• michelangelo'nun taa 1500'lerde yaptığı ünlü resim. ademin yaratılışı olarak bilinen resim ile ilgili bir sürü teori var. adamın 1500'de yaptığı tabloyu bu yıllarda bile zor anlıyoruz.

    resimde tanrı'yı betimleyen çizim beyine benzeyen bir kalıbın içine oturtulmuş ve meğer gerçekten de michelangelo beynin içinde olduğunu çizmiş. oysa her şey göründüğü kadar basitmiş.

    şimdi resme bakınca 'oha lan harbiden beyin' moduna giriyorsunuz. şuradan

    michelangelo tabi burada hemen anatomik bilgisini konuşturup beynin orta kısmına tanrıyı yerleştirmiş. tanrıyı beyinde konumlandırdığı yeri de şurada

    bu resim hakkında söylenen tanrı'nın ilk insan âdem'e hayat vermesini betimlediğidir. adından da anlaşılacağı üzere (bkz: adem'in yaratılışı). ama burada michelangelo tanrı sensin demiş olabilir. tanrıyı beynin orta kısmına yerleştirirken, işte şöyle

    yani en başa dönersek anlam yüklediğimiz şeylerin çoğu bize ait. nasıl görüp kabul ediyorsak onun da o amaçla yapıldığına inanıyoruz. bazı şeyler aslında sadece göründüğü gibi.
  • michelangelo'nun 'tanrı'nın şarj edilişi'ni gösteren resmidir:

    http://i.imgur.com/zjtd2yq.jpg

    meleklerin kan ter içinde taşıdığı tanrı yaşlıdır, yorgundur ve sefillik derecesinde bitkindir. gözle görülür bir telaş içinde adem'in gençliğinden, enerjisinden, tazeliğinden medet ummaktadır. adem de "seni mi kıracağım babacığım!..." modunda gayet lütufkar bir tavırla kolunu uzatmış, hatta bunu bile yaparken keyfini ve sere serpe istifini bozmadan dirseğini dizine dayayarak, kerhen parmağını kaldırmıştır. tanrı'nın parmağındaki ısrar yalvaran bir hastayı, meleklerin gözlerindeki panik de yoğun bakım ünitesinde çırpınan hemşireleri andırmaktadır.

    adem'in saflığı, temizliği ve iyi niyeti yüzündeki ifadeden açıkça yansımaktayken, rüşvet olarak havva'yı da kucaklamış tanrı'nın agresyonu göz bebeklerinde adeta çığlık atmaktadır. ayrıca, bütün melekelerin debelene debelene sürüklediği tanrı, vücudundaki atletik yapıyı, bu anlamda gençlik imitasyonunu daha önce deşarj ettiği adem'lerden toplamıştır. lakin yüzünün gençlik kazanması imkansızdır. çünkü tanrı'nın sırrı yüzündedir ve bu sır 'değiştirelemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez' hükmündedir.

    her çağda varlığını adem'lerle besleyen tanrı, kendisini taşıyan melekleri de kuşatan kızıllığa bakıldığında cehennemi bir iştahla sürekli yeryüzü planetini döllemekte, olgunlaşınca meyvesini tüketmektedir. öte yandan yeşil kaşkollu melek de ne kadar acımasız olsa da tanrı'nın cennetteki velayetini temsil etmektedir. hakeza en zor pozisyon da yeşil kaşkollu 'cennet meleği'ne atfedilmiştir.

    resmin odağında yer almasa da adem'in dipdiri bacağının hemen altındaki kurumaya yüz tutmuş kol, michelangelo'nun seyredene verdiği bir başka dehşetengiz ipucudur.. zira o kol, ana kadrajın dışına bakmamızı isteyen önemli bir yönerge olup bir anlamda diskalifiye edilmiş önceki çağın adem'ine ait bir koldur. o adem ki babasını şarj edip fonksiyonunu tamamladığı için artık ölüme terk edilmiştir... hemen karşısında ters dönmüş şeytan da belli ki tanrı'nın sesini soluğunu kesmesi için cezalandırdığı zavallı bir mahkumdur.

