• adinin masal olduguna kanip cocuguna falan okutan ebeveynleri dumur edebilir. bastan asagi erotizm, escinsellik ve entrika dolu. cocuk elden gidiverir maazallah
  • masalın içinde masal anlatılan, belli bir yerden sonra masalın başını anlamanın imkansızlaştığı eser.milyonlarca fantazi de içerir aynı zamanda, zaten koca bir adamın 3 sene boyunca çocuk masallarıyla avunması da beklenemez herhalde.
  • binbir gece masalları dünya edebiyatına,sinemasına ,müziğine çoğu zaman ilham kaynağı olmuştur fikrimce..müthiş bir imgeleme içeren bu masallar modernize edildiğinde önümüze çok tanıdık rekor kıran edebiyat ve sinema eserleri olarak çıkarlar..umberto econun baudolinosonu ya da g.g.marquezin yüzyıllık yalnızlığını okurken, binbir gece masallarından bir masal tadı alabilirsiniz.
    eşcinsellik, grup seks, kadın ve erkek vücudunun en mahrem yerine kadar tasviri o kadar doğal anlatılır ki tuhaf olanın bugünkü zaman mı yoksa o zaman mı olduğunu anlayamazsınız!
    okuyun derim..ufkunuz açılır, hayalgücünüz zenginleşir:)
  • yıllarca doğru düzgün okumadığım için pişman olduğum, okuduktan sonra harcadığım zamana acıdığım masallar zinciri. kimi nasıl etkilediğinden bağımsız olarak gözümde bulvar gazetesinin erotik fanteziler köşesi kadar değeri yok maalesef. malumunuz erkek bu konularda biraz öküzdür. olaya salt edebiyat, fantezi ve kurgu olarak bakıp geçebilir ama içeriğindeki eril dil ve kadınlara atfedilen roller bir erkek olarak beni bile ürküttü. bonus olarak başından sonuna zenci ırkçılığı var. gerçi ırkçılığın sebebi anladığım kadarıyla büllük kompleksinden ötürü geliyor. masallarda zencili kısımların neredeyse hepsinde hem fakir hem siki büyük babında aşağılamalar mevcut.

    bunları boş verelim. olaya hadi sanat olarak bakalım diyorum. o da olmuyor. kobol tanrıları affetsin. başlık altında terbiyesizin biri bu masallar yanında tolkien'in dünyası küçük kalır demiş. lan ben başka bir şey mi okudum diye iki kere kontrol ettim sırf bu yüzden. bakın hiç okumamış olanlar için ufak bir örnek veriyorum. bütün bakış açısını, derinliğini, o dillere destan fantezilerini tek örnekte çözersiniz.

    kırk küsürüncü masalda meşhur prens şarkan'ın olayları başlıyor. orduyu toplayıp rum topraklarına yardırırken varış noktasına yakın bir yerde atının üzerinde uyuya kalır ve gözünü ormanda nehire yakın bir yerde açar. lan noliy filan derken karşıya bakınca çırıl çıplak halde güreşen bir grup rum kızı olduğunu görür. greko-romen mi yoksa yağlı güreş mi olduğunu bilmiyoruz zira üç sayfa içlerindeki en güçlü en güzel kızın dolgun memeleriyle hilal gibi kalçalarını okuyoruz. gerçi yağlı güreş olsa kıçlarında peştemal olur da neyse. seksi pehlivan kızımız güneş doğana kadar herkesi devirmeye ant etmiş önüne geleni devirirken yaşlı bir kadın (cadı) gelir. ne sebepten, nasıl, nereden geldiği belli değildir. tam street fighter'da oyun sonuna gelmişken jeton atan piç gibi çıka gelir ve baş pehlivanımıza here comes a new challenger çeker. bu çirozlar ne anlar güreşten, götün yiyorsa gel benimle kapış der. ve yine her nedense çıplak dövüşmeleri gerektiğini söyler. (burada benim günahım yok. ilk betimlemede hepsi çıplaktı. cadıyı görünce saygıdan giyindiler demek ki.) sonra iki satır boyunca cadının kuru götüne nazaran kızın nasıl bıngıl bıngıl olduğunu okuruz. yine tam bu noktada cadının amıyla götüyle ilgili çok enteresan tabirler var ama midenizi bulandırmak istemiyorum. neyse sonra cadı lui-kang gibi yılana/ejdere dönüşür, ara sıra kendi kılığına döner derken finali osurukla yapar. evet. yanlış okumadınız. yaşlı kadın böyle jimnastikçilerin ikili salto attığı gibi kırmızı perfecte gelince iki kere zart zart diye osurur ve yerden toz duman kaldırır. o arada ne olduğu anlatılmaz ve birden kızın cadıdan özür dilediği sahneye geçeriz. gerçekten açıklaması yok. lan bu nasıl masal amk? demeye kalmadan bizim prens sahneye dalar ki o daha gariptir. hiç abartmadan direkt kitapdan alıntılıyorum:

    şarkan (tarkan'ın çakması gibi evet) da içinden, "bahtın gereği ne olursa olsun, her zaman bir şeye yaradığı görülmüştür. atımda uyuyup kalmak, sonra da burada uyanmak bahtımda varmış; bu da benim hayrıma oldu. çünkü kasları mükemmel bu güreşçi kız ve daha az baş döndürücü olmayan on arkadaşı arzumun çimenliğini ateşe verdiler!" demiş ve seglavi-cedran atına atlayarak onu çimenliğe doğru sürmüş; elinde de kınından sıyırdığı kılıcı varmış; at usta elden atılmış bir ok gibi fırlamış ve şarkan, çimenliğe ulaşır ulaşmaz, allahu ekber! diye haykırmış.

    ahahahaha. lan arzunun çimenliği yandıysa yandı (o nasıl bir azdım tasviriyse artık) da karıların üzerine at sürüp kılıç çekmek nedir? arapların durum ne olursa olsun her olaya şiddet ve allahu ekber nidalarıyla dalmasının da bir gelenek olduğunu anlıyoruz burdan. tabi güzel kız da aynı tepkiyi verir. sonrasında özetle; prens beyefendi, kıza el ense çekip gel o zaman kapışak. el mi yaman bey mi yaman görek. sen beni yenersen istediğin kadar para veririm. eğer ben seni yenersem haremime götürür sıkılana kadar sikerim diyor. yani şu aşağıda alıntıladığım satırlardan çıkardığım o.

    sana söz veriyorum ki, ey genç kız, silahlarıma asla dokunmayacağım. ve seninle ancak senin istediğin koşullarda dövüşeceğim. şayet yenilirsem, kurtarmalığımı sağlayacak yeter param var; ama eğer yenersem, sana sahip olacağım. krallara layık bir ganimetsin sen! bunu sana allah'ın duası ve barışı üzerine olası peygamberimiz'in şanı hürmetine yeminle söylüyorum" demiş.

    bundan sonrası ise cübbeli ahmet'in hafif erotik cuma hutbesi gibi. kız bunu alıp sarayına götürüyor. etrafta sürekli bir izzeti ikram, şarkılı türkülü sıra gecesi ortamı var. arap olan kahramanımız araplığına yakışır biçimde sürekli allah kitap peygamber üstüne yeminler ediyor. bol bol nar gibi kızarmış etlerden, ince işçilikli kıyafetlerden, çift distil fiskilerden, bilumum narenciye ve gölgelik yerlerden, bittabi ki kuş sütü ve huri gibi kızların tomurcuklu memintolarından bahsediyor. olay presin güzel kızı ve kankilerini orciye dahil ettiği zamana kadar böyle devam ediyor. hatta gelecek kısımlarda hareminde üç yüz küsür kadın olan kayınpederi bile bu pehlivan kıza kösmeye çalışıyor.

