• ünlü bir yazar olmak istiyordu. olamadı. olamayınca da “bari sinemanın büyük ustalarından biri hatta birincisi olayım" dedi. oldu. önce amerikan sinemasını sonra dünya sinemasını etkileyen önemli sinemasal anlatım tekniklerini, kurgu numaralarını, görkemli (ve heyecanlı) final fikrini, paralel kurgunun sağladığı imkanları keşfetti. böylece düz bir hikâye anlatımından çıkıp bugün sinemayı sinema yapan dramatik yapıyı inşa etmesini bildi. şüphesiz bunda sinema sanatının o devirde henüz gencecik, bakir, utangaç bir alan olmasının da payı vardı.

    bu griffith efendi, aslen güneyli olup amerikan iç savaşı’nın bitiminden ve de şehbenderzade filibeli ahmet hilmi’nin doğumundan 10 yıl sonra 1875 yılında kentucky’de doğmuştur. bir yol sonra griffith’in onuruna türkiye’de birinci meşrutiyet ilan olunacaktır. padişah sultan abdülaziz’dir. küçük griffith ziraatle iştigal eden püriten güneyli bir ailenin evladı olarak iç savaşa dair kahramanlık hikayeleriyle, pehlivan tefrikalarıyla büyümüştür. 19. asır romantizmine gönülden bağlanmış, tiyatro kumpanyalarında figüranlık, oyunculuk yapmıştır. kaybolmayan sakız, patlamayan lastik, bitmeyen benzin, kornere-taca-auta çıkmayan top gibi icatların peşine düşmüş lakin muvaffak olamamıştır. buradaki azmi sinemasına yansımıştır. bitmeyen filmler yapmıştır.**

    çiftlik evinden idealizme, protestan ahlakından edebiyata, güneyli reflekslerinden tiyatroculuğa amerikan hayatının tüm köşe başlarından birer birer dönen griffith, takvimler 1908’i gösterirken ilk filmi “dollie’nin maceraları”nı çekti. bu ilk filmin onuruna ise türkiye’de ikinci meşrutiyet ilan edildi.

    daha sonra bir çok sessiz filme ve de galiba iki adet sesli filme imza atan griffith, kurgu, montaj, kesme gibi kavramları teorize eden sovyet yönetmenlerin yolunu açtı. teoriysen değildi ama teoriysen yönetmenler ondan çok şey öğrendi.

    sadece kurgu anlayışıyla değil, dramatik ve heyecanlı finalleri, ayrıntılı çekimleri, değişik kamera hareketleri, yenilikçi çerçeveleme deneyleri ile de bir miras bırakmıştır. sinemayı sanat yapan noktalardan biri de anlatım biçimidir. bunun için de mekandan bağımsız ve zamanda yolculuk yapılabilmelidir. fantastik anlamda değil tabii bu yolculuk. farklı zaman dilimlerindeki hikayelerin anlatılabilmesidir ve birbirine bağlanabilmesidir kast edilen. griffith işte tastamam bunu yapmıştır.

    evet iflah olmaz bir muhafazakârdır ve hâlâ tartışılsa da ırkçıdır. toplumsal eleştirilerinde veya tespit ettiği çürümüşlüklerde bile faturayı “gelenekten, törelerden uzaklaşmaya” bağlar. amma ve lakin griffith yapacağını yapmış, sinemayı etkilemiştir, hatta sinema dilini inşa etmiştir. o olmasaydı elbette bunu zaten başkaları yapacaktı ama bu mirası oluşturmak ona nasip olmuştur. griffith, filmleriyle bu dili çıkarmasaydı ve de olmaz ya diyelim ki kimse de yeni bir şey bulmasaydı, bugün dünya sineması hâlâ keloğlan masalları gibi filmler yapacaktı.

    tam adı david lewelyn wark griffith olup, onun büyüyünce yönetmen olacağını bilen ailesi tarafından kendisine bilerek böyle uzun ve karizmatik bir isim konmuştur. öldüğünde sene 1948’di ve türkiye vefasızlık örneği sergileyerek griffith’in onuruna pek bir şey yapmadı.
  • griffith teorisyen degil, sadece yonetmendir. hatta basta niyeti oyun yazari olmak oldugu icin, ilk filmlerinde sinemayi daha asagi gorup sahte bir isim kullanmistir. sinemada adam gibi hikaye anlatan ilk kisi kabul edilir genelde. 'birth of a nation'dan baska, 'intolerance', 'way down south' ve 'broken blossoms' gibi anlatimi devrine gore cok basarili, ama gunumuzde bayik ve irkci gorulebilecek filmler yapmis, ayrica united artists sirketinin kuruculari arasinda yer almistir.
  • birth of a nation'dan sonra kendisine atfedilen irkci sifatindan kurtulmak icin intolerance'la yetinmeyip 1919'da da broken blossoms'i cekmis yine de kendini temize cikaramamis yonetmen. melodram da cekse, western de cekse, savas filmi de yapsa bir kotu bir de iyi karakter kullanmayi kendine siar edinmis, kotulugun karsisina (bu namus dusmani bir zenci de olabilir, alt sinif bir beyaz adam da olabilir) kurban olarak illaki savunmasiz beyaz genc kizlari kullanmis yonetmen. hollywood'un anlati yapisinin egemen, ya da yaygin demek daha dogru burada, olmasini saglayan kimse. kurguda devamlilik, paralel kurgu, oznel kamera, aci karsi aci gibi tekniklerin bir donem sonra sovyet sinemasinda da, cin sinemasinda da turk sinemasinda da bir sekilde devreye girmesini bi yandan hollywood'un genis dagitim alanina, bir yandan da giriffth'in bu kolayci anlatim teknigine borclu sayiliriz efendim (zira bundan sebep olsa gerek ki birinci mesrutiyet de onun adina ilan edilmistir). cin sinemasi ya da devrim oncesi rus sinemasi onceki donemlerinde mizansen agirlikliyken sonrasinda montaj teorilerinin cikmasi iste bu yerel ya da populer ya da ikisi birden modernlesmenin ve griffith'in zanaatkarliginin da bir sonucudur. onemli adamdir vesselam. ayrica bence melodramlari en keyifli seyredilen filmleridir.
  • sinemanın ikincil teorisyeni. (bkz: eisenstein) bir ulusun doğuşu'nu izleyebildim yanlızca. amerikan şovenistidir, filminde 'gelin beyazlar bir olalım zencileri amerika'dan kovalım' temasını işlemiştir anladığım kadarı ile. filminde de zaten zencileri suratlarını boyamış beyazları oynamıştır.
    iyi sinemacıdır bana kalırsa.
  • dunya sinema tarihinin en cok is yapmis filmi olan birth of a nation i cekmis, eisensteindan once gelmesi itibariyle ikinci olamayacak, teorisyen bir tarafi olmadigindan teorisyen kabul edilemeyecek bir yonetmendir. bugunku alistigimiz anlamda sinema dilini kesfetmis, ritmik editlerden close uplara, editing in oneminden, sembolizme kadar ondan once gorulmemis teknikleri bence sans eseri tanitmistir. sansi erken dogmus, dogru zaman da dogru yerde olmus olmasidir ki, bunun icin kimseyi alkislamaya gerek yok.

    ama 13 milyon dolar hasilat yapan birth of a nation 1975 de 100 milyon dolar ustu hasilat yapan jaws dan daha yuksek bir getiriye sahip imis, onu ogrendim "vay" dedim.
  • bir suru seyin 'babasi' sayilsa da film tarihinde o donemden kalma cok az film bulundugunu da hatirlamak gerekir. sessiz donem amerikan filmlerinin %80'i yok olmustur mesela, baska ulkelerde de durum daha parlak olmasa gerek. film tarihi arastirmalarinda kimi zaman kesfedilen filmler, griffith'i onceler ve griffith'in 'baba'liktan ziyade 'survivor'lik yetenegi oldugunu gosterir bize. detay icin (bkz: the story of the kelly gang) ve (bkz: cabiria). yine de iyi bir yonetmendir, saglamdir filmleri, ve klasik studyo tarzinin temellerini atmis diyebiliriz kendisi icin. diyelim.
  • 1900lu yillarin basinda david wark griffith amerikanin dogusunda kimisi uydur kaydir,kimisi o doneme gore oturakli filmler cekme cabasi icindedir.doguda millet sinemaya lahmacum gozuyle bakmaktadir o siralar,siradan halk destek olmamaktadir yani.ustelik bela bir yagmur,korkunc bir firtina vardir surekli. tum bunlardan illallha eden david abi yandaslarini tuttugu gibi kitanin diger tarafina yol alir. burada ileride hollywoodu temsil edecek herseyin temelini atar.2 tane baba film ceker.birincisi birth of a nation bir irkcinin gozunden irkciligi vermesiyle sinema tarihinde hala benzersizdir(teknik yonunu bir tarafa birakin).
    zaten bitr sonraki projesi,inatla,hirsla,ozveriyle yaptigi,onun yuzunden deli gibi borca saplanacagi intoleranceda bir nevi bu elestirilere cevap verir.anlatim ozgurlugune gosterilen hosgorusuzluk yaninda 4 farkli cagdan 4 epik oyku getirir onumuze.ve aslinda bu filmi cektigi icin kader de hosgorusuz davranir ona...bugun icin komik olan 400.000 dolar gibi bir borc yuzunden hayati kayar,borcunu odeyemez.daha sonra sevgilisi lilian gishin destegiyle cektigi melodramlarla da kendini kurtaramaz.sinemanin ilk dahisi,eisensteinin,fritz langin "o bize ilham verdi" dedigi adam sefil bir sekilde kaybolur gider...
  • yaşasaydı, "sizin yapacağınız işin ta amına koyayım orospu çocukları" deyip amerikan sinemasına eser vermeye devam edecek adamdır.
  • david llewelyn wark griffith, yönetmenlerin zeus'u.
    sinemayı sanat yapan karanlık yetenek.

