• şato üstüne yazmıyorum. o niyetle gelmedim en azından. yalnızca kafka'yı da kapsamıyor. nereye giderse oraya. ama bu kitabı yeni okuduğumdan herhalde, elim buraya gitti.

    derler ki, şato bir tanrıymış, bir cennetmiş. ya da dur, ucuz eleştirmenler gibi yapayım; şatoda tanrı ya da cennet metaforu var diyesilermiş! kuyruklu yalan! bir bir açıklayacağıma dair iddiam yok, olsa da sönük kalır; fakat inanıyorum ki bunun çok daha ötesinde şeyler var o kitapta. k.'dan tut barnabas'a; klamm'dan tut, muhtara kadar, hepsi apayrı şeyleri çağrıştırıyor nedense.

    genelde bağımsız bir öykü diye bilinir, ki ben de dava'yı okuyana kadar öyle olduğunu sanıyordum ama değilmiş, kapıcı diye bir anlatısı vardır kafka'nın.

    "kanun önünde bir kapıcı durmaktadır. bu kapıcıya taşradan bir adam gelir, kanundan içeri girmek ister. ama kapıcı, kendisini şimdilik içeri bırakmayacağını söyler."

    daha fazlasını açmaya gerek görmüyorum, meraklıların zorlanacağı bir şey yok, her yerde bulabilirler. yalnızca sonunu hatırlatmam gerekecek. yıllarca bekleyip umudunu yitiren taşralı, elden ayaktan düştüğü ve tamamiyle güçsüz kaldığı bir anda, kapıcıya son bir soru sorar: "benim bildiğim, herkes kanuna varmak için çaba harcar. peki, nasıl oluyor da, bunca yıl benden başkası girmek istemedi bu kapıdan?" kapıcı, adamın artık son anlarını yaşadığının farkına varmıştır. iyice sağırlaşan kulaklarına doğru eğilerek bağırır: "bu kapıdan senden başkası giremezdi, çünkü yalnız senin içindi kapı. gideyim de kapayayım artık."

    anlatıdan çıkardığımız o kadar çok sonuç var ki, hani oturup sırf girişini bile günlerce tartışıp gene de bir hal yolunu bulamayabiliriz. nitekim kafka da bu anlatıdan sonra kendi kendine birkaç farklı sonuç üstünde tartışmıştır. meselenin özü, varmaya yakınsanan sonuçta. kafka'nın en güçlü iddiası, kapıcının da başkaları tarafından kandırıldığı ve içeri o adamı sokmamasının tembihlendiği, aksi halde başına büyük işler alacağı gibi bir telkinde bulunulduğu yönünde.

    buraya atlamamın sebebine gelirsem; şato'da da aynı meselenin olduğunu düşünüyorum ben. köylülerin şatodan uzakta ve dedikodularla örülen bir hayat yaşadıkları apaçık. k.'nın, ne köylülere, ne şatoya yaranamayışının başlıca sebebi de bu. çünkü k., köylüler gibi işi oluruna bırakmıyor, büyük bir yabancılaşma içinde, her gün ve her gecesini şatoya ulaşabilmek için harcıyor. aslına bakarsan, uğraşının asıl sebebi olan kadastroculuğa kabulü pek de umrunda değil. başlarda bunun için koşturuyorsa da, sonradan öncelikleri tamamiyle değişiveriyor.

    klamm, şatonun temsili. köylülerin ve k.'nın en çok sözünü ettiği, görülmeye en yaklaşan kişi. kitap boyunca şatoya ulaşmanın tek yolu da zaten klamm'a ulaşabilmek; onunla konuştuğu zaman, bütün amacına ulaşacağına inanıyor k. fakat gariptir ki, klamm'ı gördüğünü iddia edenlerin dışında onun varlığı bile şüpheli bir karakter olması, adının almanca'daki anlamını da* aklımıza getiriyor. şatoya gelip giden haberciler, klamm'ın uşakları, frieda, otelcinin karısı; hepsinin ağzında tek bir şey var; şatoya ulaşılamaz, klamm'la görüşülemez!

    dönüşüm, dava ya da şato, temel olarak birbirinin aynı altmetinlerden oluşuyor. yirminci yüzyılın eleştiri tarihinde en sık tekrarlanan şeyi ben de tekrarlamadan edemeyeceğim; kafka'nın yapıtları, insanın toplum içindeki yalnızlığını anlatır! böcek fobili bir yazarın, sıkıntılı düşlerden sonra devcileyin bir böceğe dönüşen karakteri ile, bir sabah ne olduğunu bilmediği bir suçlamayla karşı karşıya olduğunu öğrenen karakteri arasında neredeyse hiçbir fark yok. aynı yabancılaşmayı, aynı karşı çıkmayı ve aynı kabullenmeyi her ikisinde de görebiliyoruz. gerçi dönüşüm, gerek yapısal açıdan, gerek altkurgusu itibariyle diğerlerinden ayrılan bir noktadaysa da, orada aileye karşı duyulan utanç ve aşağılama ile, dava'da yargıçlara ve avukatlara duyulan korku ve saygının temeli aynı. toplumun belirgin yargılarıyla başa çıkamazsanız, ona uymak zorundasınızdır! bükemediğin bileği öpmek gibi mi? belki.

    şato'yu en az k. kadar bilmeyen köylülerin, k.'nın tam tersi bir şekilde şato'yu hiç merak etmemesi de buraya dayanıyor. köy, toplumu temsil ediyor. belirgin kurallar eşliğinde çalışabilen bir sistem; gerekmediği kadar saygısızlık yapılabiliyor ancak; dedikodunun sınırı, ertesi gün muhatabını görene kadar; dışlama misyonu herkesin üzerinde en başından beri var! daha barnabasların suçlarının ne olduğunu bilmeden, tamire verilen ayakkabılarını geri alabilirler! hiçbir dayatmaya ve hiçbir zor koşulmaya bırakmaksızın, tam da olması gerektiği gibi, gereken cezayı gerektiği ölçüde, doğaçlama usülle verebilirler! çünkü onlar akşam yemeği ardına, filancalara ne zamandır gitmedik diye düşünüp misafirliğe gitmeye karar verebilirler; bir davete kolunda birileri olmaksızın gittiklerinde çıplak vücutla şömineye atılacaklarının kabusunu görürler; sözlenmeden evlenmezler, evlenmeden sevişmezler; sohbetleri alkol masasında, samimiyetleri çay partisinde ve rejimleri doktor reçetesindedir!

    ne ailesiyle, ne de toplumla sağlıklı bir ilişki kurabilmiş kafka'nın bu kitapta izini sürdüğü metaforu uzaklarda aramamak gerek. hasta olana geçmiş olsun demeyi, hapşıranı çok yaşatmayı, ölenle ölebilmeyi beceremez kafka, k.'dan bir farkı yoktur. ancak canına tak ettiğinde topluma katılmayı ister; fakat kendinden ödün vermediğinden onu da beceremez. ömrü boyunca şato'nun peşinden koşar, toplumun yazılmamış kurallarının gizliden yazıldığı yeri anlamaya çabalar. üst leveldan başlamaması gerektiğini söyleyen olmamıştır, daha ağırdan alması gerektiğini elbette bilmez.

    şatonun köylülere hiçbir kural, hiçbir koşul dayatmadığına dikkat etmek gerek. gerek köylülerin, gerek şatodakilerin her biri, yapılması gerekenin tastamam bilincinde ve bunun dışına zerrece çıkmıyor. yapılması gerekenin ne olduğundan söz açılmıyor, birileri görevini unutmuyor ya da bir gün sabah uyanınca başkaca şeyler yapmayı düşünmüyor. ağız birliği etmişçesine, k.'ya herkes kadastrocu diye sesleniyor, evine almıyor, uzaktan bakıyor. fakat belirgin bir aşağılamanın olduğunu da söyleyemeyiz. tıpkı kafka'nın babasına beslediği hisler gibi, uzaktan bir korku ve gizliden bir alay; hepsi bu. varıyla yoğuyla, k., köylülerin ve şatonun gözünde saygın bir yer edinmek için, elindeki tek kozu kullanmaya çabalıyor; kadastroculuğa kabulünü istiyor. bu payeyi edindiğinde, artık köyden biri gibi görüleceğini, sürülüp uzaklaştırılma tehlikesini savuşturacağını düşünüyor.

    işte tam da bu noktada, dava'daki anlatıya dönmek istiyorum. kapıcının kandırılmış olabileceğini, aslında o kapının ardında daha başka bir çok kapının bulunmadığını, hatta o kapıdan taşralının geçmesinin hiçbir önem ya da tehlike arz etmediğini düşünmemiz gerektiğini söylüyor kafka.

