• kendisi ayni zamanda bir pantalon markasiyla en cok karistirilan antropolog odulune de sahiptir.
  • strauss'un yapısalcılığını yapısal işlevselcilikle karıştırmamak gerekir... zira strauss'un yapısalcılığı bizim anladığımız anlamdaki kurumlar çerçevesinde ilerlemez. mesela dil strauss'un en önemli kurumlarındandır... dil'in insan düşüncesini etkilemesi üzerine çalışmaları, bizim birer gramer hapishanesinde yaşıyor olduğumuzun, ve düşünce mantığımızında aynı gramer kurar gibi oluşuyor olması önemli katkılarındadır. zamanının antropologları gibi ilkel kabileleri gözleyerek bu tezlerini desteklemiştir... strauss'un teorisi insan düşüncesinin nasıl çalıştığını da açıklar...

    tavsiye edilebilecek çalışmaları:
    the raw and the cooked
    the savage mind
    structural anthropology and totemism.

    son olarak: okuması zor antropologlardandır. kendisi çok yeni kelime üretir. strauss okumak acılı şalgam içmek gibidir. ilk önce hiçbirşey anlamazsınız... alışınca bırakamazsınız. her yerde içemez, okuyamazsınız... yanında marx ve althusser de okumak gerekir...

    2003'te meister-eckhart ödülüne layık görülmüştür. birçok deha gibi o da yahudidir.
  • bu şahsiyet der ki:

    "bazen yazdıklarımdan çok şey öğreniyorum."
  • antropolojiyi besledigi icin tuketim kulturu calismalarini da guzelce beslemis olan insandi. mary douglas ve baron isherwood'un tuketim kulturu ve calismalarinin bir nevi temeli olan 1979 tarihli the world of goods kitabi da buram buram levi-strauss kokar ayrica. (kisaca calistigim alanin temelinin temelini attigi icin saygi duyuyorum ayrica). bugun ethnoconsumerist dedigimiz yaklasim da saniyorum onsuz mumkun olmazdi. ethnoconsumerism poststructuralist gibi dursa da meshur binary opposition'lar (iyi-kotu, temiz-kirli, kadin-erkek, sivi-kati) gozonune alinmadan hangi objenin hangi toplum icin ne ifade edebilecegi konulari henuz emekliyor olurdu.

    ethnoconsumerism: cin'e gidip ''ne kadar kolektifsiniz ogrenmeye geldim'' diyerek kendi yarattiginiz kolektif tanimiyla baska bir kulturdeki objeleri ve onlarin anlamlarini o kulturun sizin dusundugunuz manada bir parcasi olarak anlamaya kalkarsaniz basiniza isler gelir, iyisi mi siz bir antropolog gibi oralara sizin ve once bir havayi koklayin bu insanlar neye ne anlam yukluyor diye ozetlenebilecek dusuncenin tuketim kulturu arastirmalarina yansimasi. en kli$e ornegi 40 yil once vespa'nin italya'da ve ingiltere'de ne kadar farkli anlamlarla yuklu oldugudur.

