• misafir çiftin üç kere kapıya hatta asansöre kadar gidip tekrar evin içine girmeleri dışında baymayan film.

    --- spoiler ---

    güzel karakter ve toplum analizleri yer alıyor filmde. 4 karakteri de ayrı ayrı yerden yere vururken abd nezdinde bütün "uygar" ve "medeni" batı medeniyetlerini yerden yere vuruyor. karakterlerin açık noktalarını gösterirken kadın-erkek arasındaki sorunlara ve farklılıklara da değiniyor. aslında her karakterin yanlış ve kötü yönlerini gösterirken, bir diğerinin yanlışıyla diğerinin doğrusunu gösteriyor film.

    mesela christoph waltz'un oynadığı hayatı telefona hapsolmuş, her işini telefonla halleden klasik plaza erkeği alan cowan. adam duyarsız, tepkisiz, duygusuz, işkolik, paranın ve gücün esiri olmuş, insani değerlerini unutmuş bir karakter olarak gösteriliyor ve her 3 dakikada bir çalan telefonuyla sizin de böyle düşünmeniz ve hissetmeniz sağlanıyor. ancak film ilerledikçe diğer karakterler öyle anlarda öyle tepkiler vermeye başlıyorlar ki bazı noktalarda alan'ın duyarsızlığı ve rahatlığı sizi de rahatlatmaya başlıyor. mesela tartışmanın bu kadar büyümesi sonucunda "onlar sadece çocuk, çocuklar arasında olur böyle şeyler" tarzı şeyleri bir tek bu adam söylüyor. aynı şekilde "insanın doğası vahşidir" konulu afrika'daki çocuklarla ilgili müthiş ayarı da modern anneye bu amca veriyor.

    alan'ın eşi nancy* ise modern, uygar, yapmacık nezaket kurallarına uymaya çalışan ama bir yandan da iş hayatının ve evliliğinin getirdiği monotonluk ve stresle boğulmuş klasik iş dünyası kadınını canlandırıyor. filmin başlarında çiftlerin birbirlerini ince ince iğnelemelerine rağmen yapmacık nezaketlerinden vazgeçmemeleri ve kusma olayıyla başlayan ve filmin sonlarına doğru viskinin verdiği sarhoşlukla tavan yapan öze dönme, bastırdıkları duyguları ve tepkileri dışa vurma durumu en çok bu karakterle verilmeye çalışılmış.

    michael longstreet* ise alan cowan'a nazaran kişiliğiyle de işiyle de daha mütevazı, kendisini daha çok evine adamış, basit zevkleri* olan, ara buluculuk yapan, biraz nihilist, orta yolu bulmaya çalışan anaplı standart orta direk aile babasıdır. ilk başlarda en doğal ve samimi bu adam iken alan tarafından hor görülmesiyle beraber dişlerini göstermeye başlar ve hamster olayı ile iyice zıvanadan çıkar o da.

    gelelim benim en gıcık olduğum karaktere, penelope longstreet'e*. bu kadın da orta direk ailenin kendi halinde ev hanımı olmaktan sıkılmış ve kendisini sanata ve afrika'daki aç insanlara sözde adamış karakteri. filmin başından sonuna kadar diğer ailenin çocuğu üzerinden anne babasını suçlar, çocuklar üzerinden egosunu tatmin etmeye çalışır, her şeye karışır, kontrol etmeye çalışır. bir uygarlık belirtisi olan "önce konuşarak anlaşma" işinin bokunu çıkarır, basit olması gereken buluşmayı iyice karmaşa haline getirir. sorunun baş aktörleri olan çocukların çocuk olduğunu, böyle şeyler yapabileceklerini ve insanın doğasının zaten vahşi olduğunu kabul etmez ama bir noktada kocasını yumruklamaya başlar ki burada diğerleri kadının bu haline içten de dıştan da gülerler. evinde oturarak araştırdığı afrika hakkında alan cowan'dan yediği nutuğu hazmedemez ve afrika'daki insanların halini bildiğini ve anladığını iddia eder. zaten komik olan da budur. bir amerika vatandaşı ülkesinden ayrılmadan, sıcak evinde, belirli standartlara sahipken bir afrikalıyı anlayabildiğini ve oralarda neler olup bittiğini bildiğini iddia ediyorsa ortada ciddi bir sorun vardır. bu insanlara "afrika'yı o hale sokan avrupa ve amerika kıtasıdır, anlamak istiyorsan git afrika'da bir hafta yaşa" gibi şeyler söylersen de afallar ama yine kendi ülkesini, sistemini savunmaya da devam ederler. bizim batı-doğu sorununa benziyor biraz da.

