• --- spoiler ---

    bir akıl hastasının gerçekliği algılayış biçiminin geometrisi çarpıtılmış mekan ve dekorlarla yansıtılması, bu sessiz filmi dahilik sınırına getiren şeydir kanımca.

    bütün bir film boyunca olup biteni francis'in aklının içinden izler seyirci. ve francis'in yarattığı hikaye de yine onun hayal gücü tarafından yakıştırılan çarpık mekan ve dekorlarda hayat bulur. bugün bir şizofreni hastasının aklının içine girme imkanı bulunsa, orada mekanların ya da eşyaların ne tür bir yansıması olabileceği hakkında fikir verir adeta. oysa film bu bakış açısını bugünden tam 90 yıl önce yakalamıştır.

    das cabinet des dr. caligari'yi sinema tarihinde çok önemli bir yere koyan bütün o dışa vurumcu ya da ekspresyonist özellikleri bir kenara bırakırsak, çarpılmış bir aklın dış dünyayı algılayış biçimi kadar çetrefilli bir konuyu bu kadar eksiksiz yansıtabilmesi açısından benzersizdir.

    --- spoiler ---
  • alman sinemasinin en mukemmel orneklerinden biri. ekspresyonist dekoru seyircinin ruhunu inceden inceden kanirtir. hitler iktidara gelmeden yapilmis olmasina ragmen ulkenin icinde bulundugu gudulme arzusunu, ve birinci dunya savasi sonrasi travmalarin icinde kaybolmusluk duygusunu yansitir. kimin deli kimin akilli oldugunun birbirine karismasi, hipnotize edilen yaratigin doktorun emirlerini yerine getirmesi almanya'nin hitler liderliginde icine kapilip gittigi hengamenin siki ve onceden gorulmus bir metaforudur.(bkz: ekspresyonizm) (bkz: angst)
  • roger ebert bu film için "ilk gerçek korku filmi" demiştir. korku türünün ilki olması haricinde kendisinden sonra çekilmiş pek çok filmin de temelini atmıştır. martin scorsese'nin shutter island filmi baştan sona bu filme bir saygı duruşudur.

    film, akıl hastanesinin bahçesinde bir bankta oturan francis ve bir hastanın konuşmaları ile başlar. hasta adam "ruhlar her yerde, bizi çevreliyorlar, beni kendi evimden kovdular, karımı ve çocuğumu bırakmaya zorladılar" der ve filmin, az da olsa çerçevesini bizler için çizer. film boyunca göreceğimiz üzere, filmin bizlere anlatmaya çalıştığı şey, mutlak güç odağı "devlet" ile uyurgezer gibi dolaşan, her şeyi bildiğini zanneden ama aslında hiçbir şey bilmeyen ve devletin kendisine söylediği her şeyi sorgulamaksızın yapan "vatandaş"ın birbiriyle olan ilişkisidir. aslında bu, bir ilişkiden ziyade; güçlü "devlet"in güçsüz "vatandaş"ı sömürmesinden başka bir şey değildir. hasta adamın "beni her şeyimi bırakmaya zorladılar" diye kastettiği devletin ta kendisidir. birinci dünya savaşında alman gençlerini cephelere süren, onların elinden her şeylerini alan, karşılığında da büyük bir yıkıma giden alman devleti ve alman devleti özelinde aslında tüm iktidarlar filmin baş rolündedir.

    erich maria remarque tarafından 1929 yılında yazılan "batı cephesinde yeni bir şey yok" isimli, yaşar kemal tarafından 20. yüzyılın en önemli edebi eseri olarak görülen kitapta, cephelere sürüklenen isimsiz alman gençlerinin hikayesi vurucu bir dille anlatılmıştı. karşılığında ona layık görülen, nazilerin gücü ele geçirmesiyle birlikte kitaplarının yakılması oldu. hatta "devlet" kendisine o kadar kızmıştı ki kaçıp canını kurtaran remarque'yi bulamayınca onun yerine kız kardeşini idam ettiler. suçlandığı konu ise gençleri savaştan soğutmasıydı. fakat kitaplarını meydanlarda toplayıp yakan devletin içi, almanya ikinci dünya savaşından çekilinceye kadar hiç soğumadı.

    bu anlamda film, dr. caligari ve onun uyurgezer kölesi cesar üzerinden müthiş bir "devlet-vatandaş" portresi çizer. dr. caligari, gaddar ve korkutucu yüzüyle devletin ta kendisidir. cesar ise yapması söylenen her şeyi sorgulamaksızın yerine getiren basit bir vatandaştır. bu iki birey arasındaki ilişki "sahip-köle" temelinde ilerler. bugün bile çoğu ülkede devlet ve vatandaşı arasında bu minvalde bir ilişki sürdürülmektedir. avrupa, yaşadığı korkunç deneyimlerin etkisiyle "devlet, insan içindir" anlayışına geçmişken; biz ve bize benzeyen çoğu ülkede hala "insan, devlet için yaşamakta; daha doğru yaşayamamaktadır".

    filmin finali ise modern zaman korku filmlerinin hala kullanmaktan vazgeçmediği bir sürpriz sonla biter. filmin sonunda, "acaba" diye kafamızda bir soru işareti oluşmasına rağmen aslında verilmek istenen mesaj çok açıktır. "devlet her zaman haklıdır. bireyin devlet karşısındaki hükmü ise tam tamına sıfırdır".
  • ilk gercek korku filmi ve alman ekspresyonizminin ilk ornegi olarak kabul edilen film. basi ve sonu fritz lang tarafindan eklenmis, eklenmeseymis daha guzel olurmus. netekim o kisimlar olmadan toplumu kontrol edenlere guzel giydiriyormus. yonetmeni robert wiene
  • sinemanın temel şartlarından birinin teknoloji olmadığını gösteren; bugünün imkanlarının hayal bile edilemediği 1920 yılında, ışık ve dekorla müthiş bir atmosfer yaratan, üstelik bunu yaparken beyazperdede tiyatro gibi bir biçeme de yaslanmayan bir film. sinemanın edebiyattaki karşılığı yıllar içinde romana dönüşse de bu filmin izdüşümü öyküdür. her şeyi tasarruflu kullanan, dağılmayan, bir rüya ortamından beslenen, izleyicinin zihninde açık kapılar bırakan bu film çok lezzetli bir öykü tadı veriyor.
  • ilk gercek korku filmi olarak gerek temasi, gerek islenis tarzi olarak nosferatu gosterilse de bence korku filmi kaliplari icerisinde bir filmdir. hatta super bir filmdir, amma ve lakin, super sonunu izlemeden gunumuz izleyicisine pek hitap etmemektedir.

    filmin fritz lang tarafindan uydurulan sonu ve buna gore yeni bastan uydurulan kurgusu bana gore caginin otesinde olmakla beraber, fritz lang in katkisi cikarildiginda ekspresyonist olacam derken maymun olmus bir filmden oteye gidememektedir (evet langsiz bu film kurumlara yergi agirlikli bir film olacakti ama tum zamanlarin en cok tartisilan sonlarindan birine shaip olmayacak zerzevat filmler arasinda da yerini alacakti. bence su haliyle sonu daha iyi, "oha vay anasini" dedirtmesi ile usual suspects tadinda)

    dekorlari elle boyanmis, el emegi ile hazirlanmistir. yuksek kontrast secimi ise yine ekspresyonist okulun (ya da ekolun) bir uzantisi olmustur.
  • seti kağıttan yapılmış olup, gölgeler de boya ile yapılmıştır. bu kadar amatör ruhla yapılmıştır.
  • ======spoiler==========
    filmin bir diğer ilginç özelliği ise, her ne kadar, anlatılanların francis’in hayal ürünü olduğu gösterilse de, son sahnenin, gerçek doktorun dr. caligari’yi andıran yüz ifadesiyle bitmesiydi. böylelikle seyirciyi gerçek konusunda şüphede bırakan film, nesnel gerçeklik ile düş arasındaki net çizginin bir yanılsamadan ibaret olduğunu vurguladı.
    ======spoiler==========

    http://www.bigglook.com/biggcinema/classic.asp
  • red hot chilli peppersin otherside isimli parçasının, klibinde, bu filmden dekorlar kullanıldığı üzerine varsayımlar vardır.
  • aslında siyah beyaz değildir.

    zira gece ve gündüz farkını yahut bir odanın karanlık ya da aydınlık farkını vermek için farklı tonlar kullanılmıştır.
    bu tonlar maviye ve sarıya kaçar.

    --- spoiler ---

    film aslında akli sorunları olan birinin paranoyası üzerine kuruludur. ancak bunu ta ki son gelene kadar çaktırmaz...
    benim için filmin farklı yanı sadece bir şizofrenin hezeyanın anlatması değil şizofrenin hastalığının kaynağının aslında akıl hastanesi olmasında.

    bu nedir... şöyle ki örneğin shutter island'da dicaprio'nun oynadığı karakter akli kabileyetini akıl hastanesine yatmadan evvel kaybetmiştir ve sonra hastane ile ilgili parayonasını kurmuştur.

    caligari'nin muayenehanesinde ise şizofrenik davranışlar sergileyen karakter bütünüyle deliliğini hastaneden, kabineden ve oradaki kişilerden kurgulamaktadır.

    bu bağlamda bize anlattığı hikaye aslında hastanede yaşananların onun algısındaki yansımalarıdır.
    burada aslında sucker punch'a yakınsar.

    yine de bu tam olarak açık değildir.

    janr olarak korku olarak görünmüş ve değerlendirilmiş olsada bir tür psikolojik-gerilim filmidir aslında.
    korku unsurları bugüne göre o gün farklı olsa da bu filmden fazlasıyla korkulacağını tahmin etmiyorum.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap