• hikayenin basindaki imgeler dunyasinin sonuna dogru kayboldugu, metaforlara donustugu roman. ilginc bir sekilde fazla ilgi gormedi, daha dogrusu yeterince tartisma yaratmadi, okumayan bircok insan yalcin kucuk'un referanslariyla degerlendirdi bu kitabi.
    biraz tutunamayanlarin, aylak adamin, huzur romaninin es zamanli olarak yeniden ortaya cikmasi gibi bir durum olacak sanirim, bu roman kendi zamanini bekliyor henuz, ve yeniden ortaya ciktiginda sanirim yaninda da bilge karasu'nun gece'si olacak.

    bu romanin bir ozelligi de herkesin 15 dakikaligina sohret olmasi gibi, herkesin 1,5 sayfalik bir sohreti var. sirma, güllü baba, sengul, kibriye ana, kara hasan, çöp bakkal, trintaz fidan, naylon mustafa, cigerci, kürt cemal, kel ali, veliman, bay izak, gülbey usta, taci baba, kir hamit, dursune nine, siirli hoca, hinik alhas, simitci mikali, çamli bayram, deli dursun, çeri mahmut, lado, bolsevik memet, deli gönül, haci hasan, sini erol, mustafa gülibik, ehmail, katir emel.. kondularda kimsenin hikayesi uzun olmuyor.

    haydi de seni banta asalim
    yanigina soguk demir basalim
  • yillar sonra tekrar okuyorum bu kitabi. ses uzerine, sesin onemi ve hafizasi uzerine boyle bir kitap okumamisim. direnisin hep yeniden tekrarlandigi, nihilizmin mizahla ve sihirle dengelendigi bir kitap. bir mekansiz mekanin oykusu.
  • “berci kristin çöp masalları” istediklerini son derece sezdirimsel ve derinden, simgesel öğeleri zekice ve cömertçe kullanarak anlatabilen bir eser. neredeyse sadece dili geçmiş zamandan oluşan son derece sade anlatım diline kontrast biçimde fantastik öğelerin kullanımı son derece yaygındır. yazar bu açıdan oldukça gabriel garcia marquez’e benzemektedir. yalın bir dil ve fantastik öğeler birbirinden son derece farklı yazarların oldukça benzer bir özelliğini oluşturur.hatta eser kendi içinde yaşanılan hikayeleri, efsaneleri ve takma isimleriyle gabriel garcia marquez’ in “yüzyıllık yalnızlık” adlı kitabını andırır.

    son derece sıradan, gündelik hayatları anlatıyor gibi görünen yazar aslında kendi sosyal gelişimini yaşayan, yoktan varolan bir çöp ülkeyi anlatır. kendi içinde bir “cosmos” ülkedir çiçektepe. karanlıkta kapalı bir mekana sığınma içgüdüsüne sahip insanoğlu’nun çerden çöpten de olsa inşa ettikleri “ev”lerinden oluşan bir mahalle. yıkım makinalarına sığınma ve yerleşme içgüdüleriyle günlerce direnen ve sonunda çöpten de olsa yıkılan evlerinin kalıntılarından, çevredeki fabrikaların tabak kırıklarından da olsa rüzgarda uçuveren çatılarıyla naylondan kapılarıyla evlerine yerleşir çiçektepeliler. rüzgarın uçurduğu çatılar kapalı yerlere sığınan insanoğlunun aslında bir rüzgarla uçacak kadar güvende olduğunun simgesidir, camisinin tenekeden minaresi de uçar bu çöpten ülkenin, geceleri minareyi yani sığınma öğelerinin başka bir parçası olan tanrı’nın evinin çatısını tutmak da görev olur çiçektepelilere. son derece sağlıksız bir biçimde olsa da kendi kanunları, kendi manileri türküleri, kendi ermişlerine sahip bu çöp ülke zamanla sosyalleşmeye, şehirleşmeye başlar. çöp bayırları ve çöp evlerden oluşan bu ülkeye tüm dünyanın kuralı kapitalizm gelir. büyük fabrikalar, büyük patronlar ve küçük işçiler artar bir anda. çiçektepe’nin erkekleri yoksul ama özgür insanlardan yoksul işçilere dönüştürülür. çok ağır şartlarda çalıştırılan çiçektepenin erkekleri zamanla haklarını aramaya sendikalaşmaya başlar ve tabi ki tüm patron-işçi çatışmalarında olduğu gibi mücadele fireler de verir işçiler. çiçektepe kendi içinde minyatür bir türkiye’dir belki de alevi meselesiyle, işçi mücadelesiyle, yoksul zengin sınıf arasındaki devasa uçurumuyla, dayak yiyen ev hanımları , hem peşine düşülen hem hafif kadın damgası yiyen ağır işçileriyle, ölen alevi dedesinin “blucin” satmaya başlayan oğluyla. çöplere tutunmuş hayatların çiçektepe’ye dönüştürülen savaştepe’si en sonunda jandarma ve bankanın da çöpten ülkelerine girişiyle sıradanlaşan, sosyalleşen belki de sosyalleştikçe yozlaşan bir ülkeye dönüşür.
  • son dönemde kimlik tartışmalarında sıkça üzerinde durulan, "öteki" kavramına bir örnek niteliğinde kentin "öteki"leri üzerinde durmuş, kentli insanı ötekileştiren dünyalarıyla çöp insanlarını anlatan roman berci kristin çöp masalları. ve her şeyden evvel bir mücadelenin, kentin artıklarıyla kurulan bir yaşam mücadelesinin...gecekondulara kentli insanın gözüyle "ıyy iğrenç rezil oluyoruz elin heriflerine , hay allah ya havaalanından çık gör sen şu pisliği" diye bakanlara sert bir tokat. çünkü gecekondu bir dua gibi yeniden ve yeniden okunur rüzgara karşı, yoksulun tenekeden ve naylondan penceresinde...

