• bu filmden sıkılan insanlara son derece sürükleyici bir film öneriyorum
    (bkz: maskeli beşler ırak)
  • por. tanri'nin sehri.

    2002 brezilya yapimi bir film. rio de janeiro yakinlarinda kurulan gecekondu tarzi mahallelerdeki silahlanma, uyusturucu ve cete kulturunu anlatir anlatmasina, ama oyle hareketli, oyle guzel anlatir ki aman allah. 20 yil icinde buradaki insanlarin birbirine gecmis hikayeleri nefis bir kurguyla sunulur. filmin sonuna kadar "pek neseli bir film izledik hahakiki" diyan insanciklara da isin sonunda, olan olaylarin fevkalade gercek oldugu animsatilir. the guardian '2003'un ilk buyuk filmi' demis, cok da dogru soylemistir. ayrica muzikleri de ayni sekilde canli ve hareketlidir; kalkilasi, dans edilinesi gelir.

    bu arada filmde oynayanlarin cogu da o bolgenin fakir insanlarindandir ve hicbri oyunculuk egitimi almamislardir ama ne gam.
  • "ufacık çocukların esrar, kokain içtiği, masum insanları öldürdüğü, dükkanları soyduğu, birbirlerini öldürdükleri" bir dunyadaki gercek bir olay anlatilir bu filmde. filmi film olarak yorumlayabilmek icin once biraz gercekleri kabul etmeli, sonra da filme yapilan elestiriyi elestirmek yerine, filmin icerigini yorumlayan kisiye bok atilmamalidir.

    anlamayanlar vardir belki, o yuzden tekrar edelim: bu filmdeki olaylari yuregi kaldiranlar "oha süper inanılmaz bir film" derken filmdeki olaylara degil filme atifta bulunurlar. ayni olayi binbir farkli sekilde ceken yonetmenlerin basarilarini karsilastiran insanlar birer cocuk pornosu sever degildir--ama anlasilan o ki bir takim agresif insanlarin direkt hedefidirler.

    "bu filmi beğenmek ile çocuk pornosunu beğenmek arasındaki farkı" anlayamayan insanlar, savasi destekleyen bir politikaci ile savasi fotograflamak icin canini tehlikeye atan bir muhabirin arasindaki farki da anlayamayazlar*.
  • film hakkındaki enteresan birkaç bilgi (spoiler içerebilir)

    - tüm amatör oyuncular rio de jenario'daki gettolardan gelmiş, hatta bunlardan alexandre rodrigues yani rocket* dahil bazıları direkt cidade de deus'ta yaşamış.

    - leandro firmino, yani li'l zé* gerçekten bu şehirden biriymiş ve aktör olmak gibi bir hayali yokmuş. sadece arkadaşına eşlik etmek için seçmelere gitmiş.

    - alexandre rodrigues yani rocket'i*graziela moretto yani gazeteci marina ile hiç sıcak banyo yapmadığı hakkında konuşurken duyduğumuz sahne yazılı bir sahne değilmiş. aslında rodrigues ve moretto çekimlere ara verildiği sırada kayıt dışı konuşurlarken rodrigues, moretto'ya kendi hayatından bahsediyormuş.

    - film, çok tehlikeli olduğu için gerçekten cidade de deus'ta çekilmemiş. daha az tehlikeli olan komşu bölgelerden birinde çekilmiş.

    - knockout ned'in* ilk kez birini öldürdüğü ve etrafına insanlar toplanıp onu tebrik ettikleri sahnede ned ile ilk konuşan kadını, gerçek hayattaki knockout ned'in annesi oynuyormuş.

    - rocket'in gözünden izlediğimiz, li'l zé'nin kemirgenler* tarafından öldürüldüğü sahne alexandre rodrigues yani rocket tarafından çekilmiş. görüntü yönetmeni ona kamerayı nasıl tutacağını öğretmek için ısrar etmiş ve yönetmene sahnenin rodrigues tarafından çekilmesinin gerçekten önemli olduğunu belirtmiş. yönetmen de bu öneriyi geri çevirmemiş.

    - kemirgenlerden iki tanesinin ayağından vurulduğu sahnedeki sağ kalan küçük çocuğun sahneye hazırlanmasına yardımcı olan rol hocası fátima toledo, onun en büyük korkusunun diş ağrısı olduğunu keşfetmiş. böylece çocuğun vurulma sahnesine gelindiğinde çocuğa diş ağrısını hatırlamasını ve ayağından vurulduğunda diş ağrısını ayağında hissetmiş gibi davranmasını söylemiş.

    kaynak: imdb
  • çete lideri çocuğu her nedense jimi hendrix e benzettiğim güzel film.havuç rolündeki adam da hafiften tarantino yu andırıyo.

    angelica isimli hatun için (bkz: alice braga)
  • izlemekte geç kaldığım ve ertelediğim için çok pişman olduğum filmlerden birisi.

    yine böyle erteleye erteleye çok geç izlediğim bir film var; pulp fiction. bu filmi izlerken benden başka pulp fiction tadı alan yok mu? çoğunlukla ortak konulara sahip iki film de, ayrıca olayların işleniş sırasında oynamaların olması da büyük bir benzerlik. ancak ayrıldıkları nokta şu ki; pulp fiction olayları çoğunlukla sadece absürdleştirerek sunarken, cidade de deus'da hem trajedi ve dram önümüze ağır bir şekilde sunuluyor, hem de insanların ve yaşadıkları şehrin içindeki mizahı ve ironiyi görüyoruz. her iki yöntem ve yönetmene de bayılıyorum, orası ayrı mesele tabi.

    uzun bir metne girişmeden önce kısa bir ara bilgi: filmdeki oyuncuların hiçbiri profesyonel oyuncu değilmiş. ne diyelim, helal olsun.

    filmde üç ayrı dönem yaşanıyor ve şehrin geçirdiği evrimi anlatıyor:

    1-tender trio dönemi ve sakinlik

    2-lil ze dönemi ve nispeten sakinlik

    3-lil ze dönemi ve savaş

    filmi şöyle genel olarak özetleyebiliriz:

    --- spoiler ---

    ilki lil'in lil dice olduğu dönemler. tender trio'nun hüküm sürdüğü, çetenin nispeten masum işlerle uğraştığı dönemler. ama büyük iş demek büyük sorumluluk demek ve büyük sorumluluğu kaldıramayan, ortadan kalkmaya mahkumdur. tender trio'nun sonu da, nispeten büyük bir işe soyundukları zaman geliyor.

    başa geçense, henüz çocuk olan lil dice. `piç kurusu herkes gibi topunu oynamaz, kızların peşine koşmaz da; adam öldürmekten zevk alır, güçten zevk alır.` nitekim böyle zeki ve hırslı birisinin emellerine ulaşmaması imkansız; sinsice büyüyor, gerekirse en yakınındakileri de satıyor ve sonunda lil ze olmayı başarıyor. ama daha fazla güç istedikçe daha çok düşman kazanıyor; daha fazla düşman kazandıkça daha çok hırslanıyor; daha fazla hırslandıkça daha çok kontrolünü kaybediyor.

    ve sonunda `esas oğlanımızın kızını çalmasına rağmen hiçbirimizin yadırgamadığı benny`'nin şehre ve dünyaya veda partisinde olaylar patlak vermeye başlıyor. şehrin en iyi insanı benny öldürülüyor. benny'yi öldürense, ze'nin onun canını bağışlamasını sağladığı blacky. dostunu kaybetmenin acısını, zaten yok etmek için fırsat aradığı carrot ve çetesinden çıkarmak için yola çıkıyor ze. ama bir mucize gerçekleşiyor ve carrot kurtuluyor. ama bir mucize gerçekleşiyor ve lil ze'nin sonu o gece hazırlanıyor.

    nakavt ned adında yağız bir delikanlı çıkıyor ortaya o gece. barışçıl ve kavgadan uzak bir insan olarak tanıyoruz önce onu, sonra girmeyi seçtiği yaşam, onu da kendi karanlığının içerisine çekmeyi başarıyor.

    ned'in intikam hırsından yararlanarak lil'i ortadan kaldırmaya çalışıyor carrot, şimdi sıra onda çünkü. fakat işler öyle büyüyor ki, resmen bir iç savaş patlak veriyor. ve işte bu savaş sırasında çok net bir gerçeklik yüzümüze vuruluyor; `savaşlarda kazanan taraf yoktur, tarafsız görünen taraflar kazanır`. silah tüccarı her iki tarafa da silah satıyor, polis işine geleni yapıyor. savaş devam ediyor ve onlar kazanıyorlar.

    ve sonunda savaş öyle bir hale geliyor ki, çocuklar bile silahlanmaya başlıyor; şehir resmen ikiye bölünüyor. filmdeki bir çok etken bu savaşın sebebiyken, asıl sebep ortaya çıkıyor; filmi başındaki tavuk. ve tavukla birlikte arada kalan birisi daha var, o da korkaklığı açısından düşünürsek bir tavuk. bu arada, o sahnede polisin "bırakalım da birbirlerini öldürsünler." diyerek olay yerinden ayrılması da gözden kaçmayacak bir konuşmaydı.

    barışçıl ve kavgadan uzak bir şekilde filme giren nakavt ned, bir soygun sırasında babasını öldürdüğü bir çocuk tarafından vuruluyor. lil ze, tıpkı bir zamanlar kendisine yapıldığı gibi küçümsediği çocuklar tarafından delik deşik ediliyor.
    --- spoiler ---

    ... ..... ....... .......... ..........

    --- spoiler ---

    yalnız bu arada, neredeyse filmdeki herkes birbirinden intikamını alıyor.
    --- spoiler ---

    ... .... .... ......... ........... ..........

    ve filmde en sevdiğim sahneye gelelim:

    --- spoiler ---

    çocukların lil'i vurduktan sonra başa geçmeleri sonrası gelen diyaloglar. eğer bu sahne başka bir filmde olsaydı, çocukların ellerindekileri oyuncak silah zannetseydik ve o konuşmaları duysaydık "`çocuklar çetecilik oynuyorlar ne kadar masumlar baksana`." der gülümserdik belki. çünkü söyledikleri şeyler masumluklarını öylesine yansıtıyor ki... "şunu öldürelim bunu öldürelim. yazmayı bilen varsa kara liste çıkaralım hepsini öldürelim. leonard'ı listenin başına koyalım bana borcu var. chainaman'ı da vuralım kendini bir şey zannediyor." çocukça sebepler var ortada, çocuklar var ortada ama silahlar konuşuyor; biliyoruz bu çocukların o söylediklerinin hepsini yapacağını. çünkü kendilerinden önceki tender trio çetesi de, lil'in çetesi de büyüseler bile çocuktu ve yaptı bunları.
    --- spoiler ---

    şimdi okurken belki de fark etmediğiniz garip bir noktaya değinip bitireceğim; yukarıda filmi anlatırken esas oğlanımız rocket'den neredeyse hiç bahsetmedim, onun yaşamını anlatmadım. çünkü filmdeki rocket de kendini arka planda bırakıp çevresini anlatıyor, çünkü o fotoğrafçı sadece. sadece izliyor. çünkü rocket bizi yansıtıyor, biz de sadece izliyoruz. yerde yatan lil'in sadece fotoğrafına bakıp gidiyoruz, ölümleri, suçları izleyip gidiyoruz. kadınları elde etmek için uyuşturucu buluyoruz; uğruna ara sokaklara girdiğimiz kadını birisi elimizden alınca da susuyoruz. dünyada sadece izleyici oluyoruz ve susuyoruz. ve bunları da en büyük hayallerimiz diye kendimize yutturuyoruz.
  • daha cekilmeden once, epey iddiali bir proje olarak ortaya cikmis, sonucta ortaya cikan filme bakinca tum emegi gecenleri tebrik etmeyi gerektiren brezilya yapimi epik drama. hani mustafa altioklar metin kacan'in agir roman'indan berbat bir film yapmisti, iste benzer bir konuyu yaratici, vizyon sahibi bir yonetmenin eline verin, adama da "para yonunden derdin olmasin" deyin, ortaya boyle bir basyapit cikar kanimca. nefis bir kurgu, goruntu yonetmenligi, amator oyuncularin profesyonellere tas cikartan oyunculugu (pek cok sahne dogaclama olarak cekilmis) ile desteklenmis temposu bir an bile dusmeyen 2 kusur saatlik bir siddet oykusu. on yasina varmadan ellerine silah verilen erken buyumus cocuklarin favela'sinda ("i smoke. i snort. i've killed and robbed. i'm a man".) masum kalmaya yazgili, fotografci adayi rocket'in en cok da.
    guzel film.
  • mükemmel bir film şöyle ki; izledikten sonra " şurası da söyle olsaymış, burası da böyle olsaymış daha iyi olurmuş" diyebileceğiniz tek bir nokta bulunmuyorsa mükemmel demekten başka şey yok demektir. başrolleri geçtim, yardımcı rolleri geçtim, figüranları geçtim de arkadaş tavuk bile mükemmel performans sergiliyor filmde. filmin, gerçek değilde film olduğuna inanmak back to the future serisinin 80'li yıllarda çekildiğine inanmak kadar zor...
  • çekilmiş bir filmden öte, gizli kamera kullanılarak gerçek hayattan sunulan 2 saatmiş gibi gelen çekim. muhteşem görüntüler,, muhteşem oyunculukları barındırır. kurgusu çok başarılıdır. ve izledikten sonra söyleyebilirim ki sanırım top 5'ime girebilmiş filmdir.
  • kentin tanrılarını anlatan film. hikayesi, oyuncuları ve çekimleri mükemmel bir şekilde bir araya geliyor. adamın amına koyuyor.

    --- spoiler ---

    o çocuk öyle ağlamasın yav. o göğsüne anca gelen bebeklik üstüyle, anca sığdığı minicik şortuyla ağlamasın. vursunlar diye küçücük elini göstermesin. o kirli yüzünde salya sümük birbirine karışmasın. korkudan vurulmuş ayağıyla koşmasın. çok koyuyor o sahne. hayat boyu zihnin taa dibine kazınacak cinsten.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap