eve döndüğünde ölmüş ve bedenini hastaneye bağışlamış.

    anlatıcı, donnelly'nin kitabını bir kütüphaneden almış (kaza öncesi) ve hikayenin sonunda kitabı yakmış ya da denize atmıştır deniyor.

    esther'in, donnelly'nin soyundan geldiği iddia ediliyor.

    -gelelim jakobson'a: iskandinav kökenliymiş. adanın ilk çobanı. evlenebilmek için hallice güzel bir baraka inşa etmiş ancak baraka tamamlandıktan iki yıl sonra ölmüş. ölümünün hangi sebepten olduğu belirlenememiş. donnelly, jakobson'ın beslediği keçilerdeki bir hastalıktan ya da doğuştan gelen bir hastalık yüzünden öldüğünü not ediyor. ayrıca notlarına köylülerin jakobson'ın ölü bedenini bir mağaranın içine ya da bir milin üzerine atıp çürümeye terk ettiklerini de yazıyor.

    donmuş cesedini, çok sert geçen bir kışın ardından ilkbaharda bulmuşlar. köylüler, köye hastalık yayılır korkusu ile cesedi mağaraya atmışlar ya da her nereyeyse artık.

    oyunda, anlatıcıyı ilerlettirerek jakobson'ın evine girebilirsiniz.

    -paul: wolverhampton'da yaşıyor ve bir ilaç şirketinde çalışıyor. exeter'daki bir konferanstan geri dönerken, anlatıcı ve esther'in bulunduğu arabaya çarparak kaza yapıyor. paul'ün alkollü olduğu için kaza yaptığı tahmin ediliyor.

    hikayenin sonunda paul jakobson olarak adı geçmiş paul kardeşimizin. (eski versiyonlarında.)

    paul, (kazadan sonra mı belli değil) anlatıcıya bir fincan içecek vermiş. bu fincan anlatıcının takıntısı olmuş ve dolayısıyla oyunda her yerde kimyasal formülleri ve formüllerden oluşturulmuş fincan şekillerini görmekteyiz.

    ahada bu kadar.

    --- spoiler ---

    kendimi hikayesini anlatmaya adadığımdan oyunun güzel müziklerinden ve görüntülerinden bahsetmedim ama diğer suserlar bol bol anlatmışlar zaten.

    hepinize dear esther'ler.

    edit: imla.
  • türkçe dil desteğiyle bile anlayamadığım oyun. galiba problem bende. *
  • adam öldürmemeceli fps.

    --- spoiler ---

    sevgili esther, selamün aleyküm kardeş! nasılsın?

    yürümekten haz alanların oyununa hoş geldiniz. "ben acayip yürürüm, kimse benim gibi yürüyemez," diyorsanız bu oyun tam size göre arkadaşlar! son dönemin tam bağımsız bilgisayar oyunu ile karşı karşıyayız. ne çeyrek, ne yarım, tam, ama tam bağımsız!

    “sevgili esther. bazen bu adaya hayat veren benmişim gibi hissediyorum. enlem ve boylamlar arasında bir yerde boşluk oluştu ve ada buraya konuldu. ne kadar zor bağdaştırsam da hayatımda tüm varsayımları reddeden tek bir başlangıç noktası olarak kaldı. her dönüşümde yeni işaretler bırakıyorum. çaresizliğimin düşmanca bakışı içinde onların baharda filizlenmesini umuyorum."

    az önce oyunun denizinde yüzerken iyice açılıp boğulmaya çalıştım, fakat bir ses, "geri dön," dedi ve maalesef otomatikman geri döndürüldüm. 2013 yılına hiç yakıştı mı şimdi bu sınırlandırma? kam bek'miş. ulan zaten aşırı derecede dalga geçiyorsunuz bizimle, sürekli yürümek ney lağ? "w" tuşumun silinen boyasının hesabını kim verecek?

    "sevgili esther. ne kadar süredir burada olduğumu ve kaç kez buraya geldiğimi artık bilemiyorum. kuşkusuz, bu yerin coğrafyası bana o kadar tanıdık ki, önümdeki formları ve şekilleri aslında gördüğümü kendime hatırlatmak zorundayım. gözüm kapalı bu kayaların arasından, uçurumların kenarından düşme korkusu olmadan ayağımı sürüyerek gidebilirim. ayrıca hep şöyle düşünmüşümdür, birisi düşecekse onun gözünü tamamen açmak gerekir."

    mağaradaki işaretleri çözen var mı, varsa bana ulaşsın. ben ortadaki işarette bir tavuk gördüm sanırım, ağzından bir şey hömkürüyordu.

