• 42 yaşındayım. hayatımda yalnızca 2 kez başkalarının ne dediğini ya da kimin nasıl etkileneceğini umursamadan, sadece kendi isteklerimi düşünerek hareket ettim. sadece 2 kez. birincisi ilk evliliğimi yapmaya, ikincisi de sonlandırmaya karar verdiğimde… ilk bencilliğimden - yani evlenmemden - 2 hafta sonra babama akciğer kanseri teşhisi kondu; ikinci bencilliğimi - yani ayrılmaya, her şeye sıfırdan başlamaya karar verişimi - takiben de anneme… babamı 2007'de annemi de 2012'de kaybettim. yani mutluluğa ya da sadece kendim olmaya, kendi istediğim gibi davranmaya her yaklaştığımda bedel ödemem gerekti.

    öncesinde de kendi mutluluğumu düşünen ya da kendi tercihlerim konusunda ısrarcı olan biri değildim zaten ama sanırım bu yaşananların ardından iyice tuhaflaştım. istediğim şey bir bardak su dahi olsa söyleyememeye başladım. hayatımı kimseye zerre zahmet vermeden, hiçbir konuda tercihte bulunmadan, karşımdakinin konforunu kendi mutluluğumun önüne koyarak yaşamaya çalıştım. sanki evrende tek bir mutluluk pastası varmış ve benim o pastadan alacağım her dilim bir başkasının payını eksiltiyormuş gibi geliyordu. biri benim için bir şeyler yaptığında yerin dibine geçiyordum. terapistle konuşurken zamanını çalıyormuşum, ıvır zıvır dertlerimle kafasını şişiriyormuşum gibi geliyordu mesela. misafir olduğum bir evde bile biri bir şey istese ben getirmeye kalkıyordum. akşama ne pişirileceği, ne renk nevresim alınacağı, hangi cafede oturulacağı gibi çok çok basit konularda bile tercih belirtmek bana bencilce geliyordu ve yapacağım her türlü bencilliğin bana kozmik bir tokat olarak geri döneceğinden korkuyordum. esasen artık bundan korktuğumu bile unutmuştum, bu davranış şekli bir alışkanlığa dönüşmüştü, başka türlühareket etmek - yani başkalarını da kapsayan bir konuda tercihte bulunmak - beni inanılmaz rahatsız ediyordu.

    ne yazık ki bu, benim tercihlerimin, beklentilerimin ya da arzularımın olmadığı anlamına gelmiyordu, sadece onları dile getirmekten çok utanıyordum. ama istekler oradaydı, gitmiyorlardı. haliyle, anlatmadan anlaşılmayı bekliyordum. n'olur “yakın”larım ihtiyacım olan şeyi, arzuladığım şeyi ben dillendirmeden anlasınlardı çünkü ben söyleyemezdim. elbette anlamaları mümkün değildi. ne bilsinlerdi benim karanlıkta göz kırptığımı… ama onlar benim “yakın”larım değil miydi? illa anlatmam mı gerekirdi yani? benim isteklerimi dile getirmekten ne kadar utandığımı bilmiyorlar mıydı?

    bu anlaşılamama durumu, küçük sevimsiz öfke kırıntıları halinde içimde birikip mayalanarak ruhumu aşındıran bir ülsere dönüştü sonunda. beni – nasıl demeli? – küskün biri yaptı.

    bencil olmayayım derken alıngan, melankolik bir karakter haline geldim.

    şimdi, 42 yaşımda, bunca yıllık eziyetten sonra, artık görebiliyorum ki kafamdaki bencillik tanımı tamamen yanlışmış.

    bencillik, içinden geleni yapmak, isteklerini dile getirmek ya da bir tercihte bulunmak değil, başkalarından sizin istediğiniz şekilde davranmalarını beklemekmiş. yani isteklerimi dile getirdiğimde değil, aksine, içime attığımda bencillik yaptığımı anladım. çünkü muhatabımdan benim istediğim şekilde davranmasını, yani beni ben anlatmadan, “isteme”nin utancını bana yaşatmadan anlamasını bekliyordum ve – artık anlıyorum ki – bu gerçekten büyük haksızlık.

    bilvesile, bu yükü yüklediğim tüm “yakın”larımdan özür dilerim.
  • başkasının ne dediğini umursamamak değildir, başkasına ne olduğunu umursamamaktır. bencillik topluluk olmaktan, iletişimde kalmaktan, etkileşimden, yani kolektif isteş bir duruştan sıyrılmakla mümkün olabilir ancak. bireysellikten temel farkı budur. fedakarlığın ve adanmışlığın herhangi bir türünü reddetmek bencillik değildir, bireyselliğin, tekil özneliğin muhafazasıdır. bu da başkasına ne olduğuna dair değil, kendi ontolojik evrenine dair bir farkındalıktır, bir duruştur. başlıkta verilen örneklerin çoğunda bu muglaklik göze çarpıyor. "ilk defa kendim için bir şeyler yaptım ve sevdiğim mesleği yaptım" demek bencilleşmeye değil, bireyleşmeye örnektir.

