• ben size biraz özlediğim beyoğlu'nu ve kendi hikayemi anlatayım. yalnız içinde bol miktarda heavy metal olacak. bu corona günlerinde nedense geçmişteki güzel anılar geldi aklıma.

    2005-2006 sezonu. o dönem kız arkadaşımdan ayrılmışım, 6-8 ay geçmiş, atlatmaya çalışıyorum. kadıköy'de girmediğim bar yok ama keyif vermiyordu. hayat 22:00'da bitiyordu, maksimum canlı müzik 2'e kadar sürerdi, sonrasında vasıta bile kalmazdı. beyoğlu daha az bildiğim bir yerdi ama sonraları hem burada yaşayacak hem de çok sevecektim. çünkü burada hayat hiç bitmiyordu. gece 2'de bile kalabalıktan yürüyemezdiniz. bir arkadaşım vardı. alttakine benzer bir konuşma yaşamıştık.

    - taksim'de bir mekan açılmış. sadece metal çalıyorlar ve büyük bir mekan!
    +hadi oradan, öyle metal çalan yer mi olur, olsa kadıköy'de olurdu.
    -adı ne?
    +durak.
    -durak diye bar adı mı olur? iett gibi?
    +dorock heavy metal club. (not: mekan kapanmıştır ve dorock xl(kadıköy) ile alakası yoktur.)

    arada kadıköy'e çıktığımızda tanıdık müzisyenlerden ismini duymaya başladık. evet bir gün gittik.

    gördüğüm manzara inanılmazdı. cumartesi günüydü. gece 2 civarıydı. içeride bir grup vardı. iri bir vokal, uzun saçlı bas gitar çalıyor. gerçekten öyle bir atmosfer ki bu anlatamam. basık bir mekandı, üstten de sahne izlenirdi, yukarı bakınca bir sürü insan görürdünüz, ağzına kadar doluydu. içerisi dumanaltıydı. sıcaktı ve yazdı. o zamanlar sigara serbest tabii. herkes headbang yapıyordu.

    cennetteyim dedim. ben böyle mekanlar sadece amerika'da olur sanırdım, türkiye'de olma ihtimali yoktu. orada kimseye ihtiyacım yoktu, orada bira hariç en ufak şeye ihtiyacım yoktu.

    öyle dandirik pop, pop-rock değil, taş gibi thrash metal, death metal çalıyorlardı. arka arkaya iced earth, kreator, pantera, slayer, amon amarth... gerçek gitarlarla yüksek watt amfilerle çalıyorlardı. ben hayatımda mp3 harici kreator çalan grup dinlememiştim. öyle ki şarkıların yarısı yabancıydı bana bile. yüksek watt amfinin karşısında içinizden gitarlar geçerdi.

    o günlerde kadıköy'e bir daha hiç uğramadım. klasik olarak önce nevizade, bazen caravan sonra dorock'a gidilirdi. haftanın 2 günü bu mekandaydım. kız vs. aşk acısı hiç birisi umurumda değildi. müzik tamamen içine çekiyordu beni. bilmeyenler için hard'n'heavy, heavy-metal, hard rock, glam'in yaşandığı "caravan-katharsis-dorock" 3lüsü ve tabii ki:
    (bkz: katharsis caravan 45'lik)

    o dönemlerde taksim'deki kitapçılar, mekanlar, atlas pasajı, balık çarşısı, tünel o kadar orjinal geliyordu ki anlatamam. kitapçılarda saatlerde gezerdim. en büyük hobim haftasonu caravan-katharsis'den önce kitapçıdan kitap almak ve 1 hafta içinde bitirmekti. bu döngü iyi hissettirirdi beni.

    bir gün tarlabaşını öğrendim. hatta orada kaldım. korkmadım desem yalan olur. ilk defa travestileri burada görmüştüm. takılan bir arkadaşım şey demişti: "ne olursa olsun yolda yürürken sarhoş olduğunu belli etme, asla yan sokaklara sapma." bu tavsiyeye hep uydum.

    evin önünden sarı dolmuşla veya 112 ile gece 1'de kafam bozulunca taksim'e geçtiğim çok olmuştur. cuma gitmek ise standart bir şeydi. 3-5 sene boyunca gitmediğim cuma yoktur. gittiğim mekanlarda bir süreden sonra herkesin siması tanıdık gelmeye başladı. özellikle metal anlamında kemik bir kesim vardı ve otomatik selam veriyordunuz.

    öyle ki bu olaylardan yıllar sonra şöyle 1-2 anımı aktarayım.
    -2018'de dorock'da içiyorum, biri geldi yanıma, gece 3 filan. dostum seni tanıyorum. caravan'a çok takılırdın, ben orada çalışırdım dedi. seni gördüğüme mutlu oldum, tanıdık yüzler yok artık dedi. gitti bana bira ısmarladı.
    -2019 ağaç ev'deyim, bir kız geldi yanıma. ya ben seni tanıyorum dedi. (ben kızı gram hatırlamıyorum bu arada.) caravan'da dorock'da görürdüm dedi. sonra içini çekti "ama artık evliyim" dedi. ben de "takma, olur öyle ben hala bekarım" dedim. önerir misin dedim? hayır evlenme, zaten sende evlenecek tip yok dedi, geçmişte de yoktu dedi. gülüştük. sonra zulasından viski çıkardı, hadi içelim dedi.

    en büyük hayallerimden biri müzik grubu kurarak çeşitli barlarda sahne almak ve kız arkadaşımla taksimde yaşamaktı. her 2'sini de yaptım. hem de uzun seneler boyunca. haftada 1 stüdyo, 1 konser, 1 kere gece takılmaca şeklinde yoğun bir hayatım vardı.

    o günleri düşündüğümde duygulanıyorum. hepsi rüya gibi. hep 40'lı yaşlarıma geldiğimde bile beyoğlu olacaktı, kar içinde yürüyecektim. emek sinamasına gidecektim nevizade'de içecektim. şimdilerde 50'lerinde giden abiler gibi olacağımı düşünürdüm. canım sıkılacaktı, dorock-caravan-katharsis'e gidip 2-3 bira içerek kendime gelecektim. gece sonunda bambi'e gidip kaşarlı dürüm döner yiyecektim ama 2013'den sonra gezi olayları ile taksim o kadar değişti ki...

    2013 sonrası sarı dolmuşlar kaldırıldı. 110 ve 112 otobüs hatları kaldırıldı. ulaşım zor hale geldi. gezi olayları yüzünden çoğu mekan müşteri kaybetti. çevreye beton döktüler, yolları kapattılar. mekanlar tek tek düşmeye başladı. masaların dışarıda olmasına engel getirdiler. bir çok mekana yüksek db müzik sebebiyle sonu gelmez cezaler kesildi. bildiğim bir çok bar ve mekan kapandı. yolları delik deşik ettiler. nasıl olduysa arap mekanına dönüştü. akıl alır gibi değil. 10 sene önce bunu söyleseler hadi oradan derim.

    müzikle ilgilenirken her hafta düzenli gittiğimiz çeşitli stüdyolar vardı hepsi kapandı. beni en çok etkileyen 2019'da dorock heavy metal club'ın kapanması olmuştur. son 1 seneki kadar kötü müşteri görmedim. bunun yanında bir çok kötü anı oluşturdu bende de.

    2018 civarı geçirdiğim kötü 1 seneyi, o dönem tanıştığım birkaç kişi dışında boktan erkekleri ve kadınları saymazsak, hayatımın o ana kadar en güzel günlerini o beyoğlunda geçirmişimdir. insanların sizin elinizden her şeyi alabilir, sonradan görmelik yapabilir, kendilerini sizden üstün sanabilirler veya size düşman olabilir ama yaşanmışlığınızı, gerçekleri alamazlar.

    bu arada film sonundaki jenerikten sonra aktarılan son sahne gibi olacak ama 2006 civarı gittiğimde alttaki çalıyordu. garip şekilde hatırlıyorum. coverlayan grup: murder king'di.
    kreator - forever