    "donnelly keşişin efsanesini anlattı; kutsal bir adam yalnızlığın en saf halini arıyormuş. söylenenlere göre, anakaradan buraya altı olmayan bir tekneyle kürek çekerek gelmiş. böylece denizin bütün yaratıkları gece çıkıp onunla konuşabilirmiş. bu konuşmalardan kim bilir ne kadar hayal kırıklığına uğramıştır. belki şimdi, denize dadanan tek şeyin tankerlerin boşalttığı çöpler olduğundan, huzuru daha iyi bulabilirdi. derler ki kollarını güneydeki bir vadiye doğru açmış ve falez açılıp ona sığınak oluşturmuş. yüz on altı yıl sonra yüksek ateşten ölmüş. çobanlar mağaranın ağzında ona hediyeler bırakırmış, ama donnelly yazmış ki onu gördüğünü iddia eden kimse yokmuş. mağarayı ziyaret ettim ve hediyelerimi bıraktım, ama onlar gibi, ben de onun yalnızlığı için değersiz görünüyorum."

    daha oyunun ilk 15 dakikasında senaryodaki yüksek edebiyat göze çarpıyor. birileri çok şiir okumuş bu oyunu yazarken, belli. ama bizim cengâver türk şairlerden hiç okumamış, varsa yoksa edgar allan poe okumuş ellam.

    "annenin anlattığına göre, sen doğduğunda, doğumhaneye bir sessizlik çökmüş. yüzünün sağ tarafını büyük kırmızı bir doğum izi kaplıyormuş. kimse ne diyeceğini bilememiş, sen de hava boşluğunu doldurmak için ağlamışsın. seni bu yüzden hep takdir ettim; bulduğun her boşluğu doldurmak için ağlıyordun. sırf yeteneğini kullanabilesin diye, senin için boşluklar üretmeye başladım. doğum izi sen altı yaşındayken geçti, tanıştığımız zaman tamamen gitmişti, ama boşluğun sana olan cazibesi ve çaresi aynen duruyordu."

    bu arada sadece birkaç tuşu var oyunun, uyandırayım. f6 ile otomatik kayıt yapılabiliyor, f7 ile de son kaydınızı yüklüyorsunuz. o kadar, bitti. adam olana fazla bile.

    "o çobanlar dindar insanlardı. bu ilişkide aşk yoktu. donnelly bana dedi ki onların bir kutsal kitabı varmış ve katı bir devirle elden ele dolaşırmış. 1776’da, ada tamamen terk edilmeden iki yıl önce, ziyaret eden bir papaz onu çalmış. acaba, o arada sureleri ve ayetleri taşlara ve otlara mı geçirdiler, coğrafyayı önemli bir şifreyle mi işaretlediler; böylece kitabın yolundan gidip haramlarından uzak mı durdular?"

    tamam, oyundaki karakterimiz oldukça zekâlı ve okumayı seçmiş. bunu hemen anladık. az önce de koca teknenin yanında ilk defa işe yarar bir şey söyledi: "teknenin altında bir delik olmalı, yoksa nasıl gelirdi bu keşişler?" buna rağmen steam üzerinde toplamda 50.000'den fazla sattı. artık insanlar gerçekçiliğin farkında. o saçma senaryolardan birazcık da olsa kurtulduk gibi. ayrıca oyunun 14 şubat 2012 tarihinde çıkış yapması da “dear” esprisini kuvvetlendiriyor. yapım ekibinin o gün sevgilileri ile bu oyunu oynadığı aşikâr.

    "bu keşiş, bu kâhin, kemiklerin ve eski ekmeğin uzak tarihçisi, nereye kayboldu? neden, dedi çiftçiler, neden diye sordu jakobson, sırf kollarını tepeye açıp arkandan kapanmasına izin verecek, herkese kapalı ama sadece en özveriliye açık bir müze olan adanın karnına kendini kapatacaksan neden görüşlerini dert edesin."

    oyunda bir tane mağara var sanarak büyük bir hataya düştüğümü anladım an itibariyle. çılgınca işaretlenmiş her yer, oyunun müzikleri son derece duygusal ve derin olsa da, burnuma oldukça pis kokular geliyor benim. hayırlısı...

    "sevgili esther. kendimi bu okyanus kadar özelliksiz, bu körfez kadar sığ ve ıssız, kayıtsız bir enkaz kadar kimliksiz hissettim. benim kayalarım bu kemikler ve uçurumun önündeki çitler. içime deşilmiş mağaralar, kafam bir dağ, bu anten bana böyle iletecek. tamamen korunmasız sinir sistemini, donnelly’nin botlarıyla senin ve benim botlarımız hâlâ çiğniyor. senin için bir meşale taşıyacağım; onu mezar taşımın yanına bırakacağım. beni aşağı taşıyan tünellerde ihtiyacın olacak."

    mağaradaki tünelden aşağıya hunharca uçtuktan sonra suyun sıkışarak aktığı bir yerde kâğıttan gemilerin birleşerek yığıldığını göreniniz oldu mu? kim yüzdürmüştü o kâğıt gemileri? koca bir sır dostum, ha, lanet olası koca bir sır! tamam anlıyorum, muhteşengiz grafiklerle bir şölen gezintisindeyiz. senaryo da çok iyi. tamam da yarım saattir yürüyorum haritada, sadece ölü kuşlar gördüm o kadar. insan iki börtü böcek bari çizer lan, bu nasıl gerçekçilik?