    bütün bu kompozisyonu, yine adem'in hemen üstünde yer alan ve vahşet dolu trajediye tanık olmamak için başını çevirmiş, hatta edebinden kızarmış bir meleğin ürkekliği ile tanrı'nın hemen üzerinde konumlandırılmış ve olan biteni kaygıyla takip eden çaresiz başka bir melek tamamlamaktadır. işte bu iki melek sessiz itirazları ve hüsranlarıyla, tanrı'nın yandaş meleklerinden kopmuş görünmektedir.

    geniş açıdan baktığımızda, üçe bölünmüş bu muazzam çalışmanın alt parçasında yer alan tükenmiş adem ve cezalandırılmış şeytan, yeryüzü krallığı'nın bilinçaltına sürgün edilmiş korkular ve kayıplar mahzenini işaret ederken; üst parçadaki pasif melekler de yine yeryüzü krallığı'nın bilinç üstüne fırlatılmış vicdani unsurlar evrenini gösteriyor olmalıdır.

    creazione di adamo, michelangelo'nun ontolojik yorumlaması sayılabileceği gibi kanaatimce kilisenin tanımladığı tanrı tasvirine yönelik hınzır mı hınzır bir göndermedir. yüzyıllardır yeryüzüne zulmeden kilisenin kurguladığı ve dayattığı 'öteki tanrı'/'korkulan tanrı'/'cezalandıran tanrı'/'hükmeden tanrı' kalıpları bu resimle birlikte ipliği pazara çıkarılmış, haniyse kendini bile taşımaktan aciz yaratıcı'nın itibarını yerle yeksan etmiştir. belki de michelangelo, dikte edilmiş tanrı inancını zerafet ve estetik dolu eseriyle önce detaylarda gizlediği, ardından da resmin tamamını titreştiren asıl manasını ironik bir imzaya dönüştürmüştür. bir taraftan da öylesine küstah bir imzadır ki bu, tanrı'nın yüzünde gördüğümüz michelangelo'nun bizzat sakallı siması da ressamın kiliseye verdiği ağır bir ayardan başka bir şey değildir:

    "senin tanrı diye bana dayattığın bu kifayetsiz varlık, iki fırça darbemle yerine geçebileceğim sahtelikte ve taklittedir. senin iman diye bütün hücrelerime zerk etmeye çalıştığın ölümcül bağlantı ise, gerçek tanrı'yla hiç bir ilintisi olmayan papaların zorba iktidar sembolizmasıdır. ve ben michelangelo, senin oyununu kendi ellerimle böyle bozuyorum.. şapel'in tavanındaki bu ölümsüz başkaldırım, asırlar boyunca başının üstünde taşımak zorunda kalacağın rezilliğinin sergilenmesidir... sen ki hazreti isa'nın başına dikenli tacı layık görmüş bir neslin devamısın, ben de senin alnını sahici renklerimle mühürlüyorum. isterim ki zamanı geldiğinde resmimi okumaya çalışan bütün gözler, temas etmek üzere olan ama asla temas etmesine izin vermediğim parmaklara bakarken, kimin neye parmak salladığı gerçeğini artık idrak etmiş olsun... kuşkusuz görme gücü, hakikati arayanların er geç kavuşacağı kutsal bir armağandır... "
  • bu eseri görmek en çok istediğim şeylerden birisiydi. vatikan'da, sistine şapeli'nin tavanında. sonunda bir fırsat yaratıp roma'ya gittim ve onlarca badirenin ardından görebildim resmi.

    roma'ya bir cumartesi vardım. pazar günü ayın son pazar günü olduğu için vatikan'da halk günüymüş; giriş ücretsiz. yalnız sıra sabah 6'da başlıyormuş, saatlerce bekledikten sonra girilebiliyormuş. pazar sabahı halk gününün iptal olduğunu öğrendik. hayalim pazartesine kaldı. pazartesi öğleden önce evden çıktım, yanlış trene binip yolu uzattıktan sonra ancak vatikan'a varabildim. kilisesi ve müzesi ayrı yerlerde. önce kiliseyi gördüm, müzeye biraz yürümek gerekiyor. sıra olacağını da biliyordum ama beklemeyi kabullenmiştim çoktan. sıraya yaklaşınca ortamdaki kalabalık artmaya başladı. "skip the line" ('sırayı atla' manasında) başlıklı birtakım pankartlar görmeye başladım. daha önce benzer durumlarda defalarca dolandırıldığım için çok temkinli yaklaştım, kimsenin attığı laflara karşılık vermedim. sıranın sonuna doğru birkaç metre kare alanda bulunan onlarca kişinin en az yarısı "skip the line" diye bağırıyordu. artık öyle bir duruma gelmiş ki eminim "skip the line" ifadesi italyanca'ya girmiştir.

