• yüzüncü yıldönümünü kutladığımız, planlama ve icra bakımından harika olan büyük askeri harekat.

    mesela sırf 5'inci süvari kolordusunun yaptığı işlerden bile 3 sezonluk dizi çıkar. tüm dünyada süvari sınıfı öldü bitti denilirken, 1915'ten sonra kilitlenen batı cephesinde ingilizler, fransızlar ve almanlar bir türlü süvariyi savaşa sokacak yer bulamazken, aman makineli tüfekler var hepsini biçerler diye çekinirlerken büyük taarruzda 5'inci süvari kolordumuz harika manevralarla yunan ordusunun gerisine sızıp baskın şeklinde harekat icra edip yunanlıları arkadan vurmuş, ikmal kollarına saldırmıştır. süvarilerimiz izmir'e ilk ulaşan birliklerdir, büyük taarruzda korkunç etkili olmuşlardır ve süvari sınıfının hala yaşadığını, etkili olduğunu ve uygun şartlar altında hala çok başarılı savaşlar çıkarabildiklerini ispat etmiştir.

    süvari birlikleri modern zırhlı birliklerin atası kabul edilir ve ateş, sürat, baskın mottosuyla ilerlerler. 5. süvari kolordusunun yaptığı harekat ve giriştiği savaşlar ateş gücünün etkinliği, hızlı davranma ve düşmanın beklemediği anda ona baskın yapılması şeklinde bakıldığında modern bir zırhlı birliğin uygulaması gereken tüm prensiplerin mükemmel olarak yerine getirildiği bir süreçtir. dolayısıyla o hepimizin çok iyi bildiği, vay be nasıl yapmışlar diye anlattığı meşhur blitzkrieg doktrininin de ilham aldiğı harekatlardan biridir.

    süvarilerimizin savaşını ve yunanlıları nasıl önlerine katıp dayak ata ata memleketten sürdüklerini savaşa tanık olan akrabalarımdan dinleme şansına erişen birisi olarak büyük taarruz gibi müthiş cesur bir harekatın neredeyse hiç hatırlanmamasını ve hatta unutturulması çabalarını üzüntüyle izliyorum. adamlar dunkirk gibi bir askeri rezaleti ve geri çekilme anlamındaki hezimeti bile filme çekip müthiş! bir geri çekilme harekatı olarak önümüze attılar. filmde yan mahallenin bebelerinden sopa yiyen ergenlerin yaptığı gibi "gidiyoruz ama adam toplayıp gelecez lan, bekleyin siz!!!" şeklinde diyaloglarla mevzu bağlandı. ya adamlar resmen götün götün kaçtı ama oooooo, vaaaauuw diye izlendi film. bizim bunların on katı hikayelerimiz var. şu anda bu harekatı ingilizler veya amerikalılar yapmış olsa tüm dünyada kullanılan silahlardan tutun da savaşa girişen sıradan bir erin kopan düğmesine kadar yüzlerce detayı anlatan yığınla film, dizi, belgesel ortaya çıkardı. ancak bizde böyle olmuyor maalesef. gerçi geçenlerde denk geldiğim ve incelediğim 40'lı yıllarda çıkan bir gazetede bile büyük taarruzun unutulduğuna yönelik bir eleştiri vardı. sanırım unutkanlığımız taa o yıllardan başlamış.

    bu durumu onun suçu bunun suçu diyerek bağlamıyorum. gerekli ilgiyi göstermeyerek aslında hepimiz bu unutkanlığa ortak oluyoruz.
  • büyük taarruz devam ederken falih rıfkı atay'ın kaleminden istanbul :

    "gazeteye geldiğim vakit anadolu’nun birden bire kapandığını söylediler. istanbul ve türkiye’nin işgal altındaki köyleriyle, memleketin öbür kısmı arasında hiçbir temas yapmaya imkân yoktu. aradan 30 yıl geçti, o sabahki heyecanımın şimdi bile gönlümü ürperttiğini duyuyorum…

    – acaba yunanlılar mı taarruza geçtiler?

    – belki de bizimkiler…

    tarihte hiçbir perde bu kadar ağır bir kader sırrı üstüne inmemiştir. ne rumca ve ermenice gazetelerde, ne ingiliz veya fransız ağzı konuşanların sözlerinde merak giderici bir yayıntı bile yoktu…

    – canım biz taarruz edebilir miyiz? daha geçenlerde fethi bey mütareke aramak için londra’ya gitti. ummam ki böyle bir delilik yapalım…

    – ihtimal ne cepheyi ne cephe gerisini tutamaz hale geldikleri için bir son çare aramışlardır…

    hepimiz mustafa kemal’in askerlik dehasına inanırdık. onun her şeyi vara olduğu kadar, yoka da çevirecek bir zar atmayacağını biliyorduk.

    fakat nasıl haber almalı idi?

    bütün günümüz adeta merak sancısı içinde geçti. yalnız yemekten değil düşünmekten de kesilmiştik… zırhlıları ile tümenleri ve alayları ile ı. dünya harbi düşmanlarının zaferi, hâlâ istanbul’un surlarında ve sokaklarında idi. bir tek umut, bir avuç askerde ve mustafa kemal denen isimdedir. kapkara perdenin arkasında yalnız onların yaklaşıp uzaklaşan hayaletlerini sezinliyoruz.