    (debe edit: gelen mesajlardan anladığım kadarıyla bu zamanları özleyen bir çok kişinin olması beni duygulandırdı.)
  • yıllardır para kazandırdığımız, bugünlerde palayla, silahla vatandaşa saldıran esnafının geçmişi 6-7 eylül olayları sonrası gayrimüslimlerin mallarını ucuza kapatanlara, malını mülkünü satamadan gidenlerin mallarını sahte belgelerle üzerlerine alanlara dayanır.
  • belediye değişikliğinden sonra arapça tabelalı dükkanların kaldırılmasını umduğum ilçedir.
  • bu geceki en büyük coşkum. beyoğlu yeniden, istanbul'da kültür dünyasının kalbinin attığı yere dönüşmeli. anlamsız bir biçimde kadıköy'e emanet edilen o ruh, hızlı bir şekilde geri çağrılmalı. kitapçılar, tiyatro, sinema. taksim'den vazgeçen mekânlar ve insanlar. hepsi yavaş yavaş geri dönmeli. küllerinden doğması için bu gece bir başlangıç olur umarım.
  • dün gece tek başıma beyoğlu’nda içki içmeye karar verdim. biraz efkar dağıtırım dedim. yalnız neden efkarlıydım ondan pek bi haberim yoktu. madem öyle dedik öyle devam etsin dedim.

    adını bi çok kez duyduğum ama bi türlü gidemediğim bir bara gitmeye karar verdim. damsız alıyorlardı, şaşırdım. içeri girip barın önünde dikildim. ucuzundan bir bira söyledim. daha ikinci yudumumu alırken aşırı makyajlı bi çift gözün beni baştan aşağı süzdüğünü fark ettim. sıradan bi kıyafete sahiptim, sıradan bi fiziğim ve sıradan bi yüzüm vardı. bana mı bakıyordu acaba? sanmam. dalyan gibi adamlar vardı her bi yanımda, bence onlara bakıyordu. belki de gözü biraz şaşıydı. olsun çok güzeldi, şaşı olması hiçbir şeyi değiştirmezdi.

    dakikalar ilerledikçe kaçamak bakışları bi yana bırakmış, direkt gözlerimin içine uzun uzun, cesurca bakıyordu. bu vahşi bakışları elimi ayağımı birbirine sokmuştu. sanki vücudumda hiç kemik yoktu. elimi ayağımı nereye yaslasam direnç gösteremiyor, kayıp duruyordu. yerimde duramıyor, götümde kurt varmışçasına sürekli hareket ediyordum. heyecandan ağzımın yerini bulamıyordum. çok fazla içki içmeden, çok fazla sarhoş olmak istiyordum, ama; yarısını yere döktüğüm ucuz, sulu bi bira beni ne kadar sarhoş edebilirdi ki? belki çok sarhoş olursam o güzel sarışının bana baktığına ikna olabilirdim. çok fazla sarhoşluk için çok fazla para lazımdı. elimi cebime attım, çok fazla param yoktu.

    derken benden bi bok olmayacağını anlayan sarışın afet yanıma doğru yanaşmaya başladı. aman allahım o nasıl bi yürüyüştür. kendimden geçiyorum. içinde içki olmayan bardağı kafama dikip, bardağın içinden salınan vücudunu süzüyorum. utanmasam o an, oturduğum yerde erken boşalma süremin en hızlı zamanını bile yapabilirim. shumi halt yemiş. en hızlı benim alman dostum!

    yok yok, şu arkamdaki aşırı beyaz gömlekli, sakallı, aşırı briyantinli saçları olan esmer herife bakıyordu kesin sabahtan beri ve o’na doğru süzülüyordu şimdi de. rahat ol sen adamım! hemen ikinci biranı da söyle, ardından da yolda köpek öldüren bi şarap al ve evinde sarhoş ol. ardından belki kendini ödüllendirip osbir bile çekersin. burası zaten sana göre değil dostum.

    o da ne kokusunu alabiliyorum. ne de güzel kokuyor. hiç sesi gelmiyor. esmer şekeri çocukla pek konuşmuyorlar sanırım. ben de konuşmazdım zaten, akıllı kızmış. ama bi de dönüp arkasından bakmak istiyorum. sanırım bi ara kullanabilirim bunu fantezilerim için. bir saniye, işte sesi geldi;

    -bana bi içki ısmarlarsın sanırım

    -hey sana diyorum esmer çocuk.

    herif amma da kazmaymış ha! kıza bi içki bile ısmarlamıyor. amına koduğumun yavşağı. lan hadi benim sipalim yok. senin önünde tuttuğun arabanın anahtarlığı bile benim maaşımdan fazladır. gavat herif. du dayanamıcam dönüp bakıcam.

    -duydun çok şükür
    -ba..bana mı dedin..dediniz?
    -bırakır mısın kibar olmayı. benim gibi güzel bi kadına içki ısmarlamayacak mısın?
    -elbette....tabii. tabi. ne içersin?
    -ikimize bi viski söyle.
    -bi viski iki kamış lütfen.
    -kamış mı?
    -kamıştan emmek ister misin?
    -çok hızlısın hınzır şey. hadi sana gidelim o zaman.
    -bana olmaz.
    -neden.
    -ev çok uzak. sultançiftliğinde oturuyorum ben. hem bulaşık falan var beş günlük. evi bok götürüyor anlayacağın.
    -ahahah..çok şakacısın şeker şey seni. hayır sana gidelim.
    -e sen kaşındın hadi.

    aman allahım işte gidiyorduk. bu gece bitmesin. param da yok. oraya taksi en az 40 lira tutar. akbilim var, evet akbilim.

    -nereye?
    -durağa?
    -durağa mı?
    -evet 36t'ye bineceğiz. inince de bi 10 dk. falan yürüyeceğiz.
    -hiç böle bi şey görmedim ama, çok çekici geldi. cezbettin beni çirkin şey. hemen gidelim.

    -burası benim mahallem. sadece mecbur olanlar burada yaşar. kimse burayı sevmez. burası da benim evim. üst komşum hacıdır. görmesin siker belamı.
    -hahaha

    içeri girdik. şimdi sadece çelik kapımı açmak kalmıştı. taaa beyoğlu'ndan sultançiftliği'ne süper bi hatun getirmiştim. kız arkamda ben önde kapının kilidini açtım. içeri ilk adımımı attım. o'nun da gelmesini bekliyordum. birden kıçıma bi tekme attı. şaşırdım. n'oluyo lan dedim. sonra daha sert bi tekme attı. böyle seviyor herhalde dedim. ben de atayım mı lan diye içimden geçirdim. tekme sallamaya çalıştım ama bi türlü atamadım. sanki diğer tarafa dönemiyordum. ben tekme atmaya çalıştıkça arka arkaya tekmeleri kıçıma yedim. sonra bi ses duydum. biri küfür ediyordu. bi erkek sesi. babamın sesiydi bu. babam??

    -lağyn kalk yeter göt herif. gece yatmayı bilmiyon, gündüz de kalkmayı. şu yorganı sikmeyi de bırak. mındar ettin lan güzelim yün yorganı. pezevengin oğlu seni ya.