    bencillik, sizin dışınızda ve sizden bağımsız olarak var olan kişileri, doğayı ve toplumu umursamanız, öncelemeniz ve işbirliği yapmanız gereken yerlerde kendinizi merkeze koyup öncelemenizdir. bireysellik ise buna gerek olmayan tüm anlardaki pratiklerinizin toplamıdır. villa için orman kıyımı yapmak bencilliktir, mutlu olmadığınız bir evden başka bir eve taşınmak bencillik değildir. bunun ayrımını sağlıklı yapmak gerekir ki kişiliğinizden geriye salt hizmete adanmış fedakar bir robot dışında bir şeyler kalabilsin. yoksa milliyetçi falan olursunuz maazallah, aman diyim. *
  • ırkcılığın kişi başına düşen miktarıdır.*
  • sözlükten örnek vermek gerekirse eğer;

    üzülmek başlığına sayfalarca entry dizerken, üzmek başlığına bir kaç tanım entry'si dışında hiçbir şey yaz(a)mamaktır.

    kim üzdü olm bu kadar insanı?!
  • bir insana istemediği şeyi yaptıramazsınız. “saçımı süpürge ettim!” “kaç gece sabahladım!” “işimi gücümü bunun için bıraktım!” “canımı dişime taktım!” istemediğin halde mi yaptın? hayır. istedin, istediğin tam da bunu yapmaktı.

    o yazıyı bitirmeliydim. gelin görün ki gözlerim buna el vermiyordu. kapanmaya öyle meyilliydiler ki!.. uyuyacaktım, çok uykum vardı. akşam yemeğinde mideme fazlaca yüklenmişim, bu daha da ağırlaştırmıştı bedenimi. o yazıyı bitirmeliydim. şimdi yattığım yerden kalkıp yüzümü yıkamaya mı gidecektim yoksa bin bir pişmanlık içinde kendimi sinsi uykunun kollarına mı teslim edecektim? yo, o sinsiye teslim olmamalıydım, aksi takdirde sabah gözlerimi açtığımda o yazıyı yazma gücünü kendimde bulamayacagimdan kahrolurdum. bu kahrı çekmek mi yoksa bir hamleyle ayaklanıp bu illet uykuyu kovmak mı?bir insana istemediği şeyi yaptıramazsınız. kahrı çekmeyi göze alıyorsa derin bir uykuya dalacaktır, sobasındaki közleri sönmüş bir odanın buz kesmiş havasında uykunun sarmaladığı vücudunu sıcacık yorganından ayırmayı göze alıyorsa kalkacak ve o yazıyı bitirecektir. bir insan istemediği şeyi yapmaz çünkü her şeyin bir bedeli vardır (bkz: fırsat maliyeti).

    “saçımı süpürge ettim!” büyüdüklerinde eve yiyecek ekmek, yakacak kömür sokacak parayı insaf edip getirsinler diye ettin. mahallenin şişman ve yaşlı teyzeleri seni süzerken fısıldaşmasınlar, “bu ne biçim kadındır böyle?” demesinler diye ettin. olası bir kavgada gelinine karşı senin saflarında yer alsın diye ettin.

    “kaç gece sabahladım!” yapma lütfen, o işten zevk aldığın için sabahladın. notalarla oynamayı gerçekten seviyorsun. seni motive eden neydi sanıyorsun? birkaç gece sabahlayarak tamamlayacağın bir libretto devasa bir ego armağan edecekti sana. dahası da var: dişe dokunur miktarda para, bol bol şöhret, davetlerde atılan kaçamak bakışlar –ki bu bakışlar şu mahalleli teyzelerinkilerden çok daha tahrik edicidir-, yeni ve daha büyük boyutlu iş teklifleri… sabahlamak, bunları elde edebilmek için gözden çıkardığın şeydi. lütfen bu kişisel tercihleri, onları güç bela yapmışsın edasıyla insanların gözüne gözüne sokma. bunu bir daha çok etkili, önünde saygıyla eğilinir bir argümanmışçasına diline dolama. bu seçiminden dolayı insanların sana bir gezegen borçlu olduklarını düşünme.

