• kendimle hicbir sey icin gurur duymuyorum da herkes kuzey guney izlerken boardwalk empire izledigim icin gurur duyuyorum amk.
  • --- s02e12 spoiler ---

    ters köşe üzerine ters köşeye yatırma sanatının en şok edici şekilde icra edildiği bölüm olmasının yanında taşıdığı ağır atmosferden ve hikayenin eski formunun sona erişinin getirdiği felaket sonrası ilk gündüz sessizliği tadından dolayı herhangi bir duygusal dışa vurum hissettirmeden, içten içe kanatarak, ürperterek sürdü ve noktalandı. şaşırma durumuna yabancılaştıran bir donukluk hakimdi olayların işlenişinde, bunu kötü bir eleştiri olarak değil, belirgin bir farklılığın varlığı açısından söylüyorum. bölümün finalindeki aşırı optimist tablonun meraka ve gizlenmiş karamsarlık izlenimine olanak tanımaması dışında bölümü oldukça beğendim. ama boardwalk'un diziye nazaran bölümlere ayrılmış dönem filmi kurgusuna yaraşır anlatısında da bu seçim gayet anlaşılabilir bir durum.

    chalky white cephesinde uzun süredir arzulanan sonuca ulaşmanın mutluluğunun hakim oluşuna şahit olduk. dunn purnsley de ileride ön planda izleyebileceğimiz bir karakter olma yolunda başka kimseye benzemeyen edasıyla kısa ama sağlam adımlarla ilerliyor. klan üyelerini tek ısırıkta parçalara bölmek ister gibi manyak manyak hareketleri var. jimmy'nin nucky ile barışmayı istediğini göz önünde bulundurduğumda, neden hala bir çıkarı varmış gibi chalky'nin isteğini yerine getirdiğini anlayamadım. piyasadan çekilip nucky'nin istediğini yapacaktı çünkü. planı buydu. ama sonradan bunu tamamen nucky'nin dönüşünü öngördüğü için, onun hakimiyetindeki kasabada grevin sonlanmasını sağlayarak manevi babasına yardım etmek adına yaptığı sonucuna vardım. neticede klan meselesi chalky'nin sık sık nucky'nin başını ağrıttığı bir konuydu. nucky riske girmemek, güç kaybetmemek adına elini taşın altına sokmaktan çekiniyordu. jimmy'nin ise artık kaybedecek bir şeyi yoktu. gerçek anlamda ölmek istiyordu. tereddütsüz işi halletti.

    manny'nin sinagog bodrumunda mickey ve nucky'ye odessa'daki dolandırıcılar hakkında anlattıklarıyla açılan sahnenin girişi çok hoşuma gitti. manny'nin tek kişilik gösterisi gibi sürdü bir süre. manny'nin nucky'nin ardından "he would be nothing in odessa(odessa'da o bir hiç olurdu)" demesiyle ne kadar işbirliği etse de nucky'yi pek de kendine yakın bulmadığını anlayabiliyoruz.

    margaret ilk başta açık sözlü bir üslup takınıp avukatın karşısına çıktığında niyeti kimseye zarar gelmeden gerçeklerin ortaya çıkarılmasıydı. ama avukatın gözünün nucky'yi hapse atmak dışında bir şey görmediğine şahit olduğunda bunun son derece saf ve imkansız bir emel olduğunu anladı. nucky söylediklerinde ne kadar içtendi bilmiyorum, orası beni bölüm sonundaki tavrından dolayı muallakta bırakan bir husus, ama kimi nasıl ikna edeceğini iyi biliyor. para ile ayartması mümkün olmayanı da duygusal yanından doğru şekilde yakalayarak kendi safına kattı. beklenen evlilik sonunda gerçekleşti. ancak margaret, gerek jimmy konusunda gerekse neary konusunda nucky'nin parmağı olduğunu her ne kadar sezdirmese de fark ettiğinden ötürü kendine bir düstur benimsedi: ben senin kirli işlerini kabulleniyorum ama sen de bana yalan söylemenin bedelini benim isteklerime göz yumarak ödersin. örnek şekil bir a: kilise sana canım feda içerikli imza. nucky hala soğukkanlılığını koruyor olursa bu duruma karşı buz kıracağı getirtip kessler'a teslim edeceğim. o ne yapacağını biliyor.