    ayrıca (bkz: latife tekin kitabı)
  • latife tekin'in yepyeni bir dil denediği son derece başarılı bir roman. yayınlandığında edebiyat dünyasının şöyle omuzlarından bir sarsmıştı. mutlaka okunmalı.
  • bir gün, ihsan oktay çıkıp da "bu kitap olmasa roman dilimin yarısı olmazdı" dese hiç şaşırmam. anlattıklarına hakimiyeti, romanın katman katman doluluğu, anlattığı o kadar "acıklı masal"ı acındırmadan anlatması takdire şayan da, o nasıl bir dil kullanımıdır ben orada kaldım.

    demek latife tekin bu romanı yazar yazmaz ölseymiş 27 efsanesine bir de o katılacakmış.
  • arka fonunda hatasız kul olmaz çalmaktadır bu kitabın. öyle koyu demli, ince işlenmiş ve keyiflidir.
  • sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş konusunda güzel örnekler oluşturan kitap. çöp mahallesinin sakinleri genellikle okuma-yazma bildiğinden her ne kadar kesin bir şekilde ayıramasak da belirgin çizgiler var diyebiliriz.

    öncelikle sözlü ve yazılı kültürün ne olduğununda bahsetmekde fayda var. sizin de anliycağınız gibi sözlü kültür insanların okuyup yazma bilmediği dönemi oluşturuyor gibi görünse de yazının icadından sonra dahi uzun süre sözlü kültürün etkisi devam etti. içinde bulunduğumuz şu yılda dahi balta girmemiş ormanlar olarak nitelendirilen ve birçok kabilenin el değmeden yaşadığı bölgelerde sözlü kültür etkisini sürdürüyor.

    yazı hayatımıza girdiğinde birçok değişti ve insanlık asıl ilerlemeyi bu dönemden sonra kaydetti. yazının icadından önce insanlar toplumdaki kültür aracıları sayılan ve bilge olarak görülen yaşlılara saygı duyar onların önderliğinde ilerlerdi. yazının bulunmasından sonraysa insanlar deneyimlerini bir şekilde kayda aldı ve yaşlıların işe yaramaz hale geldi. ayrıca kaydedilen bilgi sürekli ilerleme aşamasına geldi. örneğin; sümerler yazıyı bulur bulmaz devlet kanunlarını yazıya geçirme isteği duydu. bu sayede kanunlar akılda ve ezberde tutulmak zorunda kalmayacak bu tür bilgilerin yerini bilim, sanat tarzı yeni bilgiler alıcaktı.

    bir diğer yönden incelemek gerekirse halk ozanlarını hiç düşündünüz mü? bu şairlerin okuma-yazma bilmediğini varsayarsak o kadar uzun şiirleri nasıl tekrar akılda tutabiliyorlardı. bunun üzerine yapılan bir araştırma sonucunda şairlere sözlü kültürde şairlere kafiye, redif tarzı ses benzerlikleri ve ölçülerin yardımcı olduğu baz alındı. gel gelelim bir ozana yarım saat önce okuduğu şiirir tekrar okunması istendiğinde ve söyledikleri kaydedildiğinde eserinde kullandıüı kelimelerde ve cümlelerdeki farklılıklar göze çarptı. yani insan yarım saat önce kendi yazdığı şiiri tekrarlarken bile birebir aynısını elde edemiyorsa sözlü kültürdeki destanlar vs. ne kadar güvenilir?