    işler belli bir noktaya kadar iki ailenin çocuklarını da yanlarına alarak "uygarca" konuşmaları ve çocuklarını barıştırmaları kabızlığı üzerinden ilerlerken bir noktadan sonra çiftlerin evliliklerinden ve karşı cinslerinden ne kadar bunalmasına, bıkmasına ve birbirlerini anlamamalarına kadar varır.

    mesela alan sürekli telefonda işleriyle ilgili konuşmakta ve karısına gereken ilgiyi göstermemektedir. bir sahnede nancy kocasının elinden telefonunu alır ve vazonun içindeki suya atar. erkekler özellikle de alan çıldırırken kadınlar adamların bu haline katıla katıla gülerler. on dakika sonra ise rüzgar tersine döner ve biraz önce hemcinsiyle omuz omuza veren penelope, nancy'nin çantasını duvara fırlatır ve içindeki her şey etrafa dağılır. iki dakika önce kocasının maymunluğuna gülen nancy şimdi kendisi aynı duruma düşmüştür. aynı duruma filmin başlarında sanat dergilerinin üzerine kusulan penelope'nin tepkisi de örnek gösterilebilir. erkekler telefonlarına, bilgisayarlarına, arabalarına zarar geldiğinde çocuk gibi ağlarken kadınlar da ayakkabılarına, çantalarına, çantalarının içindeki rujlarına, aynalarına zarar geldiğinde aynı tepkileri vermektedir. yani iki cins de birbirini eleştiriyor, haline gülüyor ama aslında ikisi de aynı bokun soyu işte demeye getiriliyor ki haksız değil bence de.

    buna benzer bir sürü alt metin, üst metin okuması yapılabilir ki filmde fazlasıyla var bu tür eleştiriler. zaten film tam tahmin ettiğim gibi çocukların, ebeveynlerinin yaşadığı tartışmadan habersiz, kavga umurlarında olmadan yine oynamalarıyla sona eriyor. olan gerizekalı ebeveynlere oluyor.

    --- spoiler ---
  • genelde senaryonun yurumesi icin gerekli bazi adimlarin biraz egreti gibi atilmasina ragmen, sonucta ortaya cikan oldukca basarili bir film. tekrar seyredecegimi sanmiyorum ama seyretmis olmak inasana olumlu seyler katiyor. her filmden muthis performans beklemese de insan arada sirada gordugu seylerden zavk aliyor ancak bir daha gormesine gerek kalmiyor. bu erkekler icin yoldan gecen hos bir hatunun kici seklinde ozetlenebilir.

    bunu da soyleyerek bir filmi gote benzetip nasil da olumlu sayilabilecek bir elestiri yaptim ben de tam anlamis degilim.
  • spoiler yok; ama bir gözlük takma ihtimali var. tercihen izledikten sonra okuyunuz.

