• hani her insanda vardır ya, biraz kaşısan altından bir şey çıkar... öyle bir film işte.

    --- spoiler ---

    kusursuz güzellik
    nina,* filmin başında annesinin* de belirttiği üzere, işine çok saygı duyuyor. bu saygıdan kaynaklı, kaygı ile dolu bir yaşam sürüyor. sahnede rakibi yok. böylesine başarılı bir kariyere, yine sadece kendisi zarar verebilir ki, başucunda bulunan balerinli müzik kutusunu da zaten yine kendisi kırıyor. filmde, kendi kaygı ve korkularına dair en güzel gönderme sanırım balerinli müzik kutusuydu.

    sırtımdaki pençe
    nina'nın sürekli sırtını kaşıması, içindeki o hep bastırılmış black swan'ı ortaya çıkarma çabası aslında. tüm yaşamı boyunca annesinin bunu nasıl engellediğini, yine annesinin nina'nın tırnaklarını kestiği sahnede anlıyoruz. o tırnaklarla birlikte, nina'ya ait güdüler de anne tarafından kesilip atılmakta... ki böylece, sırtını kaşımasın nina, içindeki black swan ortaya çıkmasın.

    mama, let my heart go
    anne, tam anlamıyla dominant. nina ise, annesinin kendisi için aldığı pastadan yiyemeyecek kadar doymuş bu steril yaşama. yaşadığı evde nina'nın kendisini bulması o kadar zor ki, mastürbasyon yaparken bile annesi odasında. velhasıl, annesinin odada olması değil sorun. sorun çok daha derinlerde. banyoda mastürbasyon yaparken rahatsız olduğunda, bu sefer annesini gördüğü sanrısı devreye giriyor ve nina bir kez daha bastırılıyor.

    tom ve jerry
    lily* karakteri, aslında black swan'ın ta kendisi. nina'nın içindeki black swan'ın vücuda gelmiş hali. burada ilginç olan, nina'nın lily ile dışarıya çıktığı akşam yaşadıkları aslında. tanıştıkları erkekleri tom ve jerry olarak adlandırıyorlar. film boyunca zaten, jerry'yi kovalayan bir tom izliyoruz. lily'nin nina'ya oral seks yaptığı sahnede, lily'nin sırtında gördüğümüz kanatlı dövme durumu açıklıyor.

    sex drugs and rock'n'roll
    nihayet o gece, alkol ve uyuşturucunun da etkisiyle, tom jerry'yi orgazmın doruk noktasında yakalıyor. nina sex, drugs and rock'n roll üçgeninde olağanüstü bir aydınlanma yaşıyor ki, kendisini evde sinirle bekleyen annesine "bu evden taşınacağım" diyebiliyor.

    kafes
    çünkü ev, kendisinin de çözdüğü üzere bir hücre aslında. annesinin kendisi için oluşturduğu bir safe area. annesinin onu dünyanın tüm kötülüklerinden korumak için tasarladığı bu ev içerisinde, portman'ın kendi odası bile buram buram anne kokuyor. hücre içinde hücre gibi. kendisini bulmak için kaçıp kurtulması gereken deliliğin evi.

    şimdi kendinizi alkışlayabilirsiniz
    final büyüleyici. portman'ın beyaz ve siyah kuğu arasında gidip gelmeleri, oyunculuk tarihine geçer. o kadar da iddialıyım bu konuda. lily'nin önce thomas* ile sevişmesi, gösteri sırasında da prensi oynayan david'in* cinsel organına dokunarak kur yapması black swan'ın ortaya çıkmasındaki önemli tetikleyici unsurlar oluyor. thomas film boyunca nina'ya black swan'ı içinde hissetmelisin diye telkinde bulunuyor. siyah ve beyazın birleşmesini ise nina, perfect olarak niteliyor sonunda.

    "i felt it. i felt perfect. i was perfect."

    biraz da eğlenelim
    natalie portman, filmde david karakterini canlandıran benjamin millepied ile beraber ve kendisinden hamile. bu nedenle filmin en eğlenceli yeri thomas'ın david'e "onu siker miydin" demesi sanırım. filmde david bu soruya sadece gülümseyerek cevap veriyor ve iç sesini duyabilmek hiç de zor değil.

    --- spoiler ---

    filmin türkiye gösterim tarihini bekleyemedim ve geçen gece izledim. başta nina'nın psikolojik durumu olmak üzere, onlarca sayfa yazılabilir sanırım filmle ilgili.

    başta da belirttiğim üzere; öyle bir film ki, kaşıdıkça altından bir şey çıkar.
  • darren aronofsky'nin, kariyerini kurtarmaya çalışan mickey rourke'a the wrestler'ın ardından bu sefer de natalie portman'ın annesi rolünde ikinci bir şans verdiği filmdir...

    --- spoiler ---

    http://29.media.tumblr.com/…p0tvjo1qzs79ko1_500.jpg

    --- spoiler ---
  • sadece sinematografik olarak değil aynı zamanda psikodinamik açıdan bir başyapıt.

    --- spoiler ---

    nina balerinlikle meşgul olan güzel bir kızımızdır. annesi kendi kariyerini kızına hamile kalınca yarıda bırakır. hala dans ediyorken muhtemelen asla 'mükemmel' olamayacağını bilmektedir ve kızı doğunca hem penis hasetini hem de mükemmeliyet arzusunu kızının üzerinden yaşamaya çalışır. kızı çocuk kaldıkça onun zaferinden alacağı doyum artacaktır çünkü küçük kızı bir birey olarak değil onun bir uzantısı olarak yaşıyor olacaktır. bu yüzden kızının odasının kapısı içerden kilitlenememekte, odanın her yerini 5 yaşa uygun peluş oyuncaklar doldurmakta ve nina'ya mahremiyet adına hiç bir alan bırakmamaktadır. çarpık bir anne-çocuk ilişkisinin mağduru olan nina kendine dair 'kötü' olan herşeyi - şehveti, arzuyu, bireyselleşmeyi, büyümeyi - bastırmakta bu nedenle de sık sık dissosiye olmaktadır. rekabetçi bir bale topluluğunda sergilenecek kuğu gölü balesi'nde başrolü kapması ve öykünün başrollerindeki beyaz ve siyah kuğu karakterlerinin her ikisini oynayacak olması bu dissosiyasyonu iyice keskinleştirir. hiç bir psikopatolojinin katlanılamaz şiddete varmadan çözülmesi mümkün olmadığı gibi, nina da bu keskin dönüşe kadar cici bir kız olarak peluş oyuncaklarıyla, cinsellikten yoksun dünyasında, patolojisine sarılarak yaşamaktadır. ancak bu başrol onun için çok şeyi değiştirir, artık siyah kuğuyla kucaklaşmak ve bu karakteri içselleştirmek zorundadır. bu zorlu yolda psikotik deneyimler yaşar, kaygısı kendine zarar vermesine neden olacak düzeyde şiddetlenir ama filmin sonunda siyah kuğu olmayı başarır, artık sadece masumiyetin ve mazlumluğun sembolü beyaz kuğu değildir, şehvetli, hırslı bir kadın olan siyah kuğu da olmuştur. filmin sonunda karnındaki kırık ayna parçasıyla yerde yatarken bilinmez, belki ölüm döşeğindedir ama öyle ya da böyle tedavi olmuş, bütünleşmiştir.

    --- spoiler ---
  • natalie portman'ın messi gibi oynadığı film.
  • üst edit: ulan iyi ki bir siyah kuğu tanımı yaptık, bir anda internetteki tüm ekonomistler ağzından bu kavramı düşürmez olmuş. meğer yazdıklarımı okuyorlarmış. kendilerine sesleniyorum, bari takip edin, ayıptır*

    genelde film, şarkı vs. olarak yazılmış ama bir de teori hatta olgu olarak da ifade edilir.

    bu bağlamda açıklamak gerekirse, siyah kuğu teorisi, hayatın normal akışında öngörülmesi neredeyse imkansız olan olayları ifade eder. buna göre, bu olaylar rastgele, beklenmedik, büyük ölçekte ve bir o kadar da şiddetli etkileri olan olaylardır.

    siyah kuğu olarak adlandırılan bu tür olgular tek bir alandan ziyade pek çok yerde görülebilir. zira, dediğim gibi herhangi bir şekilde öngörülebilir olmaktan çok uzaktır doğası gereği ve bu da teorik olarak her alanda görülmesini mümkün kılar.

    farklı alanlardan örnekler vermek gerekirse, birinci dünya savaşı, 2008 finansal krizi(lehman), sovyetlerin çöküşü ve hatta dünkü kripto çöküşü ve ftx borsasının çökmesi veya terra luna olayı bunlara örnek olarak gösterilebilir.

    diğer taraftan, siyah kuğu terimi sadece olumsuz anlamda değil; yine öngörülmesi mümkün olmayan, daha önce aynısı yaşanmamış fakat olumlu olaylar için de kullanılabilir. zira burada belirleyici husus öngörülmesinin imkansıza yakın olması, aynısının daha önce yaşanmamış olması ve artçı etkilerinin olayın kendisinden dahi büyük olması olarak ifade edilebilir. mesela internetin bulunması sonrası gelişen olaylar buna bir örnek olarak gösterilebilir zira kimsenin geçmiş modellere dayanarak öngörebileceği bir durum yoktu. bilgisayarın icat edilmesinin ardından gelişen birtakım şeyler de buna örnek olarak gösterilebilir.

    biraz daha spesifik olmak gerekirse, siyah kuğu olaylarının bir diğer özelliği de kendini tekrar etmemesidir. yani, terra luna bir daha batmayacak, sovyetler bir daha dağılmayacak, dünya ticaret merkezine bir saldırı daha olmayacaktır. benim düşüncem ise, aynı olayların bir daha olmayacağına kesin katılmakla birlikte, benzer olayların döngüler halinde gerçekleşmesinin mümkün olduğu yönünde. ama bunun için çok daha uzun zaman tarihi not etmek gerekir. şu anki durumda bir tahmin yapmam gerekirse 50 ila 150 yılda bir benzer olayların yaşanacağını öngörmek mümkündür diyebilirim. ama bu konuda daha kesin bir şey diyebilmek için şöyle bir 500 sene yaşamam lazım*.

    bu teori ile ilgili son olarak söylemek istediğim şey de teori ile birlikte gelen yaygın bir yanılsama/önyargıdır. genelde bu türde bir olay yaşandıktan ve bir siyah kuğu olayı olarak adlandırıldıktan sonra gelen tepkilerden biri de olayın aslında öngörülebilir olduğu iddiasıdır. o yüzden, mesela verdiğim örneklere bu şekilde itiraz edecekler için söylüyorum ki buna (bkz: hindsight bias) yani (bkz: geri görüş önyargısı) deniyor.

    yine muhtemelen okunmayacak, uzun ve bilgi içerikli yazı yazdım ama sözlüğe arada bir değişiklik olsun.*

    debe editi: debe olmuş, birkaç kişi tarafından mesaj yoluyla uyarıldım*. ama niye bir sürü kişi takipten çıkmış onu anlamadım. "bu ünlü oldu, artık bize bakmaz bu yüzden o bizi terk etmeden biz onu terk edelim" dediler galiba. halbuki debe'ye giren ilk entry'im değil, şöhrete alışığım*
    tekrar edit: takipçilerin azalma meselesi sözlüğün yeni takipçi özelliği güncellemesi ile alakalıymış, öyle dediler.
  • breasts ... breasts ... breasts ... *

    hakkında bir şey diyemediğim filmdir. zira filmdeki hiçbir kadında yoktu.

    ama film muhteşemdi
  • uyarı: spoiler yok ancak, yine de izledikten sonra okuyun derim.

    tabii ki sabredemedim ve screener versiyonunu izledim. filmin geleceğinden neredeyse bir yıldır haberdardım ve daha fazla bekleyemezdim. pişman değilim, yine olsa yine yaparım.

    ulan coşku doldum resmen hala böyle muhteşem filmler yapılabildiği için. son yıllarda sinemaya az ama öz* ürünler vermiş darren aronofsky'nin önünde saygıyla eğiliyorum ve tabii ki her yerinden öpüyorum natalie portman.

    bir kere film, giderek daha da ahlaksız biçimde sunileşen ve sanata dair içeriğini kaybeden art arda birbirine eklenmiş kuru efektlerden ibaret hollywood ürünlerine* karşı, teknolojinin nimetlerinden faydalanarak yedirilmiş şahane özel efektlerin yanında, müthiş bir kamera ustalığı barındırıyor. öyle ki, bir opera salonundaki bale gösterisine gitseniz, filmde kameranın devamlılığı ve kullanılışının verdiği farklı açılar dolayısıyla bu kadar seyir zevki alamazsınız. bu sayede inanılmaz akıcı ve sürükleyici bir ritm yakalanmış.

    yine yönetmenin alamet-i farikasından söz edecek olursam, oyuncuların yüzlerinde yakaladığı, duruma ve duyguya göre değişen ifadeler ve gölgeler, zaman zaman neredeyse bergman filmi izliyormuşçasına, benim de suratımı şekilden şekile sokabildi. filmin iyiye gidiş/kötüye gidiş dengesi de çok güzel kurgulanmış ve gerilim aralarda çok hafif rahatlamaları takip eden vurgunlarla katman katman artırılarak sonda doruğa ulaştırılmış. ayrıca ses de yine filmin öne çıkan unsurlarından. çerez niyetine çıkarılan gerilim/korku filmlerine ders verircesine kararında ve abartıya kaçmadan filmin tamamlayıcı unsurunu fazlasıyla yerine getiriyor.

    natalie portman için yorum net: "ben oscar almaya geldim" oyunculuğu bu. başka aktrisleri şu an için unuttuysam kusura bakmayın ancak, son 10 yıl için bir oscar verseler, onu da portman alırdı, öyle bir performans göstermiş. yardımcı oyunculuklarda da hastası, van kedisi gözlerinin hayranı olduğum mila kunis, ufak ama büründüğü karakteri canlandırışı bakımından küçümsenemeyecek rolüyle winona ryder ve vincent cassel hatasızlar ve castingin ne kadar isabetli olduğunu ispatlıyorlar. filmin bana göre tek zayıf halkası barbara hershey. fakat karakterin yeterince derinlemesine işlenmemesinden mi, yoksa oyunculuktan mı emin değilim.

    son olarak gelelim müziğe. çaykovski'nin elinden çıkmış, dünya üzerinde bestelenmiş gelmiş geçmiş en coşkulu eserlerden kuğu gölü'ne, clint mansell dokunursa neler olur artık siz tahmin edin. zaten son zamanlarda alakasız olarak parçaya kafayı takmış paso dinlerken, bir de filmin en can alıcı yeri ile senkronize bir biçimdeki patlayış, bende tarifi zor duygular uyandırdı. bunun dışında dikkat edebildiğim kadarıyla bir tane mansell imzası taşıdığı belli güzel bir beste ve bunun varyasyonları mevcut.

    uzun lafın kısası, nadir rastlanan türden, bana göre her türlü ödülü havada karada toplaması gereken, harika bir film olmuş.

    8,5/10

    not: birilerinden filmin psikolojik analizini okumak da güzel olurdu.
  • -dikkat: ağır spoiler içerir-

    filmdeki esas karakterlerin hepsinin nina’nın benliğinin türlü parçaları ve jungcu arketipler olduğunu düşünüyorum. nina, filmin başında sanatının tekniğinde ustalaşmış, müthiş bir çalışma disiplinine sahip bir genç kız olarak çıkıyor karşımıza.filmin başındaki hali ile nina henüz bireyleşmeye başlamamış ego benliği temsil ediyor. nina’nın yaşamı bu ego benliğin isteklerine, arzularına göre düzenlenmiş durumda. başrolü alabilecek kadar iyi bir dansçı olduğunu biliyor ve bunun için çok fazla çalışmak dışında hayatında herhangi bir mücadelesi bulunmuyor.
    nina’nın animus’unu temsil ettiğini düşündüğüm leroy’un devreye girmesi ile nina’nın ego benliğinin etrafındaki bembeyaz dünyadan derinlere inmesi ve karanlığı ile yüzleşmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. çünkü leroy’un temsil ettiği animus, ondan sadece beyaz kuğu değil aynı zamanda siyah kuğu da olabilmesini istiyor. nina’nın beyaz kuğu ile temsil edilen ego benliğinin karanlığa ruhunda yer açabilmesi hiç de o kadar kolay olmuyor. bunun nina için özellikle zor olmasının nedeninin onun belki de her çeşit kusurdan, kusurluluktan, bembeyaz olmayan herşeyden kaçan mükemmeliyetçiliği olduğunu söylemek mümkün. ama karanlık o ne kadar istemese de nina tarafından kabul görmek istiyor bunu da aynadaki depersonalizasyonlarla, disasosiyasyon anında sırtına geçirilen tırnaklarla gün be gün daha fazla belli etmeye başlıyor. animus, nina’nın ruhunda oynaması gereken rolü oynuyor. hatırlarsanız nina’yı baştan çıkarıyor ama ondan istifade etmiyor ve ona baştan çıkarıcının kendisi olması gerektiğini, bunu öğrenmesi gerektiğini söylüyor.

    biz de yavaş yavaş nina’nın karanlıkla imtihanına doğru ilerliyoruz. bu sırada devreye nina’nın siyah kuğu olmak için gereken her çeşit özelliğe sahip olduğunu düşündüğü, bu yüzden de kendisinden korktuğu ve kendisini kıskandığı lilly adlı balerin giriyor. jung’un , “altın gölgededir” dediğini biliyoruz. lilly’nin nina’nın gölge benliğini temsil ettiğini ve eğer nina gölge benliğini egosunun tüm inadına ve geri çekilmeme arzusuna rağmen kendisine entegre etmeyi başarırsa, gölgedeki altına kavuşacağını, lilly’nin doğal seksapelinin, akıcılılığının, dişiliğinin nina’nın benliğinde yerlerini alacağını söylemek mümkün.

    hikaye ilerlerken ego benlik nina’nın gölge lilly’nin cazibesine kapıldığını ve bilinç dünyası ile bilinçaltının rüyadaymışçasına buğulandığı bir noktada nina ve lily’nin seviştiklerini görüyoruz. nina’nın ego benliğinin beyaz dünyası, karanlığın uyuşturucuları ve seksapeli ile “gölge”lenmeye başlıyor.
    nina’nın annesi bir taraftan psişenin fazla koruyucu annesini temsil ederken diğer yandan eğer nina gölgesi ile entegre olmazsa gelecekte kim olacağını da bize gösteriyor. nina’nın annesi nina’ya bakabilmek için sanatından vageçmiş eski bir balerin. nina eğer, karanlığa ruhunda yer açamazsa annesine dönüşecek bunu gayet iyi biliyor. anne’nin yani psişenin aşırı koruyucu annesinin de gölgeden korkması ve bu yüzden nina’yı bembeyaz bir yaşama mahkum etmeye çalışması, lily kapıyı çaldığında nina’nın evde olmadığını söylemesi, lily ve nina konuşurken, nina’ya yemeğini yemesi ve uyuması gerektiğini hatırlatması böylece anlaşılır oluyor.

    nina’nın annesi eğer nina gölgesini entegre edemezse kime dönüşeceğini temsil ederken, eskiden siyah kuğu rolünü oynayan beth bir başka tehlikeye işaret ediyor. beth, animus’un esiri olmuş ve bu yüzden de paramparça olmuş kadın ruhunu temsil ederken nina’ya leroy ile ilişkisinin alacağı biçimin nelere yol açabileceğini hatırlatıyor. zira filmden hatırlanırsa beth leroy’un eski sevgilisi ve de gözdesi idi.

    siyah kuğunun sahneleneceği gün geldiğinde ego benlik nina yani beyaz kuğu ilk sahnede dans ederken yere düşüyor. ego benlik zedelenirken, nina’nın siyah kuğu rolüne hazırlandığı makyaj odasına geliyoruz. nina, lilly’in siyah kuğu olarak giyindiğini görüyor, rolünü elinden alacağını düşünerek lilly’e saldırıyor. ben bunu nina’nın gölgesine meydan okuması ve “hayır siyah kuğu ben olacağım.” isyanı olarak algılıyorum. itiş kakış sırasında parçalanan aynanın bir parçası ile lilly’i yani gölge benliğini yenen/öldüren nina sahneye çıkıyor ve nefes kesici bir siyah kuğu oluyor. bu transformasyonun bu derece kanlı olması son derece normal çünkü psişede hiçbir transformasyon kansız gerçekleşmez. nina, final için beyaz kuğu kostümünü giyerken anlıyoruz ki asıl yarayı ego benlik almış, gölgeye meydan okunmuş, gölgeye kırık aynanın bir parçası saplanmış , gölgenin varlığı ve gücü kabul edilmiş ama bu mücadele ego benliği ölümüne kanatmış … nina ego benliğinin beyaz kuğu kostümü ile sahneye çıkıyor, dansını icra ediyor ve ego benlik çıktığı yerden kanlar içinde düşüp, “ölürken” yani yenilirken , nina, “mükemmeldim.” diyor.

    film size gerisini göstermiyor. bundan sonra nina hayatına hem siyah hem de beyaz kuğu olarak- hayır, sadece bütünleşmiş bir gri kuğu olarak- devam edecek , adı da nina ya da lilly değil "lynn" falan olabilir belki artık. sonsöz olarak, bence çok başarılı bir film, beni filmi izlemeye icbar eden, eda alanson’a sonsuz şükran ve öpücüklerimle…

    edit gerekçesi: nina'nın sonunda gri kuğu olduğunu yeni anladım da..."lynn" galler dilinde (welsh) "göl" demekmiş, sevdim... siyah ve beyaz kuğunun, zıtların tansiyonu gri kuğuda birleşip duruldu yani, kuğu gölü balesindeki anlam senkronizasyonuna bak beatrice! bak da sevin daha da!
  • bu filmde oscarı hak eden biri varsa o da metroda nina'yı taciz eden yaşlı amcadır. adam rol yapmamış resmen yaşamış, kanını, ruhunu katmış role. o nasıl bir kendine güvendir, nasıl iticiliktir, nasıl bir dil, el koordinasyonudur yareppim. kendi kişisel oscarımı alkışlarla bu adama taktim ediyorum.
hesabın var mı? giriş yap