• biraz uzun bir alıntı...

    "...
    i

    gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
    gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
    büyük bahçelerin küçük içinde
    saksılardan birinde
    gördüm de
    uyurken uyandırılmış gibi
    beni bir sardunya büyüttü belki.

    o ben ki
    bir kadında bir çocuk hayaleti mi
    bir çocukta bir kadın hayaleti mi
    yalnızca bir hayalet mi yoksa.

    ne peki
    yere dökülen bir un sessizliği mi
    göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
    işini bitirmiş bir org tamircisinin
    tuşlardan birine dokunacakkenki
    dikkati ve tedirginliği mi.

    bekler mi beni
    her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen
    bir sürü yaz gününün içinde
    acaba bekler mi beni
    uykularım, o sonsuz uykularım
    yanmış bir limonluktaki
    - ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde
    sesini hiç eksiltmeyen -
    ama bilmez miyim ben
    bilmez miyim hiç
    böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine
    kısacık bir zaman olmalıydı elimde
    turfanda meyva gibi bir zaman
    yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği
    geçerek erguvanların dönemecinden
    leylakların dörtyol ağzından
    yapıştırıncaya dek beni dudaklarına
    acının dudaklarına ve geçmişin
    bir yaban gülü yaprağı gibi beni
    ama ne gezer.

    korkmuyorum artık solmaktan
    solmaktan ve solgunluktan
    gelmişim nerelerden böyle
    kurumuş bir dere yatağı gibi
    ya da pek kurumamış da
    baygın, hasta ya da cançekişen
    çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında
    ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini
    yorgun düşerek taşımaktan
    ve ne çıkar ayırmasam kendimi
    suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan.

    koylardan
    kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da
    eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan
    ayırmasam kendimi
    diyorum ayırmasam
    köhnemiş bir geminin -izine pek rastlanılmayan-
    içindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri
    cepleri yüreği cepleri
    ayırmasam da ben
    kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
    sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan
    oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
    bu kımıltısız gövde
    görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi
    görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların
    ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
    o müşiş öğle sıcağında
    pencerenin önünde örgü ören birinin
    - örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
    görülmediği gibi
    ama var mıydı sanki görülmek isteyen
    var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.

    ii

    ve her şey hızla yetişti sonra
    sarı bir günün kahverengi yarınına.

    yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da
    gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki
    ağaç da çürümüş zaten
    kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu
    ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu
    çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi
    -gizi mi, bir giz gereksinmesini mi-
    yoklamışlar orasından burasından
    kim bilir.

    ama sessizlikten başka ne bulmuşlar
    önemsiz bir iki anıdanbaşka
    ya insan kılığında ya da bir dekor taşkınlığında
    sorarım ne bulmuşlar
    çoktan yeni bir umuda dönüşmüştür onlar da
    anılar.

    oysa bambaşka şeyler olmalıydı ağaçta
    kazılmış, oyulmuş yerlerinde ağacın
    buruk mayhoş, daha çok da bir zehir tadındaki
    bir şeyler olmalıydı. ve sanki
    yıllar var ki saklamışım orda ben

    saklamışım anlaşılan
    odasında yapayalnız doğuran bir kadının
    dışa vurmak istemediği
    ya da pek gereksinmediği
    o iniltiyi andıran
    duyurulmayan her şeyi.

    iii

    ve her şey dönüştü işte
    kahverengi bir çarşambadan
    sapsarı bir cumartesiye.

    ansızın bir rüzgar çıktı demin
    çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar
    kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü
    yakıyor gözkapaklarımı da
    toplayıp getiriyor anılarımı bir bir
    uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı.

    (kaç türlü girilirdi anılardan içeri?
    1 - işte bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
    2 - süt emer gibi bir memeden
    bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi
    3 - dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)

    (ansak mı anmasak mı
    yeri mi şimdi değil mi
    bir tren yolculuğunda ve her yerde
    her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini
    bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi
    saatler iyi
    adamlar gülüyorlarsa iyi, gülmüyorlarsa gene iyi
    ve bütün yolcuların dalgın
    koparıp koparıp bir şeyler yediklerini
    görünüşte kararsız
    görünüşte üzgün, endişeli
    görsek mi acaba, görmesek mi
    açıp da kapalı gözlerini arada
    şöyle bir görünümü tek bir solukta
    yalandan, inatla içine çekenleri
    ya da bir köprüden geçerken, bir tünele girerken
    belirtip yüzlerinde çok görmüşlüğün izlerini
    bir tilki çevikliğiyle, acele
    katarak yolculuğa hiç yoktan bir gizemliliği
    bilmem ki, görmesek mi
    durunca tren bir istasyonda
    dudakları çatlamış, ateşli, hasta bir istasyonda
    dünyanın bütün elma satıcılarına bakıp
    bakıp da her şeyi ilk defa tanıyormuş gibi
    uzanıp pencerelerden sarkık gerdanlarıyla
    tutarak parmaklarıyla yalancı
    ve ucuzundan bir kolyeyi
    acaba görmesek mi
    bir treni ve dünyada tren olan her şeyi.

    ansak mı anmasak mı acaba
    yeri mi şimdi, değil mi
    sırasını bekleyen bir kadının, hasta
    gereğinden fazla abartılmış yüzünü
    besbelli iğrenirdiniz
    çevirirdiniz gözlerinizi yer tahtalarına
    bir duvar saatine ya da kapıya
    telefona bakardınız, tırnaklarını incelerdiniz uzun uzun
    kısaca
    kaçınmak isterdiniz o yüzden -ama bitmedi-
    gördünüz, görüverdiniz bir daha
    sıyrılmış acılardan ansızın
    sevecen, durgun, sade
    o yüzü
    belki de, orda, acele
    karar verdiniz
    bir anneniz olsun isterdiniz böyle
    ve belki sarılıp öpmek isterdiniz onu
    her neyse...

    söylesek, yeniden mi söylesek şimdi de
    ben uzun yolları hiç sevmem
    doğacak bir çocuk gibi beklemeli anılar
    ansızın doğmalı, ansızın ölmeli saniyelerde.)

    iv

    bırakıp gidiyor anılarımı rüzgar
    denize bırakılmış çöpler gibi
    yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi
    geri veriyor ve çekip gidiyor usulca.

    bulanık bir havuzun yanında buluyorum kendimi
    bakımsız, taşları kırık bir havuzun yanında
    içinden koyu yeşil bir çocuğun baktığı
    çürümeye yüz tutmuş yaprak renginde
    ağlaması yağmurlu bir sundurmaya benzeyen
    kırık iskemleleri, çatlamış mermer masasıyla
    yağmurlu bir sundurmaya
    ve pencerelerde belli belirsiz bir kadın
    pencerelerde ve her yanda.

    bir çocukta bir kadın hayaleti mi
    bir kadında bir çocuk hayaleti mi
    yalnızca bir hayalet mi yoksa.

    (nerdeyim
    kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
    para bozduranların az çok bildiği
    adres soranların gene bildiği
    bir sokakta bir aşağı bir yukarı
    saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
    amansız bir güceniğim.)

    geri getiriyor bunları rüzgar
    geri getiriyor anılması kırmızı bir konağı da
    iniltili, hasta bir konağı da
    çatısında baykuşların tünediği
    birtakım iplerin düğümlendiği tahtaboşlarda
    ve bütün konuşmaların tek bir cümlede toplanıp
    suskunluğu bir anıt gibi yükselttiği
    bir konağı ve konağın olanca görkemini
    geri getiriyor rüzgar.

    (konaksa yandı çoktan
    tertemiz bir asfalt ezip geçti onu
    iyi biliyorum tertemiz bir asfalt
    ezip geçti onu
    kırmızı bir konak mezarı gölgesi bırakarak.)

    ve yıllar ve günler ve saatler ayarlandı
    caddeler, işhanları kahveler ayarlandı
    meyhaneler, genelevler
    pasajlar, dar sokaklar, geçitler
    soğuk biralar ayarlandı, soğuk her şey
    ve bütün ilişkiler
    birden yerini aldı.

    ve her şey yetişti gene
    sarı bir çarşambadan
    kahverengi bir cumartesiye.

    v

    ben ruhi bey, nasıl olan ruhi bey
    nasılım
    bir yaz ikindisinden çıktım geldim
    diyelim bir pazartesiydi, biraz da şöyle geldim
    kapıyı iyice kapadım
    - kapadım mı, evet, kapadım -
    çitlenbik ağacının altından geçtim
    frenk üzümlerinden bir iki salkım kopardım
    dişlerimle sıyırdım
    sardunya renginde ve sardunya tadında idiler
    biri fotoğrafımı çekiyorkenki gibi durdum
    azıcık gülümsedim
    ve dünya bana gülümsedi
    çakılların üstünden yürüdüm
    yürüdüm ki, bir sese benziyordum sanki
    yüzyıllarca önce kırılmış bir kemik sesi
    iyice duydum
    çıkarken bahçe kapısını açık bıraktım
    - çok yüksekti. deniz dibi renginde ve demirdendi. üstünde aslan başı
    kabartmalar vardı. iki yanında çok yüksek iki duvar uzar giderdi.
    dışardan çam ğaçları görünürdü. bir kırbaç gibi görünürdü. ve
    ağaçların üstünde kırbaç kılıflarına benzeyen ve evlatlıkların mavi
    pazen giysilerini andıran kalınlaşmış bir gökyüzü dururdu -
    on sekiz on beş trenine yetiştim
    geniş kadife koltuğa oturdum
    puromu yaktım - iki kibrit harcadım -
    akşam gazetelerinde pek bir şey yoktu
    haydarpaşa'ya kadar bulmaca çözdüm
    iskelede saçları çok iyi taranmış bir kız bana baktı
    bakışından tedirgin oldum
    giyimsizdi, boyasızdı, bakımsızdı
    vapurla karaköy'e geçtim
    tokatlı'ya uğradım
    köprüden aldığım fransız dergilerini karıştırdım
    kirazla bir kadeh rakı içtim
    çıkarken boy aynasında kendime baktım
    oldukça yakışıklıydım
    gömleğim temizdi, beyaz ceketim
    tertemizdi ve ayakkabılarım
    pantolonum ütülü
    yelek cebimde ince altın bir zincir
    sarı ve ince bıyıklarım
    tam ruhi bey bıyığıydı
    ve iki parmağın arasında bir çiçek sapı
    - zakkum muydu, değil miydi, belki yazpatı -
    boynumda menekşe rengi bir papyon
    hafifçe sarkık
    dudağımda bitti bitecek bir sigara
    kenarında dudağımın
    dışarı çıktım.
    tünele bindim, asmalımescit'teki viyana lokantasına geldim.
    avusturyalı karı koca beni karşıladılar
    ikisi de eğilerek ben dimdik durdukça onlar bir kez daha eğilerek beni
    karşıladılar
    benden başka oldukça şişman iki adam daha vardı. beyaz ruslardandılar, gözleri
    necef taşı gibi sert ve parlaktı
    tezgahta bir leh yahudisi votka içiyordu, yüzündeki ince damarlar fırçayla
    çizilmiş gibiydi, bir silinip bir canlanıyorlardı.
    soğuk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler
    üstüne kremalı ahududu getirdiler, likörle kahve getirdiler
    çıkarken bolca bahşiş bıraktım.
    markiz'e uğradım, dört mevsimden süzülmüş bir konyak içtim
    düzeltip arada bir bıyıklarımı
    uçları hafifçe ıslak
    bir ara pencere camında kendime baktım
    baktım ki, ben ruhi bey
    nasıl olan ruhi bey
    daha nasılım.

    oradan galatasaray'a kadar yürüdüm
    bir kadının pembe beyaz teni dağılıp uçuşarak
    gezindi ortalıkta bir süre
    ve durdum
    durdum bu güzel yaz ikindisinden çıkıp
    bambaşka bir sonbahar sabahını giyinceye kadar nasılım.

    vi

    nasıl olacaksınız ruhi bey
    bugün de erkencisiniz ruhi bey
    şarapla bira mı içiyorsunuz ruhi bey
    böyle sabah sabah ruhi bey
    akşam akşam ruhi bey
    akşam sabah ruhi bey
    cıgara alır mıydınız ruhi bey
    yakalım ruhi bey, yakalım
    böyle üşümüyor musunuz ruhi bey
    benim de ayakkabılarım su alıyor ruhi bey
    ne olur ne olmaz
    önümüz kış ruhi bey
    ee, daha nasılsınız ruhi bey
    - iyiyim, iyiyim.

    (gelsem gelsem bir solgunluktan gelirim
    kızgın bir sardunyanın üstelik üvey çocuğu
    pembe pembe azarlanırım
    o ölür ben azarlanırım
    kocaman bir konakta uzarım kısalırım
    ellerim tırnaklarım
    yeni kırpılmış bir koyun derisi gibi pespembe
    ve sıcak
    gözlerim, gözlerim benim
    denizi ilk defa gören bir çocuğun
    birdenbire yaşlanması neyse.)

    sizinle görüşelim ruhi bey
    vaktim yok, vaktim yok
    ruhi bey, görüşelim
    vaktim yok görüşmeye kimseyle
    ruhi bey
    kendimle bile, kendimle bile.
    (olmaz ki, kimse kimseyi sevemez
    ama hiç kimse.)
    ..."
    (bkz: itiraf ediyorum copy paste)
  • edip cansever'in uzun, destanımsı şiiri. kısa bir alıntıyla:

    o ben ki
    bir kadında bir çocuk hayaleti mi
    bir çocukta bir kadın hayaleti mi
    yalnızca bir hayalet mi yoksa.

    ne peki
    yere dökülen bir un sessizliği mi
    göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
    işini bitirmiş bir org tamircisinin
    tuşlardan birine dokunacakkenki
    dikkati ve tedirginliği mi.
  • sikinti anlarimin cokluguna denk gelen bir zaman diliminde klavyeledigim edip cansever siiri.
    buyrunuz:

    ben ruhi bey nasilim

    i

    gordun mu hic suyun yanmasini tuzda
    gordum ben bu yasam boyu iniltiyi
    buyuk bahcelerin kucuk icinde
    saksilardan birinde
    gordum de
    uyurken uyandirilmis gibi
    beni bir sardunya buyuttu belki.

    o ben ki
    bir kadinda bir cocuk hayaleti mi
    bir cocukta bir kadin hayaleti mi
    yalnizca bir hayalet mi yoksa.

    ne peki
    yere dokulen bir un sessizligi mi
    goge birakilmis bir balon sessizligi mi
    isini bitirmis bir org tamircisinin
    tuslardan birine dokunacakkenki
    dikkati ve tedirginligi mi.

    bekler mi beni
    her yani, ama her yani cocuklar gibi gulumseyen
    bir suru yaz gununun icinde
    acaba bekler mi beni
    uykularim, o sonsuz uykularim
    yanmis bir limonluktaki
    - ve limonlar ki her gun bir yaprak ayininde
    sesini hic eksiltmeyen -
    ama bilmez miyim ben
    bilmez miyim hic
    boyle sig hayallerle oyalanmak yerine
    kisacik bir zaman olmaliydi elimde
    turfanda meyva gibi bir zaman
    yollar yollar kateden tadi ve eksiligi
    gecerek erguvanlarin donemecinden
    leylaklarin dortyol agzindan
    yapistirincaya dek beni dudaklarina
    acinin dudaklarina ve gecmisin
    bir yaban gulu yapragi gibi beni
    ama ne gezer.

    korkmuyorum artik solmaktan
    solmaktan ve solgunluktan
    gelmisim nerelerden boyle
    kurumus bir dere yatagi gibi
    ya da pek kurumamis da
    baygin, hasta ya da cancekisen
    cirparaktan yuzgeclerimi dip sularinda
    ya da yer tahtalari, musamba, ortuk perdelerin kasvetini
    yorgun duserek tasimaktan
    ve ne cikar ayirmasam kendimi
    sularin buyuk ickilere kavustugu koylardan.

    koylardan
    kapsayan o sevimsiz, o kucuk asklari da
    eskiyen turunclar gibi ilk rengini pek aratmayan
    ayirmasam kendimi
    diyorum ayirmasam
    kohnemis bir geminin - izine pek rastlanilmayan -
    icindeki bir yolcudan da, degerli taslarla dolu cepleri
    cepleri yuregi cepleri
    ayirmasam da ben
    kim gorurdu o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
    siradan acilardir cunku butun ilgileri toplayan
    oysa sikintiyi burusuk bir ic camasiri gibi saklayan
    bu kimiltisiz govde
    gorulmemistir ki hic gorulsun simdi
    gorulmedigi gibi gundogumundan havalanan kuslarin
    ya da bir oda kapisini actiginiz zaman
    o muthis ogle sicaginda
    pencerenin onunde orgu oren birinin
    - orgu mu, bir cay bardagini baska baska tutan ellerin becerikli-
    ligi mi -
    gorulmedigi gibi
    ama var miydi sanki gorulmeyi isteyen
    var miydi bir seyler bekleyen yuregimin eskittiklerinden.

    ii

    ve her sey hizla yetisti sonra
    sari bir gunun kahverengi yarinina.

    yikilmis bir agacin ustunde yillarca oturdum da
    gozleri avina benzeyen bir avciydim sanki
    agac da curumus zaten
    kazimis, oymus bir yerlerinden gelip gecen onu
    agac mi, ici yillarla dolu bir kutu mu
    cozmek icin mi acaba iclerindeki bir gizi
    - gizi mi, bir giz gereksinmesini mi -
    yoklamislar orasindan burasindan
    kim bilir.

    ama sessizlikten baska ne bulmuslar
    onemsiz bir iki anidan baska
    ya insan kiliginda ya da bir dekor taskinliginda
    sorarim ne bulmuslar
    coktan yeni bir umuda donmustur onlar da
    anilar.

    oysa bambaska seyler olmaliydi agacta
    kazilmis, oyulmus yerlerinde agacin
    buruk mayhos, daha cok da bir zehir tadindaki
    bir seyler olmaliydi. ve sanki
    yillar var ki saklamisim orda ben
    saklamisim anlasilan
    odasinda yapayalniz doguran bir kadinin
    disa vurmak istemedigi
    ya da pek gereksinmedigi
    o iniltiyi andiran
    duyurulmayan her seyi.

    iii

    ve her sey donustu iste
    kahverengi bir carsambadan
    sapsari bir cumartesiye.

    ansizin bir ruzgar cikti demin
    colde yanit arayan alayci bir ruzgar
    kolali bir ortu gibi acitiyor yuzumu
    yakiyor gozkapaklarimi da
    toplayip getiriyor anilarimi bir bir
    uzun yollari hic sevmeyen anilarimi.

    (kac turlu girilirdi anilardan iceri?
    1 - iste! bir zambagin ozsuyunun icilisi gibi
    2 - sut emer gibi bir memeden
    butun renklerin ve butun kokularin bir bir bilinisi
    3 - dibini kaziyor alanlar: dunyanin iccekisi.)

