• düşün ki cep telefonu yok, bilgisayar yok, 8 bit atariler varsa bile zenginlerde, evlerde telefon yok telefon. ulaşılabilir en teknolojik alet siyah beyaz televizyon ve hesap makinesi.

    işte o zamanlarda bisiklet bir çocuğun en büyük hayaliydi. buna sahip olmak okul başarısına endeksliydi. fakat alım her yıl bir sonraki yıla ertelenirdi. ilkokul son sınıfa geldim. artık nasıl içlendiysem "hep beni kandırıyorsunuz" diye ağlamaya başladım. babam da üzülmüş olacak ki o pazar beni aldı ve beşiktaş semtinde bir arçelik bayisine götürdü. evet bisiklet alacaktı. bayi sahibi tanıdığı olacak ki uzuun bir vade yaptı. burada 1 tane bisiklet kalmıştı. adı "sindrella". pinokyo yok mu diye sordum. yoktu. yıllarca hayalini kurmuşum varsın sindrella olsun dedim. ismi kız ismiydi ama kontra frenliydi. havalıydı. pedalı ters çevirince metrelerce iz yapıyordu.

    sonra apartmanımızdaki avukat, oğluna bmx marka aldı. daha sonra çok zengin olan amcam oğluna motorsiklet şekline benzer bisiklet aldı. bizim sindrella sanki onların yanında daha çirkindi. zaten ismi de tuhaftı. keşke o zamanlar birisi çıkıp mercedes arabanın da aslında kadın ismi olduğunu söyleseydi.

    amcamın oğlunun yarış motorsikleti görünümlü bisikletinin lastiği patlamıştı. o gün peşimde dolanıyordu. sokağımıza iki tane kara kuru, bizden az büyük tipler peydah oldu. onlar da benim yanımda dolanıyorlardı. çocukları sevmemiştim. az sonra gittiler. amcamın oğlunu arkama oturttum hızla bizim sokağın başına doğru sürmeye başladım. 6 - 7 apartman boyu gidince bu iki kara kuru tip birden önüme atladı. ben durunca birisi beni çekti, yere düşürdü. diğeri amcamın oğluna tokadı patlattı. amcamın oğlu korkarak kaçtı. ben ayağa kalktım. o esnada birisi sindrellamı sürerken diğeri arkasına binmişti. daha hız alamamışlardı, pedalı da düzeltemiyordu. koşarak üzerlerine nasıl atladım bilmiyorum. bisiklet devrildi ve ikisi de altımda kaldılar. birisi kendini kurtardı ve bıçak çekti. diğeri hala altımdaydı. tam o esnada amcamın oğlunu yakındaki inşaatın çavuşuyla bize doğru koşarken gördüm. çavuş bağırarak geliyordu "ulan piçleeer". kalktım ama birisi bisikleti kaldırıp yere çarptı ve kaçtılar. bisikleti kurtardım ama çatalı kırılmıştı. babam nasıl yaptıracak. uzun süre kırık çatalla kullandım. sonra yaptırdık. o sindrella benim ilk ve son bisikletimdi. bütün arkadaşlarım beni konuşuyordu. "iki kişilerdi he", "bıçak mı çektiler", "ben olsam fıyardım". çocukların gözünde kahramandım.
  • okuldan eve her gün yirmi kilometre kadar yolu bisikletle gidip gelen bir arkadaşım var, mezun oluyor şimdi. ben de haftalardır bisikletçileri dolaşıyorum, para denkleştirmeye çalışıyorum falan. akşam akşam sevinçten uçurdu beni çocuk. getirdi bisikleti, al senin olsun, dedi. memlekete götüremeyecekmiş. satmak da istememiş. sen de birine bırakır gidersin seneye, dedi. nasıl mutlu oldum anlatamam ya. ilk bisikletime sevindiğim kadar sevindim herhalde. evin içinde bincem şimdi bilgisayarı kapatıp. gidiyorum. hüloooğğğ!
  • kendimi bildim bileli bisiklet sürerdim, benim için en güzel hobilerden birisiydi. karantina sürecinde yeni bir bisiklet aldım. yaklaşık 2-3 yıldır hiç adam gibi spor yapmayan birisiydim. alkol ve uyuşturucuyla mahvettiğim vücuduma bir şans vermek istedim. yalnız sevdiğim şeylerde ayarı tutturamama gibi bir olayım var. sokağa çıkma yasağı olmayan günler hariç yaklaşık en az 35 km bisiklet sürüyorum her defasında. eve gelince de 1 saat ağırlık çalışıyorum. acılarımı, sıkıntılarımı sporla atmaya başladım. sıkıntı bastı mı çıkıyorum saatlerce bisiklet sürüyorum eve sırılsıklam geliyorum ve dert tasa kalmıyor. biraz dinlenip kendime protein ağırlıklı bir yemek hazırlıyorum ardından da ağırlık kaldırmaya başlıyorum. aklıma kötü şeyler gelince artık şişeleri devirmektense yokuşları çıkıyorum, kendimi zorlayarak, bacaklarım ağrıyor, nefessiz kalıyorum ama hayvani zevk alıyorum. bir nevi artık şeytanlarımdan intikamı böyle alıyorum.

    fakat niye bilmem ama normalde çok sakin birisiydim, son günlerde sinir patlamaları yaşıyorum. aşırı enerjiğim. sokağa çıkma yasağı olan günlerde afakanlar basıyor, evde yüzlerce tur atıyorum. şu ayarını tutturma olayını hala çözebilmiş değilim. gün geçtikçe daha da güçlenmek hoşuma gidiyor. bağımlılığımı daha az zararlı bir şeyle değiştirdiğimi fark ettim. ama mutluyum. artık daha iyi uyuyorum ve birkaç yılda yıktığım özsaygımı tekrar kazanıyorum.

    mükemmel spor.
  • kapitalist ve sömürge devletlerin hiç sevmediği taşıttır bisiklet.
    1. benzin tüketmez, ucuzdur, abuk sabuk vergiler alamazsın üstünden.
    2. kirlilik yaratmaz, kirlilik olmadığı için onu önlemek adına da vergi alamazlar.
    3. bisiklete binen insan mutludur, özgürdür ve stresten arınmıştır. stressiz insan kendini manasızca avmlere atıp alışveriş yapmaz, kendini doğaya atıp yaşamın tadını çıkarır.
    4. bisikletle ulaşım şehir içinde çoğunlukla hızlıdır, işini daha hızlı halledip kendine vakit ayırır bisikletli insan. düşünmeye vakit kalır

    söyleyin bakalım, bunları hangi sömürge devlet ister ki? karşısında özgür, düşünen, koyun olmayan ve çok para harcamayan bir toplum. bırak allasen! biz de burda bisiklet yolu, bisikletliye saygı falan tartışıyoruz!
  • biraz daha hafiflesin diye pedallarını törpülediğimi hatırlıyorum naif kızımın. ne kadar da önemli idi o zamanlar en yeni kompanatlara sahip olabilmek.
    ortalama üstü bir ekipmanla didim'i geçmiş bodrum'a doğru yollanırken karşıdan gelen bir amca ile selamlaşıp durduk.
    yollarda yerli-yabancı çok uzun yol bisikletçisi ile karşılaşmışımdır ama bu adam bir başka idi. döneminde türkiye gazetesinin verdiği bu uyduruk bisan-ihlas için aylarca kupon biriktirmiş. o sırada emekli* olmuş. çoluk çocuk büyüdü, hanımı kaybedeli çok yıllar geçti, evde yalnız başıma ne yapacağım demiş gazetedeki bir alman çiftin bisikletle dünya turu haberini okuyunca. hemen gidip ikinci el bir asker çantası bulmuş eskiciden. kafasına göre bir takım malzemeyi yükleyip, kötüden bir uyku tulumu ve matı da bagaja bağlayarak başlamış pedallamaya.
    yönünü çevirip bir hafta kadar benimle takılmıştı.
    o amcadan sonra pek de önemsemedim malzemelerin üst model olmasını. bakımlı ve sağlam olduktan sonra her yere gidilebilirdi bu icat ile.
    gidildi de...
  • keşke çalınmasına da çözüm bulunsa istediğimiz her yere park edip rahat rahat gezebilsek. amsterdam da bile antika bisiklet kullanıyorlar çalınma olaylarına karşı. bu ülkede park edip gezmek göt ister. ben 30binlik bisikletle markete girerken bile bağladıktan sonra her dakika kapıdan gözetliyorum.