    nasıl yani? en fazla ne kadar sıra olabilir ki?

    derken sıranın sonunu gördüm, başını görmek için yürümeye başladım. iki yüz metre kadar yürüdüm, başına geldim. açıkçası çok şaşırmadım; sıra konusunda beklentilerim zaten felaket seviyesindeydi. ne kadar beklemem gerektiğini öğrenmek için birisine sordum, "1buçuk saattir bekliyorum, herhalde bir yarım saat daha beklerim" dedi. saate baktım 2buçuk olmuş. kapı 4'de kapanıyor ve en az 1buçuk saat beklemem lazım sırada. bu durumda o gün içeriye girmem mümkün gözükmüyor ama bir yandan da ertesi gece ayrılıyorum ve daha görülecek çok şey var. yani en çok korktuğum şey başıma gelmişti; "skip the line"cılara muhtaç kalmıştım...

    nedir, ne değildir diye öğrenmeye karar verdim. meğer önceden internet rezervasyonu yaptırmak gerekiyormuş giriş için. bunlar yapabildikleri kadarını yapıp, onları satmaya çalışıyorlarmış. rezervasyon olunca da sıraya girmiyorsun, belli bir saatte direkt içeri giriyorsun. "skip the line" bu demekmiş.

    normalde 16 euro olan giriş ücretini ortalama 33 euroya satıyorlar. pazarlık yapmaya çalıştım ancak mecbur olduğumu bildiklerinden indiremedim fiyatı. daha gerilere gittim. bir tanesini daha buldum, baya sohbet ettik. 35 eurodan açtı, "şurada 25'e satıyorlar" gibi bir şey söyledim ancak çok profesyonelce savuşturdu bu hamlemi. bir süre sonra 27'de anlaştık. laf arasında türk olduğumu öğrendi, o da iran'lıymış. ileride bir yer işaret etti, "oradan almamız lazım, beni takip et" dedi. alelade bir büfenin önünde durduk. büfeciye bir şeyler sordu.oradan 20'ye alıp bana 27'ye satacağını o an fark ettim.

    kazıklanıldığı anlaşıldığında aydınlanılan bir an vardır, derin bir iç çekiş ile biter, alışverişten çok sonra yaşanır. işte o anı, henüz alışveriş gerçekleşmeden beni dolandırmaya çalışan adamın suratına bakarak yaşamıştım.

    neyse ki, büfede rezervasyon kalmamış. "yapacak bir şey yok, sırada beklemen lazım" dedi, ayrılırken de türkçe "güle güle" dedi. bir şey söylemeden başımı salladım yürüdüm, içimden gecen küfürleri duysa eminim şehir hayatını bırakıp sahil kasabasına yerleşmenin planlarını yapardı.

    sonuç olarak resmi görme hayallerim bir sonraki güne kaldı.

    ertesi gün normalde kalktığımdan erken kalktım, çok kararlıydım ama yine yanlış trene bindim. yolu uzattıktan sonra vatikan'ın ön girişine yakın bir yerde indim, yürümeye başladım. yanlış yöne yürüdüğümü umut sarıkaya'nın o karikatürü aklıma gelince fark ettim (http://www.karikaturbul.com/6031). normalde girişe yakın bir yerde inmiştim ama ters yöne yürüyünce vatikan ülkesinin sınırlarına basa basa etrafını dolaşmak zorunda kalmıştım. ama çok önemli değildi, kolay olmayacağını biliyordum... bir süre sonra müze girişine ulaştım. 1 saatten biraz uzun bir sure güneş altında sırada bekledim ve sonunda müzeye girdim.