    köylülerin şatoyu fazlaca büyütmüş olabileceklerini düşünebilir miyiz? kitabın en başında, takip ettiği yol şatoya çıkmayınca geçici olarak bu isteğinden vazgeçen ve sonraları anlatılanlara kulak verip şatoyu görmeye gitmeyi bile düşünmeyen k.'nın ya da ona bu dedikoduları fısıldayan köylülerin, aslında şatonun içerisinde ne olup bittiğini bilmediklerini iddia etsek çok mu ileri gitmiş oluruz? kuşkusuz ki şatonun yokluğunu iddia edemeyiz, çünkü neticede görünen bir yapı ve oradan gelen ve oraya giden memurlar elbette var; fakat gerçekten de bu denli karamsar bir tabloyla karşı karşıya kalmış mıdır k.?

    köyün toplumu temsil ettiğini düşündüğümü söylemiştim. belirgin kuralları olan, bunların dışına asla çıkmayan, fakat bu kuralları zamanla değiştirebilen, capcanlı bir organizmadır toplum. yaşlılara yer verilir, bayramda büyüklerin elleri öpülür, çocuklar harçlık koparmakla yükümlüdürler... fakat bu kurallar hiçbir yerde ve hiçbir zamanda yazılı bir dayanağa sahip olmamıştır. kuralların dışına çıkanlar yalnızca toplumun dışına itilirler ve bu büyük bir özgüvenle, hiç aksamadan ve şaşılacak yer bırakmadan, büyük bir uyumla yapılır. barnabas'ın ailesinin toplumdan dışlanmasından sonra, baba'nın şato'daki memurlara derdini anlatması, fakat karşılık olarak suçsuz olduğunu duyması, köylülerin gözünde ailenin mevkiini değiştirmiş midir? bu konuda şatodan köylülere bir dayatma var mıdır?

    toparlayayım; şato, köylüler üzerinde mutlak hakimiyet kuran bir otoriteden daha çok, köylülerin kendince kabullendiği ve özünü araştırmaya gerek görmediği soyut bir kavramı temsil etmektedir. buna genel ahlak da diyebiliriz, görgü de, gelenek de, töre de... köylüler yapacaklarını doğuştan kazandıkları bilgilermiş gibi, düşünmeden ve tartışmadan, öylece bilirler. şatoya gidemezler, şatodan birilerini kolay kolay göremezler, herhangi bir şeye tek başlarına müdahale edemezler. ancak ve ancak, bir arada olduklarında bir güce sahip olabilirler. bu güç bile somut bir güç olmanın dışındadır. iki yardımcısını ikiz zanneden k.'nın, onları ayrı ayrı gördüğünde aslında birbirlerine hiç benzemediklerini fark etmesinin sebebi de budur. k.'nın karşısında sayısı belirgin olan bir köylü topluluğu değil, tamamiyle bir bütün olmuş ve k.'nın bir hüviyet kazanması gerektiğini bilen ve bu gerçekleşmeden onu aralarına almayacaklarının bilincinde olan bir yığın vardır. pink floyd'a ille de gönderme yapılacaksa ben yapayım, evet, duvardaki tuğlalardır onlar!

    ernst fischer'ın, şato'yu devlet kavramına benzetmesinden çok da farklı değil bu. yalnızca biraz daha soyut. fakat, her ne kadar en yakın dostu da olsa ve hatta kafka ile çokça tartışmış ve bir şeyler öğrenmiş de olsa, max brod'un iddiasına katılmadığımı belirtmeliyim. tavşan dağa küsebilir, dağın umrunda olmayabilir, fakat tavşan bu saatten sonra neyi neden umursasın ki?

    şato, bir tanrı, bir inayet değildir. şato, toplumun öğrenilmiş kurallarının gizlice üretildiği soyut bir kavramdan ibarettir.

    devlet demekte ısrarcı olana lafım yok tabii.
  • şato, franz kafka’nın 1922 yılının başlarında kaleme aldığı, max brod’un 1926 yılında kafka’nın ölümünden iki yıl sonra yayımladığı romanıdır. kitap, dava romanıyla ilişkilendirilebileceği gibi, başlı başına incelemeye değer bir eserdir. k. adında bir kadastrocunun bir köye gidişini ve o köyde yaşadıklarını anlatır.

    --- spoiler ---

    kitabın ana karakteri kadastrocu bay k., kont westwest’in şatosuna ait olan bir köye atanır ve bir handa konaklamaya başlar. handakilere şatoya kadastrocu olarak atandığını söyler fakat kimseyi inandıramaz. daha sonra yayılan söylentilerin de yardımıyla k’nın yeni kadastrocu olduğuna herkes inanır.