    geçen bir hata yapıp bisiklet yerine toplu taşımaya bindim havasız ortamda ayakta gittim tövbeliyim artık. ayrıca 1 saatlik sürüşüm ortalama 650 kalori yaktırıyor. yakın bir ölçüm için powermeter şart. günde 1400-1800 arası kalori yakıyorum.

    117kg den 84kg ye düştüm hayvan gibi yesem bile yaktığım kalorinin yanında etkilemiyor . yürümek ve koşmaktan daha keyifli. 1 saat yürüsem zaman geçmiyor bisiklette nasıl geçtiğini anlamıyorum.
  • 700c çapında ince lastikleri, drop barlı gidonları ve düşük ağırlıklı bileşenleri ile uzun mesafeleri hızlı bir şekilde katedebileceğiniz versiyonuna yol bisikleti denir.

    birkaç çeşidi vardır, bilmeyen bünyelerin gözünde hepsi bir de olsa aslında aralarında dağlar kadar fark vardır. yol bisikleti çeşitlerini açıklamaya geçmeden birkaç temel bilgi vereyim:

    - kadro geometrisi: bisiklet üzerinde nasıl bir pozisyonda sürüş sağlayacağınızı belirleyen en önemli faktördür. en çok kafa karıştıran konulardan biridir, bisiklet alınacağı zaman seçeneklerin hepsi masaya yatırılıp kadro geometrileri karşılaştırmalı incelenerek doğru kadro geometrisi tercih edilmelidir.
    kendinize uygun kadro ölçülerini hesaplayın
    uygun olduğunu düşündüğünüz kadro geometrilerini karşılaştırın

    -drop bar: yol bisikletlerinin karakteristik özelliği olan gidon çeşidi. 3 farklı sürüş pozisyonu sunar; drop, hood, flat. droplardan tuttuğunuzda bisikletin üzerine tamamen kapanmış olursunuz, hoodlardan tuttuğunuzda daha az eğilmiş oluyorsunuz ve kontrollü bir sürüş sağlıyorsunuz, flat bar kısmına ise tamamen dinlenme konumu diyebiliriz.
    konumlar bu şekilde

    -lastik kalınlıkları: 700c olarak yazının başında ifade ettiğimiz lastik çapı yaklaşık 700mm'ye tekabül ediyor. 28" lastik ile çok yakın olmasına rağmen aralarında 10mm fark vardır, iç lastik falan alırken buna dikkat edilmeli. kalınlıkta ise yol bisikletleri genel olarak 23mm'den başlar 40mm'lere kadar çıkar. aşağıda tür olarak açıklayacağım gravel bisikletlerin haricinde genel olarak yüzeyi düz ve ince lastikler daha düşük sürtünme direnci ve akışkanlık için tercih edilir.

    -aynakol ve ruble: aynakol bisikletin pedal kısmındaki dişliler, ruble ise bisikletin arka tarafındaki dişliler. bu dişlilerde 52lik 11lik vs gibi kullanımlar dişli üzerindeki diş sayısını ifade etmek için kullanılır. buradaki dişli sayıları çok önemlidir. öyle ki aradaki iki diş sayısı farkı sizi vezir de edebilir rezil de. bunu herhangi bir bisiklet türüne binen herkes bilir ama yine de belirtmiş olalım uzun zamandır binmeyen ve burayı okuyan olursa diye, öndeki dişliler büyüdükçe uygulamanız gereken güç artar, tam tersi şekilde arkadaki dişlilerde ise dişli küçüldükçe uygulamanız gereken güç artacaktır.

