• head ile biten 3 mükemmel gruptan biridir. diğerleri için:
    (bkz: radiohead)
    (bkz: portishead)
  • amerikali alternative rock grubu blonde redhead, japon asilli solist-gitarist kazu makino, italyan asilli vokalist-gitarist amedeo pace ve onun baterist ikizi simona pace'den olusmustur. grup pace kardeslerin 13 yasinda kanada'ya yerlesikten daha sonra boston'daki berklee college of music'e girmeleriyle muzik dunyasina ilk adimlarini atmislardir. burda kazu, pace kardeslerle birlikte birjazz trio'su kurmuslardir. daha sonra kendilerini alternative rock'a veren grup dinleyenlerini tripten tribe sokmakta, bunalimlara suruklemektedir. ama ne olursa olsun asmis olduklari degismez bir gercek...
  • huzurlu mutsuzluğun adresi de te bunlar işte
    since 1995
  • kadının sesi inanılmaz, keman gibi, kapı gıcırtısı gibi, mutfak robotu gibi bişey anlaşılmaz anlatılmaz, ancak baya iyiler, eğlenceliler
  • buraya hala yazılmamış olmasına hayret ettiğim arıza parçaları için (bkz: falling man)
  • amedeo ve simone pace italya'da yaz tatilindeyken oradaki arkadaşları japon bir kızdan bahseder "birlikte müzik yapmak hoşunuza gidebilir, new york'a yeni taşındı" der. amedeo new york'a döner dönmez ilk işi kazu ile tanışmak olur. ama garip bir şekilde bir süre sadece kendisi kazu'yu tanımaya çalışır, birlikte müzik yapmaya başlar ve kazu amedeo'dan gitar dersleri alır. ancak bir süre bu şekilde takıldıktan sonra kardeşinden bahseder. ardından simone da onlara katılır.

    bir gün konser için gazeteye bir reklam vermek gerekir ancak henüz grubun adı yoktur. kazu sabırsızdır, "hadi ya, yazalım bir şey gitsin!" der ve dna şarkısı blonde redhead'i yazarak grubun ismini belirler. bunun için pişman olduğunu da itiraf eder.

    ***

    "simone ve ben, hiç kimsenin müzik yazmadığı bir yerden geldik" der amedeo, "öğrendik, geliştik. sonra bir gün kazu gitar çalmak istedi, biz de basitçe şarkılarımızda bunun için bir yer açtık. "

    stüdyoda mı yoksa canlı mı çalmayı tercih edersiniz sorusunaysa hislerime tercüman olan şu yanıt verir:

    "ikisi çok farklı şeyler. kayıt yapmayı seviyorum ama bu ikisini nasıl kıyaslarım bilmiyorum. pişirmek ve yemek gibi (güler).

    ikisi de eğlenceli. ama canlı çalmak beni geriyor. keşke böyle hissetmeseydim. bazen kaçınmak istiyorsun. bir konser iptal edildiğinde rahatlamış hissediyorum. çünkü hazır değildim. canlı çalmaya hiçbir zaman hazır olamıyorum. benim için çok zor.

    kayıt daha ilginç. o korkuyu hissetmiyorsun ve yeni şeyler deneyebiliyorsun."

    kazu'da sahne korkusu yoktur ama utangaçtır ve "sahnede, insanların karşısında performans gösterecek son kişi ben olmalıyım" diye düşünür. "böyle hissediyorum, çünkü içimde yok" der; "gerçekten eğlenceli değilim, içe dönüğüm. daha çok inek (nerdy) sayılırım. ama bir kez sahneye çıktığımda, orada rahat hissederim. ama çok konuşmam, oraya çıktım diye şov yapmam. benim doğamda yok."

    öte yandan grubun ortak görüşü, müziğin yaratılmasına şahit olmanın hem müzisyen hem de seyirci açısından benzersiz bir deneyim olduğu yönündedir. bir grup olarak sahneye adım attığınızda boşluğa ulaşmış olursunuz. ses yoktur, arka plan yoktur, dikkat dağıtacak hiçbir şey yoktur. boş bir kanvas gibidir ve onu yavaş yavaş sadece sesle boyamaya başlarsınız. çok güçlüdür ve korkutucudur aslında. bazen "bunu başarabilmem mümkün değil" diye düşünürsünüz.

    ***

    kazu ekibi, gölün üzerinde hiçbir yere bağlı olmadan duran çiçeklere benzetir. iki italyan, bir japon new york'ta yaşarlar ve ingiliz bir yapım şirketiyle çalışırlar. ikiz kardeşlerle çalışmayı ise iki kez vurgulayarak şöyle tanımlar: "ıt’s tough. ıt’s tough." bunun sebebi tabii ki ikiz olmaları değil, alışılmadık insanlar olmalarıdır. şöyle devam eder:

    "ama bilirsiniz, bu noktada benim için... net bir şekilde içeride bir şey gördüm ve çıkabileceğim zaman çıkmadım... evet bazen hapsolmuş hissediyorum. ama ne yapabilirsiniz ki."

    kazu'ya göre ikizler -tabiri caizse- kontrol manyağıdır. biri bir şeyi kontrol ederken diğeri başka bir alanı kontrol eder ve bu şekilde bütün ortamı kapsarlar. ama o kontrol edilmekten nefret eder. zaten bu şekilde birbirlerini çekerler. halen ikizler kazu'yu kontrol etmeye çalışır, kazu kendini kontrol ettirmemeye çalışır ve yuvarlanıp giderler. zaten ekipte çıkan problemlerin çoğu kazu'yla değil, ikizler arasında cereyan eder. kazu için onların fikir ayrılığı mücadelesinde kendilerini ve birbirlerini yıpratmalarını izlemek acı vericidir. öne çıkıp olayı çözmelerini sağlamak ister ama bu yapmak isteyeceğiniz son şey olmalıdır. "ölümün öpücüğü" diye tanımlar kazu. çünkü her zaman sonunda barışırlar ve tek haksız taraf sen olursun.

    ***

    amedeo, blonde redhead'i tanımayanlara öncelikle ilk albümden girl boy şarkısını tavsiye eder. bu, onun yazdığı ilk şarkıdır. evde, odasında kaydeder ve sonra üzerine söylemesi için kazu'ya verir.

    ardından sırasıyla bipolar, down under, elephant woman, dr strangeluv ve sonraki dönemlerden dripping, the one ı love gibi şarkıları tavsiye eder.

    müzikle yeni ilgilenmeye başlayanlara ise "sınırlarınıza sarılın" diye seslenir. ona göre geliştirmekte olduğunuz yetenek ve özelliklerinizden en derin olanlara inmeli ve orada kendinizi bulmalısınız. en derin yanınız en kötü yanınız olsa bile dibi görmelisiniz.

    gruba göre şarkı üretme motivasyonu, güzellikle çevrili olmaktan gelir. asla ölmeyecek bir şey yaratma arzusu, bir güzellik yaratma ihtiyacı sorumluluk hissetmenize sebep olur. aldıklarınızın karşılığını vermek istersiniz.

    ***

    grubun her şarkısı için koydukları bir kod adı vardır (örneğin en particulier'ın kodu xx'dir). bunun en önemli sebebi sahneye çıkarken setlist oluşturma ihtiyacı hissetmemeleridir. spontane çalmayı severler ve sahnedeyken birbirlerine "haydi hated because of great qualities" çalalım demek yerine "xx" gibi kısa uyarılar verirler.

    ***

    kazu'nun kafasında her şeyin görsel bir çevirisi vardır (ben bunu anlayabiliyorum). bazen sesleri renk olarak görebilir, bir melodiden "o yeşil şey" diye bahsedebilir. söz veya müziği yazmadan önce hikayenin görsel kurgusu zihnine gelir. bu hikayeyi izlerken sözleri yazmak çok daha kolay olur.

    ***

    kendi tavsiyelerimi de yazının sonuna bırakmak istiyorum:

    * hated because of great qualities
    * falling man
    * the dress
    * astro boy
  • canlı izlemeden ölürsem gözüm açık giderim dediğim gruplardan biridir. 25 ekimde paris'te cité de la musique adlı mekanda verecekleri konsere ne yapıp edip cansever gideceğim arkadaş.
  • yeni tanışanlara nacizane 20 senelik bir blonderedhead fanı olarak merhaba deyip

    black heart procession
    the auteurs
    clinic
    low
    arab strab
    three mile pilot
    piano magic
    16 horsepower
    shannon wright
    victory at sea

    de sevme ihtimaliniz yüksek deyip gölgeme geri dönüyorum

    bir zamanlar her şey daha özeldi
    albüm bulduğumda kitapçığını koklardım
  • blonde redhead hakkinda kafamdaki tanim: canli izlenmesi gereken grup.

    last.fm'de bos bos gezinirken 1 hafta sonra konserleri oldugunu farkettigimde grup hakkinda nerdeyse hic bir sey bilmiyordum. cok uzun zaman once bir sarkilarini dinlemistim ama gerisi gelmedigine gore demek ki cok ilgimi cekmemislerdi. yine de yapacak daha iyi bir isim olmadigi icin bilet aldim. "konser gunune kadar biraz dinlerim, ogrenirim sarkilarini" diye dusunuyordum ama is guc, vs. yuzunden o da olamadi. 1 hafta sonra, canimin sikkin oldugu bir carsamba aksami, is cikisi konser mekanina vardim.

    once bir on grup cikti. dunyanin en sıkıcı muzigini yaptiklarindan kelli, canimin sikintisi iyice arti, sonlara dogru artik geldigime resmen pisman olmaya baslamistim. neyse ki o aralar iskence bitti, on grup sahneden indi, sahnede hazirliklar yapildi, isiklar sondu, ve en sonunda alkislar, cigliklar esliginde sahnede 3 tane tip belirdi. nasil tipler gorecegim hakkinda hic dusunmemistim ama hepsi orta yaslarinda, uzakdogulu bir kadin ve birbirinin kopyasi, saclari iyice kirlasmis avrupali gorunumlu 2 adam bekledigim son seylerden biriydi muhtemelen. amansiz birer shoegazer olduklari belliydi. kafalarini kaldirmadan, tek kelime etmeden enstrumanlarinin baslarina gectiler, hazirliklarini yaptilar. sonra uzakdogulu kadin sahnenin kenarindaki yaldizli, parlak kirmizi eski klavyenin basina oturdu, gozlerini kapatti, ve soylemeye basladi...

    o andan sonraki 2 saat, zaman oldugundan cok hizli akti. bu 3 tane alakasiz tip, dream pop'tan post rock'a, sonic youth indie'sinden shoegaze'e koca bir alemin uzerinden bir cirpida geciverdiler. kadinin meleksi bir sesi vardi, ve de hic caba sarfetmiyor olmasina ragmen sahnede inanilmaz bir durusu. klavye calarken de, gitar calarken de, soylerken de gozlerini neredeyse bir saniye acmadi. sarki aralarindan yalnizca bir kac kisacik thank you'yla yetindi. bir de bis icin geri donduklerinde seyircilerin tezahuratlari uzerine kafasini kaldirip utangac bir gulumseme bahsetti. seyircilerin israrlarina dayanamayip ikinci bir bise geldiler, araya son bir sarki sikistiriverdiler, ve buyu sona erdi.

    konser sonrasi yanimdaki tiple konusurken son albumlerinden cok fazla sarki caldiklarini soyledi. mekan cikisindaki cd, tisort, vs. satan stand'a gidip son albumlerini istedim. satici herif elime acik mavi kapakli, 23 diye bir album tutusturdu. o buz gibi soguk ocak gecesi, donus yolunda bombos sokaklardan gecerken o albumu dinledim surekli. konserin uzerinden 3 hafta gecti, hala o albumu dinliyorum.

    o zaman blonde redhead hakkinda kafamdaki 2. tanim: kis gecelerinin fon muzigini yapan grup.

    "looking everywhere, i see nothing but people
    hey, dr strangeluv so sad, isn't it true?"
  • bi kac hafta once cikan yepyeni album icin sozlukculer ne demis merak edenler icin bkz veriyorum:
    (bkz: misery is a butterfly)
hesabın var mı? giriş yap