    k, köyde keşif yapmaya başlar. amacı şatoya çıkıp kont westwest ya da onu temsil eden bir yetkili ile görüşüp, görevi hakkında bilgi almaktır. köylülerin şatoya giden yol dedikleri yolu izler fakat yolu tarif eden köylülerden hiçbiri onu şatoya götürmeye yanaşmaz. bunun üzerine hana dönen k, orada artur ve jeremias adında iki adamla karşılaşır. adamların söylediğine göre kendileri k’nın hizmetine verilmiştir. k, bu iki yardımcının neden kendisine tahsis edildiği konusunu hiç sorgulamaz ve onları kendi hizmetinde kullanmayı kabul eder.

    bir gün barnabas adında bir haberci, k’ya klamm adındaki şato beyinden gelen ve görevi hakkında bilgiler içeren bir mektup getirir. k, heyecanla barnabas’tan onu şatoya götürmesini ister. barnabas, k’nın koluna girer fakat onu şato yerine kendi evine götürür. k için şatoya gitme umudu bir kez daha suya düşmüştür. barnabas’ın olga ve amelia adında iki kız kardeşi vardır. k, bu iki kız kardeşle tanışır fakat barnabas ve ailesi k’ya garip görünmüştür.

    k, köylülerden hayli rahatsız olmuştur ve kendini fazlasıyla yalnız hissetmektedir. bu yüzden tekrar hana dönmek istemez. köydeki beyler hanı adındaki başka bir hana gider fakat “beyler”in dışında bu handa kimsenin kalamayacağı cevabını alır. k, buna bir anlam veremez. yabancıların yalnızca meyhaneyi kullanabildikleri söylenir k’ya. k, meyhaneye girer ve orada freida adında bir kızla tanışır. freida, klamm adındaki bir şato beyinin sözde metresidir. k, freida’yı ayartır ve onunla birlikte olur.

    k ile freida arasındaki ilişki freida’nın annesini rahatsız eder. k’nın freida hakkındaki niyeti ciddidir. freida ile evlenmek istemektedir. bu meseleyi ve kendi görevi hakkındaki sorularının cevabını bulmak amacıyla bu sefer klamm adındaki şato beyi ile görüşmek ister. fakat freida, klamm ile görüşmenin neredeyse imkânsız olduğunu söyler. bunun üzerine k, klamm ile görüşmenin bir yolu olup olmadığını, neden kadastrocu görevi ile ilgili bir iş almadığını öğrenmek üzere köy muhtarına gider. muhtar, köyde bir kadastrocuya ihtiyaç olmadığını söyler. bunun üzerine k muhtara daha önce klamm’dan gelen mektubu gösterir. muhtar, mektubun bir anlamı olmadığını ve bir gelişme olursa k’ya bildireceğini söyler.

    hana geri dönen k, hancının karısı ile klamm üzerine konuşur. kadın, bir zamanlar kızı freida gibi klamm’ın metresi olduğunu, klamm’a ulaşmanın çok zor olduğunu fakat bu konuda freida’nın da kendisinin de k’ya yardımcı olabileceğini söyleyerek k’yı umutlandırır.

    ertesi gün muhtar, k’yı çağırır ve k’ya köy okulunda hademe kadrosunun açık olduğunu, kabul ederse nişanlısı freida ile bu görevi üstlenebileceğini bildirir. k, önce işi kabul etmek istemez fakat sonra freida için bu işi kabul eder ve birlikte okula yerleşme kararı alırlar.

    o gece k, beyler hanı’nın kapısında bir kızak görür. bu lüks kızak, klamm’a aittir fakat klamm etrafta yoktur. k, beklemeye karar verir. bekleyişinin meyvesini alır ve handan bir adamın çıktığını, kızağa doğru yöneldiğini görür. önce bu adamın klamm olduğunu düşünür fakat sonra bu adamın aslında klamm olmadığını öğrenir. adam, k ile konuşmayı kabul eder, klamm’ın sekreteri olduğunu, k dahil hiçbir yabancının klamm’a direkt ulaşamayacağını, köy kayıtları için k’yı sorgulaması gerektiğini ve bir derdi varsa kendisine bildirmesi gerektiğini k’ya söyler ama k, sorgulanmayı reddeder.

    ertesi gün barnabas, k’ya klamm’dan bir mektup daha getirir. bu mektupta k’nın kadastrocu görevini ne kadar iyi yaptığı yazmaktadır. k, mektubun içeriğine hiçbir anlam veremez. bunun üzerine k, klamm’a barnabas ile haber göndermeye karar verir.

    bu sırada k ile freida okula yerleşmiştir. k, hademelik görevini yapmaktadır fakat okulun öğretmeni k’yı, görevini hakkıyla yapmadığı gerekçesi ile suçlamaktadır. k’yı bu görevden kovdurmak niyetindedir. k da hademelik işinden pek memnun değildir ve öğretmenin de sert tutumu k’nın canını fena halde sıkmaktadır.