    sistine şapeli müzenin sonunda. belli bir sıraya göre ilerliyorsun, en son sistine'i görüyorsun ancak içerisi o kadar kalabalık ki normal adımlarla yürümek mümkün değil. çok yavaş ilerliyor konvoy, mecburen sağda solda ne varsa ezberliyorsun. hava sıcak, içerisi çok kalabalık. şapele gitmek için iki saat yürümek zorundasın. bir ara çok yoruldum, bir kapı ağzında durdum, kronometreyi çalıştırdım. 60 saniye tuttum, kapıdan geçenleri saydım: 63 kisi. kendimi tutamadım hesapladım: saatte 3780 kişi, günde 8 saat açık; 30,240 kişi. çocukları, indirimlileri çıkar; 20000 desen günde 483,840 euro, yılda yaklaşık 150 milyon euro. iyi, iyi...

    iki saatin sonunda sistine şapeli'ndeydim. resmi bulmak hiç kolay olmadı, ben zannediyorum ki bir tek o resim var herkes ona bakıyor. öyle değilmiş, benzer onlarca resmin arasında tavanın tam ortasına yapılmış. "skip the line"cılar, yanlış trene binmeler, vatikan'ı tavaf etmeler gibi bütün aksiliklere rağmen sonunda karşımdaydı. gördüm, rahatladım.

    creazıone dı adamo (1511–1512): michelangelo'nun şaheseri. tarihin en ünlü eserlerinden biri. birkaç farklı şekilde yorumlanabilir:

    1) tanrı, meleklerle beraber adem'in eline dokunurken (ya da dokunduktan sonra) resmedilmiş. ilk insanın yaratılışını temsil ediyor.

    2) tanrının çevresindekiler melek olarak değil de başka tanrılar olarak da yorumlanabilir, bu haliyle çok tanrılı bir din çerçevesinde bütün tanrıların adına bir tanesi ilk insanı yaratıyor.

    bunun ötesinde; michelangelo aynı zamanda bir anatomistti. kilisenin hastanesinde kadavralar üzerinde birtakım çalışmalar yaptığı bilinmektedir. dikkatli bakıldığında tanrının resmedildiği şeklin bir beyin şekli olduğu görülebilir. (http://www.wellcorps.com/files/thecreation.pdf) bunun ışığında;

    3) kişinin beynindeki tanrı (ve melek) figürü değişkendir; bu bir erkek figürü olabileceği gibi soyut bir kavram, bir put ya da bir hayvan da olabilir. resmedilen de michelangelo kafasındaki figürdür.

    dahası, farklı bir bakış açısıyla şu soruyu da sorgulatır;

    4) ya tanrı sadece bir fikirden, beynimizin ürettiği bir olgudan ibaretse?

    bu eser, herhangi bir metne, değişik inançlara, kutsal kitaplara ya da uzun yorumlara gerek duymayan dinler tarihinin bir özetidir. dolayısıyla, bir anlamda insanlık tarihinin bir özetidir.
  • ve tanri ozenle sardigi dolmayi adem'e uzatti...

    http://29.media.tumblr.com/…xj92vs1qzekdio1_400.gif
  • aslinda bu freskteki parmaklar birbirine dokunmamaktadir.

    (bkz: zeigarnik effect)
  • fresconun en önemli tarafı, dönemin düşünüş biçimini çok güzel bir şekilde yansıtmasıdır. ortaçağlardaki tanrı'nın her şeyin merkezinde olduğu ağır dini inanç rönesans döneminde kırılmaya başlamış, hümanist, insan merkezli bir düşünüş yavaş yavaş oturmaya başlamıştır.

    adem'in yaratılışında tanrı hayat verirken, adem elini uzatır; sanki hayatı istiyormuş, veya kabul ediyormuş gibi. yani tanrı'nın eyleminde adem'in iradesi varmış gibi gösterilir, artık insanlık ilahi bir kadercilikten sıyrılıp, oluşta ve eylemde kendilerine bir hak payı vermeye başlamışlardır. hatta adem statik iken tanrı acelecidir, yetiştirmek istiyormuş veya yetiştirmesi gerekiyormuş gibi. o tarihten yüz yıl önce bile benzeri bir tasvirin cezası çok ağır olurdu, fakat neredeyse 600 yıldır, adem'in yaratılışı katolikliğin merkezi vatikan'da bir tavanı süslemektedir.

