• ülkemizde insanların sülalecek yan yana yürümesinden mütevellit binmenin işkenceye dönüştüğü güzel icat. artık gidonu kalçasına taktığım insanların sayısını tutuyorum.

    "yürümek nedir, nasıl yapılır" diye bir ders konulmalı ilkokul birinci sınıfa.
  • 100tl den başlayıp 100.000tl ye kadar çıkabilen ender ürünlerdendir. yarı profesyonel bir kullanıcı olarak marka, model, fiyat, tip, aksesuar konularında kararsız arkadaslara yardımcı olmak isterim.

    ne yaparsanız yapın sadece resmini gördüğünüz bisikleti almayın, sipariş etmeyin. en basitinden sahibinden.com'da bile kadro boyu uygun olmadığı için 50km kullandığım bisikletimi satıyorum diyen arkadasların durumuna düşmemiş olursunuz. gidin yerinde görün, binin üstüne vurun kırbacı.
  • tek, çift veya daha fazla tekerlekten oluşabilen yapıda; kadro, maşa, fren ve vites donanımlarından oluşan yakıtsız veya yakıtlı ulaşım aracı.
  • şeytan işi denilen ,insan gücüne dayalı mekanik bir motorsuz taşıt.son zamanlarda karadeniz insanı onada motor taktı.oldu motorlubisiklet. o değilde düzenli bisiklete binmek iyi kalori yaktırıyo.
  • yeterince kullandığınız taktirde, parasını bu kadar hakeden başka bir şey yoktur yeryüzünde muhtemelen.

    5 seneyi geçmiş bisikletimi alalı. manyak gibi kullandığım halde ufak tefek masrafları ve yılda bir yaptırdığım bakım dışında hiçbir masrafı olmadı bana. hala canavar gibi. hala baktığım zaman karne hediyesi olarak bisiklet alınmış çocuklar gibi hissediyorum kendimi. üstelik bunca zamandır bir sürü yeni rengi, modeli çıktı ama bir kez bile ''yenisini almalıyım!'' çılgınlığına kapılmadım; elinizdeki bir kaç senede eskittiğiniz telefonlarınıza benzemiyor yani. çaldırmadığınız sürece senelerce kullanabilirsiniz. hem de telefonunuzdan bile ucuz.

    hala bisiklet binmeye uygun bir şehirde yaşayıp da bir bisikleti olmayan ya da daha fenası olup da bir köşede onu öylece bekleten insana inanamıyorum. verin ben kullanayım bari, yazıktır.
  • hiç bu kadar çok üşümemiştim. rezil oldum rezil. yıllardır süregelen bisiklet aşkı beni farklı farklı zamanlarda çokça üşüttü çokça ıslattı ama dün başlı başına bir kabustu.

    cumartesi ve pazar, hava sıcaklığı 13-15 aralığında seyredecek; pazartesi 3 dereceye kadar düşüp kar yüzünü gösterecek dediler. pazar sabahı marmaray'la karşıya geçer, klasik sirkeci-rumeli feneri turu* yaparım dedim. saati kurup kalktım. pazar sabahında hava da fena değil. yerler kupkuru; asuman masmavi fakat yağmur bırakabilecek bulutlar da yok değil hani. öyle kapalı bir hava da yok ama bak. kahvaltımı yapıp yola çıktım euzu besmeleyle...

    marmaray'ın üsküdar girişi, taksim burger king önü gibi. buluşmak için bekleyenler, sağa sola bakınanlar. sirkeci istasyonundan dışarı bi çıktım ki hafif hafif yağmur yağıyor ve yerler de epey bi ıslak. şaşırmadım da değil hani. bir süredir yağıyor demek ki...

    etrafta 10-15 bisikletli de gördüm. yağmurun dinmesini bekliyorlardı gar çatısı altında. çamurluklu city bike kullanıyorum diye ben hiç duraksamadan, tereddütsüz koyuldum yola. 2 saat 2 dakikada vardım rumeli feneri'ne. bir 5 dakika hariç hep yağmur yedim. şöyle adam gibi sağa sola bakınamadan, sırf önüme odaklanarak vardım çok şükür fener'e. neyse oturdum bir mekanda çorba yemek çay şe'ettim... yağmur tanelerinin irileşmeye başlaması, serüvenin start alışına işaret idi.

    ben çok inat bir insanım. kafam koyduğumu yapıyor oluşum, başıma çok iş açıyor ama işte nefsime de hakim olamıyorum. kendimi durduramıyorum. mesela iç sesim "lan bugün bisiklete binme abi siktir et!" dese de ben "ne binmiycem lan! en kötü biraz ıslanırım" diyorum ve biniyorum...

    atladım bisiklete, dönüş yoluna koyuldum ama içimden bir ses de kötü şeyler olacağını fısıldıyor. sarıyer'i bırak, daha koç üniversitesi'nin önüne dahi gelememişken yağmur coştu baba. duş başlığının altında bisiklete bindiğinizi düşünün. öyle. frenler de tutmuyor, çünkü disklerden bildiğin şarıl şarıl su akıyor. sık-bırak yaparken toparlıyor kendini ama kâfi değil. üstüm öyle ıslandı öyle ıslandı ki cebime koyduğum kağıt mendiller topaç oldu. katmanları birbirine yapıştı. saçımdan, kaşımdan, bıyığımdan, sakalımdan şarıl şarıl su akıyor. kaskımdan sular akıyor. kendimi bir an bozkırın ortasında hareketsiz duran at gibi hissettim. o yağmuru yemekten başka çıkar yolum yoktu.

    saat 13:05 ama hava öyle tez kapattı ki yanımdan geçen tüm araçların farları yanıyordu. tek umudum yağmurun kuvvetini yitirmesi idi... yitirmedi. yitirmedi. yitirmedi. yağdı. yağdı. yağdı. deliler gibi yağdı. lahana gibi kat kat giyinmişim ama diyorum ya sanki banyoda duşun altındayım amısını sikiyim. ateist damarım da tuttu; kendi kendime söyleniyorum; "yağmazsan şerefsizsin amk!" diye... yağdı. daha çok yağdı. ayazda kalmış bekçi köpeği gibi titremeye başladım mı? life is drunk'ın bedduası mu tuttu ne?

    sarıyer çarşıya vardığımda sabrım ve gücüm tükenmişti. ulan dedim biz niye sarıyer'de oturmuyoruz ki amk! ha şurada oturaydık da gireydim sıcak duşa, çıkartaydım donu atleti... bok vardı koşuyolu'nda oturacak... ormanda gelmeyen çiş, sarıyer'e inene kadar sıkıştırdı mı? duramam da camide kafede. kollarımdan, paçalarımdan, ayakkabımdan sular akıyor... insanların bakıp acımasını istemiyorum... metruk bir bina gördüm sarıyer sahilde. bahçesine daldım. civar apartmanların perdeleri de açık fakat. biri camdan baksa benim dalgayı görür tedirginliğiyle köpürttüm foşur foşur...

    sahil şeridinde insan kalmadı. yürüyüş yapanlar, selfie çekinenler adeta sırra kadem bastı... nerdesiniz orospu çocukları!!! üzerime su sıçratmayı kendisine şiar edinmiş sürücülerle bir başıma yollardayım. al sana hafta sonu qeyfi!

    emirgan'da in cin top oynuyor. neyse ki bebek beni yalnız bırakmadı. bebek'te az da olsa turlayanlar vardı. ve beşiktaş. ve karaköy...

    16:00'da hareket edecek kadıköy vapurunun kalkmasına 10 dakika var. iskele içerisindeyim zangıl zangıl titriyorum. insanlar görmesin diye de akbil gişelerinin hemen yanındaki iki kabin arasında sığınıyorum. ellerim kırmızı. göt loplarım titriyor. bir sağa bir sola sallanıyorum ısınmak için ama diyorum ya üstüme bir kova su dökseniz öyle ıslatamazsınız.

    tatlı rezillik. "rezillik'in de tatlısı olur mu?" demeyin. bisiklet turu planımı gerçekleştirmiş olmanın kıvancı var bir yandan.

    o 10 dakika geçmek bilmedi. vapurda salona girsem, millet bakacak. sorular sorular sorular... milletin acımasını bile istemiyorum o an. üstümdekileri çıkarıp, sıcak duşa girdiğimi hayal ediyorum. çok güzel ya. titriyorum tabii bir yandan. diz üstünde sağlı sollu kas kümeleri var ya, onlar sallanıyor. çenem titriyor. allahtan karnımı sağlam doyurmuşum. yoksa yere yığılırdım zahir...

    bisikletle bahçeye girdim ilk. bisikleti eve çıkarmaya ne takatim var ne de sabrım. kapının kilidini açıp antrede ne var ne yok çıkardım. doooğru banyoya. sıcak suyun çitini arttırdım. sıcak sulara doyamadım. kıçımı başımı bir güzel sabunladım. kaloriferi kökledim.

    yağmur birazdan diner ümidi ile ve o dillere destan inadımla pedalladım da pedalladım...

    alnım çok üşüdü bugün! ellerim buz kesti. ayakkabımın içine sular yığıldı. sokaklarda yaşamak durumunda kalan fukara insanları, mazlum hayvanları düşündüm en çok da...

    tanrıya şükürler olsun...
  • ucuz ve sağlıklı bir ulaşım aracıdır.
  • küçük yaşlarda öğrenilmeye başlanan denge becerisidir.
  • geleceğin tercih edilecek olan en ucuz ulaşım aracı olacak bence bu trafiğe karşı
hesabın var mı? giriş yap