    k, en başında freida’yı kullanarak klamm’a ulaşmayı istemiştir fakat sonra freida’ya karşı duyguları değişmiştir. öyle ki freida’ya göz koyduğu şüphesiyle kıskançlık krizine girmiş ve yardımcılarını kovmuştur ama freida yine de k’nın klamm’a ulaşma düşüncesinin, kendisine duyduğu aşktan daha ön planda olduğunu düşünmektedir.

    bir gün k, barnabas’ın evini ziyaret eder. k, barnabas’ın evini ziyaret ettiğinde olga ile karşılaşır. olga, barnabas’ın bile klamm’ın kim olduğunu tam olarak bilmediğinden söz eder. klamm hakkında köyde pek çok söylenti dolaşmaktadır. bazı köylüler onu farklı zamanlarda farklı farklı şekillerde gördüklerini iddia etmektedirler. ayrıca olga, kardeşi amelia’nın bir dönem sortini adındaki başka bir memurla ilişkisinin olduğundan fakat amelia’nın sortini’nin habercisini terslemesi sebebiyle bütün ailesinin mimlendiğinden bahseder.

    olga’nın k’ya karşı ilgisi olduğunu bilen freida, k’nın olga’yı ziyaret ettiğini öğrenir ve k’dan ayrılma kararı alır. k, bu karar karşısında ne yapacağını bilemez. önce freida’ya durumu açıklamaya çalışsa da sonra bundan vazgeçer ve olayları akışına bırakır.

    k, beyler hanı’nda bürgel ve erlanger adında iki sekreter tarafından sorguya çağrılır. sorgu sırasında uyuyakalır. neden sorgulandığını, suçunun tam olarak ne olduğunu bilmemektedir. daha sonra nişanlısına yakın davranması sebebiyle kovduğu yardımcıların şatoya şikâyette bulunmuş olabileceklerini düşünür.

    beyler hanı’nın yöneticisi k’yı çağırır ve konuşurlar. hancı kadın k’ya “sen aslında kadastrocu değilsin” der. k da kadına “sen de sadece hancı değilsin, başka işlerin peşindesin” der.

    --- spoiler ---

    şato, oldukça karışık kurguya sahip bir eser. kafka’nın tüm eserlerindeki o kasvetli ve umutsuz havanın yanında, kitapta kişiler arasındaki ilişkiler de oldukça karmaşık bir şekilde ortaya koyulmuş. yaşanan olayların ve karakterler arasındaki diyalogların yoruma fazlaca açık olması bu noktada “k”nın, “klamm”ın, “freida”nın, “barnabas”ın ve ondan da önemlisi “şato”nun kim oldukları ya da ne anlama geldikleri konusunda pek çok farklı açıklamaya gebedir.

    kitap bende daha evvel “dava”yı da okumuş bir okuyucu olarak kafka’nın bu eserde dönemin bürokrasi anlayışını, insanın yabancı bir diyarda, çevresine ve kendisine yabancılaşmasını, otorite karşısındaki ezikliğini ve yok oluşunu sembollerle anlattığı fikrini oluşturdu.

    kitabın başında “şato”nun köyden hayal meyal seçilebildiği fakat oraya hiçbir köylünün ya da yabancının gidemediği bir yer olarak tasvir edilişi, “şato”ya bağlı “bey” adı verilen –ki klamm’da onlardan biri- memurların sekreterleri ve ulaklar vasıtasıyla şato ile iletişim kurulması, “şato”nun devlet otoritesini sembolize eden bir metafor olduğu gerçeğini gösteren en önemli etmenler kanımca.

    burada k, sürgünle ya da atamayla gittiği bir köyde ne yapması gerektiğini bilmemektedir. görevi kadastroculuktur fakat köyde bu görevi yapabileceği bir kadro yoktur. öyle bir zaman gelir ki, k, kadastrocu olduğundan şüphe duymaya başlar ve kendi varoluşundan bihaber bir şekilde çekildiği sorgu sırasında uykuya dalar.

    kitapta var olan fakat ağzından hiçbir şey duymadığımız klamm karakteri ise, tek bir karakter değildir. klamm karakteri, şatonun insanlara hükmetmesine yardımcı olan, bürokrasiyi daha da içinden çıkılmaz hale getiren, gözü yükseklerde fakat hiçbir iş yapmayan bürokratları sembolize etmektedir. halkın çoğu klamm adında birinin varlığından haberdardır fakat neye benzediği konusunda farklı görüşler vardır.