    (ansak mi anmasak mi
    yeri mi simdi degil mi
    bir tren yolculugunda ve her yerde
    her seyin ya da hicbir seyin hic mi hic cekilmezligini
    bir hafta tatilini, bir ogle vaktini, belki bir pazartesiyi
    saatler iyi
    adamlar guluyorlarsa iyi, gulmuyorlarsa gene iyi
    ve butun yolcularin dalgin
    koparip koparip bir seyler yediklerini
    gorunuste kararsiz

    gorunuste uzgun, endiseli
    gorsek mi acaba, gormesek mi
    acip da kapali gozlerini arada
    soyle bir gorunumu tek bir solukta
    yalandan, inatla icine cekenleri
    ya da bir kopruden gecerken, bir tunele girerken
    belirtip yuzlerinde cok gormuslugun izlerini
    bir tilki cevikligiyle, acele
    katarak yolculuga hic yoktan bir gizemliligi
    bilmem ki, gormesek mi
    durunca tren bir istasyonda
    dudaklari catlamis, atesli, hasta bir istasyonda
    dunyanin butun elma saticilarina bakip
    bakip da her seyi ilk defa taniyormus gibi
    uzanip pencerelerden sarkik gerdanlariyla
    tutarak parmaklariyla yalanci
    ve ucuzundan bir kolyeyi
    acaba gormesek mi
    bir treni ve dunyada tren olan her seyi.

    ansak mi anmasak mi acaba
    yeri mi simdi, degil mi
    sirasini bekleyen bir kadinin, hasta
    gereginden fazla abartilmis yuzunu
    besbelli igrenirdiniz
    cevirirdiniz gozlerinizi yer tahtalarina
    bir duvar saatine ya da kapiya
    telefona bakardiniz, tirnaklarinizi incelerdiniz uzun uzun
    kisaca
    kacinmak isterdiniz o yuzden - ama bitmedi -
    gordunuz, goruverdiniz bir daha
    siyrilmis acilardan ansizin
    sevecen, durgun, sade
    o yuzu
    belki de, orda, acele
    karar verdiniz
    bir anneniz olsun isterdiniz boyle
    ve belki de sarilip opmek isterdiniz onu
    her neyse...

    soylesek, yeniden mi soylesek simdi de
    ben uzun yollari hic sevmem
    dogacak bir cocuk gibi beklemeli anilar
    ansizin dogmali, ansizin olmeli saniyelerde.)

    iv

    birakip gidiyor anilarimi ruzgar
    denize birakilmis copler gibi
    yol kenarlarinda birikmis gereksiz esyalar gibi
    geri veriyor ve cekip gidiyor usulca.

    bulanik bir havuzun yaninda buluyorum kendimi
    bakimsiz, taslari kirik bir havuzun yaninda
    icinden koyu yesil bir cocugun baktigi
    curumeye yuz tutmus yaprak renginde
    aglamasi yagmurlu bir sundurmaya benzeyen
    kirik iskemleleri, catlamis mermer masasiyla
    yagmurlu bir sundurmaya
    ve pencerelerde belli belirsiz bir kadin
    pencerelerde ve her yanda.

    bir cocukta bir kadin hayaleti mi
    bir kadinda bir cocuk hayaleti mi
    yalnizca bir hayalet mi yoksa.

    (nerdeyim
    kelebeklerden dokunuslar alan bir yaprak gibi inceyim
    para bozduranlarin az cok bildigi
    adres soranlarin gene bildigi
    bir sokakta bir asagi bir yukari
    saatlerce dolasanlarin hemen hemen bildigi
    amansiz bir gucenigim.)

    geri getiriyor bunlari ruzgar
    geri getiriyor anilmasi kirmizi bir konagi da
    iniltili, hasta bir konagi da
    catisinda baykuslarin tunedigi
    birtakim iplerin dugumlendigi tahtaboslarda
    ve butun konusmalarin bir tek cumlede toplanip
    suskunlugu bir anit gibi yukselttigi
    bir konagi ve konagin olanca gorkemini
    geri getiriyor ruzgar.

    (konaksa yandi coktan
    tertemiz bir asfalt ezip gecti onu
    iyi biliyorum tertemiz bir asfalt
    ezip gecti onu
    kirmizi bir konak mezari golgesi birakarak.)

    ve yillar ve gunler ve saatler ayarlandi
    caddeler, ishanlari, kahveler ayarladi
    meyhaneler, genelevler
    pasajlar, dar sokaklar, gecitler
    soguk biralar ayarlandi, soguk her sey
    ve butun iliskiler
    birden yerini aldi.

    ve her sey yetisti gene
    sari bir carsambadan
    kahverengi bir cumartesiye.

    v

    ben ruhi bey, nasil olan ruhi bey
    nasilim
    bir yaz ikindisinden ciktim geldim
    diyelim bir pazartesiydi, biraz da soyle geldim
    kapiyi iyice kapadim
    - kapadim mi, evet, kapadim -
    citlembik agacinin altindan gectim
    frenk uzumlerinden bir iki salkim kopardim
    dislerimle siyirdim
    sardunya renginde ve sardunya tadinda idiler
    biri fotografimi cekiyorkenki gibi durdum
    azicik gulumsedim
    ve dunya bana gulumsedi
    cakillarin ustunden yurudum
    yurudum ki, bir sese benziyordum sanki
    yuzyillarca once kirilmis bir kemik sesi
    iyice duydum
    cikarken bahce kapisini acik biraktim
    - cok yuksekti. deniz dibi renginde ve demirdendi. ustunde
    aslan basi kabartmalar vardi. iki yaninda cok yuksek iki
    duvar uzar giderdi. disardan cam agaclari gorunurdu.
    bir kirbac gibi gorunurdu. ve agaclarin ustunde kirbac
    kiliflarina benzeyen ve evlatliklarin mavi pazen giysilerini
    andiran kalinlasmis bir gokyuzu dururdu -

    on sekiz on bes trenine yetistim
    genis kadife koltuga oturdum
    puromu yaktim - iki kibrit harcadim -
    aksam gazetelerinde pek bir sey yoktu
    haydarpasa'ya kadar bulmaca cozdum
    iskelede saclari cok iyi taranmis bir kiz bana bakti
    bakisindan tedirgin oldum
    giyimsizdi, boyasizdi, bakimsizdi
    vapurla karakoy'e gectim
    tokatli'ya ugradim
    kopruden aldigim fransiz dergilerini karistirdim
    kirazla bir kadeh raki ictim
    cikarken boy aynasinda kendime baktim
    oldukca yakisikliydim
    gomlegim tertemizdi, beyaz ceketim
    tertemizdi ve ayakkabilarim
    pantolonum utulu
    yelek cebimde ince altin bir zincir
    sari ve ince biyiklarim
    tam ruhi bey biyigiydi
    ve iki parmagim arasinda bir cicek sapi
    - zakkum muydu, degil miydi, belki yazpati -
    boynumda menekse rengi bir papyon
    hafifce sarkik
    dudagimda bitti bitecek bir sigara
    kenarinda dudagimin
    disari ciktim.

    tunele bindim, asmalimescit'teki viyana lokantasi'na geldim
    avusturyali kari koca beni karsiladilar
    ikisi de egilerek ben dimdik durdukca onlar bir kez daha egilerek
    sonra yuz kez bin kez ve durmaksizin egilerek beni karsiladi-
    lar
    benden baska oldukca sisman iki adam daha vardi, beyaz ruslar-
    dandilar, gozleri necef tasi gibi sert ve parlakti
    tezgahta bir leh yahudisi votka iciyordu, yuzundeki ince damar-
    lar fircayla cizilmis gibiydi, bir silinip bir canlaniyorlardi
    soguk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler
    ustune kremali ahududu getirdiler, likorle kahve getirdiler
    cikarken bolca bahsis biraktim.
    markiz'e ugradim, dort mevsimden suzulmus bir konyak ictim
    duzeltip arada bir biyiklarimi
    uclari hafifce islak
    bir ara pencere caminda kendime baktim
    baktim ki, ben ruhi bey
    nasil olan ruhi bey
    daha nasilim.

    oradan galatasaray'a kadar yurudum
    bir kadinin pembe beyaz teni dagilip ucusarak
    gezindi ortalikta bir sure
    ve durdum
    durdum bu guzel yaz ikindisinden cikip
    bambaska bir sonbahar sabahini giyininceye kadar
    nasilim.

    vi

    nasil olacaksiniz ruhi bey
    bugun de erkencisiniz ruhi bey
    sarapla bira mi iciyorsunuz ruhi bey
    boyle sabah sabah ruhi bey
    aksam aksam ruhi bey
    aksam sabah ruhi bey
    cigara alir miydiniz ruhi bey
    yakalim ruhi bey, yakalim
    boyle usumuyor musunuz ruhi bey
    benim de ayakkabilarim su aliyor ruhi bey
    ne olur ne olmaz
    onumuz kis ruhi bey
    ee, daha nasilsiniz ruhi bey
    - iyiyim iyiyim.