    “canımı dişime taktım!” karına o evi alabilmek için taktın. bu ilişkinin devamı senin için önemli, öyle değil mi? seni cinsel açıdan tatmin eden ve sana sürekli özgüven enjekte eden bir kadının zamanla senden soğuması ve başka maceralara yelken açması ne acı olurdu! memnun edilmek için memnun etmelisin. çocuklarına, dölünün ihtiva ettiği protein dizilimlerini bir sonraki nesle aktaracak olan canlılara bakıyor o kadın. oğullarının, kızlarının yetiştirilme tarzını, geleceğini yaşamından hoşnut olamamış bir kadının insafına terk etmek ne derece akıllıcadır dersin? ya iş arkadaşın iki kıta ötedeki ülkelerden salonu için getirteceği porselenleri seçmeye uğraşıyorken sen bugünkü kahvaltı için daha ucuz olan gazete ve yumurtaları seçmekle yetiniyorsan?

    en iyisi biraz canını dişine takman ha? insan ancak istediği şeyi yapar; tıpkı herhangi bir diğer canlı gibi. belki insanla diğer canlı türlerinin ayrıldığı nokta, insanın tasarılarını çok uzun vadeye yayabiliyor olmasıdır. bir sırtlan, leoparlarca posası bırakılmış bir zebrayı kemirmekle meşgulken yüz metre ötede can çekişmekte olan besili bir karacanın kokusunu alabilir. yapacağı seçim yüz metrelik bir bedel ödemek ya da ödememektir. gene (bkz: fırsat maliyeti). sırtlanların güdüleri ve alternatifleri elbette biraz yüzeysel kalır türümüzün sahip olduklarına kıyasla. gerçek şu ki insan da diğerleri gibi ne yapması gerekiyorsa, bir diğer deyişle ne yapmak istiyorsa –ki yapılması gereken, canlıda dürtüye göre şekillenir- onu yapar. bizi ayçiçeğinden, timsahtan, karafatmadan çok çok üstün kıldığını varsaydığımız düşüncelerimiz ve mantık mekanizmamız, temelde yaşama, üreme ve genetik çeşitliliği sağlama, nihayetinde hazza ulaşma güdülerine hizmet amacına uygun olarak modellenmektedir. gerekirci tavrı (bkz: determinizm) bir kenara bırakıp, “bir ressam bir karakalem çalışmasını dölleyebilmek için yapar,” demekten kendimi alıkoyacağım. gene de insanın, bu çabalama süreçlerini salt kendi yaşamının devamlılığını arzuladığı için yaşadığından kuşkum yok.

    saçını süpürge eden, canını dişine takan, çalışarak sabahlayan, yemeyip yediren, giymeyip giydiren pek fedakar sizler! bu vasıflarınızı lütfen her fırsatta vurgulama gereği duymayın çünkü hiç de ilginç şeyler yapmıyorsunuz. “dün gece yataktan düştüm ama ölmedim!” diyecek olmanız karşınızdakini çok daha fazla şaşırtacaktır. tüm bu dışa vurduklarınız saygıyı hak etmekle birlikte gayet normal şeylerdir. yalnızca susun ve o saygı duyulacak şeyi yapmaya devam edin, yaptığınız önce bireysel ve ikincil olarak kitlesel hazza ulaşmaya çalışmaktan başka bir şey değildir.

    işin aslında, kardeşinize ilaç alacak parayı bulmak için çalışıyor olmanızın size kazandıracağı özsaygıyı çöp dökmeye giderken ya da tuttuğunuz takımın maçını izlerken de duyuyor olmalısınız. en basit ve ufak eylemimizle insanlığa yön verecek olan en büyük eylemimiz, teorik olarak eşit düzeyde saygıyı hak etmektedir. hazza ulaşma uğraşısını amipten gergedana dek milyonlarca canlı on binlerce yıldır icra ediyor. simdi sınırlı enerjinizi tüketmemeniz için biraz sessizlik.

    (bkz: bencillik paradokslari)
    (bkz: bencil gen teorisi)
  • hep söylüyorum, belki yazmışımdır da daha önce, bizim kültürümüzde tamamen yanlış açıdan bakılan kavram. adam istiyor ki sen onun için her türlü fedakarlığı yap. sürekli bir şeyler bekliyor senden. o bunları isteyince bencil olmuyor ama sen yapmayınca bencil oluyorsun.
  • empati yoksunluğu.
  • aşkın en büyük katillerinden biri.
  • mutlu bir hayatin tek formulu, tek temelidir.
  • genellikle olumsuz bir anlam yuklenilerek kullanilan kavram. halbuki baskalarina zarar verilmedigi surece en sagllikli yasam formu.diger insanlarin beklentilerini degil kendi beklentilerini yerine getirmek,
    zira bagimlilik/ selflessness = personal damage.
hesabın var mı? giriş yap