• saptanabilmesi için davranış analistlerince kişinin,

    1. gerçekleri ve kanıları ayırt edip edemediği,
    2. gerçekleri ve çıkarımları ayırt edip edemediği,
    3. etki tepki ilişkisini tanımlayıp tanımlayamadığı,
    4. muhakeme hatalarını tanımlayıp tanımlayamadığı,
    5. alakalı ve alakasız argümanları ayırt edip edemediği,
    6. kesin ve kesin olmayan genellemeleri ayırt edip edemediği,
    7. yazılı materyallerden geçerli sonuçlar çıkarıp çıkaramadığı,
    8. sonuçları gerçekleştirmek için gerekli olan varsayımları belirleyip belirleyemediğine bakılan paradigma.

    bu açıdan bakıldığında çoğu eleştirel düşüncenin, aslında öyle olmadığını fark edersiniz, çünkü üzerine "düşünülmemiştir", kişi farkına varmamıştır.

    dahası:
    (bkz: davranış analizi)
    (bkz: psikoloji)
  • nlp seminerlerinin en can alıcı, en çarpıcı kısmı. insan resmen oklavayla açılıp genişletilen esneklik ve incelikte, baklavalık yufka hamurundan farksız şekilde beynini çalıştırabilme kapasitesini artırabileceğini keşfediyor. yeter ki algısı kıt, aşı tutmayan palamut ağacı gibi olmasın insan. piyango.
  • çerçevenin dışına çıkarak, karşı güç/düşman gibi düşünme noktasında;
    (bkz: red team)
    doğuştan muhalif olma noktasında;
    (bkz: the devil's advocate)/(bkz: şeytan avukatlığı)
    varoluşsal bir gereklilik olma noktasında;
    (bkz: hegel diyalektiği) / (bkz: tez antitez sentez)
  • hong kong üniversitesi filozofi bölümünün yapmış olduğu şöyle bir sayfa bulunmakta. critical thinking, creative thinking, basic logic gibi konularda giriş seviyesinde güzel bilgiler bulunuyor. incelemekte yarar var. ileri seviye okumalar arayanlar yeşillendirebilir.
  • *'eleştirel' kelimesi menfi manada olduğundan "sorgulayıcı düşünce" daha karşılığını bulan bir çeviri olur.
  • richard paul ve linda elder'in kitabı. türkçeye kritik düşünce olarak çevrilmiş. eleştirel düşünme olarak çevrilse daha iyi olurdu.
  • hayat kurtaran, asıl çocukken öğrenilmesi gereken olay. hayattan en az tokadı yiyerek yükselmenin ilacı. keşke daha önce öğrenip içselleştirseydim denilesi.
  • bu konuda biraz yazıp çizmek istiyorum. çevrenizden hep bir "analitik düşünme" güzellemesi duyarsınız. bu insanların kastettiği şey aslında aşağı yukarı critical thinking'in dar anlamda uygulanmış halidir. kendileri bilmiyor olabilirler.

    bu düşünce tarzı ne kadar güzellense de çevrenizde ve sosyal mecralarda çok uygulandığını göremezsiniz. örneğin (bkz: sizce uzay milyarlarca dolar harcamaya değer mi) başlığına girerseniz bir sürü "garip soru", "gereksiz soru" diyen görebilirsiniz. bu critical thinking değildir. soru gayet anlamlı bir sorudur. vaktinde nasa'nın kurulmasına onay veren amerikalı bürokratların ve bilim insanlarının da aslında sorup ciddi ciddi tartışmıl olması gereken bir sorudur. öyle ya madem bu kadar bariz bir cevabı var, o cevabı verirsiniz ve konu kapanır. ama ne soru gereksiz bir soru, ne de cevabı basit bir cevap. o yüzden öyle kestirip atamazsınız.

    critical thinking'in aslında prensipleri çok basittir. insanı insan yapan özelliğiniz olan agency'i metodik biçimde işletmek ve bunu yaparken açık yer bırakmamakla alakalı bir durum. kendi alıştığım ve kullandığım framework'ü açıklayayım.

    öncelikle her düşüncenin, hipotezin veya cevap bekleyen sorunun bir amacı olması gerekli. oturup da entel feridun gibi şekil olsun diye düşünmek için critical thinking olmaz. bunun sebebi de amacın verilebilecek cevaplara dair önyargılarınızı (bias), kişisel çıkarlarınızı (conflict of interest) ve varsayımlarınızı (assumption) ortaya koyuyor olması. bu elemanların gözünüzün önünde ve ortada olması çok önemli, aksi durumda doğru düşündüğünüze emin olamazsınız ve argümanınız kazara subjektif temellere oturabilir.

    yukarıdaki durumu ele alalım. uzay harcamalarına para harcanması yönünde fikir beyan ederken "gereksiz soru" diyen yazarların öncelikle 1) bias'ları var, uzayla özellikle ilgilenen batılı ülkeleri seven bir mecradayız 2) varsayımları var, bilime harcanan para iyidir şeklinde. bunların varolması problem değil ama açıklanmadan öylece bırakılmaları problemdir. bilime harcanan para iyidir çünkü diye devam etmesi gereken argümanı "ama burası ortadoğu kime anlatıyorum işte" diye devam ettirirseniz en fazla kendi kendinize 31 çekmiş olursunuz.