    "burada sadece geceleri bir yaşam çabası var. şamandırayı ve anteni görebilirsin. kendimi diriltmeyi denemek için gündüz uyumaya başladım. son günlerin yaklaştığını görebiliyorum -devam etmek için artık pek amaç yok. burada bulacak yeni bir şey olmalı- bağlanılacak bir görüntüsü olan bir köşe ya da kuytu gibi. köprülerimi yaktım; teknelerimi batırdım ve suya batışlarını seyrettim."

    her yeri işaretlerle dolu olan tünelde biraz tereddüt etmedim değil. müziğin rengi de baya bir değişti. şey etmeseler bari. çünkü bu sefer dikkat ettiyseniz gayet elektronik çizimler bunlar. yani bildiğin fizik dersinde gördüğümüz akım şemaları. adamlar duvarda fizik testi çözecek hali yok ya. zaten bizim eleman kutsal kitaptan ve çobanlardan bahsederken bir şeylerden kıllanmıştım. acaba neler oluyor?

    “mağaralar içimse, burası taşların ilk oluştuğu yer olmalı. bakteri fosfor gibi ışıldıyor, yükseliyor, ve tünellerde şarkı söylüyor. buradaki her şey gel git gibi yükselip alçalmaya bağlı. belki bütün ada gerçekten suyun altındadır."

    su dolu başka bir çukurdan yine hunharca yuvarlanarak düştüğümüzde anlık da olsa bir rüyada uyanıyoruz. suyun altında bir otoban. sular altında kalmış bir dünya. birbirine yakın mesafede iki tane araba. elektrik sistemi hâlâ çalışıyor, çünkü farları açık. en sevdiğim kıyamet şekli. temiz. o anı birkaç kere oynuyorum tekrar ve tekrar yükleyerek. her seferinde fazla ileri gidemeden uyanıyoruz. bu da bize koyabilir.

    “bu otoyolda başka doğrultu ve çıkış yok. bu kavşaktan hızla geçerken, seni yol kenarında beklerken gördüm, titreyen ellerinde son bir içecek vardı."

    bu oyundaki onca mumu kim yakıp kaçıyor kardeşim? delirtmeyin lan adamı! tamam, iyi bir iş çıkartmış olabilirsiniz, ama bu kadarı da fazla! adamla dalga geçer gibi!

    “yolculuğuma dipsiz bir kağıt teknede başladım; onun içinde ay’a uçacağım. zamandaki bir kırışık, hayatın kâğıdındaki bir zayıflık ile katlandım. sen şimdi kâğıdın diğer tarafına yerleştin; adi bitki örtüsüyle, lifle ıslanan mürekkepte izlerini görebiliyorum. içimiz su dolunca ve kafes dağılınca, birbirimize karışacağız. bu kâğıt uçak uçurumun kenarından çıkınca ve karanlıkta paralel buhar izler oyunca buluşacağız."

    oyun biterken önce o koca anten direği olduk, sonra da kuş olup uçtuk iyi mi! come back!

    kıyak, âlâ!

    “sevgili esther. şam’ın uçurumlarını yaktım, onu derinden içtim. kalbim bacağım ve bu dipsiz teknenin her tarafındaki kâğıda iz bırakan beyaz bir çizgi. sen benim için bütün dünya gibi bir yuvasın, orada kırılmamış yumurtalar fosil şeklini alıyor, birleşiyor, kırılıyor ve havaya küçük siyah çiçekler yolluyor. bu enfeksiyondan, umutla. bu adadan, uçuşla. bu kederden, sevgilerimle."

    sevgilim ester, allah belanı versin. mektup yazma huyun azalarak yok olur inşallah. bizi de öldürdün, kendini de öldürdün. madem önce kendini öldürdün, bizi niye buna alet ediyorsun. sevgili ester, bir daha seni fps oyunlarında gözüm görmesin. hadi!
    --- spoiler ---
  • şu cümleler, oyunun ne kadar anlam yüklü olduğunun en güzel örneğidir:

    --- spoiler ---

    i’ve begun my voyage in a paper boat without a bottom; i will fly to the moon in it. i have been folded along a crease in time, a weakness in the sheet of life. now, you’ve settled on the opposite side of the paper to me; i can see your traces in the ink that soaks through the fibre, the pulped vegetation. when we become waterlogged, and the cage disintergrates, we will intermingle. when this paper aeroplane leaves the cliff edge, and carves parallel vapour trails in the dark, we will come together.