    (gelsem gelsem bir solgunluktan gelirim
    kizgin bir sardunyanin ustelik uvey cocugu
    pembe pembe azarlanirim
    o olur ben azarlanirim
    kocaman bir konakta uzarim kisalirim
    ellerim tirnaklarim
    yeni kirpilmis bir koyun derisi gibi pespembe
    ve sicak
    gozlerim, gozlerim benim
    denizi ilk defa goren bir cocugun
    birdenbire yaslanmasi neyse.)

    sizinle goruselim ruhi bey
    vaktim yok, vaktim yok
    ruhi bey goruselim
    vaktim yok gorusmeye kimseyle
    ruhi bey!
    kendimle bile, kendimle bile.
    (olmaz ki, kimse kimseyi sevemez
    ama hic kimse.)

    bir cicek sergicisi der ki

    bin dokuz yuz on iki miydi, bin dokuz yuz elli iki miydi
    gunesli bir ogle miydi, cicekler golgesiz miydi
    ellerim kirli miydi
    neydi
    ciceklere su mu serpiyordum, bir karanfil cok mu uzaklardan gel-
    misti
    bilmem ki
    benim butun yasamimda hep karanfiller olmustur
    her zaman hatirlarim
    sanki bir karanfilden surekli dogmusumdur
    bin dokuz yuz on iki dogumlu bir karanfili
    karim gogsune takmisti. simdi ben cok yasliyim
    simdi ben nedense cok yasliyim
    herkesi ayri ayri tanimam
    ruhi bey'i icerenkoy'den tanirim
    icerenkoy'u iyi bilirim de ondan
    kac yil onceydi, simdi unuttum
    babasini da tanirim
    kac yil onceydi, bilemem
    uryani erigi gibi gozleri vardi
    cizmeleri, kamcisi
    ruhi bey benden cicek alirdi
    o zamanlar sokak sokak dolasirdim
    cicek alanlari iyi bilirdim
    ruhi bey de cicek alirdi
    nedense benden alirdi. cunku ben cicekleri cok bicimli tutarim
    kuskonmazlari sevmem, kullanmam
    ciceklerin araliklarina bakarim
    sanki ben onlari hep yeniden yaratirim, yontarim
    bin dokuz yuz kirk ucde biri oldu
    boynu degil, bir karanfilin sapiydi, yana dustu
    dusunce oldu
    bir oluluk sindi ellerime
    bir oluluk bana sindi
    ona sergimde her zaman bir yer ayiririm
    kimseler bilmez
    ben iste gizli gizli onu sularim
    karanlik bir karanfilligi
    yoklukta bir karanfilligi
    o gun bugundur butun cicekler
    karanfildir benim icin.

    bir gun de bir demet karanfilim yandi
    bir demet karanfilin penceresi, kapisi
    nedense yandi
    once giyinik bir ev gorunumundeydi, oyleydi
    takindi kirmizilarini sonra
    suslendi
    bir bosluk edindi orda kendine
    hemen oracikta bir bosluk
    acti semsiyesini ve gitti.

    ben simdi oglumun yaninda kalirim
    onun kirmizi yapraklardan yapilmis
    bir zamandisiligi vardir
    beni anlamaz
    anlamaz, niye anlasin
    anlasilmak! - degil mi ama - sanki kimsenin olamaz.

    ben kendime bir karanfil mezari satin aldim
    beni oraya gomecekler
    ruhi bey cenazeme gelecek
    ama hangi ruhi bey
    dogrusu biraz sasirdim
    icerenkoy'deki ruhi bey gelmez
    o sadece karanfil satin alir
    olumu pek begenmez
    simdiki ruhi bey olume daha yatkindir
    yasamaya da
    olumle yasam arasinda bunalir bunalir
    ben bu kadarini anlarim
    o gelir beni kaldirir
    bir karanfil kalabaligina artik katilir
    gecen gun gordum
    acimayi unuttum
    sevinmeyi unuttum
    ben her seyi artik unutuyorum
    ama o gecerken ne yalan soyleyeyim suramda bir agri duydum
    agri da degildi belki, hani, nasil
    govdemi yeniden buldum
    acilar acilara eklenince agirlasiyor
    govdem de agirlasiyor
    ruhi beyle ben kocaman bir demet karanfil oluyoruz
    su ustumdeki bosluk kadar
    bir demet
    yok artik pek konusmuyoruz
    benim sozlerim eksildi
    onunki de eksildi
    zaten kelimeler sonludur
    oyle degil mi
    donuk donuk bakisiyoruz
    ben olume iyice yakin
    o yasamaktan uzak
    oyle bir gok icinde durmus gibiyiz
    karanfiller olurken
    karanfillerden bir deniz.

    bir meyhane garsonu

    iste
    isinmis parke yolun kokusu
    demek ki ben mutsusuzum
    tuhaf bir su icmisim de sanki icim gorunuyor
    gozlerim buzdan
    icimde yaz kiriklari.

    eklemek gerek
    buyumesi gibi bir salyangozun
    yillarla degil, yillarla degil
    saniyelerle kivrilmistir kabugum.

    aynalipasaj'i gectim
    gecerken sagli sollu aynalara baktim - her gunku gibi -
    vitrinlere baktim, dugmelere, fermuarlara
    yukardaki tas heykelciklere baktim
    bakmasam ne yapacaktim, acilip kapanmaya basladi dudaklarim
    gozkapaklarim
    acilip kapanmaya
    acilip kapanan cozulen
    ne varsa duyuyordum kendimde
    balikpazari'na saptim.

    ben balikpazari'na sapinca
    dunyada sayilmayan bir sabahti
    ve sayilmayan bir adamdim
    nasil duruyorsa gokyuzu sayilmadan
    boylu boyunca bir duvar
    ve uzay nasil duruyorsa
    - uzay ki mutluluktur
    ele gecmeyen bir sonsuzluktur uzay -
    ben masalara sunu bunu tasirdim.

    oldukca dar bir sokaga gelince durdum
    karsidan karsiya camasirlar asmislardi
    mor, pembe, beyaz camasirlar
    kizgin yaz gunesinin altinda
    hoslandim
    anahtari kilide soktum, bundan da hoslandim
    cevirdim bir iki kez, kapi titredi
    ben de titredim
    dukkani actim.

    karsiki evler coktan uyanmisti
    hemen herkesi az cok tanirdim
    iki kocakari, levanten, dama oynuyorlardi gene camin onunde
    cinko balkonda bir kiz cocugu agliyordu
    oydu
    bir saticiya sesleniyordu, oydu
    besbelli yeni uyanmisti, saclari daginikti
    zayifti, surekliydi, degismiyordu
    sesi inceydi, isterikti
    saate baktim dokuz bucuktu.

    ne yaptim da ben, daha sonra ne yapacaktim
    once helaya girdim, bir sure helada kaldim
    terledim, adini bilmedigim bir kokuyla koktum
    mutfaga girdim
    patatesleri soydum yikadim
    domatesleri salataliklari
    soydum yikadim
    muska boregi sardim kaldirdim
    bira kasalarini, bos siseleri
    dukkanin onune cikardim
    camlari sildim, ortaligi supurdum
    sonra bir iskemleye oturdum
    orda yuz binlerce cinayeti ben
    ve intihari
    bir mutluluk gibi disimda duydum.

    evet, gelirdi
    ruhi bey mi dediniz, evet, gelirdi.

    patron masaya gelir

    ben patronum, soyle boyle bir adamim
    birakin konusayim
    bir bira iceyim konusayim
    kim ne derse desin kadinlara duskunum
    ne yapayim oyleyim
    kadin dendi mi sanki ben
    visneli bir dondurmayi durmaksizin yalarim.

    ruhi beyi pek tanimam
    yok, hayir, belki de iyi tanirim
    neden derseniz ben herkesi iyi tanirim
    issizim, dulgerim, boyaciyim
    herkesle bir olurum
    kisiliksiz kalirim.

    gunun herhangi bir saatinde cikar gelir
    nasilsiniz ruhi bey, derim
    o her zamanki gibi: iyiyim, iyiyim!
    su kosedeki masa onundur
    baskasi oturmuyorsa gider oturur
    saraptan baska bir sey icmez
    bazen sarapla birayi karistirir
    dogrusu sarhosken hic gormedim
    tersine cok incedir, derim ki biraz da soyludur
    nedense bulutlanir gozleri arada
    o zaman kimseyi gormez
    uzaklara bakar yalnizca
    benimle konusurken, gazetesini okurken
    ruhi bey uzaklara bakar
    sanirsiniz ki iste cok uzaklarda bir ruhi bey daha var
    bana oyle gelir ki durmadan geri cagirir onu
    ama durmadan
    va alir karsisina - neden bilinmez -
    suclu bir cocuktur da sanki o, gizli gizli azarlar.

    parasi varsa verir
    yoksa hicbir sey soylemeden cekip gider
    sonra bir cep saati vardir, arada cikarip bakar
    ama bilirim saatle filan isi yoktur
    zaten zamanla isi yoktur ki ruhi beyin
    hep ayni elbiseyi giyer
    yazin ceketini cikarir
    kravati ip gibidir, incedir
    ayaklarina hic bakmadim
    o kadar ilginctir ki yuzu, ayaklari bilmem var midir.

    bu meyhaneyi yirmi yildir isletirim
    dogrusu ruhi bey gibisini hic gormedim
    misircarsisi'nda baharatci dukkanlari vardir, bilirsiniz
    ruhi beyi ben o dukkanlara benzetirim
    binlerce seydir cunku ruhi bey
    nanedir, ada cayidir, zencefildir
    bu cevrede herkes onu tanir
    bana sorarsaniz tanimaz
    soyle ki, bir ayakkabi civisi gibi kendine batar
    sarabiyla batar, uykusuzluguyla batar
    gulmesi huznune
    konusmasi susmasina batar.