    bu film bittiğinde şunu düşündüm: ileri derecede medeni olduğunu iddia eden toplumların insanları, herhangi bir olayı hukuğa taşımadan çözmeye çalıştıklarında, "geri kalmış" dedikleri toplumların insanlarının müzakare becerilerini gösteremiyorlar. hatta şu da var ki, müzakare edilebilecek veya edilemeyecek konuları belirlemekte bile yeteneksizler. "geri kalmış" dedikleri toplumların bireyleri en azından altyapılarındaki öfke ve şiddet potansiyelinin daha çok farkında oldukları için, bazı durumları idare etme becerilerinin olmadığını bilirler. ancak bu filmdeki gibi medeniyetlerine ve medeni kimliklerine müthiş güven duyan optimist bireyler, duyguları açığa çıkmaya başladıktan sonra kontrolü tamamen yitirebiliyorlar. alkol tabi bu konuda iyi bir katalizör.
  • venom'un oğlu olarak da bilinen korkunç görünüşlü yaratık… doğuşunun hikayesi ise şöyledir:

    venom'un ele geçirdiği eddie brock isimli gazeteci, uzaylı simbiot öldü sanılıp hapse atıldığı zaman kasady onunla aynı hücreyi paylaşmaktaydı. kasady; yetimhanede büyümüş ve çok sorunlu bir çocukluk geçirmiş psikopat ruhlu bir seri katildi. uzaylı simbiotlar kendi başlarına üreyebilmektedirler. simbiot brock'u hücresinden kurtardığı zaman ardında kendisinden türemiş başka bir simbiot bırakmıştı. onlarda aile gibi bir kavram olmadığı için brock'u bundan haberdar etmeye gerek görmemişti. arkada bırakılan simbiot kasady ile birleşerek carnage'ı oluşturdu.

    zaten çok tehlikeli biri olan kasady simbiot'un kendisine sağladığı güç de birleşince tüm new york'a dehşet salmaya başladı. sadece zevk için insanları öldürmeye başlayan carnage'ı örümcek adam engelleyemeyince venom ile işbirliği yaparak durdurmayı başardılar. fakat carnage tutulduğu yerden kaçarak new york sokaklarından tekrar dehşet saçmaya devam etti. 'maksimum katliam' adlı macerada kendisi gibi sıra dışı güçlere sahip hasta ruhlu başkalarını da bulup onların liderliğini yaptı ve new york'u birbirine kattı. carnage ve ekibini örümcek adam ancak venom, kara kedi, captain america ve birkaç süper güçlü kişinin de yardımıyla durdurabilmeyi başardı.

    kasady konulduğu hücreden simbiotun yardımıyla ilk fırsatta tekrar kaçmayı başardı. örümcek tekrar carnage'ı durdurmaya çalıştı fakat kasady kanserdi ve ölmemesi için simbiotun onun üzerinde kalması şarttı. sonunda örümcek silver surfer'ın da yardımıyla carnage'ı bir kez daha durdurmayı başardı.

    *kaynak: http://www.geocities.com/orumcekadam2001/
  • kaliteli tiyatro uyarlamaları genellikle sıkıcı olur. çünkü metin daha çok tiyatroya yönelik hazırlanmıştır ve yedinci sanatın getirileri bu metnin ve oyuncu-seyirci iletişiminin yanında ya öne geçen ve bu etkiyi kapatan bir öğe; ya da ardında gereksiz renkler katan engeller oluşturur.

    bu filmin belki de en büyük başarısı broadway'de haftalarca gösterimi yapılmış önemli, ünlü ve başarılı bir tiyatro oyununu kaliteli bir şekilde sinemaya uyarlaması olması. belki de böyle tarihe geçecek. roman polanski gerçekten de dogma gibi deneysel sinemanın sularında yüzmeyen, mamafih görkemli de bir görsellik vadetmeyen muhteşem bir sinema anlayışıyla seyirciyi odadaki tartışmaların orta yerine bırakıyor. gerisi size kalmış. karakterlere dilediğiniz kadar gıcık olabilirsiniz.

    filmde modern bireylerin, çocuklarının kavgaları neticesinde ne yapılabileceğini tartışmaları işleniyor. insan denen yaratığın aslında içten içe doğasındaki çirkinliği ve bu çirkinliği örtbas etmek için çeşitli totemlere sığındığı birebir anlatılıyor. açık açık konuşmaktan bir şekilde kaçınan karakterler, ilk önce bir kusma kırılmasının, ardından da bir alkol kırılımının etkisiyle özlerine dönüyorlar ve kötülüğün, acımasızlığın ve karaktersizliğin aslında insanın özü olduğu tematik bir yalınlık içerisinde anlatılıyor.