    k’nın barnabas ve ailesi ile iyi ilişkiler kurması, köy tarafından dışlanmış bu ailenin tüm af dilemelere rağmen mimlenmiş oluşu ve k’nın kendini bu ailenin fertlerine karşı daha iyi ifade edebilmesi, toplum yapısının bireyler üzerindeki etkisini gösterdiği gibi kafka’nın içedönük kişiliğinin de bir tezahürü gibidir. k, freida’nın tüm ısrarlarına rağmen olga ile görüşür ve bu görüşme sonucunda freida ondan ayrılır. burada, toplumun dışladığı insanlarla yakın ilişkiler kuran ya da toplumun hoş görmediği eylemler içinde bulunan insanların ötekileştirilmesi konusunda kafka’nın önemli bir noktaya parmak bastığından söz etmek yanlış olmayacaktır.

    sözün özü şudur ki ; işin özündeki yabancılaşma, kafka’nın eserlerinin neredeyse tamamında işlediği önemli bir olgu. buradaki k’nın adı yoktur. mesleği bellidir ama yapacağı iş belli değildir. ona kim ne derse o işi yapmaktadır, sorgulamamaktadır ve kabullenmiş gibi görünmektedir fakat bireysel varoluşunu anlamlandırmak için “şato”ya giden yolu aramaktan vazgeçmemektedir. kitapta umut vadeden tek nokta belki de budur. bu sebeple kafka’yı ve dava’yı anlamak için şato, önemli bir eserdir.
  • franz kafka'nın aynı adlı romanından uyarlanan bir haneke filmi.

    öncelikle şunu belirtmekte fayda var: bir film bir romana ancak bu kadar sadık bir biçimde uyarlanabilirdi. haneke, hiçbir ek metin, sahne, kesme/kırpma yapmadan neredeyse cümlesi cümlesine bir uyarlama çekmiş. adeta romanın görsele dönüşmüş hali. seçilen tiplerin uygunluğu bir yana (özellikle ikizler), bahsi geçen şatonun da yönetmen tarafından hiçbir zaman hiçbir şekilde gösterilmemesi filme ayrıca bir gizem katıyor. bu, aynı zamanda kafka'ya da saygı duruşu niteliğinde bir yöntem.

    filmde sahneler arası geçiş alışık olmadığımız bir biçimde veriliyor. bu filmin başlarında izleyici tarafından biraz yadırgansa da filmin atmosferine iyice kapılınca inanılmaz derecede etkili bir vurucu silaha dönüşebiliyor.

    neticede iki sıradışı avusturyalının metni birleşince ortaya gayet iyi bir uyarlama çıkmış. film elbette bir klasik tadında değil ancak haneke ve kafka ikilisinden birinin hayranı olmanız filmi beğenmenize yetecek bir sebeptir. ikisini de seviyorsanız zaten tadından yenmez.
    şöyle de ilginç bir durum var ki, bu aslına sadık uyarlama dahi eleştiriliyor. niye bu kadar sadık kalmış da, yeni bir söylemde bulunmamış...tamam bu göreceli bir şey de niye o zaman aslına sadık olmayınca filme çamur atıyorsun, "kitabın tadını vermemiş" falan.
  • ayni zamanda almacada kilit anlamina gelmektedir. kafka bu kelime oyunu ile belki edebiyat tarihinin en guzel kitap adini secmistir.
  • franz kafka'nın türkçesi şato olan romanı. şu an 310. sayfadayım henüz bitirmedim ama anladığım kadarıyla:

    --- spoiler ---

    olay şatoda geçmiyor.

    --- spoiler ---

    :))
  • michael haneke'nin bu yıl festivalde gösterilecek kafka uyarlamafilmi
  • kafka'nın k’sının bakışının üzerinde sabit duramadığı şeyin kendisidir şato: “kaçmanın, tepede olmanın, bulanık ve kaygan olmanın, her şeyin elden gelmesinin, sistemin ulaşılmaz iç-mantığının unutmayla, unutulmayla, hatırlama ve hatırlatmayla ilişkiye girdiği insan köylerinin yönetim merkezi ya da gregor samsa’ yı böceğe çeviren sihirli ama çirkin işlerin, insan-olmanın hiçbir değerini gözetmeyen modern dünyanın –kadastrocular atayan- öz mekanı.”