    kendisi pek kabullenmese de, bir çok otorite ve yönetmene göre yalnızca fast-food gibi tüketilmek ve reklam için üretilen sinemayı, bir anlatım aracına, üzerine düşünmeye değer bir ortama ve dünya görüşünü açıklamaya elverişli yeni bir sanat diline dönüştürdü.

    charlie chaplin'in deyimiyle, "hepimizin ilk öğretmeni".

    1875'te albay bir babanın* yedi çocuğundan biri olarak doğdu. babası amerikan iç savaşı'nın mağlubu olan konfederasyon ordusunda görevli galli kökenli bir süvariydi. birlik ordusundan atılan bir top güllesi ile sakat kalıp savaşamaz hale geldikten sonra ordudan emekli edildi ve savaş bittikten sonra konfederasyona bağlılığını her fırsatta dile getiren bir siyasetçiye dönüştü.

    çocukluğu boyunca babasından savaş hikayeleri dinleyerek büyüyen yönetmen, edebiyat ve sanata merak sardı sarmasına ama abd'nin güneyinde o dönem son derece normalleşmiş olan ırkçılık geleneğini de edindi ve bunun etkisinden hayatı boyunca çıkamadı.

    1890'da 15 yaşındayken babasının ölmesi ile genç griffith, kitap evlerinde, kütüphanelerde çalışarak para kazanmaya başladı ve aynı dönem bir tiyatroda görev almaya başladı. tiyatro sahnesinde pek fazla şans bulamayan yönetmen sahne arkasına geçip yazar olma kararı aldı ve new york'a taşındı. o dönem henüz yeni yeni konuşulmakta olan sinema endüstrisine kapağı attıktan sonra peş peşe sinema filmleri çekmeye başladı. kalitelerine pek aldırış etmeden neredeyse haftada dört kısa film çekmeye başladı. bunların çoğu, klasik masallar, dini kitaplarda anlatılan kısa öyküler ya da tarihi bazı olaylardan oluşmaktaydı.

    1915 yılında sanat sepet çevrelerinde meşhur olduktan sonra kolları uzun metraj bir film için sıvadı ve thomas dixon'ın hem roman, hem de tiyatro oyunu olarak kaleme aldığı the clansmen adlı kitabının bir uyarlaması olan the birth of a nation (bir ulusun doğuşu) filmini çekmeye başladı.

    amerikan iç savaşı döneminde ve sonrasında zıt görüşlü iki aileyi anlatan the birth of a nation, 1915 yılına göre inanılmaz uzun, inanılmaz pahalı, inanılmaz merak uyandırıcı bir yapım oldu. döneminin rekor ücreti olan 110.000 dolara çekilen film, 20 milyon dolar hasılat yaptı. ilk gösterime girdiğinde bilet fiyatı 2 dolar olan film tam 15 yıl boyunca sinemalarda gösterildi. filmde teknik olarak ilk defa denenmiş ve başarılı bulunmuş, pan, gece çekimi, panaromik çekim, yüzlerce figüranın yer aldığı savaş sahneleri gibi teknikler de vardı. bu bir anlamda, daha sonraki sinema filmlerine teknik olarak öncülük ettiğinin kanıtıdır.

    fakat bütün teknik ve sanatsal başarısını gölgede bırakan bir şey daha vardı ki, the birth of a nation olağanüstü derecede ırkçı bir filmdi. ku klux klanı kutsayan, iç savaş sonrası ülkenin kahramanları gibi gösteren, siyahileri tecavüzcü, katil ve vahşi olarak tasvir eden bir filmdi. griffith o kadar ırkçıydı ki, filmdeki siyahi karakterler için siyahi oyuncular oynatmadı bile. baya baya yüzü makyajla kahverengine boyanmış beyaz oyuncularla çekime devam etti. 1970'lerde dahi ku klux klan kendi örgütüne üye toplamak için bu filmi kullanıyordu

    beyaz saray'da ilk defa gösterime giren film, o dönem abd başkanı olan ve güneyli bir diğer ırkçı woodrow wilson tarafından çok beğenildi. hatta film hakkında, "bu film görüntüyle yazılmış bir tarihtir ve maalesef hepsi çok doğru." gibi bir yorumda bulundu. ne var ki, başkan wilson özellikle abd'nin kuzeyinden gelen tepkiler üzerine çark etti ve böyle ifade kullanmadığını ve ırkçı olmadığını anlatan bir basın açıklamasında bulundu.