    yolculuğuma dipsiz bir kağıt teknede başladım; onun içinde ay’a uçacağım. zamandaki bir kırışık, hayatın kağıdındaki bir zayıflık ile katlandım. sen şimdi kağıdın diğer tarafına yerleştin; adi bitki örtüsüyle, lifle ıslanan mürekkepte izlerini görebiliyorum. içimiz su dolunca ve kafes dağılınca, birbirimize karışacağız. bu kağıt uçak uçurumun kenarından ayrılınca ve karanlıkta paralel buhar izler oyunca, birbirimize kavuşacağız."

    --- spoiler ---
  • bir adventure-fps tadı altında pc oyunudur.karanlık ortamlar hayalet hikayesi.aynı zamanda bağımsız bir yapım olduğundan dem vurulmuş.oynayıp tekrar bi edit çakarız.
    http://dear-esther.com/
    http://www.youtube.com/watch?v=by_dk8wjarc

    metacritic notu şu an 81
    ign de incelemeden 8.5 vermiş.
    birde oyun half life mod muş
  • adamı cümleleriyle döven oyun. bu kadar sağlam bir metin beklemiyordum açıkçası.

    --- spoiler ---

    shutter island'ın son sahnesinde şöyle der teddy: "live like a monster or die a good man"
    her şeyin farkına varıp o acının içinde yaşamaktansa beyin loblarının birbirlerinden kopmasını tercih eder.
    sonsuza kadar gidecek ve telafisi olmayacak noktaların bilinci boğup öldürdüğü, kaçmak ve yok olmak arasında kalan ruhun başka bir dünya yaratmaya çalıştığı zamanlarda daha iyidir, canavar gibi yaşamaktansa iyi ölmek.

    burada da aynı yönelimi hissettim ben.

    "dear esther. this will be my last letter. do they pile up even now on the doormat of our empty house? why do ı still post them home to you? perhaps ı can imagine myself picking them up on the return ı will not make, to find you waiting with daytime television and all its comforts."

    bu yüzdendir ki,

    evine dönüp de onun gülümsemesini bulamamaktan daha kötü değildir herhalde, çok sevdiği karısını sarhoş bir sürücü yüzünden kaybetmiş bir adamın ruhunun hapsolduğu ıssız adadan kurtulmaya çalışması.

    acısının gözlerinin içine bakmadan, çırpınıp duran huzursuzluğu bitmeden eve dönüp topla(ya)mayacak o sevgiliye hiç ulaşmamış mektupları.

    toprak ve kumdan bir meşalenin içinde, küllerinin tepeden aşağı süzülüşünü izlerken bulacak kendini. ve kolay alınan hayatın neden kolay kolay geri gelemeyeceğini. havaya karışmadan var olduğunu hissedemeyecek, kalbinin sesini bir demir yığını ile aniden kesmeden önce.

    kemikleri un ufak oluncaya, bacakları gövdesine girinceye kadar bekleyecek. siyah şeritleri görecek diplerinde suyun, teknesindeki oyuktan düşleyecek birlikte seyredecekleri yıldızı. yüzlerce ve binlerce kez mumlar yanacak. hiç bakmadığı fotoğraflarda gülecek ona, frengiden ve delilikten uzakta, neşter ve bıçakların arasından yürüdüğü yolları aydınlatacak onun güzel yüzü.

    ve bir kağıt teknede ay'a uçunca, bir kâğıt uçak uçurumun kenarından çıkınca ve karanlıkta paralel buhar izler oyunca bulacak ve geri dönecek. son karanlığın içinden, bir adanın dışına.

    akıp giden zamandan, umutla. hiç kırılmayacak bir araba camından, uçuşla.
    evinin önündeki paspasın üzerinden, sevgilerimle.

    sevgili esther,
    lütfen gitme.

    --- spoiler ---
  • ilk e-book
  • neyi anlattığı üzerine güzel bir teoriyi şuradan görebileceğiniz oyun.
    özetlemek gerekirse esther (oyunda yönettiğimiz kişi) komada, kocası da hastane odasında onunla konuşuyor.
    bunu destekleyici pek çok kanıt da verilmiş linkte, örneğin oyundaki ses dosyalarından birinin adı "heartmonitor".
    boğulurken anlatıcının geri dön demesi de buna örnek olabilir, o anlarda esther hastane yatağında ölüme yaklaşıyor ama ölmüyor.
    konuyu açan kişi bunun yanında oyun içinde pek çok güzel ayrıntıyı da yakalamış, incelemenizi tavsiye ederim.
hesabın var mı? giriş yap