    cok oturmaz, usulca kalkip gider
    sikilir da mi gider, pek anlamam
    anladigim bir sey varsa
    su bardagi goruyorsunuz ya
    bardaga birayi bosalttigim gibi gider
    gitmeden once biraz siliklesir
    sonra busbutun solar
    gercekte
    dort mevsimin karisimi gibidir ruhi bey.

    size bir olay anlatayim, cok kisa
    bir kis gunuydu, kar yagiyordu
    gok sapindan bosalmis papatya yapraklari gibi duruyordu
    kapida ruhi beyi gordum
    gozleri kipkirmiziydi
    gozleri karin icinde kipkirmiziydi
    cignenmemis karin ustunde
    iki tek kokina gibi duruyordu gozleri
    beni birine gosteriyordu eliyle
    yaninda kimseler yoktu
    birine yakiniyordu benden
    yaninda kimseler yoktu
    bir adim daha atti
    eli bir bicak ucu gibi sipsivriydi, uzundu
    ve nasil olduysa oldu
    yitirdim bir anda gozden
    hani dus gordum desem
    o zaman da sag bilegim neden kaniyordu.

    kurk tamircisi yorgo ve kucuk bir olay

    tepebasi'ndan pera'ya girerken
    kucuk bir alandan gececeksiniz
    gecmeyin!
    sagda bir ufak dukkan vardir, benimdir
    kapinin ustunde kurk tamircisi yorgo yazilidir
    iyi havalarda kapisi aciktir
    icersi biraz lostur
    los olsun, ben severim, boylesi daha guzeldir
    ben, karim, bir de anjel
    biz ucumuz kurk kaplariz, kurk dikeriz
    anjel elimizde buyumustur, iyi kizdir
    hemen hemen hic konusmayiz - icersi biraz lostur -
    yoktur ki ne konussak yillarca konusmusuz.

    ama baksak ki birbirimize arada
    - yorulunca isten bakariz da -
    sanki herkes yeni bir haber getirmis gibidir
    oyledir oyledir
    yuzlerimiz ona gore kesilmis
    ona gore bicilmistir
    cunku insan yalnizken katettigi yollardan
    ne zaman donse yeni bir haber getirir
    - dogrusu kentlerden kentlere mektuplar da boyle sessiz gider -
    ve disardan biri gecse gozlerimiz ona dikilir
    cok gormusumdur ishanlarindaki terziler
    kapilari acik terziler de boyledir
    biri merdivenleri cikmayagorsun
    o ciraklar kalfalar yok mu
    dislerinde igneler, iplikler
    baslarini kaldirip
    hepsi birden goz kulak kesilirler.

    her neyse
    biz kari koca masada calisiriz
    anjel yerde calisir
    nedense hoslanir bundan, yerde calisir
    biraz da acik sacik giyinir - soylerim, dinlemez -
    kurkleri bacaklarinin arasina sikistirir
    kizarsa donunu filan gosterir - soylerim, dinlemez -
    yeni evlidir, kocasi burda yoktur.

    ruhi bey derler bir adam vardir
    ne bileyim iste, boyle bir adam vardir
    cin gibidir, nereden geldigi bilinmez
    dukkanin onunde durur
    tam surada dikilir
    git dersin gitmez
    bu kez de anjel'e donerim
    anjel, derim, bak kizim anjel
    - soylerim, dinlemez -
    yeni evlisin, kocan ne der
    - hicbir sey demez!

    yegeni vardir bir de anjel'in
    su karsiki dukkanda calisir
    on alti yaslarinda, cocuk
    bir gun yakaladigi gibi ruhi beyi
    tuttugu gibi yakasindan
    gerisini sormayin daha iyi
    - cunku ben boyle seyleri pek sevmem -
    hep birden karakolluk olduk
    bu olaydan tanirim iste ruhi beyi.

    gene mi
    evet, geliyor
    seyrek de olsa geliyor
    bakiyor bakiyor bakiyor yalniz
    anjel desen oyle
    bacaklarini dikmis oturur
    aldirdigi bile yok
    ruhi bey de artik fazla kalmiyor.

    ruhi bey anlatiyor:
    bir dugun gunu ve sonrasi

    kisacik bir gundu, bir iki dakikalik bir gundu
    cocuklarin gunu gibi bir gundu
    kahverengi fotograflari vardi, bulanikti
    hicbir sey acik secik gorunmuyordu
    kocaman bir bahce olmaliydi, orda burda
    tavuskuslari olmaliydi, herbiri
    oyle bir basina hic kimildamadan duruyordu
    saniyeler sumbuller gibiydi
    saniyeler sumbuller gibiydi dokunsam iki parmagim arasinda aki-
    yordu
    kisacik bir gundu.

    bir kisi bile yoktu
    hayrunnisa ile ben vardim
    seylan taslari ile islenmis bir igne vardi
    yansiyan kirmizilik taraniyordu guneste
    kan gibi parliyordu
    soyle boyle hatirliyorum
    beni olume ugurlayan bir dugun gunu
    babami hatirliyorum
    babamin olumunu
    kirbaciyla birlikte bir cam agacina gomulu
    annemse odasinda babamin
    hasta yataginda
    kimildamadan yatiyor
    pencerede sapsari bir limon goruntusu
    duvarda rengarenk bir kirbac koleksiyonu
    hatirliyorum
    disleri vardi hayrunnisa'nin
    hatirliyorum
    bir seyler vardi, ortasindan kesilir gibiydi
    disleri bembeyazdi
    kesilen her sey bembeyazdi
    o disleriyle vardi, ben yoktum
    on gun daha gecti, sonra ben gunleri unuttum
    bir kusluk vaktini iyi hatirliyorum
    icerenkoy'deki tozlu bir yolu
    postaciyi
    terziyi
    o yanmis limonlugu
    cicek satan adami
    bir otobus duragini iyice hatirliyorum
    o yoktu.

    ve bir sabah ben vardim
    koskoca konagi bir basima soydum
    yer halilarini cikardim, kalin kadife perdeleri
    maun konsolu, cin porselenlerini, gumus takimlarini
    hatirliyorum
    mineli pandantifleri cikardim, altin zincirleri, pirlanta yuzukleri
    buyuk kristal avizeleri, sedefli koltuklari
    bursa catmalarini, beykoz koleksiyonlarini, minyaturleri
    hepsini, hepsini bir bir cikardim
    tutkuyla cikardim, sehvetle cikardim
    ofkeyle
    kanini akitaraktan konagin
    hatirliyorum
    konakta o gece konakla kaldim.

    bir genelev kadini ve...

    girdi
    sirtinda eski bir ceket vardi
    bir yerlerden sizmisti sanki, gun isigi gibiydi
    sarisindi
    once bir sure kapinin onunde durdu durdu
    golgelendi, inceldi, beni gordu
    pek onemsemedim
    zayifti, kirliydi, ickiliydi
    pek onemsemedim
    bakti, hic konusmadi
    oysa bir isa tasviri gibi ucumluydu, guzeldi
    yer gosterdim, oturmadi
    bir sigara yaktim, ona da verdim
    aldi
    sigarasini ben yaktim
    kisa bir gulumseme yurudu dudaklarindan
    benim dudaklarima da gecti
    cocuklar gibi kizardim
    oteki kizlar gulustuler
    ben kendimi sevdim, guvendim
    saclarimi duzelttim, gogsumu biraz kapadim
    bana elini uzatti, ellerimiz birbirine degdi
    sicakti, inceydi, kiskanirim anlatmaya bu eli
    agir agir odama ciktik.

    girdi
    acik pencereyi kapadim
    perdeyi cektim
    arkami dondum, yavas yavas soyundum
    bilegimdeki saati cikardim
    sigarami sondurdum
    tam o zaman..
    zaman da degildi belki
    once korkunc bir gozyasi seli
    sonra alabildigine bir kayalik
    kayalarin ustunde bir kertenkele
    ardindan bir ormanin ugultusu
    binlerce kanat sesi
    sag elinde bir bicak
    yok, hayir, bicak da degildi
    vuran, ezen, olduren bir el
    ve eller
    ve disler
    kendimden gectim.

    bir daha gelmedi, hayir, bir daha hic gelmedi
    ama onunla ben
    ne zaman istedimse o zaman yattim.

    ruhi bey ve limonluktaki yangin

    niye olmali oyleyse
    ask mutlu bir surgunlukse.

    uvey annemdi benim, ben sarisindim
    on alti yasindaydim, sarisindim
    bulanik cikmis fotograflar gibiydim, gorunumsuz
    yalnizdim, karisiktim
    beni taniyan kimseler yoktu
    hic yoktu
    icime kapaniktim
    buyuk agaclarin altinda
    havuzun kirik taslari arasinda
    bilmezdim mutluluk nedir
    bilemezdim
    alip basimi gitmek isterdim
    isterdim ama, kalirdim

    sanki kar yagislarinin ardindan
    uzun suren kar yagislarinin ardindan
    sevimsiz bir lunaparkta
    kimsesiz bir atlikarincaydim.

    bir limonlugumuz vardi, ogle saatlerinde
    bazen o limonlukta uyurdum
    karisik dusler gorurdum
    yalnizlik?
    o bir basina kalirdi, ben bir basima kalirdim
    sanki hic tuketilmeyen bir otobus duragi
    gibi kalirdim
    bir gun
    iceri girdi, uyaniktim
    yari uzanmistim, uyaniktim
    bir usumuslugu tutuyordum yuzumde, uyaniktim
    dudaklari aralikti, ben uyaniktim
    bembeyaz disleri vardi, ben uyaniktim
    oyle bir sure durdu, bakti
    o bakti ben de baktim
    yanima usulca uzandi
    uzandigini gormedim, ama uzandi
    dagildi, ucustu, bir gulus gibi uzandi
    once sasirdim
    once hic kimildamadim
    - yalnizlik biraz azaldi -
    saclarimi sevdi, hic kimildamadim
    bir bicim degildim sanki, bir nesne, bir sey degildim
    biraz utandim
    sokuldu bana iyice, bana sarildi
    dudaklarimi aldi, dudaklarimi tasirdi
    kopuren sutler gibi tasirdi
    kopukler icinde kaldim
    - mevsim her zamanki gibi yazdi -
    birden beyaz bacaklarini gordum
    sonra her seyi gordum
    o her seyi ben ilk defa gordum
    ses cikarmadim
    ses cikarmadim, kopuren sutler gibiydik
    beni yeniden optu, ustune cekti beni
    kopuren sutler gibiydik
    limonlar beyazlandi
    bir limondan bir baska limona gectik
    bir limondan bir baska limona gectim
    gozlerim sut gibiydi, sayisiz gozlerim vardi
    ilk defa vardi
    upuzun surdu, kisacik surdu
    beni birakti
    ayaga kalkti, saclarini duzeltti
    ustunu basini duzeltti
    butun beyazliklari duzeltti
    sut dindi
    ama ben kaldim
    coraklar, coller, tuzlu denizler gibi kaldim
    o gozlerini dikti bana
    - ben suyun yanmasi gibi tuzda -
    anlamsiz, uzun
    gizli, korunakli
    yuzuyle itermis gibi ilk defa gordugu bir yaratigi
    yillarca, ama yillarca
    bakti bakti bakti.

    kimseye bir sey soylemedim
    ama bir daha gelmedi
    ne sevgi, ne nefret, onceleri bir sey duymadim
    sadece gelsin istedim
    uyanik bekledim
    gelsin istedim
    ama bir daha gelmedi.

    anladim neden sonra
    anladim kotuluk olsun diye geldigini limonluga
    o bembeyaz disleriyle yoktu, ben vardim
    uc gunduz daha gecti, ben vardim
    on gun daha gecti, sonra ben gunleri unuttum
    - unutmak! ben buyudukce o benim cocuklugum -
    o yoktu
    beni uyardi, beni yalniz birakti, anladim
    cocukken vururdu, kanatirdi, ezerdi
    bu kez de
    anladim severekten
    oksayaraktan yapmak istedi ayni seyi.

    uvey annemdi, ben sarisindim
    o da sarisindi
    beni uyardi, beni yalniz birakti

    (acik sacik giyinirdi, pek anlamazdim
    dudaklarini islak tutardi, pek anlamazdim
    sehvetle aralardi, bembeyaz dislerini gorurdum
    bembeyaz dislerini gorurdum
    bembeyaz
    kalcalarini oksayaraktan tutardi.)

    o gunden sonradir ki iyi tanidim ben kani.

    bir gece uykudaydi butun konak
    gizlice bahceye ciktim
    yarali bir hayvan gibi surunerekten
    sokuldum limonluga usul usul
    doktum bir sise gazi ve limonlugu yaktim.

    kisa bir not:
    konakta son gun ve..

    ve yillarca sonra kadinin olusunu
    bir bulanti cenazesi gibi kaldirdilar icimden.

    o gece konagin butum lambalarini yaktim
    elimde bir icki sisesiyle ben
    sanki bir insan sehrayini vardi da, ben
    gecesiz bir sarisindim ve iste
    butun kapilari actim kapadim
    kirdim parcaladim elime ne gectiyse
    biblolar mi olur, yagli boya tablolar mi, kristal takimlar mi
    elime ne gectiyse
    actim pencereleri disari attim.

    durmadan atiyordum, esyalar bitmiyordu ki hic
    esyalar bitmedikce ofkeyle iciyordum
    ve kinle
    iniltiler duyuyordum asagidan yukaridan
    ve bagrismalar
    ve cigliklar duyuyordum bir de
    tanidigim artik ve bilmedigim iyice
    acayip hayvan seslerine benzeyen
    - konak ki bir simsekti de, elle duzeltilmisti sanki bir yagmur
    oncesinde -
    usaklar evlatliklar birbirine giriyordu
    birbirlerinden cikiyordular
    aralarina karistim
    bosaldim bosaldim bosaldim
    ve bilirdim, biliyordum, suresiz bir sarisindim
    baskalarini da cagirdim daha sonra
    ve karsiladim.

    oramla karsiladim, en cok oramla
    kapida karsiladim, dusumde karsiladim
    bir suru adamlar geldi, o bir suru adamlarla bir suru kadinlar
    nerde kim varsa iste bir bir geliyordular
    mutsuzlar, umutsuzlar, uyumsuzlar
    ellerinde paketlerle geliyordular - neler yoktu ki -
    ickiler, cicekler, pastalar
    kucuk kucuk paketler, buyuk buyuk kutular.

    (ah, ne de cok seyleri vardir da, nasil
    hep boyle yerinde harcar bu kentsoylular.)

    giysiler giysiler gene giysiler
    fiyonklar, boncuklar, payetler
    degerli-degersiz, sahici-yalanci
    turlu turlu igneler, yuzukler ve kolyeler
    once hep nasilsinizlar, lutfenler oturmaz misinizlar
    denenmis ic gecirmeler, gizliden bakismalar
    ve yaldizli cumleler
    bu pazar ne yaptiniz? hangi pavyonda? sahi mi?
    igreti kahkahalar, ucuzundan gulmeler
    bacak bacak ustune atmalar, yerlere uzanmalar
    sigaralar ickiler
    sonra gene ickiler, hic bitmeyen ickiler
    ve dudaklar ve gozler, ince uzun boyunlar
    memeler, kalcalar, kiclar, falluslar
    ve yavastan seviciler, ibneler
    poz kesen jigolalar.

    (nasil da vaktini bilirler her seyin
    ve vaktinde girisirler her seye bu kentsoylular.)

    sabaha karsi duruldu her sey
    gidenler, gelenler, yeniden gidip gelenler
    duruldu konak
    denizanalari gibi acildi kapandi
    sizanlar mi dersiniz, uyuyup kalanlar mi
    - elle duzeltilmis bir yagmur sonrasi mi acaba -
    bir ara yagma edildiydi butun kamcilar
    ne kalmissa kirip dokmedigim
    firlatip atmadigim
    yagma edildiydi gumus samdanlar
    saatler, konsollar, sehpalar
    perdeler, avizeler, halilar.

    (bilmezsiniz siz, bilemezsiniz
    gorseniz nasil ince
    nasil da kibardirlar bu kentsoylular.)

    kanadi kanadi kanadi o gece butun konak
    gorkemli bir kadin kaburgasini andiran konak
    bahcede aci aci bagiran tavuskuslari.

    (kim ne derse desin iyi bilirler kovulmayi da
    azicik siritirlar, azicik da sakaya filan alirlar
    ve usuldan ve bozmadan hic durumlarini
    cikarlar kiritaraktan disari
    yalanla avunurlar, yalanla korunurlar
    bilmezler utanmayi hic bu kokusmus kensoylular.)

    yaktim konagi da o gece
    bir daha bir daha bir daha yaktim
    yuzlerce, yuzbinlerce yaktim hic usanmadan
    aklimda bunlar kaldi sadece.

    soluksuz sessiz
    golgesiz devinimsiz
    bir ruhi bey olarak ruhi beysiz
    kentin icine kadar sokuldum.
    agzimin ici zehir gibiydi
    tuttum bir sigara yaktim
    kravatimi duzelttim
    ayakkabilarimi sildim
    ve sordum:
    - ben ruhi bey nasilim
    - sahi siz nasilsiniz ruhi bey
    - iyiyim iyiyim.

    bir otel katibi

    anlamadigim su
    ben neden bir otel katibiyim
    eskiyim, renksizim, kimsesizim
    yontulmus kalemlerden, sosisli sandviclerden igrenirim
    papazlardan, homoseksuellerden igrenirim
    kiz kurularindan ve saldirgan dullardan
    ve yasli adamlarin sararmis dudaklarindan
    ve deli saraylilardan, onlarin aybasi kokularindan
    kendimden kendimden
    ve nedendir ki ben
    sararmis bir surahide kirli bir su gibi bekletilirim.

    gunlerden ne? pazartesi! iyi bilirim
    ama gun nedir bilmem
    ciylerle ciceklerle camlarla doldurulmus gun
    gogsu bir marti gogsu gibi denizlere degen
    parklarda bahcelerde goz dolduran gun
    bir cocugun gozlerinden gozyasi icen
    sesini bir ayin gibi uzaklardan duydugum
    gun nedir?

    kokular vardi ayri ayri, ben unutmusum
    hepsi simdi bir otelin kokusu
    kullanilmis camasirlarin ve bavullarin kokusu
    ve telefonlarin ve kapisi acik helalarin
    ve hasta soluklarinin, tozlu yer halilarinin
    sabahlara kadar yanan ampullerin kizgin
    birbirine karismis, degismeyen kokusu.

    ruhunda kasvetin suyunu buldu
    kimdir
    olsa olsa bir otel katibidir
    bir otel katibi her yerde bir otel katibidir
    gozluklu ve tedirgindir
    hic yikanmamis gibidir, parmaklari saridir
    on disleri curuktur, avuclari terlidir
    yillar var ki bir kumas dusler kendine
    ve bu yuzden olacak sanki biraz terzidir.

    sorarim - ki otel katipleri sorar - bir terlik nedir
    terligin yenisi yoktur
    gecmisi yoktur, gelecegi yoktur
    yeri ve kimligi zaten yoktur
    bir terlik bir terliktir o kadar.

    bilirim kotunun kotusu bir oteldir burasi
    odalarinda hamam bocekleri, sinekler
    pis yataklar, lekeler, sararmis catlak lavabolar
    peki bir insan nedir
    sorarim - ki otel katipleri sorar -
    bir gun gittikce ufaliyordum
    dus muydu, gercek miydi, iyi bilemem
    oturmus bir kuvete kuruyup kayboluyordum.

    sarkicilar, sokak calgicilari gelir en cok
    sokak kadinlari, serseriler
    evet, ara sira ruhi bey de gelir
    kan renginde gelir, yolunu sasirmis bir bocek gibi gelir
    sapindan egilmis bir gelincigin ogle uykusu gibi
    cocuksu hafif
    tam bizim otelliktir
    sanirim elbisesiyle yatar, ayakkabilariyla
    sabah olunca erkenden kalkar
    ve kalkar kalkmaz baslar icmeye, dogrusu pek anlayamam
    ucak saatlerini sorar, luks lokantalari sorar bir de
    pek anlayamam
    su var ki, kendiyle eglenir gibi sorar
    elinde vapur tarifeleri, kataloglar
    at yarisi listeleri
    yanasir pecereye, isiga tutar birer birer hepsini
    - otel her zaman lostur -
    bakar bakar bakar.

    nemli bir havlunun yere birakilisi gibi
    coker bir iskemleye sonra
    - cogu zaman boyle yapar -
    sokaga bakar araliksiz
    oyle bakar ki, sokakta bir seyler olmus sanirsiniz
    sanki bir cinayet islenmis, biri parasini carptirmis
    ya da terkedilmis bir kadin yakalamis kocasini
    bagirip cagiriyordur gebe karnini gostererek
    nerdeyse
    hani nerdeyse polisler gelecek
    - gerci her turlu olaya tanigizdir bu sokakta -
    oysa iste ruhi bey
    gorerek bakmiyordur ki bir seyler anlasaniz

    icer bardagindaki son yudumu da
    topundan bosalan bir kurdele gibi
    sari bir kurdele gibi
    cekip gider az sonra.

    bir olay: ruhi bey ve gulcunun olumu

    bir kara parcasi sanir insan
    dustu mu basi derde
    kendini acik denizlerde.

    simdi bir kiyi bile degil
    bir ufuk cizgisi bile degil
    yalnizca olu
    sabaha dogru yagan karin altinda
    kivrilmis kalmis
    besbelli tutunmak istemis bosluga
    kollari havada
    sikmis avuclariyla bir demet gulu
    yayilmis govdesine bir gulumseme
    ve cevresine
    tas binalara, karanlik pencerelere
    kefeni kardan ve gulden.

    polis arabasi kapiya geldigi zaman
    giyimevlerini, mezecileri, postaneleri gecerek geldigi zaman
    arka sokaklardaki birkac kiliseyi
    cenaze levazimatcilarini ve
    bin dokuz yuz yirmi sekiz modasina gore giyinmis bir kadinin bir
    anlik olusunu
    gecerek geldigi zaman
    bir kamyon et bosaltiyorken bir kasap dukkaninin onunde, tam o
    zaman
    yuzu sabunlu bir otel musterisinin elinde tiras makinesiyle
    pencereden sarktigi zaman.

    polis arabasini gormeden once
    her yani aynalarla cevrili bir meyhanedeydim
    sircalari dokulmus aynalarla
    parca parca goruyordum kendimi
    disarda kar vardi, kirli kar
    isinmak icin konyak iciyordum
    - isinmak icin mi dedim, tuhaf -
    disarda kar vardi
    saat dokuzu on geciyordu, balikpazari'nin her gunku sabahi
    yillardir hep ayni sabah
    iri bir kaya baliginin icbukey karni
    ve binlerce, on binlerce kedinin hep birden
    kente hic uymayan bir yaratik gibi kimildandigi
    o sabah.

    polis arabasi kapiya geldigi zaman
    aynalipasaj'in dugmecileri, gomlekcileri
    yuzukculeri, bilezikcileri, tuhafiyecileri
    dukkanlarini actiklari zaman
    ve dukkanlarin ustundeki heykelciklerin
    bir yas torenine hazirlanir gibi
    anlatimlarini degistirdikleri zaman
    balikcilarin baliklarin karsisinda en iyi durduklari zaman
    ayakta cay ictikleri zaman
    mermer masalarin altindan yorgun govdeleriyle
    ciktiklari zaman serserilerin
    ve pasaj temizlenmeye ve karlar kurenmeye basladigi zaman
    masmavi iki yengec gibi bakmaya basladigi zaman gozleri garson
    vasil'in
    tam o zaman.

    polis arabasi kapiya geldigi zaman
    uc kisi siyah bir otomobilden indiler
    ucu de sivildi, ellerinde cantalari vardi
    ben meyhanenin penceresindeydim
    icerde ve kar icindeydim
    bir demet gul icindeydim
    gule gomuluydum
    kana.

    polis arabasi gittigi zaman
    demir kapinin yaninda olu
    gokyuzu donemecinin altinda
    ve yerde birakmamak ister gibi sozunu
    elinde bir demet gulle
    "gul, gul!" diye aci bir bagirtiyi uzattigi gullerle
    ipislak saclariyla buzdan yatagina uzanmis.

    (o zaman ihlamur agaclari kardan gorunmezdi. gozlerim
    azalirdi, gizlenirdim. babam koyu kahverengi cizmeleriyle
    karlari ezer ezer ezerdi cakiltaslarinin ayaklarinin altinda oy-
    nastiklarini duyuncaya kadar. annem cati katinin yanindaki
    sivri kuleden gozlerini ayirmazdi, yeter ki gok kanasindi be-
    yaz beyaz ve kocaman bir alabaligin karni. usaklar bir kose-
    ye sinerlerdi, hic konusmazlardi, bir kristal surahi ruzgardan
    urperir titrerdi. iniltiye benzeyen bir ses yayilirdi. karanliga
    yapisirdim, bir kapi karanligina, bir duvar karanligina,
    bir yokolus karanligina. olum cok uzaklardaydi, o zaman
    cok uzaklardaydi olum.)

    sordu
    karla kapli kirli bir cumle
    basinda kimler vardi?
    bir, emekli postaci huseyin
    - cok adres bildigi icin adi pezevenge cikan -
    iki, cenaze kaldiricisi adem
    - ciplak kafali, on disleri curumus -
    uc, akordeoncu kadin
    - hemen hemen hic konusmayan, saclari oksijenle sarartilmis, bi-
    zansli bir kehribar taciri gibi sisman, yasli ve kizoglankiz -
    ve sonra otekiler
    uc horan kilisesinin kapicisi
    cingene calgicilar, bademciler
    lotaryacilar
    bir iki garson
    en geride
    cengelli igne satan bir kiz cocugu.

    ve onu kaldirdilar, ben gordum
    duz bir kagit gibi anlamsizdi, ben gordum
    ikinci konyagimi ictim bitirdim
    demir kapidan cikardilar ve gordum
    morg arabasina koydular
    kapisini ittiler, kapi kapandi
    taraklar, istiridyeler acildi kapandi
    cicekler titrestiler
    bir balikci balik dogradi ve tartti
    pencereden cekildim.

    gunlerdir ilk olarak guldum, gulumsedim
    yillardir ilk olarak
    sanki ilk gozyasinin tarihini buldum, ustunu cizdim.

    ve sordu gene
    olumle kapli o kirli cumle:
    siz, ruhi bey nasilsiniz
    ben ruhi bey nasilim
    anladim anladim
    ve simdi iyi biliyorum artik nereye.

    cenaze kaldiricisi adem

    bir olu nedir ki bir olum nedir
    aciyla kirlenmekdir, aciya sevinmekdir.

    siz bilirsiniz, isterseniz biraz gecikiriz
    gelmesine geliriz, biraz gecikiriz
    ne kadar gecikirsek biz o kadar iyiyiz
    ben o kadar iyiyim.

    bir zamanlar hamaldim, celenk tasirdim
    en guzel cicekleri ben sirtimda tasirdim
    caddelerden gecerdim, buyuk vitrinlerin onunden
    serlerden bahcelerden gune damlardim
    renkelere karisirdim, kentin isiklarina
    icinden soyulan bir portakal gibi
    kendi icdenizlerimi oper oksardim
    suslenmis gibi olurdum
    kokular icinde kalirdim.

    sonra beni bir gun cagirdilar
    sonra beni bir gun gene cagirdilar
    artik hep cagirdilar, dort kisi olduk
    dort kisi gerekliydi, dort kisi olduk
    oluleri gorduk, oluler koltuktaydilar
    oluleri gorduk, oluler yatakta
    oluler giyinik, oluler ciplak
    iste biz dort kisi buna alistik
    bizi alistirdilar.

    omuzlarim kesik kesiktir, nasirlidir
    her zaman bir olu vardir omuzlarimda
    o kadar olu vardir ki her yanimda benim
    - oluler icindeyim! oluler icindeyim! -
    ornegin bir bardak su icsem bir olu kayar suramdan
    su icmeyen bir balik gibi kayar
    olulere takilmis bir ucurtma gibiyim
    biraz oyleyim.

    ve otel musterileri, onlar
    en inandirici olulerimdir benim
    her biri bir olumu her gun yeniden yasar
    camlara yapistirilmis yuzler gibi
    sevgiyi unutmus yuzler gibi
    - unutmak utanmaktir, siz bilirsiniz -
    huzunsuz, anlatimsiz, soguk
    aksamustu rengindedirler ve yorgundurlar.