    devam edelim. varsayım, önyargı ve çıksr çatışmalarınızı önünüze koyduktan sonra bu varsayımların ve önyargıların realite ile uyuşup uyuşmadığına bakarsınız. örneğin "bilim harcaması yapmak iyidir" asıl sorunun yanıtı için çözümlenmesi gereken bir alt sorudur. bu sizce "e herhalde tabi" olsa da ortaya objektif bir şey koymanız gerekiyor. bunu da dümdüz korelasyonla falan gösteremezsiniz. yani "e bak abd yapıyor ve abd zengin demek ki bilime harcama yapmak iyidir" diyemezsiniz. istatistikteki en büyük günahlardan biridir çünkü. böyle korelasyonlar nedensellik belirtmez. nedensellik bulabileceğiniz açık argümanlar üretmeniz gerekir. bilime yapılan harcamanın tam olarak ne gibi faydaları olduğuna dair etraflıca düşünmeniz gerekir. sonra da bu faydaları yapacağınız harcamayla kıyas edip sorunuzu cevaplarsınız.

    kimi zaman bu varsayımlarda 4-5 kat aşağı inebilirsiniz hiyerarşik olarak. burası biraz dürüstlük meselesi. yani işler "su ıslaktır" noktasına geliyorsa orada bu artık istatistiksel olarak ispata ihtiyaç duymayan bir fact, varsayım olarak kalabilir. bu şekilde, çünkü/ama/ek olarak her savınızı etraflıca düşünürsünüz.

    devam edeyim. savları düşünürken ve oluştururken her daim sormanız gereken sorular var. savlarınızı çevresel etkilerden ve belirsizliklerden olabildiğince ayıklamanız gerekir. örneğin yukarıdaki "bilime yapılan harcama iyi midir" sorusu aslında doğru ve güzel bir soru değil. çünkü hangi bilim? her bilimin birim harcama başına topluma katkısı aynı olamaz. özelleştirmeniz lazım. veya "iyi" nedir? toplumsal fayda mı, parasal getiri mi? toplumsal faydaysa onu nasıl tanımlıyorsunuz? parasal getiri ise kısa orta uzun vade hangi şekilde getiriden bahsediyorsunuz? uygulamalı bilimler (mühendislik, tıp, askeriye) sonuçları çok hızlı aldığınız bilim alanlarıdır mesela. saf bilimler matematik, fizik, biyoloji sonuçlarını belki 15-20 yılda gördüğünüz bilimlerdir. fizik bilimi ilerlememiş olsa nükleer enerjimiz olmazdı, ama atom bombalarımız da olmazdı. atom bombasını "toplumsal fayda" sayıyor musunuz? bunları olabildiğince açıklığa kavuşturmanız gerekir.

    ekstra olarak bilime yapılan harcamanın bilimsel çıktıyla birebir korele olduğuna dair de bir varsayımınız var. bu doğru mu? bu işin başka komponenti yok mudur? düşündünüz mü?

    bir argümanı anlatırken amacınızın bir grubu ezmek olmaması gerekir. adaletli olmalı, sorulara hakettikleri değeri vermelisiniz. bugün "ulan bu da sorulur mu daha hala" dediğiniz soruların hepsi zamanında deli dehşet akademik veya politik tartışmalarda rafine edilerek cevaplandılar. o gün o insanlar "dedi sığır adam" perspektifinden yaklaşsalardı çözümsüz kalırdık. siz de sorulara gereken kıymeti verin ve düşünürken adaletli olun.

    aslında olayın özü bu kadar. çok zor değil. argüman oluştur, spesifikleştir, varsayımları ve önyargıları not et, varsayımları doğrula, gerekirse deneyler yap, güzel bir model elde edene kadar bu döngüyü devam ettir.

    bunlara "cevap" değil modeller diyorum. çünkü modeller yanıt vermezler. yanıtı kendi perspektifinizden o objektif modele bakarak siz verirsiniz. model sizden bağımsız bir entitedir. başka birisi aynı modele başka bir perspektiften bakarak başka bir cevap verebilir. bunları kabul edin, hayır yanlış anladın diye sinirlenip olayın özünden uzaklaşmayın. amacınız kimseyi dövmek değil doğruyu aramak.

    valery legasov'un bir lafı var. onun lafı mı emin değilim ama chernobyl'de geçiyor. "to be a scientist is to be naive. we are so focused on our search for truth, we fail to consider how few actually want us to find it. but it is always there, whether we see it or not, whether we choose to or not. the truth doesn't care about our needs or wants. it doesn't care about our governments, our ideologies, our religions. it will lie in wait for all time. and this, at last, is the gift of chernobyl. where i once would fear the cost of truth, now i only ask: what is the cost of lies?"

    bunu da aklınızda tutun.
  • john leguizamo'nun başrolde olduğu gerçek bir hikayeden uyarlanmış bir satranç filmi. fena değil, ama kesinlikle bu konuda seyrettiğim pawn sacrifice ile searching for bobby fischer'ın çok gerisinde. bence critical thinking'deki en büyük problem, okulun satranç takımında esas konsantre olunması gereken ana karaktere senaryoda ufak bir rol veriliyor oluşuydu.
hesabın var mı? giriş yap