• 2008'de chicago'da arch enemy'e alt grup ciktilar. ben de gittim, ama dark tranquillity izlemeye. ortalik baya kalabalik, chicago metalcisinden beklenmeyecek derecede. neyse sonra dark tranquillity cikti sahneye, ulan sikleyen yok. ben bi sasirdim tabi. ilerledim direk en one gittim. hele holo noluyoz lan obareeeey diyerek temiz bi 5-6 sarkiyi tek basima en onden izledim. itis kakis yok, pogo yok, oooh mis sakin sakin boyle 30 santimetreden. sonra arch enemy cikti, ortalik yikildi bir anda. aminiza koyayim sizin dedim, yarisinda ciktim. bu da boyle bir anim. en sevdigim gruplardandir. gallery ile buyuduk lan, 30 oluyorum amina koyim.
  • (bkz: #43079741) ilk paragrafını okumanız da yetebilir.

    minicik haliyle isveç death metalinin başkenti olan göthenburg’un billdal ilçesinden in flames ve at the gates ile birlikte 1980’ler sonu – 1990’lar başı gibi çıkmış olan dark tranquillity, belki de bu tarzın, benim içinse tüm metal müziğin, en büyük ve en muhteşem grubu. her grup için yapılabileceği gibi dt için de büyük değişimlerden, tarihlerle birlikte tarz ve tat farklılıklarından bahsetmek mümkün. ama in flames kritiğimin ana konularından biri olan inişler ve çıkışlar, yükselişler ve düşüşler bu grup için geçerli değil. skydancer’dan construct’a kadar yaptıkları her iş, zihinde bıraktığı tat ne kadar değişirse değişsin, grafikte çizgileri sürekli yukarılarda oldu. bu arada tamamı kanka topluluğu olan if ve dt’yi arada sırada yine bereber ele alacağım. albüm analizine başlamadan önce; ep’leri ayrı başlıkta yazmadım. kimisinden albüm başlıklarında bahsedeceğim.

    ***

    skydancer: in flames’le ikisinin lunar strain – skydancer dönemi bir garip. anders friden dt’de, mikael stanne if’te. mikael aynı zamanda dt’de, ritm gitar ve back vokalci. mahallenin birbirinin cebinde olduğu bu dönemde herkesten üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri beklersin, ancak lunar strain ne kadar henüz gençlerin “işin içinden çıkma” çalışması gibiyse, skydancer tam tersi olarak o kadar olgun ve etkileyici durmuş. sanırım bunun birincil sebebi niklas sundin. gerçi yine henüz melodic death yok, doğum sancılarındayız. bunun yerine yine bir black metal çiğliği var. in tears bereaved, nightfall by the shore ve skywards tam da bu bahsettiklerim. ancak albümün geri kalanı adamın ağzını açık bırakıyor. through ebony archways, a bolt of blazing gold, crimson winds ve shadow düet tam bir –ingilizce kelime anlamıyla- “tranquillity” abidesi. müthişler, favorilerim bunlar ama razorfever için ayrı bir satır: bu şarkı tam olarak dt’nin ilerki işlerinin bir göstergesi, müjdecisi olmuş. sonraki çalışmalarına çok benziyor.

    bunun devamı olan of chaos and eternal night ep’de mikael ana mikrofonun başına geçiyor. bu bir skydancer - gallery köprüsü gibi. 2000 yılında skydancer/of chaos and eternal night şeklinde bir derleme çıkardırlar, ki orijinal albümü sevgilimde vardır, pek sever dt’yi. ben almıştım, hehe.

    the gallery: sanırım 1995 senesinde iki kardeş grubun da başına sağlam bir taş falan düştü, erdiler, göğe falan çıkıp indiler. bu albüm tam olarak the jester race’e (ve sonrasında whoracle’a) denk geliyor. melodic death metal tarzı nedir, nasıl icra edilir makalesinin whoracle’dan sonra ikinci mükemmel paragrafıdır benim için gallery. çarpıcı melodiler, adamakıllı gitar riffleri, ve lethe… niklas’ın 18 yaşında yazdığı bu şarkı bilindiği üzere en yaygın hit’leri. bu da “favorilerim” sıralaması yapamadığım albümlerden. kulaklığı takıp kafayı gömüp bu diyarlardan ayrılın. sonra da bir jaegermeister shot atın. [bir başlangıç yapmak isteyenler birbirine bağlı iki şarkı olan ve enstrumentalle başlayan mine is the grandeur… … of melancholy burning ile giriş yapabilirler]

    the mind’s i: mükemmelliğin farklı bir formda devamı. gallery’den biraz daha farklı olarak, yavaş anlamında değil ama “ağırlaşmış” ve biraz daha filozoflaşmış bir albüm. insanın tüylerini diken diken eden, abartı seviyesinde bir güzellik olan hedon, ve ondan aşağı kalmayan insanity’s crescendo (nell sigland’a saygılar [edit: bu şarkıdaki kadın vokali sadece live in milan'da nell sigland yapmış. normalde sara svensson. runrunrun uyardı]) bu albümde. diğer favorilerim ise tongues (bir soloya duygu nasıl katılır lesson 13 part 1), zodiackyl light ve dreamlore degenerate.

    projector: bu kez “ağırlaşma” sözcüğü yavaşlama anlamında kullanılabilir. ama tarz yumuşaması değil, daha çok durgun bir şeyler deneme aşaması. auctioned ve day to end gibi. ilk kez mikael’in clean vokalini duyduğumuz ve hiç de fena olmadığını farkettiğimiz albüm bu. bu iki parça dışında undo control, therein, nether novas epey epey hoş şarkılar. bu albümde takdir ettiğim bir diğer başlıca şey de saygıdeğer çalgıdaşım michael nicklasson. çok güzel ve doygun bas gitarları var bu albümün. auctioned 3:45’de ufak bir bas solosu da var.

    haven: yola klasik ve iyi dark tranquillity tarzıyla devam etme dışında bunun için söylenebilecek şey tabi ki klavye. klavyeyi severim, ama olmazsa olmaz bir enstrüman da değildir benim için. bu albümde martin brandström’ün işleri biraz abarttığını söyleyenler çoktur. bana kalırsa öyle çok hayran kalmadım, ama hiç aşırı ya da yersiz de bulmadım. indifferent suns, the wonders at your feet (konser açılışı klasiklerinden), haven, the same ve fabric güzel şarkılar. fabric’in hindistan’dan gelen introsu da ayrı bir tat olmuş. dt’nin bana göre kötü albümü yok, ama ille birini son sıraya koysam bunu koyardım heralde. tek sebebiyse diğerlerinin daha güzel olması.

    damage done: character’le benzeşen, dt diyince aklımıza gelen klasik güzel tarzın örneklerinden biri olan hoş bir albüm daha. gallery ve bunun arasındaki 4 albüme göre biraz daha metal. buradaki yine çok sayıdaki favorilerimse monochromatic stains, single part of two, the treason wall, final resistance, the enemy ve neredeyse albümün tamamı *.

    character: damage done’un devamı ve ağabeyi niteliğinde, sert bir albüm. melodi yoğunluğuna boğulmuş bir sertlik, bu albümü tanımlayabilecek bir kavram. makineden çıkma rifflerin böyle müzikal yoğunlukta kullanılması etkileyici. endless feed, am ı 1, lost to apathy, one thought, the new build, kalanına göre biraz durgun kalan ve yine çok güzel olan my negation gibi çok sayıda sevdiğim parça mevcut. the new build sanırım grubun en sert parçalarından biri, ritm gitarın böyle orgazmik kullanıldığını nadiren görmüşümdür. buraya bağlı sayılan lost to apathy ep’lerindeki derivation tnb ise değinmeden geçmek istemediğim bir deneysel güzellik.

    in flames’te çok değişken ve genel olarak güzelden kötüye giden bir durum varken, dark tranquillity’de bir “durduramıyoruz efendim” durumu mevcut. iyi ki de mevcut. character de bu işin son damgalarından biri. eleştirmenler bu albümle beraber dt’nin, kankası if gibi bir yola girmeyeceğini açıkça görüp daha da iyi çalışmalar beklemeye başladı. ve yanılmadılar.

    fiction: işte size uzun yıllar en sevdiğim albüm tahtında oturmuş bir başyapıt (daha sonra 3’e 4’e indirildi whoracle ve blackwater park gibi şeyler tarafından ama ilk 5’te kalmayı başardı). dark tranquillity’nin melodi kavramını uçarı seviyelere çıkardığı, melodic death’in kralı olduklarını ve devam edeceklerini kanıtlama işini abarttığı dehşet bir albüm. klavyenin de çok yerinde kullanıldığı, metalin de dibine kadar hissedildiği bu yapımda en sevdiğim parçalar inside the particle storm, terminus, blind at heart, ve, hedon’un yeri de farklı olsa da sanırım en sevdiğim dark tranquillity eseri olup tüm metal müziğin içinde de ilk üçümde olan the mundane and the magic adlı muhteşem şaheser.

    we are the void: şimdiye kadar melodi ve sertlik paralelimsi giderken, yine metal, yine hızlı rifflerle ilerleyen bir müzik ama bu albüm sanırım melodi çizgisinin saf metal çizgisinden bir tık üste çıktığı nokta. saf death metal’le ise zaten azıcık olan alakalarının artık sıfıra indiğinin geri dönüşsüz kanıtı. gerek de yok zaten, amacımız cannibal corpse değil. bu albümden favori şarkılarımı in my absence, the fatalist, iridium, at the point of ignition gibi sayabilirim. her silent language ise 1990’dan bu yana aralıksız felsefe tabanlı söz yazmış olan grubun “yeter ulan” diyip yazdığı bir aşk şarkısı sanırım.

    bu sıralarda çıkardıkları zero distance ep ise 5 şarkılık haliyle nice albümden daha güzel olmuş. önce star of nothingness, ardından tamamı dinlenmeli.

    construct: we are the void’in devamı ve şimdiye kadarki son albümü. aynı melodik ağırlık, aynı güzel dark tranquillity. buradaki en güzel yapıtlarsa uniformity, for broken words ve what only you know.