    nihayet rumca gazetelerde ilk rivayetler çıktı; biz taarruza geçmiştik ve başımızı yunan ordusunun çelik kayasına boş yere çarpıp duruyorduk…

    türk ordusunun bir taarruz savaşına giremeyeceği fikri, bizim kuşağımız için değişmez gerçeklerden biri idi… ordumuzun kahramanlığına bel bağlardık, fakat onun ancak dayanma mucizeleri verebileceğini sanırdık. onun son destanları 1877 harbinde plevne, 1912 harbinde edirne, sonra da çanakkale idi. rumca gazetelerin haberi ile merakımız biraz azalsa bile kaygımız ateş gibi yanıyordu.

    zaman geçtikçe umutsuzluğumuz arttı. havadis duyurmakta beyoğlu gazeteleriyle yarış eden ve üst üste kasabalar alındığı rivayetlerini uyduran bir türkçe sürüm gazetesine kızıyorduk…

    – taarruz sökmüş olsa bir tebliğ verirlerdi. durduk mu, geriledik mi? ah hiç olmazsa bir iki kasaba alsak da öyle dursak…

    bir iki kasaba alıp durmayı nimet saymaya başlamıştık. az da olsa bir başarıyı halk güvenini artırma yolunda kullanmak kolaydır. bu bir edebiyat işidir. fakat ya hiçbir şey yapamadıksa? ya geriledikse?

    akşamüstü yine beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı büyükada’ya gidiyordum. aydınlık, ferah bir ağustos akşamı… köpüklü, uyanık ve neşeli bir deniz… güverte tıka basa dolu… türkçe konuşmayanlarda birbirinin sözünü kapan bir sevinç var… sadece bu sevinç bizi yıkmaya yeterdi. “ne olmuştu?” diye sormaktan korkuyorduk…

    bir fena şey vardı. kimseye bir şey sormadan onu zihnimizde hafifletmeye uğraşıyorduk… ihtimal durmuştuk… belki de bir iki noktada gerilemiştik… ordu bozulmamışsa bundan ne çıkardı? yunanlılar da artık bitkin bir halde değil miydiler? aşağı yukarı bir uzlaşma yapabilirdik. bu da elbette sevr anlaşmasından daha iyi olurdu…

    fakat içimizdeki sorunun kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: başkomutan mustafa kemal paşa bütün karargâhı ile beraber esir olmuş…

    keder insanları öldürmez derlerse bu söze inanın… kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim…

    türkleri büyükada yat kulübünden kovmuşlardı. yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi. bunlar o akşam cezalarını çekmişlerdir. çünkü kulüpte mustafa kemal’in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlıyor ve türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyorlardı… ada sokakları çoluk çocuğun çığlıklarıyla geçilmez hale geldi…

    ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. ilk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik…

    bütün türkleri yas içinde bulacağımı sanıyordum meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. acaba sokaktakilerin hepsi şu veya bu “muhipler” cemiyeti üyeleri mi? bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?

    meğer bütün karargâhı ile başkomutan mustafa kemal değil, yunan başkomutanı trikopis esir olmuş…

    size kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda söylemeseydim burada söylerdim. bir çocuk gibi sıçramaya başladım. habere, havadise, telgrafa koşuyorum. hani o dün kızdığımız sürüm gazetesi yok mu, meğer resmi tebliğlerin kilometrelerce gerisindeymiş. yunan ordusunu yok etmişiz, izmir’e iniyormuşuz…

    ben ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım… bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi… ne olmuştuk biliyor musunuz? kurtulmuştuk.

    ah mustafa kemal, mustafa kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim."

    zafer ve tayyare bayramımız kutlu olsun...
  • - korkunuzu bulunduğunuz yere gömün ve orada kalın

    bu muazzam cümle mustafa kemal paşa tarafından "savunma hattımız çöktü. buradan ne yöne ve nasıl geri çekilelim?" diyerek çekilme emri bekleyen sakarya savaşı cephe komutanlarından yusuf izzet paşa’ya "alacağı cephe emrini beklemesi" için söylenmiştir. ve ardından o tarihi cephe emri gelir: hatt-ı müdafaa yoktur sath-ı müdafaa vardır.

    yüzyıllardır geri çekilen, toprak kaybeden, savunmada kalan türk askeri birlikleri bu emir ile general papulas* komutasındaki yunan ordularının ilerleyişini durdurarak gösterebileceği azami kuvveti boşa çıkarmış ve düşmanı fikren mağlup etmiştir. polatlı yakınlarına kadar gelen yunan birlikleri, türk karşı saldırısı sonrası afyon’a çekilerek savunma pozisyonuna geçmiştir. artık tek yapılması gereken yurdu kurtarmaktır. bir yandan işgali barış yoluyla sonlandırmak için çaba gösterilmiş ama sonuç alınamayacağı anlaşılınca taarruz hazırlıkları başlamıştır. üstelik bir yandan taarruz hazırlıkları yapılırken askerler için cephede genel kültür kursları düzenlenmiş, imalat-ı harbiye 1 mayıs'ı kutlamış, ankara'da tiyatro etkinlikleri yapılmıştır (nazım hikmet hayatında shakespeare'i ilk kez milli mücadeleye destek vermek için gittiği ankara'da izlediğini belirtmiştir).