    bakın daha hiç hristiyan, yahudi ve zencilerin aşağılandığı, ensestin tillahının döndüğü konulara gelemedim. çünkü ondan önce aldatmalı, swingerlı, golden showerlı, bol zenci pipili olaylar var. bir de masallarda kadınlar öyle bir anlatıyor ki sanarsın yazar bütün masalı otuzbir sonrası pişmanlık (rumca: post ejaculation syndrome) anında yazmış. çünkü bütün olayı onların üzerine kuruyor ama kurarken de tiksiniyormuş gibi bir tavrı var. kadınların işi gücü sürekli büyü vudu şer bela fişteklemek. yaşlı kadınlar ise ekseriyetiyle cadı olup görevleri pusuya yatmak. en olmadık yerden fırlayıp ultileri çakıyorlar arka arkaya. bu başrol şarkan ise one punch man gibi adam. kadının götünü manav tezgahı gibi iki saat anlatan masalda şarkan önüne gelene tek atıyor. kılıcı bir koyuyor, boyun kirişinden başlayıp kasıktan çıkarak rakibi ikiye bölüyor. bir de çok büyük amsalak bu şarkan. bugün yaşasa bulgaristan'dan arayıp para isteyen karıların uğruna bağdat'ı satar. anlatsan güneş altında konuşacak söz kalmaz.

    bence bunun bazı kısımlarını umut sarıkaya'nın arap olan büyük büyük dedesi yazmış. böyle içinde ağır bir taşak var ama hemen anlayamıyorsun da sonra her olur olmadık yerde aklına geldiğinde ağzıdan salyalar saçarak gülüyorsun ya. hah işte bu masallar tam o hissi yaşatıyor kaç gündür bana. mesela yukarıda örneğini verdiğim kısımda aksaray pavyonu gibi prense sürekli yanar dönerli tropik meyve yaslayıp masaya rus konsomatris gönderdikleri çalgılı çengili bir bölüm var ki naber dergisine koysan sırıtmaz.

    şarkı bitince kız susmuş. bunun üzerine, sazlardan birini çalan bir genç kız, şarkan'ın ne olduğunu bilemediği rumca bir şarkı okumaya başlamış. birinin bırakıp ötekinin aldığı bu karşılıklı söylenen hazin şarkı, sanki bir flütün bağrından kopmuşçasına tatlıymış. genç kız, şarkan'a ey müslüman(uyuma) bu şarkıyı anladın mı? diye sormuş. şarkan da, "gerçeği söylemek gerekirse, sözlerinden hiçbir şey anlamadım, fakat müziği ve ritmi beni çok etkiledi,(askldjasdk lan sen nasıl bir meriç'sin şarkan) gülen dişlerinin parlaklığı ve çalgıda dolaşan parmakların çevikliği beni sınırsız mutlandırdı" demiş. kız bunu duyunca gülmüş ve şarkan'a "peki, şarkan ben sana bir arap şarkısı söylersem, ne yaparsın, ha? söyle bakayım ne yaparsın?(silahı yan tutup tehditler savuran zenci repçi gibi) diye yanıt vermiş. o zaman kız udunun tonunu ve ritmini değiştirmiş; bir iki mızrap vurduktan sonra, şairin şu dizelerini şarkı halinde söylemiş:

    çiçek gibi tazecik, kıymetli bitanecik, ana sütü gibi tertemiz.
    dudu dudu dilleri lıkır lıkır içmeli, gözleri deryaağğ deniz!

    şarkan'da bunun üzerine; adım şarkan diye bana kelime esprisi mi yapıyorsun? ayrıca nedir ülen bu tarkan'dan çektiğimiz. içinde her darbuka olan şarkıya veri ekzotik, her kemerli burunu olan esmer adama fakin arab diyorsunuz amına kodumun kefereleri allahu ekber! demiş ve fünyesini çektiği bombayı patlatmış. asdjkasdjk.

    tamam son kısmı ben uydurdum ama her masal şarkan ve türevlerinin bizim kartal tibet'in tarkan'ı gibi filmde rolü olan her kadını bafilemesiyle bitiyor. arada isimler cisimler değişiyor fakat aynı saçma bayık betimlemelerle fake taxi senaryoları devam ediyor. bunun koca ciltlerini okuyacağınıza şark temalı porno filmleri izleyin en azından bir kaç hareket kaparsınız. haliyle insan bu mu lan o kadar övülen sembolizm, okültizm zart zurt kokuyor dediğiniz eser demekten kendisini alamıyor. lan zaten bütün dünyaya yayılıp ezoterik olduğu iddia edilen eser mi olur? o olsa olsa anca madonna'nın bilekliğini takıp 20 dolara satın aldığı kabala kitabı olur. kısacası bunu okuyup tahin pekmez gibi öven sözlükçünün, tolkien eserleriyle karşılaştıranın güdüğün, feyz alıp öven batılının ayrı ayrı kafasını sikeyim afedersin.
  • psikanalitik masal incelemelerinin doğu ayağıdır.