    saygideger levi-strauss'a geri donus: mitlerin kulturlerdeki yeri ile ilgili adeta bizlere wink demistir, bugun aslinda oylesine izledigimiz bircok reklamin temelinde mitler yatar (avis-hertz kapismasinin david-goliath eksenine tasinmasi, kozmetik urunleri ve pygmalion, sinemada bu mitlerin yansimasi, sinemanin tuketim kulturunu ister istemez ogreten bir arac olmasindan kaynaklanan anlam ta$inmasi, vs).
  • the raw and the cooked kitabında, kültürel bir süreç olarak yiyecek ve yemek pişirme pratiğini kültürel dönüşümler için bir eğretileme olarak kullanır. tüm kültürler doğayı "yenilebilir" ve "yenilemez" diye ikiye ayırırlar, ancak her bir kategori içine farklı doğal nesneler yerleştirir elbet.
    insan midesi hemen hemen her şeyi sindirebilir. bu nedenle, yenilebilir ve yenilemez arasındaki ayrım; fizyolojik bir temelden çok, kültürel bir temele dayanır. bu ayrımın önemi, bizim yenilemez dediğimiz şeyleri başka/yabancı bir toplumun yenilebilir demesiyle kanıtlanmakta. ingilizler; fransızları kurbağa, iskoçları da ciğer yahnisi yiyenler olarak bilir; araplar yabancıdır, çünkü koyun gözü yerler, keza avustralya yerlileri de öyledir, çünkü tırtıl yerler.
    bu kategorizasyon, yemek pişirmenin teknik bir süreci haline gelir. yemek pişirme; maddi bir zorunluluk değil, kültürel bir dönüştürmedir. tüm toplumlar yiyeceklerini pişirirler ancak insan midesi bunları çiğ olarak da sindirebilir. strauss'un bu mevzuyla ilgili yaptığı en önemli ve uç ayrım; kaynatmak (ya da tava yapmak) ve kavurmak (ya da ızgara yapmak) arasındaki ayrımdır. ayrıca yiyeceklerin kültürel dönüştürümüyle daha doğal olan küflenme arasında da bir ayrım yapar. kültürel dönüştürme derecesiyle ortaya çıkan yiyeceğe verilen toplumsal değer arasında ters bir ilişki olduğunu savunur. nitekim, kaynatılmış yiyecek çok pişmiştir, hem kap kacak gerektirir hem de su ya da yağ gibi malzemeleri. yiyeceğin miktarını artırdığı için "demokratiktir" de. öte yandan kavurma ise "aristokratiktir" yiyeceği azaltarak israf eder ve yalnızca ateşi gerektirdiği için yiyeceği daha az dönüştürür. bu yüzden, kavurma ete daha yüksek bir değer verilmiştir ve toplumun yüksek statülü üyeleri tarafından yenir ya da çok özel durumlarda yapılır. kaynatılmış ya da pişirilmiş ete ise daha az değer biçilir, toplumun düşük statülü üyeleri tarafından yenir (kadınlar, çocuklar, hastalar) ve daha çok gündelik olarak yenilen bir yiyecektir. küflendirilmiş yiyecek genelde en yüksek statüye sahiptir, çünkü en az dönüştürülen, en doğal olandır; stilton peyniri örneği.
  • insanı canlılar dünyasının merkezi, batı'yı da insanlığın merkezi olarak gören anlayışa ölümcül darbeyi indirmiştir.
  • antropoloji bölümünde okuyan strauss hayranı bir arkadaşıma baş sağlığı dilemek için mesaj attım. cevap olarak söylediği gibi; "dünya iyi bir marksisti daha kaybetti..."
  • the new york times'in hazirladigi vefat ilani suraciktan okunabilen:

    http://www.nytimes.com/…ope/04levistrauss.html?_r=1
  • erken antropologlardaki kas yaparken goz cikarma hastaligi strauss'ta da gorulse de, disiplinin olusmasinda muazzam bir katkiya sahiptir. hatta su da rahatlikla eklenebilir: antropoloji displini disinda bu kadar nufuza sahip baska antropolog da cikmamistir.

    bir diger muazzam oldugu nokta ise -allah gecinden versin- olmek nedir bilmemesidir. hayir, o kadar alan arastirmasi sirasinda olumsuzlugu kesfetti de receteyi kendine mi saklamaktadir bilinmez ama kendisi 100 yasina gelmistir.
  • bazı adamların varolması sanki o fikri daha güçlü kılıyor ve o fikir daha da bir kalıcılık kazanıyor diye düşünürüm. strauss un yapısallık alanları farklı idi ve bu yapısal alanlar benim derdimi her seferinde anlatmak için kullandıgım argümanların birçogunu oluşturmuştur uzunca bir süre hala da öyledir. ancak derim ki üstadım, değilmi ki yaş ilerlemiş malum hastalık var ayakların tutmazdı, birazcık daha bastonuna dayasaydın kendini. varoldugunu bilirdik.
hesabın var mı? giriş yap