    büyük taarruz planı, temel esasları sakarya zaferinin de mimarları olan batı cephesi komutanı ismet paşa* ve mutafa kemal'in harp okulundan sınıf arkadaşı cephe kurmay başkanı asım bey'in* eseri olan, cephedeki tecrübeli kurmayların * bilgi, istihbarat ve görüşleri ile olgunlaşmış ve osmanlı'da harbiye nazırlığından* ayrılıp ankara'ya milli mücadeleye katılan genel kurmay başkanı fevzi paşa'nın* son halini ve kurt kapanı adını verdiği riskli bir plandı. planın hedefi, silahça üstün yunan ordusunu baskın nitelikli bir saldırı ile ikiye ayırıp cepheyi yarmak ve süvariler ile önlerini keserek etraflarını sarıp yok etmekti. dağılan küçük birlikler hızla izmir'e kadar kovalanacak ve izmir kurtarılacaktı. bütün planın 15 gün süreceği hesaplanmıştı.

    taarruzu gerçekleştirebilmek için askeri gücümüzün büyük kısmı olan nurettin paşa komutasındaki 1. ordu afyon'un güneyinde, general trikupis*emrindeki yunan 1. kolordusunun karşısında toplandı. "baskın" olması için de tüm bu toplanma intikali çok büyük bir gizlilik içinde yapıldı. birçok popüler hesaptan yazıldığı gibi, 25 ağustos'ta öyle sadece 1 gecede yürünmedi. hatta askere "taarruz intikali" bile denilmedi, aksine moral bozulması riski göze alınarak "olası yunan taarruzu için yer değiştirme" denildi. yürüyüş için ilk emir 13 ağustosta verildi ve genelde sadece geceleri yapılan yürüyüş 24 ağustos'ta bitti. daha taarruz başlamadan "baskın" özelliği sağlanmıştı, düşman fark etse bile çok geçti.

    ilk olarak 14 ağustos'ta 15. tümen yürüyüşe başladı ("yunanlıların da 1 sene önce aynı gün sakarya'ya yürüdüğünü" hatırlatan asım bey'e ismet paşa'nın "baskın nasıl olurmuş görsünler" cevabını hatırlayıp tüylerimizi bir diken diken edelim). 20 ağustos akşamında da 2. kolordu ve süvari kolordusu taarruz mevzilerine doğru yürüyüşe geçti. taarruz hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde devam ederken, yunan keşif kollarını ve istihbaratını şaşırtmak amacıyla süvari birlikleri tarafından 19 ağustos'ta ortakçı'ya ve 24 ağustos'ta rumköy'e baskınlar düzenlendi.

    mustafa kemal, fevzi ve ismet paşaların harp okulundan hocası 2. ordu komutanı yakup şevki paşa, tıpkı nurettin paşa gibi ismet paşa'dan daha kıdemli olmasına rağmen onun emrine girmeyi kabul etmiş vatansever bir subaydı. taarruz planının çok riskli olduğunu düşündüğü için kaygılar taşıyordu (28 temmuz 1922'de yapılan kurmaylar toplantısında* haklı kaygılarını* dile getirince mustafa kemal paşa meşhur "tarihe ve millete karşı bütün sorumluluk bana aittir" sözünü söylemiştir). plana göre yakup şevki paşa komutasındaki ve asker sayısı görece daha az olan 2. ordumuz, karşısındaki general digenis'e bağlı yunan ihtiyat birliklerine saldıracaktı. böylelikle asıl taarruz cephesine yardım ulaştırılması engellenecekti. bu bir oyalama savaşıydı. gel gör ki yarbay salih’in* komutasındaki kahraman 61. tümen daha taarruzun ilk saatlerinde cephenin kilit noktası kazuçuran direnek merkezini ele geçirdi. izmir'deki yunan karargahı gelen çelişkili bilgiler yüzünden asıl taarruzun hangi cepheye yapıldığını anlayamadı.

    planın son aşamasında 1. ordumuz tınaztepe ile kaleciksivrisi arasından yunan cephesini yaracak ve arkasındaki sincanlı ovası'na inecekti. böylece süvari kolordusunun önü açılacak, yunan ordusunun hem ikmal yolları kesilecek, hem iletişimine darbe vurulabilecek ama en önemlisi izmir'e geri çekilme yolu kapatılmış olacaktı. düşmanın etrafı çevrilince top atışı ile dağıtılan birlikleri küçük parçalar halinde ele geçirilecekti. planla ilgili geriye kalan tek sıkıntı, cephe yarılıp ordu ilerlemeye başlayınca askere malzeme ve cephane ikmaliydi. müthiş çözümü mustafa kemal paşa verdi: cephane ikmalini düşmandan yaparız

    20 ağustos'ta intikale başlamış süvari kolordusu* 24 ağustos sabaha karşı sandıklı'ya geldi. kurt kapanı planı gereği fahrettin paşa* komutasındaki süvari birlikleri çiğiltepe ile toklusivrisi arasından ahır dağlarını aşarak yunanlıların batı kanadını kuşatacaktı. ama bunun için cephe yarılıncaya kadar beklemesi gerekiyordu. fahrettin paşa gerektiğinde inisiyatif kullanabilmek için çanakkale cephesinden silah arkadaşı olan mustafa kemal paşa ve genel kurmay başkanı fevzi paşa'dan yoğun ısrarları sonucu onay almıştı.

    hem fahrettin paşa ve kurmayları hem de güvendiği askerleri taarruz başlamadan önce cephe gerisine sızabilmek için dağlık arazide keşif yaptı. yunan ordusu, çiğiltepe'nin batısındaki tehlikeli ve uçurumlu dağları tutmaya gerek görmeden, arada 15 km açıklık bırakarak bölgenin en yüksek noktası olan toklusivrisi'ne yerleşmişti. tokuşlar köyü halkı keşif yapan askerlere "açık bırakılan bölgedeki dar bir geçidin gündüz bir süvari bölüğüyle tutulduğu, geceleri ise bu bölüğün geri çekildiği" istihbaratını verdi.

    toplar ve tekerlekli araçlar cephe gerisinde bırakılarak adeta keçi yolu halindeki dar patika ve uçurumlardan geçerek ahır dağı'nı aşmaya ve yunan cephesinin arkasına sızmaya karar verildi. gece karanlığında tek kol halinde yürüyerek ilerleyen süvari kolordusu 26 ağustos sabahı sincanlı ovası'na indi. böylece yunanlılara hissettirilmeden cephenin 20 km içine kadar sızılmış oldu. fahrettin paşa cephe gerisine sızdıktan sonra birliklerine keşif yapmanın yanında demir yolları ve telgraf hatlarını tahrip etme emri verdi. bu sayede yunan cephesinin izmir yönü ile iletişim ve ulaşım ağı büyük oranda kesildi.

    26 ağustos sabah saat beş buçukta geceden beri devam eden sisin dağılmasıyla taarruz emri verildi, topçu atışı başladı. bir yıldır güçlendirilen yunan tahkimatına, ismet paşa'nın büyük gayret ve emeklerle hazırladığı topçuların atışları çok ağır zarar verdi (not: aslında taarruz ilk etapta bahar başında planlanır ama hem doğu cephesinden gelen toplar ve makineli tüfekler beklenir, hem de yakup şevki paşa'nın mevsimin ulaşım ve ikmal için uygun olmadığı yönündeki önerileri dikkate alınır). o güne kadar görümüş en yoğun top atışlarından birinin yunan savunmasını dağıtmasının ardından piyade birlikleri -neredeyse ateş altında- hücuma geçti. daha gün tam ağarmadan cepheyi yarmak için en önemli noktalardan kaleciksivrisi ve tınaztepe alınmıştı. öğlen olmadan belentepe de alındı.

    general trikupis saldırının büyüklüğünü fark eder etmez yunan ihtiyat kolordusunun kendisine destek yollamasını istedi. izmir'deki yunan anadolu orduları başkomutanı hacı anesti* "trikupis işi büyütüyor" diyerek bunu gerekli görmedi. trikupis emrine sadece birkaç birlik yollandı. türk piyadeleri hücuma geçtiği için top atışını azaltılması neticesinde yunan askerlerin mevzilerden çıkabilmesi ve takviye birliklerin de gelmesiyle yunan ordusu direnmeye başladı. dik arazi ve tahkimat da cephelerini savunmalarına yardım ediyordu. savaş dengelenmiş, trikupis'in deyişiyle "ilk kriz atlatılmış" gibi görünüyordu. trikupis ve kurmayları türklerin ele geçirdikleri yerleri geri alma planları yapmaya başlamıştı.

    işte tam bu saatlerde bilmedikleri ve beklemedikleri bir şey oldu. cephe ardına sızan türk süvarileri yunan birliklerine hücuma başlamıştı. binlerce türk süvarisinin cephe gerisinde saldırılar düzenlemesi yunan karargahının bütün planlarını alt üst etti. istediği desteği bir türlü alamayan, iletişimi kesilen ve umudu azalan yunan kuvvetleri kaybettikleri mevzileri geri alıp direnebilmek için son güçleriyle daha sert savaşmaya başlamıştı. bütün gün süren çatışmalarda mevziler el değiştiriyordu. bu durum türk karargahındaki bazı komutanlarda tedirginliğe yol açsa da mustafa kemal paşa sakindi: "kaybedecekler. çünkü savaşmakla hata ettiler. bugün çekilseler belki kurtulurlardı. cepheyi yarmak için gerekli bütün kritik yerler elimizde. yarın bu iş biter."

    27 ağustos 1922 sabahı kahraman türk askerleri güneşin bile doğmasını bekleyemeden tekrar taarruza geçti. yoğun çatışmaların ardından coşkulu öncü birlikler öğlen saatlerinde cepheyi yararak sincanlı ovası'na indi, cephe yarılmıştı. yunan karargahları birer birer ele geçiriliyordu. izmir ve diğer birliklerle bağlantısı kesilen general trikupis daha fazla kayıp vermeden afyon'u boşaltıp dumlupınar'a çekilme kararı aldı. panik halindeki yunan birlikleri beklenmedik şekilde afyon'u boşaltınca türk askerleri akşam üzeri afyon'a girdi. aynı saatlerde general hacıanesti'nin emir subayı türklerin taarruza geçtiğini soran gazetecilere her şeyden habersizce "birkaç gün sonra burada sizi esir mustafa kemal ile tanıştırabilirim." diyordu. oysa cephe yarılmıştı, yunan birlikleri son bir umutla dağınık bir şekilde dumlupınar'daki önceden hazırlanmış savunma mevzilerine çekilmeye çalışıyordu. ateş hattındaki mustafa kemal, toz duman altında dağılmış yunan ordusuna bakarak izmir'e sesleniyordu: hacı anesti gel de ordularını kurtar!

    kurt kapanı tam da planlandığı gibi ilerliyordu, yunan orduları neredeyse tamamen çember içine alınmıştı. sadece, çiğiltepe'nin biraz geç düşmesi* sebebiyle trikupis birliklerinin kızıltaş vadisinden kaçma ihtimali belirmişti. fakat fahrettin paşa bu durumu öngörmüş, yine inisiyatif alarak önceden geçidi kapatmak için tüm süvari birliklerini kızıltaş vadisi'ne göndermişti (o sırada ağır bir sıtma krizi geçirdiği için kendisi gidememişti). 30 ağustos 1922 sabaha karşı 23. tümen ölüm kalım yarışını kazanarak dağınık ilerleyen yunan birliklerini kızıltaş vadisinde durdurdu. çember dört günde kapanmıştı. yetişen süvari birlikleri de vadi çıkışını kapatmıştı. topçu ve piyade atışı altında kalan yunanlar çok ağır kayıp verdi ve sonuna general trikupis, general digenis ve birçok kurmay ile birlikte binlerce asker teslim oldu. bu sırada gelişmelerden habersiz yunan hükümeti general trikupis'e anadolu'daki ordunun başkomutanı olduğu bilgisini ulaştırmaya çalışıyordu. trikupis bu bilgiyi uşak'ta esir olarak huzuruna çıktığı mustafa kemal paşa'dan alacaktı.

    1 eylül 1922'de mustafa kemal paşa muzaffer ordusuna trakya'daki yunan kuvvetlerinin izmir'e desteğe gelmesi ihtimalini de göze alarak hiç beklemeden tarihi emrini verdi: ordular ilk hedefiniz akdeniz'dir ileri. türk ordusu olağan üstü bir şekilde iki yüz elli bin kişilik yunan ordusunu mağlup edip kovalayarak yüzlerce kilometre yolu günler içinde aldı. fahrettin paşa komutasındaki süvari birlikleri 9 eylül 1922'de izmir'e girdi.

    15 günde sonuca ulaşması planlanan kurt kapanı, sadece 14 günde tamamlanmıştı.
  • planı, 1917'de ingilizlerin filistin ve suriye'de osmanlı ordusuna yaptığı ve zaten zayıf olan osmanlı ordusunu hallaç pamuğu gibi attığı taarruzla aynı ana hatlara sahip taarruzdur.

    planın fikrini ve ana hatlarını mustafa kemal paşa belirlemişti. bu plana filistinde maruz kalmış ve iki tarafındaki orduların çözülmesi ile düşman tarafından kuşatılacağını önceden sezerek şimdiki suriye türkiye sınırına kadar çekilerek dağılmaktan kurtulmuştu.

    ingiliz taarruzu çok üstün güçlerle baskın bir şekilde osmanlı ordusunun hareket beklemediği noktasına net şekilde yapılmış, rakip orduyu 3 parçaya bölmüş ve iki yandaki ordu parçalarını teker teker avlamıştı.

    mustafa kemal paşa da benzer bir planla yunan ordusuna saldırmak istemişti. bu planın başarılı olması için baskın şekilde yapılması şarttı. o sebeple yunan ordusunun beklemediği bir zamanda, beklemediği bir noktasına yapılmalıydı.

    yunan ordusunun en kuvvetli olduğunu düşündüğü noktası afyon müstahkem mevkii idi. burası ingiliz askeri heyeti tarafından "taarruz beklenecek" bir yer olarak görülmüş ve zaten iyi tahkim edilmiş haldeyken daha da güçlendirilmiştir. ingiliz askeri heyeti bu tahkimat için "burası 6 ayda aşılamaz" teşhisini koymuştu.

    mustafa kemal paşa taarruz ağırlık noktası olarak bu mevkiyi seçti. bunun iki sebebi vardı.

    - taarruzun baskın şekilde olması için düşmanın hücum beklemediği bir noktasına hücum etmek gerekliydi ve yunan ordusu bu bölgeye bir saldırıyı o kadar beklemiyordu ki taarruzdan bir gece önce türk cephesinden kaçan bir asker taarruz edileceği bilgisini verdiğinde bile yunan ordu karargahı bunun bir aldatmaca olduğunu düşünmüştü.

    - türk ordusunun insan ve araç gereç kaynağı kısıtlıydı. o sebeple uzun sürecek bir cephe savaşını kaldıramazdı. her ne olacaksa kısa sürede olup bitmeliydi. o sebeple düşmanın bu en güçlü noktasına iyi bir darbe vurulursa düşman ordusunun toparlanması zor olacaktı ve taarruz kısa sürede amacına ulaşacaktı.

    "beklenmedik nokta" kısmı bu şekilde halledilmişti. peki "beklenmedik zaman" konusu nasıl çözülecekti?

    taarruz noktasına 12 türk tümeninin kaydırılması planlanmıştı. bu kadar büyük bir gücü neredeyse hiçbir doğal görüş engelinin olmadığı orta anadolu coğrafyasında düşmana sezdirmeden bir yerden başka bir yere taşımak mümkün değil gibi görünüyordu. peki bu kadar askeri güç nasıl fark edilmeden düşmanın burnunun dibine kadar getirilmişti?

    - birlikler gündüz uyuyup gece hareket ediyordu.

    -birlikler kalabalık şekilde birlikte değil küçük gruplar haline hareket ediyordu.

    - düşman fark edeceği için raylı taşıma yapılmıyor, birlikler yürüyerek yer değiştiriyordu.

    - düşman fark etmesin diye sahte karargahlar kuruluyor, birkaç göstermelik askerin etrafta gezdiği, içi boş çadırların olduğu sahte birlik toplanma alanları yaratılıyordu.

    - ağır toplar motorlu araçlarla değil kağnılarla hareket ettiriliyordu ve gece ses çıkmasın diye kağnıların tahtadan tekerleklerine çaputlar bağlanıyordu.

    - düşman hava gücünün keşif yapmasını engellemek için az sayıdaki ve sürekli arıza yapan türk uçakları imkanları elverdiğince sürekli taciz uçuşları yapıyorlardı.

    "beklenmedik zaman" sorunu da bu şekilde çözülmüştü.

    sonrasını zaten biliyorsunuz. 26 ağustos sabahı tek darbe ile üçe bölünen yunan ordusu mustafa kemal paşa'nın filistinde yaptığı gibi hemen o anda hızla geri çekilmek yerine bulunduğu alanı savunma tercihini yapınca 4 gün içinde paramparça oluyor ve 30 ağustosta muharip gücünü kaybetmiş yığınlara dönüşüyordu.

    askeri açıdan çok riskli, cesur ve o kadar da klas bir planla düşmanı vatanımızdan atıyorduk.
  • o sırada bile mustafa kemal'in etrafında "saldırmazsak daha iyi olur" diye düşünen, başka çareler arayan, uçurumun kenarına kadar aşağılık bir hayvan gibi tekmelenmiş millet için hala daha başka bir yol olduğuna inanan, en önemlisi korkan bir yığın adam vardı. bu adamlar askerdi, komutandı ve korkuyorlardı...

    saldırı kararının verildiği 21 ağustos günü yapılan müzakerede mustafa kemal bu korkaklara 'harekete inancı olmayanlar istifa etsin, ben bütün mesuliyeti üzerime alıyorum!' demişti...

    (bkz: senin ben allah'ına kurban olayım)
  • ne kadar doğru bilinmez tabii ama bu taarruz sırasında yunan askeri o kadar hızlı bir çekilme (daha çok bozulma ve panik içerisinde kaçma) sürecine girerki, türk askerleri için kovalamak savaşmaktan daha yorucu hale gelir ve "keşke biraz savaşsalar da dinlensek" derler zira atatürk yunan ordusunun izmire kadar kovalanmasını emretmiştir.
  • bu taarruz öncesi hazırlıklarda konya'daki atış okulu'nun katkısı büyüktür.

    meram'daki atış okulunda sadece topçu sınıfının eğitimi yapılmadı. sakarya meydan muhaberesi'nde tespit edilen atış isabet sorunu çözüldü.

    şu anda ister tank/obüs olsun, ister çekili olsun topçular atış bilgisayarları kullanıyorlar. bu bilgisayarlar hedefin uzaklığına, varsa rüzgar ölçümüne göre hangi açıyla, ne kadar barut hakkı ile, birde namlunun aşınmasını da hesaplayarak nişan alırlar.

    o yıllarda bu hesaplamalar elle yapılıyordu. üreticiden alınan hesap cetvelinde atış yapılacak mesafeye göre hangi açı ile ateşlenmesi gerektiği yazıyor. bu atış ne kadar zaman alacak ve mermi hangi açı ile hedefini vuracak, bunlar hepsi belli. ancak iki şeyi hesaplamanız lazım. birisi rüzgar, diğeri de namlu aşınması.

    ateşli silahlar atış yaptıkça namlu aşınır. çünkü sistemde sürtünme var. namlu ömrü dediğimiz kavram buradan geliyor. namlunun üretildiği malzeme ve üretim biçimi, namlunun sıcaklığı, kullanılan merminin tipi, kullanılan ortam vs bu ömre etki ediyor. ama en büyük etken atış sayısı.

    işte sakarya meydan muhaberesinde topçularımızın isabet oranının düşüklüğünün sebebi bu. özellikle 1. dünya savaşındaki muhaberelerde o kadar çok kullanıldılar ki, çok yıprandılar. bu cetvele göre yapılan atışlar istenilen yerlere düşmüyordu.

    topçu okulunda 1 ay süreyle, topları kullanacak mürettebat yeniden hazırlanan hesap cetvelleri ile çalıştı. her top için ayrı cetveller hazırlandı. böylece toplarımızı çok daha etkin, mühimmatımızı çok daha tasarruflu kullandık.

    kısaca osmanlının aksine bilimi rehber edindik, yüzümüzü kara çıkarmadı.
  • bunu sarıkamış'la kıyaslayanlar var, gülüp geçerim bunlara.

    -sarıkamış keyfi bir taarruzdur, bir zarureti yoktur; büyük taarruz, yurttaki düşmanı sökmek amacıyla yapılmıştır.
    -sarıkamış kış aylarında, olumsuz hava koşullarında yapılmıtşır; bt yaz aylarında, hareket kabiliyeti olan dinlenmiş bir orduyla yapılmıştır.
    -sarıkamış taarruzunun hazırlığı yoktur, bt için ise ordu 1 yıl hazırlanmıştır.
    -sarıkamış harekatı bir ölüm kalım savaşı değildir, bt ise ülkenin çıkarabildiği son varlığıdır ve eldeki son kuvvetlerle sonuç almak gerekir.
    -her iki harekat da baskın bir çevirme şeklinde düşünülmüştür. ancak birini planlayan kişi herhangi bir alay bile yönetmeden başkomutan vekili olmuş enver iken, öbürü anafartalar kahramanı, doğu cephesi'ndeki tek olumlu işleri yapan 2. ordu'nun başarılı paşası, dağılan yıldırım orduları grubunu toplamayı başarıp düşmanı en sonunda durduran, sakarya'yı mucizevi bir şekilde kazandırmış bir askeri dehadır. sonuç olarak enver'in saçma planı daha başında sezilmiştir, ancak mustafa kemal'in planı sezilememiş, esir edilen yunan 1. kolordu komutanı trikopis de "baskını farkettiğimizde her şey bitmişti" demiştir.
    -sarıkamış harekatı, daha sarıkamış gibi bir köy bozması garnizon nahiyesini bile alamadan eriyen ordularla sonlanmışken, kars kalesi'ni kesinlikle düşüremezdi; büyük taarruz ise ingiliz denetlemelerinde "6 ayda düşmez" denilen afyon mevzilerini 15 saatte paramparça etmiştir.