    van alden allah aşkına(senin anlayacağın dilden: for god's sake) bu hal ne aq ya? kalpten mi götüreceksin sen beni arkadaş? ilk göründüğün bölümü açıp baksam şu geldiğin noktaya sanırım inanma şansım yok. kilise cemaatinde nelson aga olarak nam salacakmış gibi bir izlenim yaratan yeni tarzını gönülden kutlar, rose'un duysa kendi canına kastedeceği yeni bir evlilik dışı ilişkiye yelken açman açısından sırtını sıvazlarım. o abigail yavrucağına bir elini sür bari arkadaş, üvey evlat muamelesi görüyor senden çocuk. yeni yerleşim yerinin adetlerine göre hayırlı bir katolik olarak yetişmesini temenni ederim. amen kardeş. ya bi de ev sahibi kadın kilisenin yerini söylemesi gerekir mi diye teyit etmek adına "kiliseye giden insanlardansanız eğer" diye söze başladığında tez canlı gibi "evet. ben giderim. en çok ben giderim." şeklinde atladın. ne adamsın lan. gelecek sezon yaban ellerde ne yapacaksın cidden merak içerisindeyim.

    eli, iyice derin acıların adamı triplerinde gezmeye başladın. ama julio césar dendiğinde "eli diye karakter mi var laaağn?" diye google'da kendi ismini aratan adam tepkisi vermeyi biliyorsun. gir hapse, uzun müddet kal, bol bol okumaya zaman ayır, çıkınca "içerideyken düşünecek çok zamanım" oldu diyebilecek kıvama gel, ama dolu düşün bak, ben gelip çıkarıcam seni. "american history x: eli" tadında bir performans bekliyorum senden. hadi koçum. yıkıl şimdi herkesin karşısından. bir de kolpa sıkıyor yok ben seni korudum diye. "kill him" diye o güzel muhabbeti bozan sen değil miydin lan? bari inandırıcı yalan söyle sandalyede oturup bütün gün içli içli bakacağına.

    a. r. uyuşturucu işine el atarken kurnaz sırıtışıyla gelecek sezon ortamlara efsanevi biçimde dahil olacağını ilan etmekle kalmadı, nucky'ye kenara yazılası bir laf ederek değişilmez karakterler arasındaki yerini sağlamlaştırdı.

    -flip a coin. when it's in the air, you'll know which side you're hoping for.(yazı tura at. havadayken hangi tarafın gelmesini umduğunu anlayacaksın.)

    nucky madem manny'ye dokunmayacaktı, neden a.r.'a sakıncası olur mu yokluğunun diye sordu diye düşündüm. ama sonra gerçekten a.r.'ın tavsiyesine uyup gerçek isteğinin bu olmadığını fark ettiğini ve bu sahneden sonra fikrini değiştirdiğini anladım.

    gelelim jimmy ve nucky'ye. jimmy'nin geçmişinden getirdiği yükünün ağırlığından ve keskinliğinden ötürü pek de sağlıklı bir psikoloji çerçevesinde hareket etmediğini ve egzistansiyal problemlerini aşmakta büyük güçlükler çektiğinden, daimi bir kaygının, pişmanlığın, kaybolmuşluğun ruhunu kemirip durduğunu biliyoruz. son yaşadıkları(angela, nucky, commodore ve hatta ilk sezon torrio ile çalışırken birlikte olduğu yüzü kesildikten sonra intihar eden kadın) da yaşamsal serüveninin gelmiş olduğu anlamsızlaşma durumuna son ve büyük darbeleri vurmuş oldu. uzun süredir isteksizce peşinden koştuğu, yalnızca acı veren bir kendini iyi hissedebilmek umuduyla kovaladığı kendi ayaklarının üzerinde durma savaşı, kendisi için yarattığı kandırmaca bir gaye oldu yalnızca. ölümünden önceki son cümlelerinden birinde söylediği gibi o cephede çoktan ölmüştü zaten. ne chalky'ye fazladan parayı teslim ederken ne de üç saldırganı bulmak için diğer klan üyelerine doğru tetiği çekerken bu yüzden belki eli titremedi. angela'nın ölümü ve babasının dürtükleyici varlığının ortadan kalkışının ardından kalan tek içsel bağlılığının bulunduğu eski liman olan nucky'ye sığındı. eski diyorum çünkü sorunlu bir mazide temiz kalmış sıcak bir ilişki her zaman güç verir zayıf kalmış olana, yoksa elbette şimdisinde richard'ın desteği söz konusu. nucky için bir şeyleri değiştirmek, güzel bir şeyler görmek istedi. bunu kurtuluşu için değil güzel ölebilmek için istedi. kendisine değer ifade eden birine yardım ettikten sonra ölmek istedi belki.

    jimmy'nin ölümü beklenmedikti ama bölüm boyunca alttan altta bu çok güzel sezdirilmiş ve bu karakterin son satırlarının altı çok samimi karelerle çizilmişti. bölüm bitince hepsi aklımda taze renkleriyle canlandı. jimmy'nin "ramak" görüntülerini izledik. uzatılmış bir son nefes, son bakış, son andı bu sahneler. bölümde pek çok kez kamera uzun süre jimmy üzerinde sade bir sıkıntının iyileşecek olmasına istinaden kaldı ve bu iyileşme ölüm olarak vuku buldu. sıkıntıyı ferahlatan manzaralara dalıp giden bir adam izledik. gözlerinde hüzün vardı sadece, sonluk vardı. o an fark edilmese de bölüm bitince yerli yerine oturdu hepsi. jimmy ölüme gidiyordu tüm bilinçliliği ile.

    nucky'yi beklerken sigarasıyla cam kenarında dinlendiği sahne.

    oğlunu sahilde at binmeye götürdüğü ve annesine, oğluna, denize sıkıntı taşıyan gözlerle baktığı, bir süre onları izlediği sahne. bu sahnede oğluna "me myself and i" diyor kendi çocukluğundan söz ederken, oğlu da aynısını yapıp yapamayacağını soruyor. jimmy ise adeta onu yalnız bırakacağını bilirmiş gibi elbette yapabilirsin diyor. kendi annesiyle baş başa kalışındansa oğlunun kendi yolunu çizebilmesini diliyor. commodore'un vasiyetini yırttığını hatırlayalım. orada da "ben ölünce oğluma kalacak değil mi?" dedikten sonra yapıyor bunu. yani adam daha en başında nucky'yi konuşmaya çağırırken öleceğinin farkında.

    oğlunun kovboy şapkası değil, asker şapkası seçtiğini görüyor. ona askerden kalan künyesini bırakıyor. richard'ın bunu gördüğündeki yüz ifadesini hatırlayın. o ölümün idrak anını nasıl karşıladığını görebilirsiniz. dostunun öleceğini bildi. düğümlendi yalnızca.

    şu sahildeki oğlu ve annesi ile olduğu sahne tamamen ölümünün ön hazırlığı üzerine kurulmuş. oğlunu izliyor at üstünde. annesine dönüyor ve onu izliyor. sonra dönüp ürkek bir kabullenişle yaklaşan vedaya bir sigara yakıyor.

    richard'ı gelmemesi için ikna ediyor. "'kendim' halletmeliyim" diyor. eve dönmeyi deneyeceğine söz vermesini istiyor dostundan. geride bıraktıklarını doğru bırakmak istiyor. annesi ile oğlunu son kez görüyor mutlu oyunları esnasında. bu ölüme hazırlığı, kendi kefenini dikiyor oluşu nasıl o an değil de bölümün sonunda fark ettim kendime şaşıyorum.

    nucky'nin karşısına dikiliyor, ölmeye hazır. manny'yi yakalamış olduklarını gördüğünde şaşırıyor. umduğu bu değil. "is that what this is?" diyor. tuzak olduğunu sakinlikle fark ediyor. nucky'nin elinden ölmek ve temizlenmek istiyor bu bataklıktan. onu tahrik etmeye başlıyor. başkasına yaptıracağını ima ederek onu zorluyor. nucky silahına sarılıyor. ebedi yalnızlığını, kirlenmişliğini yüzüne vuran jimmy'yi vuruyor. bir asker heykelinin kasketi üzerine yağmur boşanıyor, göz yaşları gibi süzülüyor. nucky yalnızlığının bir lanet değil tercih olduğunu jimmy'ye bağışlanma peşinde olmadığını söyleyerek iletiyor. jimmy bunu biliyordu.

    jimmy cephede. bunu görüyoruz çünkü bu jimmy için bir dibe vurma çabasının başlangıcı. ölme arayışının ilk adımı. işte jimmy o cepheden çıktığı anda ölmek için yaşamaya başlıyor. hayat dediği paçavrayı o cephede bırakıp ileri atılıyor düşünceli bir duraklamanın ardından. işte nucky'nin bildiğini sandığı gibi, hayalleri olan çocuk o gün öldü. çevresindekilere mutluluğu verebilecek olan çekip gitti. kendi mutsuzluğunun karanlığına çektiği insanların ortasında yaralı bir beden kaldı yalnızca.