    bu konudan bağımsız ekstra bir ayrıntı ise, tüm frescodaki tek dişi ile ilgilidir. tanrı'nın sol kolunun altında sarışın bir kadın durur. fakat tanrı ve melekler erkek tasvir edilmiştir, evrende adem dahil hiç kadın yoktur. bazı tarihçilerin spekülasyonu bunun havva olduğu, ve tanrı'nın daha sonraları havvayı ademe pasladığı yönündedir, onu bilemeyeceğim tabi.*
  • insanın tanrıyı -nedense artık- kendisi gibi "yarattığına muhtaç bir varlık" olarak tahayyül ettiğini gösteren sanat eseri. insanın eşya alinasyonuna uğraması onun zaaflarındandır. tanrıyı aline olabilen bir varlık olarak düşlemek de onun zaaflarındandır. yani tanrı imajını gerçek anlamda kabul ediyorsa eğer. troy filminde akhilleus ne diyordu briseis'e hatırlayalım: tanrılar bizi kıskanıyor.
    rönesans dönemi sanat eserlerine yunan felsefesi çok derinlemesine işlemiştir. tarihi bir ayar verdim michelangelo'ya, öbür tarafta hesaplaşırız. *
  • michelangelo'nun ünlü eseri "adem'in yaratılışı" ve eserdeki tanrı'nın insan beynine olan ilginç benzerliği dikkat çekicidir. eser, görünürde judeo/christian bakış açısıyla tanrı'nın yaratışını anlatıyor. ikinci boyut olarak belki de bununla "her şey / tanrı insan beyninin eseri" fikrini belirtmek istedi ama mistik bir yanı olduğu bilinen michelangelo'nun eserinde daha başka şeyler anlatmak istemesi de olası. belki de "her şey bilincin eseri" fikrini yansıtmak istedi michelangelo. buna ek olarak belki daha da derin bir şey anlatmak istemiştir. tıpkı kendisinden önce pek çok kültürde pek çok mistiğin anlattığı şey gibi... tanrı aslında tek bir beyne/zihne benzetilebilir. tek bir bilinç okyanusu ya da potansiyeli... onun tezahürleri olan insanlar ya da canlılar da bu beynin/zihnin microcosm'ıdır.* microcosm ile macrocosm* birbirine direkt olarak bağlantılıdır. hatta microcosm, macrocosm'un yansıması/ tezahürüdür. bu tip sanat eserlerini bu kadar derin ve kıymetli yapan da bence pek çok manaya gelebilecek düşünceleri sembolize etmeleri. eserlere bakınca hayatı yeniden anlamlandırmaya kadar dahi uzanabilecek fikirler bulunabilmesi...
  • west world dizisinde ford dolores'e michelangelo'nun adem'in yaratılışı adlı tabloyu gösterir ve tablonun 500 yıl sonra anca anlaşılabildiğini anlatır. tabloda yaradılış teorisinin resmedildiği düşünüldü daima fakat beynimizin anatomisi saklıydı ve tanrıyı beynimizde yarattığımız anlatılıyordu gerçekte diyerek. tanrı, yaradılış, benlik gibi felsefi kavramların bu kadar ön planda olduğu bir dizide verilebilecek en iyi örneklerden biriydi.
  • farklı farklı anlatısı olması aslında ne kadar büyük bir eser olduğunu anlatıyor. döneminde bir kilise eleştirisidir. tanrının acizliği ön plana çıkar. insan bazlı düşünce ön plana çıkması rönesans dönemi hakkında fikir veriyor.

    başka bir bakış açısıyla tanrının beynimiz ve hayal gücümüz ile bizim yarattığımızı söyler.

    westworld dizisinde gördüğümüz yorumda ise tanrının içinde bulunduğu küme bilinçtir insanoğluna bir öz olmadan varoluş veren yegane şeydir.
    günümüzde ise bir nevi tanrı biziz yapay zekalara bilinç veriyoruz.
hesabın var mı? giriş yap