• (bkz: şemsettin)
  • şu tablonun ressamı. ekspresyonisttir.

    (bkz: deli kadın)

    bir başka versiyonu daha vardır deli kadın'ın. ikisi zaten birbirinden farklı deli kadınlar ve fakat bu yukarıdaki link'te yer alan daha karanlık olanı. soutine'in fırça darbeleri vahşicedir. yine de anlamı derindir resimlerinin. şekil şemal tabii alabildiğine asimetrik ve bozuşmuştur tablolarında; ekspresyonizmin bir getirisi olarak, diyelim... seyircisini sarsar tabloları. sarsmalı. bu deli kadın için derler ki; gizemli ve muhtemelen tehlikelidir. o yüzden de gayet empatik bir sanatçı olmasına karşın soutine, deli kadın'ı belli bir mesafeden resmetmiştir.
  • 1893 yılında litvanya'da doğmuş,1943 yılında paris'te ölmüştür.
  • soutine, içki aleminde, bir kompozisyonunun arkadaşlarından birinin sırtına dövmeyle işler. o sıralar henüz ün kazanmamıştır. yirmi yıl sonra, sokak serserisi olan bir arkadaşı, soutine'in resimlerini büyük bir ihtişamla sergileyen sol kıyıdaki galerilerden birinin önünden geçer. içeri girer ve soyunur. zengin bir amatör, cote d'azur'daki villasında üstü çıplak dolaşmak koşuluyla onu satın alır. adam yaşlanıp ölür. öldürülür belki de. daha sonraları, soutine'in bir tablosu sergilenmeye başlanır; grenleri bir garip, tramı da bir tuhaf, ama özgün olduğu besbellidir.
  • saygı duyulası ressam. birinci dünya savaşının yarattığı şiddetin etkisi altında kalan yüzlerce sanatçıdan biridir soutine. bu şiddetin yansıması hayvan leşlerini kullanarak ürettiği resimlerinde görülür. görsel avrupalıların savaş sırasında deneyimlediği; korku, iğrenme ve şok halini sarsıcı biçimde resmetmiştir. model olarak kullandığı kesilmiş hayvan bedenleri; o yıllarda savaşa ölmek için gönderilen ve dolayısıyla bedenleri sanat içerisinde asla resmedilemeyecek olan milyonlarca genç erkeği sembolize eder. görsel

    üretken ve yaratıcı olduğu kadar parasızmış da soutine. tuvalin henüz yarısına gelip boyası bittiğinde parası olmadığı için yakınında bir mezbahadan tasla kan alarak çalışmasına devam ettiği rivayet ediliyor.
  • görsel

    chaim soutine'nin the fiancee adlı tablosundaki kadına bakıp ne kadar çirkin olduğunu düşünüyorsak, güzel diye karşımıza konulan çürümenin aslını kavramış oluyoruz. ardından "özneyi oluşuyla mı yoksa bedeniyle zihinde kazandığı biçimle mi yaşıyoruz?" sorusuyla başbaşa kalıyoruz. özne güzel veya çirkin sıfatları ile beliriyorsa, insanın ölümü ilan edilmiş ve zihnimizde yer etmiş olan bir saplantıya insanı esir etmiş oluyoruz sanırım. güzel olmak adına verilen her uğraş ötekinin veya başkasının zincirlerini kabullenmek anlamına geliyor öte yandan. esasında kendi olanın sıfatlara ihtiyacı olmaz taktir edersiniz ki. zaten güzelliğin tanımı kadar hızla dönüşen çok az şey var sanırım. uyaranların hızla türediği günümüzde beden çağın bir nesnesi haline evrildi desek çok da kusurlu bir yorum yapmamış oluruz sanırım. chaim soutine'nin bütün çalışmalarında bedenleri ve nesneleri bir bozulmaya terk ederek çizmesi dikkat çekmektedir ve burada dahil olduğu tavrı düşünelim. (yanlış bir sözcük kullandım olasılıkla, yerinde bir ifade bulamadım.) bildiğiniz üzere lacan* arzu hakkında varışlarını daha çok spinoza'dan etkilenerek irdeler, insanın özünü arzuyla yaşadığını, varlığını tamamlama isteğinin yine arzuyla belirdiği söyler. arzu ve bilinçdışını bu çözümleme dahilinde esas alır; öznenin arzularını tanıması ve yaşaması yönünde bir gerekliliği sunar bizlere, yani özne olmanın hakikatini arzuyla tanımlar. tabii olağan yaşamın akışında bu bir çelişkiye dönüşür; zira öznenin yaşadığı ile özü arasında bir uyumsuzluk söz konusu oluyor. (bkz: objet petit a) şimdi chaim soutine'in tablolarındaki bozulmaya dönelim. acaba diyorum ressam bu bulanık, biçimsiz ya da bozulmuş haliyle sunulan bedenlerle bize arzu ve nesne ilişkisine dair bir söylem halinde mi? chaim soutine hayatını kaybettiği vakitlerde lacan 42 yaşında, ölümüne değin 30 yıl yaşadığı fransa'da dile dair hakimiyet kazandığını düşünürsek, belki de lacan okumuşluğu vardır ya da bir sanatçının sezisiyle ve analitik görme kabiliyetiyle onunla aynı yere varmış olabilir.

    "hem dostoyevski romanlarını alan dışı birisi olarak freud'tan daha evvel psikanalitik bir düzlemde yazmadı mı? hatta freud'un ona dair eleştiri ve analizleri hala pek gerçeği yansıtmamaktadır, zweig ile freud mektuplarını anımsayanlarınız muhakkak vardır. orada bile dostoyevski'yi yeterince okumadığı ve tanımadığı aşikardır, yine de onun büyük bir ozan oluşunu kabul ediyordur elbette fakat karakterlerinin derinliğine dair söyledikleri son derece kıymetlidir."

    (konumuza dönecek olursam, her şey içiçe geçti farkındayım, benim gibi sıradan bir okur için biraz karışık konular aslında, bir sesli düşünme haliyle yazıyorum daha çok, kusuruma bakmayın.) bana öyle geliyor ki chaim soutine bedeni güzellik ve çirkinlik sıfatlarından ayıklayarak öze varmak istemiş olabilir, arzu karşısında bedeni bir nesne olarak yenmeye çalışmış ve hatta tarihsel bir biçimsel düşünüşe bu tavrıyla tepki vermiş de olabilir. bu arada modigliani ile çok iyi bir ahbaplık ilişkisi vardır, yine anımsayacağınız üzere modigliani'nin resimlerinde de benzer bir durum söz konusudur. kim bilir aralarında bedene, arzuya, ruha, zihne ve topluma dair neler konuşuyorlardı? modigliani'nin tablolarındaki uzun boyunlu kadınların ve gözlerine ilişen bakışların aslı neydi acaba? toplumsal cinsiyeti ve genelenekleri reddeden, düşünsel olarak faşizmin karşısında olduklarını ya da sanatlarını yokluk pahasına direnerek yaptıklarını biliyoruz. modigliani ile picasso arasındaki gerilimi biliyorsunuz. sefalet içinde ölen mozart misali modigliani de aynı kaderi paylaşır, tarih çok garip tabii, daha geçen yıllarda dünyanın en pahalıya satılan eseri bir modigliani tablosu olmuştu. modigliani duysa ne güzel küfür ederdi herhalde içinde olduğumuz trajediye. chaim soutine de pek farklı değil zaten... endüstriyel hale gelen her şey bir katile dönüşüyor, ölüleri bile tekrar öldürüyor. mozart avusturya'nın bir reklam yüzüne dönüştü adeta, halbuki yaşadığı derin acıyı ya da sefaleti kimse pazarlamıyor oralarda. tuvalete gidiyorsunuz, otomata para koyuyoruz ve siz tam işemek üzereyken mozart'ın ünlü bestelerinden birisi çalıyor ya da kentin en ünlü caddelerinde elinde falanca markanın çikolatalarını tutan mozart mankenlerine tanık oluyorsunuz adım başı. hep söylüyorum kapitalizm özgürlük diye faşizmi paketleyip sunuyor insana. daha yakınlarda istanbul'da kentin en büyük sergi salonlarından birinde bir şeylerden çok rahatsız oldum, hatta öyle ki zamana değin bir tiksinmeye dönüştü halim ve son düzlüğü hızlı adımlarla yürüdüm. sermayenin dahil olduğu sanatı eleştirmek bile suç unsuru oldu günümüzde.

    yine çok gevezelik ettim ama bir şeyden daha bahsetip bitireyim. cemal süreya'nın aslan heykelleri şiirindeki sitem dolu şu dizeleri muhakkak anımsarsınız:

    ...
    "yeni sözler buldum bir nice seni görmeyeli
    daha geniş bir gökyüzünde soluk aldıracak şiire
    hadi bir de bunlarla çağır gelsin aslan heykelleri
    oldurmanın yıkmanın yeniden yapmanın aslan heykelleri
    olduran yıkan yeniden yapan gözlerini seviyorum kaç kişi
    bir senin gözlerin var zaten daha yok
    ya bu başını alıp gidiş boynundaki
    modigliani oğlu modigliani"
    ...

    bir yıkım vardır chaim soutine tablolarında, ben bunu görüyor ve o yıkımı duyuyorum sadece, insanın nesneyle arasında kaldığı oluşunu yıkmaya yeltenen bir ressam olarak dinliyorum onu.

    edit: imlada kusur.
  • modigliani tarafından yapılmış portresi linktedir.

    http://mystudios.com/…haim-soutine-seated-1917.html
  • modigliani ile yakın arkadaş olan bu bohem ressam... fov resimleriyle dönemine damga vurmuş önemli bir isim. her ne kadar çok tanınmasa da sıradışı bir yetenek olduğu su götürmez. çarpıcı renkleri, deforme edilmiş figürleriyle döneminin patetik, yabancılaşmış insanına içeriden bir yerden dokunur.

    soutine, bir keresinde stüdyosuna bir hayvan cesedinin gövdesini getirerek bütün komşularını korkutur. daha sonra bu gövdenin resmini yapacaktır (sığırın gövdesi). resim rembrandt'ın o meşhur sığır etini andırır ancak bu resimdeki çarpıcı renkler ve biçim bozmalar üzerinden insana dair olanın dışavurumu sarsıcı bir etki uyandırır. soutine'nin komşular sanatçının giderek kokuşan modelinin yaydığı pis kokudan ötürü polise giderler. bu yüzden soutine'e hijyenin önemine dair bir ders bile verilmiştir. şubat 2006'da, soutine'in "sığırın gövdesi" isimli tablosu londra'dan ismi açıklanmayan bir alıcıya 7.8 milyon sterline satılır.
  • rembrandt, courbet, cezanne tutkunu ressam. okul okumuşsa da hocası cormon'u geride bırakarak kendisini paris'in bohem hayatına vurmuştur. akademinin geleneksek tavrından kaçmıştır. natürmort için masaya koyduğu meyveleri resim yaparken açıktan mütevellit hapır hupur yediği rivayet olunur. alkol kardeşi gibidir. temiz tuvale çalışmaz, bitpazarından aldığı ikinci el tuvallere çalışmasını yapar imiş.

    resimlerinde desen, çizgi yapısı üzerinde durduğu söylenemez. içten geleni tuvale uygulamıştır.
  • willem de kooning, jackson pollock, jean dubuffet, francis bacon, franz kline gibi abstract expressionism akımın öncülerini etkileyen “ressamların ressamı”.

    de kooning, kendisini en sevdiği ressam olarak tanımlıyor: ""i’ve always been crazy about soutine - all of his paintings." musée de l'orangerie'de ikisini de kapsayan güzel bir sergi var şu sıralar.
hesabın var mı? giriş yap