    ölmekte olmak bir dizide bu kadar dokunaklı ve başarılı işlenmiş midir emin değilim. böyle bir karakteri bu kadar samimi ve estetik uğurlamak en doğrusuydu. olur da dizi uzarsa, "jimmy vardı" dendiğinde güzel anılar canlanacak diziye dair.

    derin nefes. bitti be.

    gelecek sezon al capone, luciano, meyer ve a.r. işin içine girecek diye tahmin ediyorum fazlasıyla. daha ön planda olacaklar ilk iki sezona göre. jimmy'nin ölümü richard'ı öne çekmek adına kusursuz bir hamle ve efsanevi bir dizi karakteri doğuyor olabilir. hamuru buna çok müsait. manny ve chalky senaristler için güçlü kozlar olacaktır.

    --- s02e12 spoiler ---
  • 2000'ler the wire (ve the sopranos), 60'lar mad men ve 20'ler boardwalk empire; işte amerika'nın kısa bir özeti. ayrıca üç dönemin de ayrı birer savaş sonrası dönem olması özellikle dikkat çekici. dönemlerin de getirisi, büyük bir değişim içerisinde olan toplumun içinden çıkan kanun, kural dinlemez fırsatçılar ve onların yükselişini anlatan bu üç yapımda mecra değişse de (içki, reklam, uyuşturucu ve ırkçılık) meram değişmiyor. tabi hepsinin yeri ayrı, güzelliği farklı.

    ha unutmadan, şey diyecektim: boardwalk empire'ın 3. bölümünü seyretmişsindir, orada bir motherfucker mevzuu var. chalky'nin ağzından duyuyoruz (eski omar little), nucky soruyor madafaka ne demek diye, yardımcısı sanırım kötü bir söz diyor ve orada mizahi ama nüanslı güzel bir nokta yakalanmış oluyor. zira üçüncü bölümde önemli bir tema da annelik üzerineydi: ilk başlarda nucky'nin sevgilisinin (yeri gelmişken kendisine maddi manevi bir parantez açmak isterim (bkz: paz de la huerta) annelik muhabbeti, devamında jimmy'nin annesiyle nucky'nin diyalogları, miss schroeder'ın işe başlaması ve jimmy'nin ailesini terk etmesi; bir de üzerine kapanış sahnesinde çocuklarıyla yatan annelere yapılan kesmeleri düşünün. ortak nokta şu: bunların, kocalarını belli bir zaman diliminde kaybetmiş ve başka erkeklerden yardım alarak ayakta durmaya çalışan kadınlar olması. burada hemen bir wikipedia arası: motherfucker ikinci dünya savaşıyla birlikte african-american abilerden yayılmış (yani dizinin geçtiği dönemde bilinmemesi çok normal ama savaş sonrası bir dönemde de kullanılması bir o kadar manidar) ve o dönemde avrupa'da yardıma muhtaç kalmış kadınlara seks karşılığı yardım eden insafsızlara denirmiş; günümüzde artık o anlamını kaybetse de kelimenin kökeni buraya dayanıyor. böyle düşününce bir zencinin motherfucker kelimesini kullanmasını garipseyen bir beyaz amerikalının aslında dizide de tam bir motherfucker'ı canlandırıyor olması gibi güzel detaylar da bu diziyi şahane prodüksiyonu ve yıldız yapımcısından gayrı müthiş kılıyor. sadece kostümleri güzel bir dönem olayına indirgemeyelim, yanlış olmasın.
  • herkes oyuncu seçiminden dem vurmuş da, hakkaten naptınız abicim siz ya! ulan ben anneme babama benzemiyorum o kadar, bizimkiler de keşke hbo'ya danışıp yapsalarmış beni.
  • steve buscemi'ye ahir ömründe ateşli sevişme sahnesi kıyağının geçildiği dizi.
  • s02e11 ile gece uyutmamış psikopat dizidir.

    --- ağır spoiler ---

    james darmody karakteri, kendisini bir kadınla aldatan biseksüel karısının öldürülmesinin ardından pedofil babasını öldüren oedipus sendromlu orospu çocuğu olarak tanımlanabilir. öyle bir dizi işte.

    --- ağır spoiler ---
  • gerek oyunculuk, gerek senaryo gerekse sinematografi açısından son dönemde izlediğim en tatmin edici, sürükleyici ve kaliteli yapım.

    dizinin genel duruşu, olayların, sahnelerin ve karakter arka planlarının çizilişi bir televizyon dizisinden ziyade bölümlere ayrılmış bir sinema filmine yakınsıyor. mafya dizilerinde sıklıkla kullanılagelen saçma sapan abartılı sahnelere, can sıkan gürültü kalabalığı, aksiyon bombası çatışmalara, çekilen yersiz restlere ve gerçekliğe herhangi bir izdüşümü bulunmayan süper mafya kahramanlarına yer yok dizinin akışında. elbette bir dönem dizisi olmasının da büyük katkısıyla kurgusallık asla doğal ilerleyişinde sırıtacak, detone olacak, yapmacığa düşecek noktaya gelmiyor.

    ama asla da salt sıradan gerçekliğin duvarlarıyla örtülü bir yapım olarak çıkmıyor karşımıza. burada kastettiğim şey dizinin yapmacık olan her şeyden kaçmak uğruna sinemasal anlamda hiçbir varlık göstermeme, katıksız, dümdüz bir anlatım benimseme gibi bir yol izlemediği. kısacası gündelik gerçekliğe ayak uydurmak adına kendini kasmıyor, sinemasal bir yapıt olmasının büyüsünü yok etmiyor.

    örneğin olaylar olağan akışında seyrederken bir anda tamamen perdede ve ekranda anlamlı olacak diyaloglar, hikayeler, vecizeler işitiyoruz. örneğin chalky bir an durup fiyakalı bir laf edip silahlarına sarılıyor, bunu bir olağanlıkla değil gösterişle yapıyor ama bu dizinin dengesi içinde kaynıyor, buram buram artistlik kokmuyor, görsel ve kurgusal bir haz veriyor, bir yükseliş anı yaşanıyor, sonra alçaktan uçuş devam ediyor. bu da diziyi samimi kılıyor, yapılanın bir görsel, işitsel, zihinsel bir şov olduğunun farkında olunduğunu hissettiriyor. nucky eli'ya doğal akışa yabancı, yazılı metinden çıktığı on metreden belli bir diyalog ile lafı koyduğunda bu rahatsızlık vermiyor, aksine izleyiciyi elinde tutuyor.

    dizinin bana göre en tatmin edici yönü karakterleri. belli başlı birkaç karakter dışında hiçbirini henüz derinlemesine gözlemleme, anlayabilme şansımız olmamış olsa da tüm karakterler, en yüzeysel olarak karşımıza sunulanlar bile bulundukları sahnelere bir farklılık, bir başka anlam katmanı ekliyorlar. ve oyuncu kadrosu da bunun çok leziz sosu oluyor. bazı karakterler üzerine konuşayım biraz.

    --- spoiler ---

    enoch nucky thompson müthiş tasarlanmış, düşünülmüş bir karakter. bir centilmen, iş adamı, politikacı, duygusuz addedilebilecek bir çıkarcı, derin acılarla, travmalarla büyümüş bir çocuk, kayıplarıyla yalnızlığa hapsolmuş bir baba, paranın kokusunu üç şehir öteden alabilecek açgözlü bir veznedar, günahlarında boğulmuş bir katolik ve cömert bir hayırsever. ne düşündüğünü, bir sonrakini hamlesini sezmesi zor bir adam. kendi kafasındaki soru işaretleri ile uğraşırken bir yandan da koca bir kalabalığın hayatları üzerine kesin kararları alıyor. bazen acımasız olabiliyor. ve üstüne üstlük steve buscemi gibi usta bir oyuncu tarafından kusursuzca canlandırılıyor.

    margaret schroeder: iç hesaplaşmaların kadını. geçmişteki kendisi ile yol aldığı gelecek arasında çırpınıyor. şirin bir telaffuzu var. trainspotting, no country for old men, finding neverland, the hitchhiker's guide to the galaxy gibi filmlerdeki küçük rollerinden hatırladığımız kelly macdonald oynuyor. ilk başlarda bana kate winslet'ı fazlasıyla anımsatsa da yavaş yavaş karakteri üzerine orijinal bir şekilde oturtmayı başardı gibi.

    james 'jimmy' darmody: kendimi psikolojik anlamda dizide en çok özdeşleştirebildiğim karakter belki de. hayal kırıklıkları, şiddetli travmalar, etrafındakilerden asla istediği, beklediği sevgiyi alamamış, geçmişine dönmekten korkan, yaralı* bir adam. sürekli umut yeniliyor kendisi ve ailesi için, pek çoğuna karşı buz gibi soğuk ama bir şey onu sarstığında sinirlerine hakim olmakta güçlük çekiyor, kıskanç, bazen hırslı. michael pitt ilk bakışta böyle bir karakter için pek uygun bir seçim gibi görünmese de gayet iyi üstesinden geliyor, hatta bazı diyaloglarda kendisini aşıyor. ama kimi zaman cool tavır takınma olayını abarttığını düşünüyorum, karakterin özellikleri ile ilgili bir durum bu evet ama pitt bazen fazla kasıntı gösteriyor bu nitelikleri.

    agent nelson van alden: dizinin açık ara en ilginç karakterlerinden biri. sleepers'ta robert de niro'nun oynadığı ahlak büstü niteliğindeki father bobby'yi alın, üstüne kevin spacey'nin üstlendiği se7en'ın john doe isimli cezalandırıcı mantığındaki, dindar manyağından biraz ekleyin ve bu adamı hollywood klişesi, merkez tarafından ciddiye alınmayan, hayalperest olarak görülen ama tuttuğu işin peşini bırakmayan aynasız kalıbının içine oturtun. ve edward scissorhands misali tüm fiziksel hareketleri zar zor denetim altına alınmış gibi, kontrol mecburiyetindeymişçesine hareket etmeye müsait bir bedene hapsedin, sosyal ilişki özürlü ve bastırılmış bir beden diline, ses tonuna boyayın sonra. işte karşınıza federal ajan van alden. bir sosyopatın günlüğü. zorla vaftiz ettiği adamı suda tören esnasında boğarak öldüren. bir başka usta oyuncu olan michael shannon tarafından muhteşem bir şekilde canlandırılıyor. shannon, buscemi ile birlikte en iyi iki performansı oluşturuyor. bu karakteri bu denli yaşayıp daha iyi oynayabilecek bir oyuncu olabilir mi bilmiyorum.

    elias 'eli' thompson: klasik kıskanç ikinci adam triplerinde. abisinin gölgesinde kalmaya tahammül edemiyor. ilk bölümlerde her şeye rağmen güven verse de son bölüm itibariyle kendi yolunu çizeceğinin sinyallerini verdi. düz adam görüntüsü çiziyor. hikayenin sonunda abisinin yanında mı olacak yoksa godfather misali kardeş infazına mı gidecek göreceğiz. iroh'u deviren ozai tadında abisinin tahtını devralacağı ihtimali pek olacak gibi değil. zeki bir karakter olmadı asla. wristcutters: a love story'deki müthiş eugene performansından hatırladığımız shea whigham bambaşka bir karakterle karşımızda. oldukça iyi de iş çıkarıyor.

    angela darmody: hüzünlü hatun. jimmy'nin aradığı aileyi arzuladığından emin değilim. onsuz yaşantısında kurduğu hayallerin bir anda ortaya çıkışıyla yok olmasının izleri sürecek gibi. "paris"in ifade ettiklerinin peşinde koşacak bana kalırsa. aleksa palladino dizinin en iyi aktris performansını çıkarıyor bu rolde.

    arnold rothstein: şanslı değil, kendi şansını kendi yaratan adam. kendinden eminlikte, seviye korumada ve soğukkanlılıkta çığır niteliğinde. a serious man'imiz michael stuhlbarg'ı coen biraderler klasiğinden sonra gerçekten kaliteli başka bir yapımda görmek sevindirici.

    al capone: zeka savaşlarının, satranç hamlelerinin hüküm sürdüğü imparatorlukta baş ezip kan akıtarak kendi tahtını yaratmaya çalışan ağır psikopat, içgüdülerin adamı. içinde biriktirmeye başladı son bölümlerde, öz denetime ihtiyacı olduğuna karar verdi. eşek şakalarını özlemeyeceğimi söylesem yalan olur. ama o silahlı uyandırma neydi lan. stephen graham'i snatch ve gangs of new york'tan sever, this is england'daki aşmışlığından dolayı ise oyunculuğuna müthiş saygı duyarım. zaten son zamanlarda tinker tailor soldier spy ve pirates of the caribbean: on stranger tides gibi daha göz önünde yapımlarda yer alarak iyice dikkat çekmeye başladı. al capone'un acımasız, sert ama şamatacı hallerinin her birini başarıyla oynuyor. ingiliz olmasına karşın aksanını müthiş oturtmuş. "hear" telaffuzuna bittim.

    lucky luciano: tam bir kıl. jimmy eline fırsat geçmişken nasıl dövmedi bu elemanı hayret içindeyim. küstahlık, kibir, laubalilik ve şımarıklığın tek bünyede hayat bulmuş hali. cinselliğe dayanan sağlık problemlerine veriyoruz bu anlamsız hırsını, götü kalkık çabalarını. south park'ın t.m.i. bölümüne selam ederim buradan. vincent piazza bu rolde sırıtışıyla bile tüm saydığım özellikleri özetleyebiliyor.

    lucy danziger: yapay zekadan yoksun bir sex machine. kaplana falan ayarlayabiliyorsun göstergesini. van alden ile aynı ortamda bulunacağı bile aklıma gelmezdi son bölümlere gelene kadar. sanki biraz zeka bulaştı gibi ondan. paz de la huerta dudak hareketleri, ses tonu ile öyle bir canlandırıyor ki kendisinin karakter ile ortak noktalarının oldukça fazla olduğunu düşünmeye başladım.

    chalky white: ilk "motherfucker"ı benimsetme ve yayma kürsüsü başkanı. sözcüklerin yapısıyla oynayan zencilerin ilklerinden. ikinci yeni in the hood. çocukluğundan beri siyahlara yönelik ırkçılığı kendine hedef seçmiş, insanlarını sahiplenmiş. tüm sertliğine, beyaz adama karşı çıkarcılığına karşın cool tavırların adamı. zencilikten taviz vermiyor. konuşurken sürekli gözlerini kısıp artist tavırlarla anlatıyor derdini. araba düşkünü. nucky gücünü sağlam tuttuğu sürece onunla kalacak gibi. the wire'dan bildiğimiz michael kenneth williams pek zorlanmadan oynuyor olsa gerek.

    eddie kessler: sempati kralı. dönemdeki alman duruşunun zıttı bir hoşgörü ve beyefendilik abidesi. nucky çok üstüne gidiyor, hayatını kurtardı, bir teşekkür etmedi adama. opera sanatçısı, tenor anthony laciura oynuyor.

    mickey doyle: tam "yazık lan aslında bu adama da" diye düşünmeye başlamışken italyanları satarak kendini kurtarmasını bildi. cıvık bir adam ve köklerinden utanıyor. toparlayabilecek mi bilemiyorum. daha önce the missing person'da michael shannon ile birlikte oynamışlığı bulunan paul sparks oynuyor bu yer yer tiplemeye yaklaşan karakteri.

    richard harrow: dış görünüş itibariyle dizinin en karikatürize edilmiş karakteri izlenimi verse de insanlar ve sebep oldukları kavgalar tarafından dünyanın kıyısında yaşamaya mecbur bırakılmış, yabancılaştırılmış, gerçek hayatın korku hikayeleri, trajedileri içinde gözden uzakta var olan insanlardan biri harrow. ayakları yere en kalın zincirlerle bağlanmış, gerçekçiliğin can yakan, rahatsız eden yüzü o. deforme olmuş bedeni ve yeni yaşantısı ile yüzleşerek kendi bilgeliğini kurmuş bir adam. hem en güvenilir, hem de anlaşılması en zor olan katili hikayenin. üzerinde durulursa efsane olmaması için hiçbir sebep yok. jack huston yüzünün bir kısmını arkasında bırakıp da oynuyor. bu denli güçlü bir rol için kendisine pek çok alternatif düşünülebilirmiş ama bu da gayet yeterli bir seçim olmuş.

    --- spoiler ---
  • en sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim. boardwalk empire dizi tarihinin açık ara en iyi işlerinden biri. benim kişisel listemin ilk onunda.

    muhteşem senaryosu, yönetmenliği, oyuculuk ve oyuncu yönetimi, kurgusu, sanat yönetimi, görüntü yönetmenliği vs dönem yaratmadaki başarısı bu diziyi unutulmazlar arasına sokuyor kolayca.

    dönem dizisi nasıl çekilir sorusuna da en güzel yanıtı verdi dizi 5 sezon boyunca.
    tarihsel kişilikleri idealize etmeden, normalleştirmedeki başarısı dizinin en büyük artılarından.

    başlarda nucky thompson rolünde cohen'lerin gözbebeği steve buscemi'yi yadırgasamda (fargo'da ki rolü hep gözümün önündedir) dizi ilerledikçe ne kadar doğru bir tercih olduğunu anladım.

    tek bir serzenişim var diziyle ilgili; final sezonu 8 bölüm mü olur be allahsızlar? bari 10 bölüm olaydı. ama neyse sizlere saygım sonsuz. o yüzden kızamıyorum.

    buradan sonra spoiler içerebilir yazacaklarım uyarmadı demeyin.

    --- spoiler ---

    final sezonunda nucky'in çocukluğuna, gençliğine kısacası geçmişine, yükselirken yaşadığı şeylere değinilmesi finalde bariz şekilde öleceğinin habercisiydi zaten. öleceğini bekliyor, nasıl öleceğini merak ediyordum. zaten son bölümde senaristlerde bununla ilgili bir çok olta atmışlardı.

    nucky'nin göründüğü her sahnede yaşadığı ''biri beni takip mi ediyor'' gerilimi buna işaretti zaten. en nihayetinde hiç tahmin etmediğim bir hesaplaşmanın sonucu olarak öldürüldü nucky. işte o zaman tüm bu final sezonunda ki geçmişe dönük duygusallığın altında yatan çapanoğlu anlaşıldı. bence nucky'ye yakışacak en güzel uğurlama şekli bu ölümdü. tıpkı richard harrow'a yapıldığı gibi. ama benim için hala richard harrow'a hazırlanan uğurlama sadece bu dizi için değil tüm dizi tarihinin en şiirsel, en lirik, en hüzünlü uğurlamalardan biriydi. ciğerimi sökmüştünüz allahsızlar.

    nucky'nin ölümü bir richard harrow etkisi yaratmasa da geçmişle kurulan bağları, geçmişin unutulmayan günahları, vicdani ve ahlaki hesaplaşmaları düşününce fazlasıyla epik ve güçlü bir uğurlamaydı.

    bu tür bir ölümün nazarımda tek bir açıklaması var. o da nuck'nin kendine haslığı. diziyi izleyen herkes bilir ki nucky o kanunsuz dünya içinde kuralına göre oynamasını bilen ender adamlardan biriydi. çözümü en son ve en son şiddette arayan, diplomasiye inanan biriydi. asla dengesiz, ne yapacağı kestirilemeyen (capone) bu sebepten korkulan bir karakter olmadı nucky. nucky'i diğerlerinden ayıran şey akıl ve duygulardı. olayları olabilecek her şekliyle anlamaya çalışmasıydı. işte bu sebepten ucuz bir mafya hesaplaşmasına kurban vermeyi doğru görmedi senarist ve yapımcılar nucky'i. çünkü nucky tamamıyla ne o dünyanın içindeydi, ne de dışında.

    başka bir arayışın içindeydi hep. ki nitekim son sezonda borsa manipülasyonu ve toprak yatırımıyla fazlasıyla zengin olup temiz bir iş adamı olma yolunu seçmişti zaten aklı sayesinde. amma ve lakin işte burada senaristlerin o hınzır aklı akıllıca bir işe girişti.

    nucky hiç bir zaman vicdansız bir adam olmadı. ondan bir şeyler isteyen herkese verecek cevabı vardı.

    hatta son sahnede enfes bir diyalog var nucky ve katili arasında. nucky, çocuğun cebine parayı sıkıştırdığında:

    çocuk- her şeye verdiğin cevap bu.
    nuck- hayır. sadece elimdeki en iyi cevap bu.

    işte bu sahne nucky'nin karakterindeki tek ölümcül hatasına işaret ediyordu. nucky'nin içinde bulunduğu acımasız dünya içinde her şeyin cevabı paraydı. satın alınan politikacılara, bürokratlara, polislere, hakimlere, katillere, kadınlara vs verilen en güzel cevap paraydı. nucky tüm dünyayı böyle görmeye başlamıştı. parayla çözülemeyecek, satın alınamayacak hiçbir şey yoktu ona göre. işte bu durum nucky'nin sonu oldu. zira geçmişin hayaletleri peşini bırakmıyordu. ve maalesef her şeyin cevabı para değildi.

    ve bence en nihayetinde nucky için hazırlanabilecek en güzel son hazırlandı. basit, adi, değersiz bir mafya hesaplaşmasının ötesinde, geçmişe, günahlara, vicdana, kan bağına dayanan hüzünlü bir uğurlama.

    diğer karakterler (capone, dr. narcisse vs) öngörüldüğü şekilde bir sona gittiler.

    - spoiler ---

    şimdi 5 sezonu yeniden izleyeceğim. hafta hafta beklemeden. şöyle her gün 3-5 bölüm arka arkaya izleyerek. ve dizi ve televizyon tarihinin görüp göreceği en kaliteli işlerden birine ancak böyle veda edebileceğim.

    bu diziyi hala izlemeyenlere bir şey söyleme gereği bile duymuyorum zaten.
  • gece gece aklıma geldi.

    --- spoiler ---

    margaret: do you believe in a higher power?
    nucky: the federal government comes to mind.

    --- spoiler ---
  • en kibar söylemiyle ortalığın amına koyacak dizi, demedi demeyin. scorsese,atlantic city, buscemi,terrence winter. gözlerim bir tek özcan deniz'i aradı ne yalan söyleyeyim.
hesabın var mı? giriş yap