    bir yıl sonra, d. w. griffith kendisine yöneltilen eleştirileri pek de umursamadı ve ikinci büyük başyapıtı intolerance (hoşgörüsüzlük) çekimlerine başladı. ilk filmine göre çok daha uzun, çok daha pahalı ulan bu film 4 paralel dini ve tarihi hikaye ile insanlık tarihinde hoşgörüsüzlük kavramını ele alan bir epik yapımdı. perslerin babil işgali, isa'nin çarmıha gerilmesi, ortaçağ ingiltere'sindeki büyük protestan katliamı ve suç kavramı üzerine bir melodram olarak dört bölüme ayrılan film, o dönem için korkunç büyük bütçe olan 2 milyon dolara çekilmiş ve yaklaşık 3.5 saat uzunluğuna ulaşmıştır. 1500'den fazla figüran, dev sahne dekorları, pahalı kostümleri, müthiş kalabalık oyuncu ve set ekibi ile rekordan rekora koştu.

    fakat film hem zor ve rahatsız edici sahneleri hem uzunluğu hem yönetmenin kötü şöhreti hem de siyahilerden sonra ağır bir yahudi düşmanlığı yapması sebebiyle gişede battı, hatta yapımcısı 20th century fox'u bile batırma noktasına getirdi.

    işler bu noktadan sonra d.w. griffith için pek de iyi gitmedi ve yönetmenin talihi tersine döndü. intolerance battıktan sonra yönetmen kendini önce alkole verdi daha sonraları da yanlış yatırımlar yüzünden parasını büyük oranda kaybetti. aynı dönemde time dergisinde kendisi hakkında 'parasını hızlı ve dengesiz harcadı' manşeti bile atıldı.

    1930'lara geldiğimizde yönetmen ilk sesli filmi olan abraham lincoln'ü çektiğinde, çağdaşları olan john ford, charlie chaplin, cecil demille, frank capra gibi yönetmenler hem teknik hem anlatım açısından kendisine çoktan tur bindirmeye başlamıştı. bu sanatsal yetersizlik ve yoksulluk durumu yönetmende ağır bir alkol bağımlılığı ve depreson hali yaratmış olacak ki son yirmi yılını tam bir inziva halinde tek başına geçirdi. 23 temmuz 1948'de hollywood'daki evinde beyin kanaması sonucunda öldü.

    sinemayı ne kadar değiştirdiğinin pek de farkında olmayan bu efsane yönetmen, bir defasında oscar ödüllerini dağıtan sinema sanatları ve bilimleri akademisi*'nin adını duyduğunda 'sinema sanatları ve bilimleri akademisi mi? ne sanatı? ne bilimi?' diye tepki vererek sinemanın bir sanat ya da bilim ile ilgili bir akım olabileceğine anlam bile verememişti.

    d.w. griffith bu inişli çıkışlı hayatı sonlandığında bile her ne kadar alkolik, azılı bir ırkçı, kaba saba bir herif olsa da kendi ülkesinde her zaman anısına saygıda kusur edilmeyen bir yönetmen oldu. amerikan yönetmenler birliği (dga)'nın verdiği en prestijli ödül olan 'ömür boyu başarı ödülü' 1953'ten 1991'e kadar d.w. griffith award olarak anıldı, amerikan posta servisi anısına pul bastırdı, hollywood yıldızlar caddesindeki kaldırıma ismi kazındı.

    "sinema d.w. griffith ile başlar, kiarostami ile sona erer."
    jean luc godard
  • broken blossoms or the yellow man and the girl adlı şaheserin yaratıcı 1907 yılında yazar olmaktan ümidi keserek geldiği daha o zaman hollywood olmamış hollywood'a oyuncu olmak için gelir. rescued from an eagle's nest filminin setinde kartal maketinin ipi boğazına dolanır ve ölmekten son anda kurtulur. bu filmde oynadıktan sonra geçtiği şirkette 'uzun suratlı, uzun boylu ve çirkin' bulunarak sözleşmenin boşa gitmemesi için yönetmen koltuğuna oturtulur.
hesabın var mı? giriş yap