    bir diğer yönden incelemek gerekirse sözlü kültür ve yazılı kültürdeki düşünce yapısının büyük farklılıklar gösterdiğini söyleyebiliriz. ilk farklılığa örnek vermek gerekirse;

    soyut-somut düşünce farkı dikkat çekici bir mesele olarak karşımıza çıkıyor.

    walter ong'un sözlü kültürün psikodinamiği adlı eserinde bu konuyla ilgili birçok örnek bulunabilir. şöyle ki; luria ve ekibi bir çayhaneye gidiyor ve burda bulunanların kültürlerine hakim olan inanlar olduklarından deneyleri için yeterli zeka seviyesine sahip olduklarına karar veriliyor. okuma-yazma bilmeyen bu kişilere çeşitli geometrik şekiller gösterdildiğinde daireye tabak, elek, kova kareye ise aynak, kapı gibi benzetmeler kullandıkları görülüyor. anlaşıldığı üzere denekler daire, kare gibi akılda yer alan soyut kavramlar yerine günlük yaşamda kullandıkları somut kavramlara yöneliyorlar.

    luria deneyin devamında bir köylüden iki kelimeyle "ağaç nedir?" sorusunu cevaplamasını ister ve aldığı cevap aslında türkiye toplumu için alışıldık sayılabilir.

    cevap: iki kelimeyle mi? elma ağacı, kara ağaç, kavak.

    görüldüğü gibi somut örneklerle tanımlama yapılmaya çalışılıyor.

    sonrasında soru şu şekilde devam eder:

    -arabanın ne olduğu hakkında hiçbir fikri olmayan insanalara arabayı nasıl anlatırsın?(lu)

    -arabaya bin dolaş ne olduğunu anlarsın derim.(köylü)

    sonrasında luria aynı soruyu okuma-yazmaya hakim bir köylüye yöneltir ki cevap şüphesiz ki soyut düşünceye dayananve daha tatmin edicidir.

    araba fabrikada yapılır. 10 günde atla gidilen mesafeyi bir defada kat edicek kadar hızlıdır. ateş ve suyla çalışır..

    görüldüğü gibi iki tarafda araba hakkında yeterli bilgiye sahip olmasa da okuma-yazmaya hakim olan köylü daha tatmin edici ve soyut bir cevap verebiliyor.

    sonuç olarak insanlığın e büyük teknolojik icadı olarak yazı örnek gösterilebilir. şimdi kimileri her ne kadar yazının teknolojik bir icat olmadığını savunucak olsa da aslında alışılmışlığın verdiği durumdan dolayı ne büyük bir icat olduğu görülemiyor sanırım..

    şimdi sözlü ve yazılı kültürle ilgili bu kısa bilgiden sonra kitaba geçebiliriz diye düşünüyorum.

    çöp masalları öncelikle üslup ve biçim yönünden diğerlerinden çok farklı. cümleler bitişindeki değişik biçimsel özellik göze çarpıyor ama benim asıl değinmek istediğim biçimden çok içerik.

    çöp mahallesi bir gece ansızın çöp tepede gecekondu evler şeklinde kuruluyor ve aynı gece bilginin hızla yayılmasıyla 100 rakımı 100 eve kadar çıkıyor. mahalle sakinleri geçimini çöp toplayarak sağlıyor. her ne kadar öncesiyle ilgili bilgiye sahip olmasak da mahalle sakinleri bu "sözde" şehir yaşamına geçmeden önce tarımla vs. uğraşıyorlardı. bu yönüyle köy hayatında hakim olan sözlü kültürün etkisinin devam ettiği söylenebilir. başlarda mahalle sakinlerinin karşılaştığı tek sorun çatıları dahi uçurmaya varan şiddetli rüzgarken daha sonra belediye güçlerinin de devreye girmesiyle yeni bir problemle karşılaşıyorlar. değinmek istediğim bir nokta da rüzgarda evlerin çatısıyla birlikte bebeklerin de uçması gibi sonrasında hiçbir zarar görmemiş şekilde bulunuyorlar. bu durum pek olağan gözükmüyor. neyse efendim sonraları fabrikaların genişlemesiyle çöp mahallesi sakinleri bu fabrikalarda işe girmeye başlıyor ki grev, sendika tarzı yeni terimlerle kaşılaşıyorlar. buda dünyadaki industrial revolution'un bir etkisi olarak yazılı kültüre geçişin etkisi sayılabilir. ilerleyen kısımlarda kadınların dahi bu fabrikalarda çalışmaya başladığı görülüyor.