    ***

    laf lafı açıyor programında; sanırım dt’nin dt olmasının en büyük ve birincil sebebi niklas sundin. oturup iki laf etmişliğim yok ama üst düzey bir zekaya sahip olduğunu düşünüyorum. müthiş birikimli biri olduğu kesin ve yazdığı sözlere bakılırsa filozofun ta kendisi. yazdığı riffler, melodiler müzisyenlik seviyesini ortaya koyarken, dark tranquillity ve in flames’in albüm kapaklarının tamamının, arch enemy ve hatırlayamadığım daha birçoklarının çoğunun, ve isveç ve finlandiya’daki metal ortamlarının daha sayısız görsel tasarımının bu adam tarafından yapılmış olması nasıl bir grafik tasarımcı olduğunu gösteriyor. cabinfevermedia.com sitesinin kurucusu, çok sayıda tasarımı var. yamulmuyorsam dark tranquillity resmi sitesini de yazan bu, bilgisayardan da anladığı ortada.

    ***

    böylece dark tranquillity kritiğimizin sonuna gelmiş bulunuyoruz. kendimi kaptırdığım için kendimden emin olamadım; böyle bir şey varsa abartılmış, sündürülmüş bulanlara, daha kısa olabilirdi on boş lafa bir tane bilgi düşüyor diyenlere saygı duyuyorum.

    in metal we trust
  • sundin gitti, henriksson gitti, jivarp gitti, e kim kaldı ulan. iyiden iyiye "mikael stanne solo projesi feat martin brändström" olmuş grup. sundin ve henriksson sonrası ana şarkı yazarlarından biriydi jivarp. gene sil baştan, bu sefer yeni gitaristler ele alacak herhalde. zaten son albümün çoğunu johan reinholdz yazmış anladığım.
    at the gates, in flames, dark tranquility. tüm klasik göteborg death metali grupları ana şarkı yazarlarını kaybettiler ama yürüyen ölü misali müzik yapmaya devam ediyorlar. bakalım ilk kim pes edecek.
  • in flamesin kuzeni,at the gatesin torunu.
  • bir ara ortamlarda bu grubun adını lethe sanan eser miktarda metalci vardı. sonra onlar saçlarını kestiler, şimdi o ses türkiye'de murat boz'u destekliyorlar.

    + en sevdiğin grup kim?
    - lethe yhaa, adamlar süper ^_^
    + en sevdiğin şarkısı?
    - mmm, tüm şarkıları çok güzel bence.
    + bence de.
  • şahsi fikrimce at the gates'in de in flames'in de çok önünde olmalarına karşın hiç bir zaman onlar kadar ilgi görmeyen, özellikle kış aylarının vazgeçilmezi, tüm zamanların en underrated grubu.
  • iillaki lady in black ...
  • kanimca metal muzik gruplari icin deneyselligin kitabini yazmis gruptur. eski hayranlarini kufrettirmeden yeni ufuklar arayisinin nasil olmasi gerektigini gosterir bize dark tranquillity her yeni albumuyle.

    reisler bir muzik turunun yaratici gruplarindan biri sonucta ve bu durum muzik tarihine goz attigimizda buyuk olcude ya duraksamayi, kendini tekrari ya da sapitmayi beraberinde getiriyor. cagdaslarindan at the gates kendini asamayacagini dusunup havlu atmis, in flames ise ne yapmak, nereye varmak istemektedir dedirtmis bir kifayetsizlesme surecindeyken stanne ve arkadaslari bukalemun gibi her albumde grubun dogal habitati icerisinde cesitli denemeler, donusumler yapmis ve bunlarin buyuk cogunlugunda basarili olmustur.

    ıste bundan dolayidir ki melodik death metal'in en onemli grubu dark tranquillity'dir benim icin.
  • davulcu anders jivarp ve bas gitarcı anders iwers'ın ayrıldığını duyurmuştur.

    duyuru metni epey samimi yazılmış ve her iki müzisyen için de çok olumlu şeyler söylenmiş. severek ayrılalım durumu var sanırım.
  • yazdıkları sözleri tüm dillere çevirip çerçeveletmek gereken "başkalarıyla değil, kendiyle sorunu olanlar"ın grubu dark - oha be - tranquillity.. herhangi bir şarkılarını dinlerkenki ruh halini karşı tarafa o kadar anlatamıyorsunuz ki "çok gürültülü bunlar be" diyenlere elinizden "haklısın" demekten başka bişey gelmiyor.
hesabın var mı? giriş yap