    şimdi yol bisikleti çeşitlerine bakalım. 3 ana kategori var diyebiliriz yol bisikleti için, endurance, lightweight ve aero. alt kategori olarak gravel(endurance), tur tarzı yol bisikleti (endurance), time trial(aero) diyebiliriz. daha farklı tipler de vardır muhakkak ama benim şimdilik bildiklerim ve aklıma gelenler bunlar, mesaj kutusunu bombalamayın sonra.

    endurance

    uzun süre bisiklet üzerinde kalabilmeniz için daha dik bir sürüş pozisyonu sağlayan, genelde 28mm lastik kullanarak yoldan gelen titreşimi azaltmayı hedefleyen yol bisikleti türü. uzun süreden kasıt ise kişiden kişiye değişmekle birlikte 5-6 saati aşan sürüşler desek yerinde olacaktır. tabi 3 saatlik sürüşte bile endurance tarzı bir bisikletin aero bir bisiklete göre rahatlığı çok net şekilde ortaya çıkar ama 5-6 saatten sonra aero kullanıcısı devam edemeyebileceğinden ötürü fark çok daha bariz olacaktır. profesyonel yarışlarda çok nadir kullanılırlar.(kullanılmazlar)
    trek domane serisi ve scott addict serisi aklıma gelen örnekleri.
    scott addict 10

    burada yerli markalardan da bahsedeyim hazır gavur markalarından örnekler vermişken. yerlide öyle yol bisikleti türü diye bir kavram yok. al sana yol bisikleti hem de ucuz diyorlar ama ne tür belli ne özellikleri belli. giriş seviyesinde kesinlikle yerli öneriyorum carraro olsun mosso olsun gayet yeterliler, orta seviyede yerli olarak yine biricik salcano (bkz: uci) damgalı bisikletler çıkarması sebebiyle tercih edilebilir ama üst* seviyede imkanınız da varsa yerli sizi doyurmayacaktır.

    lightweight(tırmanış)

    tırmanan bilir, ağırlık herşeydir. bu bisikletler ince kadroları ile ön plana çıkarlar. 3-4kg'lara kadar düşebilir. tabi bunlar profesyonelleri ilgilendiren değerler. sen, ben ve kazım abi için 7-8kg'lar gayet lightweighttir. zaten uci standartları gereği 6.8kg altında yarışlara katılınamıyor. neyse devam edelim. 50-34 aynakol oranları ile bilinirler ve gerçekten yokuşta bunlardan bir tane lazım.
    trek émonda serisi, merida scultura ve specialized tarmac serisi örnek olarak verilebilir.
    merida scultura 6000

    aero

    aerodinamizm kelimesinden gelmekte bu türün adı. 14km/s hızın üzerinden itibaren hava direnci sizin için bir kısıt olmaya başlıyor. 30km/s üzerinde ise artık neredeyse sizi engelleyen tek şey hava direnci oluyor. işte bunu aşabilmek için tüm o daracık kıyafetler, taytlar, anlayın artık bu adamların halinden*. neyse sakinim. gelelim aerolara, hava sürtünmesini en aza indirmek için kullanılan profiller özel olarak üretilir ve daha eliptik yapıda olurlar. jantların dışında 30mm'den başlayan girintiler boy göstermeye başlar, jant tellerine kadar eliptik yapılır. kadro geometrisi tamamen sürücüyü bisiklet üzerine yatırmak amaçlıdır. tabi tüm bu eliptik profillerin ve aerodinamizmin handikapı ise ağırlık ve maliyet. pro sahnede işler biraz daha farklı olmakla birlikte sen, ben ve mahmut abi için bu bisikletler 8-10kg arasında oluyor diyebiliriz. aynakolda ise 52 ve 54 dişlileri görüyoruz bu hız canavarlarında.
    trek madone serisi, merida reacto ve carraro race serisi (dünya üzerindeki en ulaşılabilir aero bisikletler bu arada carrarolar*) aklıma gelen örnekleri.
    merida reacto