    biraz karakterlerden yola çıkarak gitmek gerekirse karşımıza çıkan ilk karakterlerden biri güllü baba. güllü baba sırma denen kızı iyi etmesinden sonra bir mucize olarak görülüyor ve büyük saygıyı hak ettiği düşünülüyor. her konuda kendisine danışılan bir otorite haline gelse de mucizelerinin pek işe yaramadığı görülünce güllü baba'nın yerini okuma-yazmaya hakim olduğundan kaynak göstererek konuşan başka bir karakter alıyor. kendisinin her ne kadar ismini hatırlayamasam da osmanlı tarihine hakim biri. entry'nin başındaki kısımda da bahsettiğim gibi sözlü kültürdeki yaşlıların gördüğü saygıdan yazılı kültürde söz etmek pek mümkün değil..

    bir diğer nokta ailelerin ihtiyaçları ve bireyselleşmesi denebilir. malumunuz endüstüriyel devrim sonrası individualizm fikrinde büyük artış görülüyor. her ne kadar bu duruma tam karşılık olarak gösterilemese de çöp bakkal'ın babası için evinin bahçesine cami yaptırmak istemesiyle alevlenen tartışma ve tüm mahalle sakinlerinin evinin önüne küçük camiler yapmaya niyetlenmesi toplumdaki ayrışmayı gösteriyor. toplum her ne kadar ayrışsa da zor durumlarda belediye görevlilerine, çingenelere ve fabrika sahiplerine karşı birleşmekten geri kalmıyorlar. "birleşin bizi simi yapıcaklar!" bu haykırışta bizi daire gibi içine alıcaklar yerine simit gibi bir somut örnek verilmesi gözlerden kaçmayacak bir durum. soyut yerine somut düşünme.

    kitapda sözlü ve yazılı kültür farkına örnek olarak gösterilecek birçok örnek olsa da kısaca özetlemek gerekirse bunlar ilk göze çarpanlar. sonuç olarak şahsi fikrim gayet başarılı bir eser olduğu yönünnde. okunduğunda türkiyenin geçirdiği dönemler ve sorunlar gözler önüne gelmiyor değil..
  • romanın kahramanlarından olan baraj inşaatında çalışırken düştüğü için iki gözü de kör olmuş, bastonuyla şifa dağıtan bir nevi modern zamanların kam-ozanı sayılabilecek güllü baba'nın çiçektepe'de herkes tarafından bilinen türküsü:
    "için aynası gözdür diyenler
    içim türlü renktir gözlerim kara
    düştüm yücelerden engine
    kırıldı aynam ne fayda..."
  • ece temelkuran'ın bugünkü yazıda bahsettiklerinin aklıma getirdiği masallardır. hala bir yerlerde sürmektedirler de çoğumuzun haberi yoktur. birileri ne kadar istese de çöplerle birlikte yok olup gitmiyorlar. geri dönüşüm süreleri onlara göre ne yazık ki kısa. yok olup gidenlerin de artlarında bıraktıkları oluyor mutlaka. yani latife tekin'in yıllar öncesinden anlattığı hikaye hala kendini tekrarlıyor. işte o çöp adamların hikayesinden söz etmiş temelkuran, şöylece:

    "ali, ankara'da, 400'ü aşkın üyesi olan katı atık işçileri derneği'nin kurucularından. çöplerden kâğıt ayıklayan, o kâğıtları kiloyla satan, belediyelerin çöpün rantı yüzünden saldırıp durduğu, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlardan söz ediyorum.
    ali, aynı zamanda "katık" adlı dergiyi çıkaranlardan. dergide ve katıldıkları bütün eylemlerde kullandıkları sloganları şöyle:
    "kapitalizmi tarihin çöplüğüne atmayın! beş para etmiyor!"
    ali, birkaç gün önce istanbul'da boğaziçi üniversitesi'nde 90 kişinin katıldığı bir söyleşiye davetliydi. elbette diğer atık kâğıt işçisi arkadaşları menderes ve can baba ile birlikte. bugün de mimar sinan üniversitesi'nde bir söyleşileri olacak. (üniversite öğrencileri apolitik, diyenler çocukların hakiki bir hareket gördüklerinde nasıl sarıldıklarını buradan anlasın!)
    mesele şu: ali ve arkadaşları istanbul'daki kâğıt toplayıcılarını örgütlemeye çalışıyor. bunun için odalar ve örgütlerle konuşuyorlar. ali'nin izlenimi şu:
    "ankara devlet bürokrasisi ise istanbul'da da devrimci bürokrasi var!"

    çöpten adamlara ulaşmak ve direnişlerine katılmak için:
    katik_aki@mynet.com - 0505 755 33 84 (ali)
hesabın var mı? giriş yap