    http://i61.tinypic.com/spde2u.jpg

    büyük taarruz tamamen mustafa kemal ve fevzi çakmak'ın eseridir.
    başkomutan mustafa kemal ve genelkurmay başkanı fevzi çakmak bu taarruzu planlamış, ancak cephe komutanı mustafa ismet ve 2. ordu komutanı yakup şevki paşa bu plana aleni karşı çıkarlar. 1. ordu komutanı sakallı nurettin (1. dünya savaşı'nda şeklen kut-ül amare zaferinin komutanı, izmir'in işgaline karşı tertipler yaptığı için istanbul tarafından görevinden alınan biridir. ali kemal'i izmit'te linç ettiren de kendisidir) ise henüz toplantıya teşrif ettiği gerekçesiyle yorum yapmaktan uzak durur. gerçi izmir'e girildiğinde harekatı sahiplenip izmir fatihi imzasıyla bir kartvizit de çıkartır.

    açıkça muhalefete karşı, daha önce tertiplenmiş olması kuvvetle muhtemel olarak, fevzi paşa o durumda görev yapamayacağı gerekçesiyle istifasını verir. genelkurmay başkanının istifasının kendisinin de görev yapmasına mani olduğu sebebiyle mustafa kemal de başkomutanlığı bırakacağını söyler ve blöfü yutan diğerleri geri adım atar, çevirme hareketini destekler.
    yakup şevki subaşı, mustafa kemal ve silah arkadaşlarının hocasıdır ve cepheden taarruz ederek temkinli davranmayı, olmadı mı geri çekilip tekrar toparlanmayı ister. tabi bu, kesin sonuç aldırmayacaktır. mustafa kemal, elimizdeki avucumuzdaki son kuvvetlerin bunlar olduğundan bahisle, sonucun da bu kuvvetlerle alınacağını söyler.

    yakup şevki paşa daha sonra başarı sağlayıp düşmanı sürmeye başladığımızda taarruz emrini de çekinceyle karşılamış, mustafa kemal bu emri bizzat kolordu komutanlarına iletmiştir. tabi daha sonraları bu harekatın kesin bir zaferle sonuçlanması, hocasının mustfa kemal'e büyük bir saygı ve hayranlıkla bağlanması sonucunu doğurmuştur.

    aradaki fark şudur. enver 15 günde sarıkamış önlerine anca gelirken, mustafa kemal ankara'dan çıkarken "15 gün sonra izmir'deyiz" demiş, izmir'e varışı yalnızca 14 gün sürünce ise "suç bende değil, düşmanda" demiştir.

    evet ankara yolu boşaltılarak büyük bir risk alınmıştır, ancak o riski de başarılı bir şekilde bertaraf etmiştir ordu. zaten düşmanın asıl kuvvetleri bulunduğu mevzileri de terk edecek kadar ileri gitmeyi düşünmüyordu. neticede ankara'an çıkarken de 1 gün zaman kazanacak bazı davet oyunlarıyla harekat başlamış, çevirme harekatı süvarileri ustaca başarıları sayesinde tamamlanmıştır. topçuları da çok emin bir şekilde nakil etmişler ve bu iş için mükemel eğitilmiş topçunun tesiri hakkında en iyi bilgiyi de atatürk vermiştir:

    --- spoiler ---

    "arkadaşlar! topçularımız bu mevzilere gece geldiler ve karanlık içinde mevzi aldılar ve günün ağarmasıyla beraber bütün dünyanın gözleri açıldığı zaman, ateşe başladılar. tam bir takdir ve saygıyla bunu anmak isterim ki, topçularımızın o gün göstermiş olduğu ustalık ve anlayış, bütün dünya topçuları için örnek olacak nitelikte idi. askerlik hayatımda bu kadar eksiksiz bir topçu ve bu kadar eksiksiz yönetilmiş bir topçu ateşi nadiren gördüm. topçularımız, saat 4.30'da atışa başladılar; bilirsiniz ki, topçulukta evvelâ ateş düzenlemek için, atış yapılır. yarım saat içinde bütün bu cephe üstünde atış düzenlenmiş ve saat beşte, yani yarım saat sonra, bu saydığım hedefler üzerine şiddetle etki atışına başlanmıştır. bu mevziler, çok ve çok sağlamdı. bu mevzilerin savunma ile ilgili değerini en son inceleyen bir ingiliz kurmayı’nın verdiği raporda, "eğer türkler, bu mevzileri dört, beş ayda işgal ederlerse, bir günde düşürdüklerini iddia edebilirler." deniliyordu. fakat türklere, bu mevzileri ele geçirmek için üç dört ay değil, bir gün de değil, yalnız bir saat yetmişti."
    --- spoiler ---