    binbir gece masalları en basit hali ile yine id-ego-süperego savaşıdır. öncelikle burada değinmek istediğim husus peri masallarının biçimcilik, tarihsel ya da psikanalitik okuma ve nicesi ile analiz edilebilecek geniş bir tema skalasına sahip olduğudur. her birinden ilginç sonuçlar çıkmasına rağmen, bazen bir kuram diğerini kabul etmemekte, bazen de kuramlar birleşip daha farklı açılımlar getirilebilmektedir. bu yüzden eğer bir eser psikanalitik olarak ele alınacaksa, orada id/ego/süperego üçlüsünün varlığı kaçınılmazdır. bazen "her şey de bunlar etrafında mı dönüyor?" şeklinde yorumlarla karşılaşılabilir. hayır, elbette ki her şey değil ama birçok şey dönüyor. bir şekilde, insan zihni ilkel, medeni(!), sosyal yönlerini bir isimle tarif etme ihtiyacındadır. bunun etkisi ortaçağlarda zirve noktasına ulaşmıştır mystery plays, morality plays gibi tiyatral gösterilerde somut kavramlar oyun içerisinde karaktermiş gibi gösterilir. örneğin ihanet bir karakterken, bir başka karakter de erdem adını taşır. alegorik yapı üzerine oturtulmuş bu eserlerde öncelikli amaç dinsel olsa da, insansal yönünden baktığımızda soyut kavramların somutlaştırılma ihtiyacının bir göstergesidirir. bunun en güzel örneği de everyman adlı oyundur.

    konumuza dönecek olursak, binbir gece masalları da aynı bir ortaçağ eseri gibi düşünüldüğünde güzel sonuçlar elde edilebilir. olay örgüsünde görülüyor ki, hükümdar şehriyar eşinin onu aldattığını öğrendikten sonra, hiçbir kadına bağlanmamaya, aksine şehvetsel br hayat yaşamaya and içiyor. çoğu hikayede karakter değişimi hikayenin ortasında, climaxini oluştururken, bu masal tam tersi karakterin dönüşümü ile açılıyor. burada öne çıkan kavram ihanet ve şehriyar aldatılmış kişi olarak bunu yansıtan kişi konumunda. bu olaydan sonra hükümdar, her gece bakire bir kız ile yatıyor ve sabahına onu öldürtüyor. masallarda yine dikkat edilmesi gereken nokta somutlaştırmanın soyutluğunu okuyabilmek. aslında burada cinayet olarak somutlaştırılan nokta şehriyar'ın içsel dünyası. ihanete uğramış olan şehriyar, öldüğünü hisseder çünkü aldatan karısına gerçekten aşıktır. bu nedenle ölmemek adına öldürmeye başlar. bakire teması da burada basit bir zar olarak algılanmamalı, yatmak hususunun da sadece cinsel ilişki olarak algılanmaması gerektiği gibi. şehriyar aslında günlük hayatta karşımıza çıkan bir karakter. aldatılmış ve bunun yarattığı doluluğu karşısındaki masum insanlardan boşaltmaya çalışan bir porte. hatta kişi, bunu yapıyor olduğunun farkında bile olmadan, "güven sorunları" yaşadığını düşünebilir. kısa süreli ilişkiler içerisinde, kişiden kişiye seri geçişler gösteren aldatılan kişi, şehriyar gibi bir neden göstermeden, ya da geçerliliği mantıksal yönden zayıf olan nedenler (bahane) ler göstererek bakireyi öldürür. burada bakireyi öldürmek demek, onu masumca seven insan(lar)ı, kendi aldatılmışlığından gelen bastırılmış öfke, pişmanlık, yoğun hayal kırıklığı ile terk etmesidir. bunun bir diğer nedeni de yansıma olabilir, "sevmek" korkulacak bir hissiyat haline geldiğinden aldatılan kişi için, karşısında bu fiili gerçekleştiren yani "seven" birini gördüğünde onu öldürme güdüsünü harekete geçirir. çünkü kendi sevmiş ve öldürülmüştür. o nedenle seven öldürülmelidir. yani seven, terk edilmelidir.