    insan ilişkilerinin çarpıklığını bir tarafa bırakıyorum. üç tane rahatsız edici öğe gözüme çarptı. bunlardan birincisi christoph waltz'un muhteşem bir şekilde canlandırdığı alan karakterinin telefonunun devamlı çalması... ikincisi kalkıp gidecekmiş gibi yapıp da bi şekilde gitmeyen misafir gerilimi (umut sarıkaya gerilimlerine benzer bir isimlendirme oldu sanki)... bir de tek mekan daraltması... evet. film, çocukları dışarıdan, uzaktan izlediğimiz ilk ve son sahne dışında alfred hitchcock ekolü gibi tek mekanda geçiyor. tek mekan filmlerinde hitchcock usta derinlik vermekte epey ustadır. ama polanski kanımca bilerek ve isteyerek tek mekanda geçtiğini seyircinin gözüne sokuyor ve bununla seyirciyi biraz olsun rahatsız etmek peşinde... ama asıl önemli nokta bütün bu saydığım öğelerin bir yerden sonra hiç rahatsız etmiyor olması... zira "insan" özü itibarıyla o denli rahatsız edici ki. her türlü gerilim unsuru "insan"ın yanında sadece bir dekor, bir aksesuar gibi kalıyor.

    oyunculuklara uzun uzun değinmenin inanın alemi yok. başta christoph waltz olmak üzere dört karakter de ellerinden gelen en iyi performansı vermişler ve muhteşem bir oyunculuk dersi vermişler.

    tek cümleyle film tek mekanda geçen harika bir modern insan eleştirisi olmuş.
  • ing. (bkz: katliam)
  • örümböcük adamin (bkz: peter parker) son dönemdeki en büyük dü$manlarindan biri..
    bu carnage'in adi kassady idi.venomla(bkz: venom)ayni cezaevinde kaliyorlardi.derken venomun uzayli organik kostümü ikiye bölündü ve ikinci parça kassady'e geçti ve bir $ekilde venom'dan daha güçlü bir organik canavar olu$tu.. kipkizildi bu carnage'in kostümü..hayatimda gördügüm en baba piskopat çizgi roman kötüsüydü.sonunda venomla örümcek adamin güçlerini birle$tirmelerine sebep olmu$tu.çünkü kadin çocuk demeden katlediyodu bu kassady.yani carnage.
  • bir keresinde spidey'i öyle feci bir pataklamis karakterdir ki, silver surfer gelip spidey'i kurtarmasaydi, aha bu sefer öldü adam diyecektim.
  • başıma bir şey gelmeyecekse komedi değil bariz gerilim filmi olarak nitelendirmek istediğim film.

    --- spoiler ---

    elbette diyaloglar eğlenceli, insanı güldürüyor falan ama, bütün bir film boyunca o evden çıkamama hali resmen gerilim yaratıyor izleyicide. film tam bir burjuva kabusu bence. sürekli cep telefonuyla konuşan avukat baba, mükemmel tablo çizmeye çalışan borsacı anne bir yanda, "çocuğumuzu diyalog, sevgi ve barış içinde büyütürüz" diyen new age kafalı anne ile diğerlerinin yanında biraz kaba saba, taşralı kalan bana diğer yanda.

    abartıyor diyebilirsiniz ama michael haneke tadı falan aldım ben.

    asansörün içine adımını atıp geri dönüyor adam yahu.

    --- spoiler ---
  • politik doğruculuk özelinde batının liberal orta sınıf kültürü ve kadın erkek ilişkileri konusunda göze sokmadan etkileyici çözümlemeler yapan, çok iyi oynanmış minimal bir film...

    büyük prodüksiyonlardan gayrısından sıkılanlardan değilseniz mutlaka izleyin
hesabın var mı? giriş yap