    gravel

    toz, toprak ve çakıl hem de +25km/s. son birkaç yılın gözdesi bunlar. 32mm ve üzeri lastikler ile geliyorlar tabi maşa boşlukları bu sebepten daha geniş oluyor. özünde bir endurance kadro geometrisine sahip yani daha dik ve rahat sürüş pozisyonu sunuyor. buna ek olarak gidonları açılı oluyor ki daha rahat ve kontrollü sürüş sağlanabilsin. keyifli ve konforlu aletler ama yukarıda saydığımız türlerin hiçbiri ile asfaltta aşık atamaz, ha böyle bir iddiası da yok zaten o ayrı.
    bu melez tipte sadece yerlileri biliyorum o yüzden örnekler:
    carraro gravel g serisi, corelli goat serisi, mosso gvl serisi.
    gravel

    tur

    aslında böyle bir tür yok, hiç olmadı. endurance tarzı bir bisiklet aldınız. sağına soluna birkaç çanta takıp yükleniyorsunuz işte tur tarzında bir yol bisikletiniz var. şaka bir yana bagaj deliği ararım en önemli olarak böyle bir bisiklette ben olsam. bunun haricinde geri kalanlar tamamen endurance. hatta gravel alıp onun lastiklerini inceltin o da mis gibi tur bisikleti olur. carraro'larda bagaj delikleri de var.
    örnek veremiyorum bu türe.
    tur

    time trial

    20000 usd'ye bisiklet mi olur sorusunun cevabı. bu canavarlar aero bisikletlerin abisi olarak tanımlanabilir. aerodinamizm tek amaçtır. time trialler havayı yarma konusunda uzmanlaşmışlardır. yanal bir rüzgar çok rahat yatırabilir bunları.
    örnek tabiki bilmiyorum, pragmatist bilgi dağarcığımda hiçbir faydası olmayan time triallere yer ayırmadım.
    time trial

    size uyan, sürüş tarzınıza cevap veren, keyifle bineceğiniz bir bisiklet almak çok önemlidir. bu konuda yeterli araştırmayı yapmak gerekiyor. aksi taktirde verimsiz oluyor bu işler, istediğimiz randımanı alamıyoruz. umarım bu anlamda yardımcı olabilmişimdir.
  • çevrenizi farkedeceğiniz kadar yavaş sizi bir yere ulaştıracak kadar da hızlıdır.
  • yok arkadaş, türkiye'de sür-dür-mü-yor-lar.

    trafikte adam seni görüyor ancak yavaşlamıyorlar, sağa/sola dönecekse seni görmesine rağmen aldırmadan dönüyorlar, yol vermiyorlar, yanından geçerken öküz gibi kornaya asılıyorlar, zevk için yolun kenarına sıkıştırıyorlar, camdan sarkıp bağırarak korkutmaya çalışıyorlar veya bir şey atıyorlar.

    bir yerde durup bir şey alacaksınız, bisikletinizi kitliyorsunuz, üstündeki farı çalıyorlar. tekerini söküyorlar. zincirini koparıyorlar. viteslerini kırıyorlar. kadroyu çiziyorlar. janta tekme atıyorlar.

    her şeyi usulüne uygun yapayım, bisiklet kullanıcıları için trafik işaretlerini öğrenip uygulayayım diyorsun, daha kolunu kaldırmadan kornaya asılıyorlar. yanından geçerkende pis pis sırıtıyorlar.

    dün ankara/dikmen'de sağdan usul usul devam ederken beyaz bir hyundai accent'in arka camından gözlüğüme gelen antep fıstığı kabuğu her şeyi açıklar sanırım.