    bu noktadan bakıldığında aldatılan kişi "mantıklı" davrandığını düşünmektedir. neden? çünkü, aldatılmanın yinelenmemesi için var olan potansiyeli ortadan kaldırmıştır. şehriyar'ın yattığı kadınları sabaha öldürmesi gibi. fakat ortada aslında tam tersi bir durum vardır. kişi, kimse ile ilişki de yaşamayabilir, yani kimse ile bir ilişki yaşamamayı tercih ederek de kendini koruyabilir. aslında "mantıklı" düşündüğünü zanneden birey, id'in güdümü altındadır. şehriyar hiçbir kadın ile de yatmayabilir, aldatılan ruhunu ve bedenini hiç kimse ile de paylaşmayabilirdi. bunu yapmasına rağmen "yattığı" kadınları öldürmek için sabaha kadar da beklemeybilirdi. gerçek hayatta da aldatılan kişi "sabah"a kadar beklemeyi tercih ediyor, çünkü sevme ihtiyacı güdüyor, bunu gidermek istiyor. fakat, bir müddet sonra "sevmek" eylemi ağır bastığında geçmişin bugününe taşıdıklarından sıyrılamıyor ve ilişkiyi "öldürüyor".

    şehrazat ise tam tersi egoyu temsil eden karakter konumunda. şehrazat ülkede kalan son bakire olarak bir şekilde kendini korumak mecburiyetinde. burada "adatılan kişinin karşısına gerçek aşk" çıkıyor diye sığ bir yorum yapanı sığ sularda boğarım. aslında şehrazat da şehriyar'ın bir parçası. hoop dönüyoruz yine en baştaki somutlaştırmaya. bu masal, post-modern roman değil, "aaa aslında şehriyar inceptionmış, karakter içinde karakter varmış" şeklinde edebiyat tekniklerinin gösterilebileceği bir saha değil. bir şekilde şehriyar'ın mantığının su yüzüne çıkması ve somutlaştırılması gerekiyor bu da şehrazat aracılığı ile gerçekleştirliyor. burada bir konu sıçrayışı olacak ama fabllara bakıldığında iyi-kötü karater ve olay kavramları daha kesin, keskin ve siyah- beyazdır. hemen bir örnek vermek gerekirse karınca ve ağustos böceği sunulabilir. çocuklar bu tür anlatımları dinlediklerinde kendilerini bir karakter ile özdeşleştirme ihtiyacı duyarlar, ağustos böceği ne kadar da çekici değil mi? oynuyor, zıplıyor, şarkı söylüyor bir çocuk için çok cezbedici elbette onu seçiyor kendine. lakin, fablın sonuna gelindiğinde karınca son sözü söylüyor ve çocuk için yıkım! fabllarda geçişler çok kısa, ani ve vurucudur. çocuğa ikinci bir şans tanıma olayı yoktur. çocuk baştan kendini kötü karaterle eşleştirdiğini bilmediğinden fablın sonunda kendini suçlu görür. oysa masallarda karakterle değişim içerisinde olabilirler. kötü olarak nitelendirilen bir karakter iyileşebilir ya da iyi karakter kötüleşebilir. burada çocuk insan doğasının değişken olduğunu algılar. kötü karakteri kendine benzettiğinde onun iyi olması çocuğa vurucu bir etki yerine, daha sağlıklı bir sonuç sağlar. şehriyar da bu çerçeveden bakıldığında egosuna tekrar kavuşmaya başladıkça, "mantıklı" tutumlara tutundukça id'in koşumundan kurtulmaya başlar.

    bu nedenle, her şey aşka yorulmaya çok sevildiğinden, bu masal da çoğu zaman bu açıdan yorumlanır. oysa şehriyar'ın bildungudur bu, şehriyar'ın içsel mücadelesidir. güveni, sevmeyi, paylaşmayı tekrar yaşayabilmesidir. aslında çok da önemlidir çünkü 19.yy ile beraber bildungsromanlar fazlası ile önem kazanmış, dickens, bronte ve ileriki yazarlar romanlarında karakter gelişimini, içsel mücadeleleri, çelişkileri, çelişmeleri yazmışlardır. masallar bunların kısaltılmış, sembolik ve ana formlarıdır aslında. sadece zor olan, kısa olmalarından, romanla kıyaslandığından materyal olarak daha az bolluktan yoğun analiz, fazla çağrışım gerektirmeleridir.
  • biraz önce, feysbuk vatanseveri olup olmadığını bilmediğim bir feysbuk arkadaşımın profilinde gördüğüme göre, türk kültürünün bir parçası olduğunu düşünenler varmış.