    şundan eminiz bir "şato" var, saklıyor başarıyla kendisini ve yaşama tümden hakim: kendisini unutturan bir doğası var, yalnız bunu biliyoruz ama neyin nesidir işte bu henüz uzak bize, kırıntılarımız bizi doyuracak kadar, onları arkamızdakilere bırakacak kadar değil. geçmişte ve şimdide unutulmuş, kaçmanın hatırlayamamayla, anlamanın kafada tutamamayla özdeşleştiği ne varsa o hepsini hesaplayarak geleceği yaratıyor: “rastlantı” diyoruz biz bazen gerçekleşene, olumlu ya da olumsuz imlemler taşıyabilir ama rastlantının gerçekleşmesinin beklenen şeyin unutulması olduğu, yeni bir hatırlamayı ve kendini gerçekleşen duruma uydurmayı zorla dayattığı ortada. gerçekleşene “sürpriz” dediğimiz zaman, beklenen ya da sıradan olan gene unutuluyor ama bu sefer zorla bir unutuş sözkonusu değil, rahatlıkla teslim olunan bir unutuş geçerli. “kötü yazgı” dediğimizde ise tamamen olumsuz bir gerçekleşme ve unutuş karşımızda duruyor, huzur ve mutluluğun artışında bir azalma ve kaygı hissinin yoğunlaşması durumu: beklentinin aşılması ya da zorla beklentiyi unutmaktan daha çok yeni bir bekleyişin, acının, kaygı ve endişe dolu gözlerin insana hatırlatılmasıyla karşı karşıya kalıyoruz.

    kafka için bir direniş ve arayış insan-olmanın anlamı ve anımsanmasıyla ilgili her zaman varoldu ve onun kahramanları her seferinde bir savaşın içerisinde buldular kendilerini fakat “kötü yazgı” bütün savaşıma rağmen kahramanları teslim aldığında insanlık için umut ve iyimserliğin unutulduğunu sezer, karamsarlık ve çöküşün beklentilere eşlik eden alarmlı saatler gibi duymaktan sağır olan kulakların önünde her saniye çaldığını duyumsarız. şatoyu temsil eden klamm’ ın hem geçmiş hem gelecek bakımından birisini, bir şeyi unutması aslında onun ve temsil ettiği şeyin artık insanlık için “sürprizi ve rastlantıyı” unuttuğunu göstermektedir: olanaklı mutluluklar ve geleceği-kurmalar yerini kötü yazgının eninde sonunda bir şekilde yaşama müdahale edeceği korkusuna bırakmıştır: burada kötü yazgı, dinsel bir tasarım olmaktan çok, insanlığa gene başka bir insanlık tarafından biçilen unutuşun doğrudan sonucudur. k’ nın bakmaya çalıştığı şey şato değildir sadece, kendisine de bakmaktadır aynı zamanda, şatoyu ele geçiremedikçe kendisinden uzaklaşır, parçalanmışlığı içerisinde bir böceğe dönüşür ve şato’ nun tepeden barnabas ile birlikte yuvarladığı elma şekilli mektupların kafa karıştırıcılığı ile bilincinin ölümüne doğru uyuşur: nedenini hiçbir zaman anlamadığı olayların altında uykuya dalar. * buradan çıkan odur ki, unutuş, nedenleri bilmemek ve sürprizler ile rastlantıları saf dışı bırakan kötü yazgıyı yaşam olarak kabullenmektir.

    bir şato var!, artik sürprizler ile raslantıları saf dışı bırakan: kötü yazgıyı yaşam olarak kabullenmek.
  • max brod tarafindan baskiya hazirlanan metinde olan bazi bölümler ,malcolm pasley tarafindan baskiya hazirlanan metinde yoktur. cem yayinevi tarafindan basilan metine ek olarak sonunda eksik olan kisimlar da yayinlanmistir.

    kafka eserlerini yazdiginda yayinlanmasini istememistir ama dostu max brod un , kafka nin ölümünün ardindan kitaplarin basilmasiyla , kafka tüm dünyaca taninmistir.

    sato , bir roman olmasina ragmen , hakkinda onlarca yorum yapilabilecek bir yapiya sahiptir. çünkü yalnizca bir adamin basindan gecenler anlatilmamis, cagin yönetim anlayisi hakkinda da bilgiler verilmistir.
    okudugum cogu yoruma göre, sato cennet olarak nitelendirilmis, k ise cenneti arayan yalniz bir yabanci olarak yorumlanmistir.

    bana göre , sato devlettir. köylerin üstünde, bir tepede herkesin çok büyük saygiyla baktigi , kurallarina ve yasaklarina sorgusuz boyun egilen bir yapidir. satodaki beyler, memurlar, usaklar, sekreterler ve köylülerle münasebetleri itibariyle , satoda yürütülen yogun calisma da bürokrasinin bir temsilidir.