    bu ülkede o kadar bağnaz, geri kalmış, cehaletin esiri olmuş orospu çocuğu var ki, sana sokakta bisiklet sürdürmüyorlar. kaldırımdan sürsene lan pezevenk diye bağırıyolar. kaskına, taytına laf atıyorlar, alay ediyorlar.

    işin kötü şu söylediklerimi yapan insanlar hergün gezdiğimiz, tozduğumuz, selam verip tokalaştığımız insanlar. başkalarının davranışlarına saygı göstermek veya biraz edepli olmak, hoşgörülü olmak gibi kavramlardan çok uzaklaşmışız artık. gitgide daha cahil oluyoruz, cehalet cehaleti getiriyor ve git gide daha cahil bir toplum oluyoruz. ve bir allahın kulu da ağzını açıp bir şey demiyor.
  • bir köye giden ormanlarla çevrili eski ve dar bir yoldayız. yanımda sevdiğim, tepemizde güneş. klima bile şikayetçi durumdan, sanki yarım çalışıyor. köy yolu dedim ama oyuncak tren yolunun raylarını yanlış yerleştirmişler sanki. viraj üstüne viraj, bir sağa, bir sola, sonra tekrar sola, tekrar sağa. tek şerit geliş ve tek şerit gidiş var, bazı yerlerde o bile yok. öyle ki her viraj bir heyecan, biraz dikkatsizlikle karşıdan gelenle burun buruna olmak gayet olası.

    belki 40, belki 50 dakika oldu. hala dönüyoruz. bir viraj daha aldık ve önümde bisikletçiler. 4 kişi, tek sıra halinde dizilmişler. karşı şeritten gelen bir araba var. geçsem geçerim aslında ama biliyorum, o bisikletçileri de rahatsız eder, yolun kenarına sıkıştırırım. yavaşladım. önümdeki dörtlünün en sonundaki fark etti durumu. teşekkür etti eliyle. bisikletçilerin kendilerine has işaretleri var. buna rağmen ilk kez görsen de şıp diye anlıyorsun.

    artık tempomuzu önümüzdeki dörtlü belirliyor. bakmadım o an ne kadar hızlı gittiğime, önümdeki dörtlüyü izleyip daldım düşüncelere. bitkinim aslında. dakikalardır direksiyonu bir o yana bir bu yana kırmaktan harap düşmüşüm. oysa ki önümdeki dörtlü aynı yolu bisikletle yapmışlar. takdirlerim onlarla.

    neden sonra dönüyorum gerçek dünyaya ve bir problem beliriyor önümde. onları sollayamam. virajlar o kadar sık ki; dört kişilik bir bisiklet grubunu sollamaya çalışmak bile tehlikeli. ölçüp biçiyorum, sollamak için hızlandığımda önümdeki virajdan bir araç çıkarsa sonu felaket olur. tek başıma olsam alırım o riski ama sevdiğim yan koltukta.

    tam bu düşüncelerle boğuşurken önümdeki dörtlünün en önündeki bisikletli kaldırıyor elini. yine ilk kez gördüğüm bir işaret ama fazlasıyla anlaşılır. geç diyor, önün serbest. benim göremediğim virajı benim için görüyor. ah diyorum, işte buna ihtiyacım vardı. aslında insan ilk kez gördüğü birine güvenmez değil mi? neden bilmiyorum, trafikte bisikletçilere güvenilebileceğine dair bir ön kabulüm var. ne de olsa onlar bizim gibi makinelerin köleleri değil, öyle değil mi? tereddüt bile etmeden direksiyonu karşı şeride kırarak hızlanıyorum. yanlarından geçerken kornamla selamımı veriyorum, zilleriyle karşılık veriyorlar.

    sevgilime dönüyorum, "ne kadar da güzel bir an oldu değil mi?" diyorum. "evet" diyor yüzünde açıp içimi aydınlatan gülümsemesiyle, "çok hoştu." elini tutuyorum. "güzellikler bizimle" diyorum. gülümsüyor. gülümsemesini seviyorum.
hesabın var mı? giriş yap