    iran'ın çok uzun zaman türklerin elinde olduğu ve şu anki nüfusu içinde de türk kökenlilerin çok fazla olduğundan hareketle, bu masallar türk kültüründen sayılmalıymış.

    bu perspektife katılmamakla birlikte, bunu tartışmıyorum. doğrudur yanlıştır, o başka bir şey. "kültür tekeline" ise zaten karşıyım.

    ama sizden ricam, eğer siz böyle düşünmeye yatkınsanız, binbir gece masalları'nı birazcık da olsa okumuş olun.

    "o da bizim, bunu da biz yaptık, şunu da biz bulduk, çünkü bütün dünya türk zaten" diyen arkadaşlar genelde muhafazakar oluyorlar. "dini ve ahlaki değerleri" çok yükseklerde oluyor. ben öyle diyenlerden olmayarak, feci tinerciyim mesela. in tiner we trust.

    neyse konu bu da değil, iyice dağıtmadan şeyedeyim artık...

    bu muhafazakar arkadaşlar, ellerine o masalların herhangi birini alıp okusunlar. masallardaki cinselliğin ve bilinmeden yaşanan ensestin haddi hesabının olmadığını görsünler. karakterlerin başlarına gelenleri kendileri okusunlar.

    ha bunlar beni bozmaz. ben zaten tinerciyim.

    ama vatan millet din ahlak diyorsan, seni bozar.
  • tüm anormalliğimi, bunların tamamen alim şerif onaran çevirisi orjinallerini, 12 yaşımda iken, köyde annemin babasının gizli kalmış mükemmel kütüphanesinde tesadüfen bulup okumama borçlu olduğum, bende yeri ayrı yetişkin masalları silsilesi.

    işin en eğlenceli tarafı ise, annemin o koca kara kaplı kitapları, isminden yola çıkarak "oku oku, masallar işte ne güzel" diyerek beni desteklemiş olması. o ilk sayfalardaki giyotin masalı ile başlayan mevzuları ise anlatmadım tabi ki de anneme. o da desteklemeye devam etmişti. sonra vay benim evladım niye böyle.
  • birinci cildini yeni bitirmiş olarak diyebilirim ki; hikayelerdeki hemen hemen her kadının erkek budalası olduğu, her kadının her fırsatta soyunup önüne gelenin kucağına atladığı, kadınlarda insanlık namına en ufak kırıntı barınmayan doğu kültüründeki kadının yerini çok güzel biçimde sergileyen eserimsi. erkekler de tam tersi sütten çıkmış ak kaşık, hepsi birer melek, hepsi birer küçük emrah edası ile kadınlardan darbe yemiş savunmasız zavallıcıklar adeta.

    ömrümde bu kadar iğrenç kadın tasviri görmedim; ya tanımadıkları adamlarla düzüşüyorlar, ya büyücülük yapıp kocalarını taş ediyorlar ya da hayvan kılığına sokuyorlar, ya cinlerle sevgili oluyorlar ya da zencilerle kocalarını aldatıyorlar. yalnız aldatırken özellikle zencileri seçmeleri ilginç bir detay. zencilere karşı ırkçılığın hangi zihinlerden ve ne sebeple yola çıktığını da anlamış oldum böylelikle, bir takım küçük çüklüler işi gücü bırakmış uzun yıllar boyunca zenci ve kadın düşmanlığı yapmış masallarında bile. kadın düşmanlığını böyle böyle aşılamışlar nesiller boyu.
  • binbir gece dizisinde onur aksal'ın hayatında okuduğu ilk ve tek kitapdır.
    tek okuduğu kitap olunca da masallardan etkilenmesine ve dizide, bin bölümdür şehrazat'ın peşinde şaşkın şaşkın koşmasına şaşmamalıdır.
hesabın var mı? giriş yap