    kafka -tabi benim yorumladigim kadariyla- ütopik bir devlet-halk-hizmet triosu yaratmistir. köylülerin , köydeki is adamlarinin bir isi oldugunda , satoya gitmektense , satodaki beyler, sekreterler köye iner , islerini orada görürler. hizmetin ayaga gitmesi olarak yorumlayabiliriz. ama tabiki , yazismalarin uzunlugu, farkli departmanlar arasindaki iliski kusursuz gibi görünse de , en ufak bir kadastrocu ihtiyacinin bir kaosa sebep olmasi , bürokrasinin zaaflarini göz önüne cikarmaktadir.

    kitabin ana kahramani k da ,sürekli satoya gitmek istemektedir. tek basina geldigi , yabanci bir köyde , etrafindaki insanlar tarafindan önceleri bir yabanci saygisi görse de , ki buna ihtiyatli davranmadan kaynaklanan bir seviye koruma cabasi da diyebiliriz, zamanla insanlarla kaynastikca , horgörülen biri haline dönmüstür.

    barnabas ailesinin dislanma sebebinin bir beye olan saygisizlik olmasi , ki bu saygisizlik ve verilen tepki arasindaki sarkastik durum da insani hayrete düsürür , günlük insan hayatindaki dislanma , dedikodu gibi kavramlarin toplumsal yasayis üzerindeki etkisini göstermektedir.

    k nin gönlünü calan frieda nin entrikalari , diger kizlarin frieda k iliskisine bakis acilari da cok gercekci ve tüm olaganligiyla resmedilmistir ki burada kafka nin kadinlara olan ilgisinin ve faiselerle olan iliskisinin de payi büyüktür.

    beyler , memurlar, usaklar arasi kati hiyerarsi , simdiki devlet sisteminin de bir yansimasidir. tabi ki köyle ic ice olmalarindan kaynaklanan farkliliklar da vardir. klamm frieda iliskisi gibi.

    k , köye kadastrocu olarak cagrilmis ama kadastrocuya ihtiyac olmamasindan dolayi , köydeki bakiligini devam ettirebilmek için türlü isler yapmistir. insanlarin icine sizip , iyi ilskiler kurup , onlardan biri gibi olma cabalari cok fazla sonuc vermese de , yabanciliktan siyrilma , ve onlardanlasma oyunlarini sonuna kadar sürdürmüstür.

    dedigim gibi k nin satoya ulasma amaci , cennete ulasma ümidi olarak yorumlanmaktadir. k satoya gidememis olsa da , odaci kizla yasayacak olmasi onun cennete ulastiginin kaniti olabilir.
  • yonetmen kitaba uymadıgında tu kaka diyenler, uydugunda aa boyle sey mi olur diyenler.... soz konusu kafka olunca ve yonetmen orjinale sadık kalmak isteyince bence bu dogru karar... ya filmi sonlandırmaya kalksaydı, senaryoda uyarlama yapsaydı kim bilir neler yazacaktık...
    kitabını okumamıs ve filmi izlemis biri olarak bence cok basarılı idi. cekimler, kafka atmosferini yaratabilmesi, karakterlerin konumlanması vs... lynch olsun trier olsun haneke olsun zaman zaman cizgilerinde bir farklılık yapıp boyle tek basına kalan filmler yapıyorlar ve yeteneklerinin sadece standart tarzlarında kalmadıgını gosteriyorlar.. homur homur soylenmek yerine belki filmi kitaptan ayırıp izlemek daha mantıklı....
  • insanları saçma beklentileri nedeniyle hayal kırıklığına uğratan bir haneke filmi. bu altı üssü bir tv filmidir çünkü. haneke'nin bir edebiyat uyarlamasının altından da hakkıyla kalkabileceğinin en güzel kanıtı için (bkz: la pianiste)

    aradaki fark içinse kendi sözlerine kulak vermek gerekir:

    "i would draw a definite line between "the castle" and "the piano teacher," because "the castle" was made for television, and i'm very clear about the distinction between a tv version and a movie. films for tv have to be much closer to the book, mainly because the objective with a tv movie that translates literature is to get the audience, after seeing this version, to pick up the book and read it themselves. my attitude is that tv can never really be any form of art, because it serves audience expectations. i would not have dared to turn "the castle" into a movie for the big screen; on tv, it's ok, because it has different objectives. but with "the piano teacher," if you compare the structure of the novel to the structure of the film, it's really quite different, and i feel i've been dealing very freely with the novel and the way it was written. i would say that my version of looking at the story is pretty distanced and cool, while the novel itself is almost angry and very emotional. the novel is much more subjective and the film is much more objective. "
hesabın var mı? giriş yap