    gözümü açtım. peder bey'in sevgi dolu sözleri büyük bi huzur verdi. ayağa kalktım, peder bey'e sarılıp kıçımı kaşıdıktan sonra "iki dakika daha yatayım be baba, o kadar süre bana yeter bak valla" deyip yorganıma tekrar sıkı sıkı sarıldım. azıcık daha uyudum, sonra baya bi yaşadım.
  • -çok uzun zaman ilk defa istanbul'a geldiğimde hayran kalmıştım. sokak sanatcıları vardı. eski istanbul şarkıları söylüyor, ud vardı. keman vardı. italyanlar bağırıyor, japonlar deli gibi fotoğraf çekiyor, hindistanlılar kafalarını sallayarak geziyor, ingilizler de bildiğiniz gibi işte. hayvan gibi içiyor "olay çıksa da rezil olsak" tadında ellerinde bira dolaşıyordu.
    hayaller ülkesi gibi.
    bir sürü kitapcı, emolar, rockcular, müslümcüler, ferdiciler.
    bir sürü pup, cafe var sokak aralarında. komik gelmişti. düşünsenize bir tarafta sanki mekanın sahibi gibi burnu bir karış havada janjanlı papyonu ile garson bir hanfendiye kahve servisi yapıyor hemen yanında ki esnaf lokantasında bir emekci çorbasına ekmek doğruyor. biraz ileri de iki trans muhabbete az öte de 50'li yılların siyah beyaz fotoğraf karesinden fırlamış bir ciğerci artık etleri kedilere paslıyor.
    rüya gibiydi. ne çok kıskanmıştım beyoğlu'nu. onlarca ülke gezmiştim bu kadar renkli bu kadar ritim dolu bir belde daha yok.
    caddenin bir tarafı milano bir tarafı newyork karşısı kazablanka.
    çok söylediler hatta yalvardılar "aman oralara inme götünü keserler" dayanamadım önce ürkek sonra kararlı adımlar ile dolapdere'ye indim. fakirlik var pislik var. torbacısı, cingenesi, bir kaşı havada koli kesmek için pusuda bekleyen iti, çakalı. sanki ümit sarıkaya karıkatüründen fırlamış üç numara, yamuk kafası ve akan sümüğü ile önden mahallenin yabancısına sataşmak için önden gönderilmiş çocuklar.
    korkunç, ürkütücü, içini titreten ama bir renk var işte. bir ritim var. sanki bir orkestra şefi bir biri ile alakasız bu karmaşadan muhteşem bir ses çıkarıyor. sanki usta bir şef bu birbiri ile alakası olmayan malzemeden ağzınızı yakan, gözlerinizi acıtan ama lezzetinden vaz geçemeyeceğiniz bir şölen sunuyor.
    sonra ...
    sokaklarda ki masalar kalmış. yayalar yürüyemiyor diye.
    masalar kalktıktan sonra yıllar geçti.
    bırakın kaldırımları, mekan önlerini sokaklar masa dolu.
    bangır bangır arapça nağmeler eşliğinde. sinirli, kirli sakal ve dar paçalı tiplerin nargile alanı artık kaldırımlar, sokaklar.
    kapılarda ki çığırtkanlar, müşteriler, çalışanlar sinirli. hatta sokak kedileri bile sinirli artık.
    eski istanbul şarkıları söyleyen akardiyonlu matmezeller gitmiş. artık ya caw bella ya da izmir marşı çalan elinde plastik bir oyuncak olan 6-7 yaşında çocular var.
    emolar gitmiş, rockcular gitmiş. kaybolmuş.
    beyoğlu sokakları masa ve marbucunu fokurdatan sinirli arap kalmış. 10 tl'ye bira bulabiliyorsun.
    o masaları vermeyecektiniz. o masalar ile başladı bu yıkıntı bu çöküntü.
  • 29 mart yerel seçim sonuçlarındaki ani değişim itibariyle şaibeye en açık ilçe... yasaklar bittiği andan itibaren chp'nin tarihi farkı her saat biraz daha açılırken hokus pokus sonucunda bir anda durumlar eşitlenmiş ve şimdide akp öne geçmiştir... akp beyoğlu belediye başkan adayı mandrake'yi şimdiden tebrik ediyorum...!
  • misbah demircan'ın deyişiyle "müşterileri iç mekâna teşvik edilecek" olan semt. sayın başkan, "işletme sahipleriyle bir araya gelip sınırlı şehrimizin şıklığını ortaya çıkaracak, müşteriyi içeriye davet edecek bir düzenleme yapacağız. beyoğlu hem iş yapıyor, hem hürriyetleri koruyor, hem de orada yaşayanlara saygı gösteriyor olacak" buyurmuş. öyle ya, "sınırlı şehrimizin şıklığı" işletmelerden ve müşterilerden ibaret. kenti kent yapan yegâne unsur hâşâ ve zinhar sokaklar değil; "iç mekân." kasalar içerde zira... (bkz: eferim).

    "sınırlı şehrimizin sıklığı" sıfat tamlamasının izahını ise müstakbel bir lgs sorusu olarak not ettim.
  • istiklal'i geri alma zamanı geldi.
  • çok şükür be çok şükür. aramıza tekrar hoş geldin türkiye'nin en güzel ilçesi. taksim meydanını pakistan şehir meydanlarından hallice berbat hale getiren arapçı zihniyet kovuldu. 2-3 sene içerisinde taksim'i eskisi gibi yemyeşil, kafeleri ve barları ile güzel bir avrupai belde olarak görmek en büyük hayalim zira 2000'lerin ortasına kadar muhteşem bir yerdi.
hesabın var mı? giriş yap