    son kez tekrar etmek isterim, bu iki harekat kağıt üzerinde birbirine benzemekten başka bir ortak noktaya sahip değildirler. hele ki hazırlık aşaması göz önüne alındığında bu iki savaşı karşılaştırmak bile mustafa kemal atatürk'ün dehasına hakarettir. kaldı ki enver iyi bir vatansever ve komitacı olsa da berbat bir askerdir. bunun kanıtları kanlısırt ve sarıkamış'ta gözler önüne serilmiştir.
  • bir nazim hikmet şiiri

    dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
    ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki
    sayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birden bire beş adım sağında onu gördü.
    paşalar onun arkasındaydılar.
    o , saati sordu.
    paşalar ' üç ' dediler.
    sarışın bir kurda benziyordu .
    ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    yürüdü uçurumun kenarına kadar,
    eğildi durdu.
    bıraksalar
    ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı..
  • "akşamüstü yine beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı büyükada’ya gidiyordum. aydınlık, ferah bir ağustos akşamı… köpüklü, uyanık ve neşeli bir deniz… güverte tıka basa dolu… türkçe konuşmayanlarda birbirinin sözünü kapan bir sevinç var… sadece bu sevinç bizi yıkmaya yeterdi. “ne olmuştu?” diye sormaktan korkuyorduk…

    bir fena şey vardı. kimseye bir şey sormadan onu zihnimizde hafifletmeye uğraşıyorduk… ihtimal durmuştuk… belki de bir iki noktada gerilemiştik… ordu bozulmamışsa bundan ne çıkardı? yunanlılar da artık bitkin bir halde değil miydiler? aşağı yukarı bir uzlaşma yapabilirdik. bu da elbette sevr anlaşmasından daha iyi olurdu…

    fakat içimizdeki sorunun kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: başkomutan mustafa kemal paşa bütün karargâhı ile beraber esir olmuş…

    keder insanları öldürmez derlerse bu söze inanın… kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim…

    türkleri büyükada yat kulübünden kovmuşlardı. yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi. bunlar o akşam cezalarını çekmişlerdir. çünkü kulüpte mustafa kemal’in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlıyor ve türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyorlardı… ada sokakları çoluk çocuğun çığlıklarıyla geçilmez hale geldi…

    ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. ilk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik…

    bütün türkleri yas içinde bulacağımı sanıyordum meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. acaba sokaktakilerin hepsi şu veya bu “muhipler” cemiyeti üyeleri mi? bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?

    meğer bütün karargâhı ile başkomutan mustafa kemal değil, yunan başkomutanı trikopis esir olmuş…
    size kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda söylemeseydim burada söylerdim. bir çocuk gibi sıçramaya başladım. habere, havadise, telgrafa koşuyorum. hani o dün kızdığımız sürüm gazetesi yok mu, meğer resmi tebliğlerin kilometrelerce gerisindeymiş. yunan ordusunu yok etmişiz, izmir’e iniyormuşuz…

    ben ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım… bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi… ne olmuştuk biliyor musunuz? kurtulmuştuk.

    ah mustafa kemal, mustafa kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim.

    konuşmak için dilim, yazmak için kalemim tutuldu. ikdam’daki yakup kadri’yi aradım. ilk vapurla izmir’e gitmeyi teklif ettim.

    tuhaf şey: izmir’in alındığı haberi geldiği vakit, içimizde artık sevinme gücü kalmamıştı. gönlümüz uzun ve derin uykuya dalmış gibi idi… bir hastanın başında günlerce beklemekten sonraki yığılıp kalmaya benzer bir uyku… hatta daha fazla ağlamalı bir hal… bir akşam önce şampanya bayramı yapanların yüzlerindeki onulmaz yası gidip görmek düşüncesinden bile sevinmiyorduk.

    nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu batının, vicdanımızı ve kafamızı doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 ağustos zaferine borçluyuz.

    akşam’ın ilk sayfası için koskoca bir klişe hazırlamıştık: “elhamdülillah izmir’e kavuştuk!”… kapıları açmanın imkânı mı var? gazeteyi pencereden akıtıyorduk. alan yüzüne gözüne sürüyordu. galata rıhtımı üzerinde kamçısı ile selam marşını susturan beyaz atlı franchet d’esperey, o korkunç hayal, sanki operet sahnesinden kalma hoş bir hatıra idi!

    vahideddin’i göremedim. fakat sonradan ilk meclisten kalma bir dostum, muhiddin baha, bana bir ankara hikâyesi anlattı: onlar da sevinçten ne yapacaklarını bilmiyorlarmış. mecliste bir aralık ellerini yıkamaya gitmiş. asık suratlı bir milletvekili görmüş, mustafa kemal’in muhaliflerinden biri:
    - yahu nedir bu halin? diye sormuş, öteki dudaklarını ısırarak:
    - ne var sanki? nasıl olsa izmir’i bize vereceklerdi. nesini büyütüp duruyordunuz? diye çıkışmış da!
    sonra da:
    - yunanlılardan kurtulduk. bakalım mustafa kemal’den nasıl kurtulacağız? demiş…

    evet, muhalifleri ve rakipleri sapsarı idiler… ah! bir kurşun, son yunan kurşunu mustafa kemal’in göğsüne saplanamaz mıydı?

    doğu böyledir, dostlarım. doğuda kin, kolayca hıyanete kadar götürür. o gün sapsarı kesilenler veya onların kinini güdenler, şimdi bile o günün hatırasını söndürmeye uğraşmakta değil midirler? doğu kini, vicdanları saran bu kanser… kanserlerin en habis soyu!"

    fâlih rıfkı atay, çankaya, 1968
hesabın var mı? giriş yap