    siz daha iyi bilirsiniz, hiristiyanlari soyarlar
    oluleri ciplaktir onlarin
    ne yalan soyleyeyim gorunce huylanirim
    yeni olmus genc kizlar yeni dogmus cocuklara benzerler
    gorunce huylanirim
    bunu karima da anlatirim, su dokunurum
    adim mi, ademdir, iyi adamimdir.

    karima anlatirim ya, size de anlatirim
    bir gun bir olu kaldirdik, askenazlardan
    hani su leh yahudilerinden iste
    gozleri o kadar mavi olan, mavi bir suda yuzer gibi govdesi
    saclari tutun renginde
    her neyse, uzatmayalim, bir de baktik ki olunun arka cebinde
    dolarlar, marklar, sterlinler
    once paylasmayi dusunduk, yalan soylemeyeyim
    goturup geri verdik az sonra
    goturup geri verdik, yuz lira aldik
    hepsi hepsi yuz lira
    bir gun de bir oluye asili iki torba
    torbalar kalcalara inmis, askilar omuzlarda
    icleri altin dolu
    oluyse bir kocakari, ermeni
    coluk cocugu
    elbette geri verdik altinlari da.

    ve genc bir kiz olusunden ametist bir kolye cikardim
    dogrusu sakladim onu gizlice
    karimdan bile sakladim, karimdan
    niye mi sakladim, ugurdur diye.

    bir karim, iki cocugum, dort kisiyiz
    kimseler bizimle konusmaz
    mahallede kahveye cikamam, anlarsiniz
    giderek alistim ickiye de
    demin de soyledim ya, iyi adamimdir
    benden kotuluk gelmez
    inanir misiniz, bir gun gene bir oluyu kaldiracagiz
    tam kaldirazagiz, birden farkina vardim
    adam dupeduz yasiyor
    oysa raporlar filan tamam
    buzluga girdi mi o anda isi bitik
    basinda mirascilar yas giysileri icinde
    dedim ya, birden farkina vardim
    evet, o gun bugundur yasiyor
    cihangir'de oturur, zengindir
    bir iki kez evine de ugradim
    beni pek sevmez.

    ne de olsa herkes biraz oludur
    otel musterileri en onde gelir
    kendileri soyar kendilerini kendileri giydirir
    butyuk kentlerin buyuk tabutlaridir oteller
    nedense iste onlar gokyuzune gomulur.

    bu sabah on birde bitirdim isimi
    gidip uyuyacagim
    belki de
    ya karimla ya da
    bir baska oluyle yatacagim.

    acaba

    donelim
    dondursun bizi
    kalbin akip giden bulutlara benzeyen sesi
    yagmursuz bir yagmura acilmis kapilardan
    ve akilda kalan bir yokustan
    ve yalniz cocuklara ozgu o sonsuz sinema koltuklarindan
    ve cocukluktan
    donelim
    donelim mi biz
    genclikten, oralardan
    mutlulugu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
    donelim mi aciya
    aciya, buyuk aciya
    ve soralim mi acaba
    en buyuk yalnizlik! insansan eger
    bir kaya
    dalgalar yalarken onu
    o bakarken kaskati kalabaliklara
    donelim
    ya da donsek mi acilardan da
    ah, kalbin bulut bulut akan sesi.

    butunuyle bir semte benziyor ruhi bey
    binlerce, on binlerce kedinin hep birden kimildandigi
    kedilerden orulmus bir semte
    ve soguk bir tuvalde yerini bulamamis renkler gibi
    soguk ve ayakta tutan celiskileri
    bir gorunumden bir baska gorunume kolayca sicranan
    her seyin, ama her seyin cok distan farkedildigi
    eh belki de bir satir fazlaligi ya da bir satir eksikligi
    belki de genc bir sairden odunc alinan.

    yuruyor mu, yurumeyi mi dusunuyor ruhi bey
    dusunmesi daha mi sonra koyuluyor yola
    nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
    yoksa bir oyun tadi mi buluyor bunda
    oyundan atilmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
    bosvermis de sanki oyunun kurallarina
    ustelik son bolumde, perdenin kapanmasina
    azicik vakit kalmis
    ya da vakit var daha. ama ne cikar
    govdenin yazgiya baskaldirmasi mi
    ruhi beyin
    baskaldirmasi mi yoksa

    vaktinden once anlamanin saskinligi mi
    vaktinde anlamanin sevinci mi
    ya da biraz gec kalmanin
    o gereksiz tedirginligi mi
    hangisi

    ama belli ki sonundayiz her seyin
    en sonunda.

    dusluyor olumunu ruhi bey

    niye olmemeli oyleyse
    yasamak mutlu bir devinimse.

    olusunu bekliyor ruhi bey
    bir yanda ruhi bey bir yanda olu
    ve gormemek ister gibi oluyu
    oturmus bir iskemleye.

    ben ki bir oluyu beklemekle gecirdim geceyi
    bir oluyu ve olunun butun inceliklerini.

    getirdiler beni sayrilar evine bir sabah
    asansorle yukari cikardilar
    tertemiz bir yataga yatirdilar - ben boyle istedim boyle oldu -
    oda numaram 283'du aklimda dogru kaldiysa
    pencereden tepeler gorunuyordu, bulutlar ve birtakim kuslarla de-
    vinen tepeler
    yakinimdan geciyordu bazi kuslar da
    beyaz bir saat asiliydi duvarda. duvarin her yerinde
    bembeyaz saatler asiliydi
    ve her sey o kadar beyazdi ki, ayrintilar
    yillarin eklem yerlerini gosteriyordu sanki
    ve butun eklem yerlerinde koskocaman bir olu
    ruhi beyin olusu
    hepsi de ur gibi beni
    sarmisti ur gibi ruhi beyi
    o gun sigara ictim aksama kadar
    - ikinci gun aldilar sigarami -
    ve saatler biraz sarardi
    sarardi butun ayrintilar.

    ve otuz sekizin altina dusmedi atesim
    yataktan kalkamadim
    o gece uyuyamadim sabaha kadar
    koridorlarda ayak sesleri, bagrismalar
    kapi gicirtilari ve acayip sesler

    bilmem boylece kaca cikti bekledigim oluler.

    ucuncu gun kan siseleri, tupler, serumlar
    doktorlar, hastabakicilar
    araliksiz girip cikmalar
    gidip gelmeler
    tepelerden pencereye akan kuslar
    pencereye sivanan kuslar
    ve benim mutlulugumun altinda
    kararip yitti butun ayrintilar
    bir daha gorunmedi
    ve artik hic gorunmeyen
    siseler, tupler, serumlar.

    ve o gun ilk defa olusunu gordu ruhi bey
    sogumus govdesini gordu
    donuk gozlerini, durmus kalbini
    gordu neye benzerse bir olu.

    - ben ruhi bey nasilim
    - mutlusunuz ruhi bey.

    yarin gazetelerde cikacak ilanlarim
    ruhi bey oldu
    bu olum toreninde mutlaka bulunacagim
    bir daha gormek icin olumu
    celenkler yigilacak avluya
    ki benim sayisiz olulerime
    yaldizli yapraklarini kipirdatarak bakacaklar
    sevgiyle
    ve babam elinde gumus kirbaciyla
    bir basina bir olu
    annem bir limon goruntusunun onunde giyinmis olumlulugunu
    oluler halinde duracak onlar da
    disimdaki oluler, icimdeki oluler
    bir alasim halinde, donuk gunesin altinda
    ve benim mutlulugumun altinda
    akip gidecek butun kotulukler
    olumun armalari gibi
    akip gidecekler en sonunda.

    niye olmemeli oyleyse
    yasamak mutlu bir devinimse.

    koro

    (cicek sergicisi, meyhane garsonu, meyhane patronu, kurk
    tamircisi yorgo, hayrunnisa, genelev kadini, otel katibi,
    cenaze kaldiricisi adem, akordeoncu kadin, emekli postaci, vb.)

    celenklerimizle geldik, yoktunuz
    ara sokaklarda, pasajlarda aradik, yoktunuz
    meyhanelere baktik, otellere sorduk, yoktunuz
    nerdesiniz, ruhi bey?

    ruhi bey

    o kadar bekledim ki, geliyorum
    olumumu bekledim, geliyorum
    bir oluyu ve olunun butun inceliklerini
    bekledim geliyorum.

    ben ruhi bey, mutlu olan ruhi bey
    olumu gomdum, geliyorum
    bir sonbahar gunuydu, geliyorum
    gunesler buz gibiydi, geliyorum
    ve butun kotulukler
    olumun armalari gibiydi
    size anlatirim, geliyorum.

    hepsini, hepsini gomdum, geliyorum
    havuzun kirik taslarini - siz bilmezsiniz -
    limonlugu ve kirmizi konagi - siz bilmezsiniz -
    aynalarda kendini seven ruhi beyi - siz bilmezsiniz -
    ve bildiginiz ruhi beyi - ya da pek bilmediginiz -
    gomdum ben, geliyorum.

    koro

    iyi biliriz sizi biz, iyi biliriz
    nerdesiniz ruhi bey.

    ruhi bey

    gomdum hepsini, geliyorum
    butun olulerimi gomdum, geliyorum.

    koro

    peki, ya sonuc, ruhi bey, ya sonuc
    biz sizi tanimaz miyiz
    siz ne yaparsiniz bundan sonra, biz ne yapariz
    bir butunun parcalariyiz, bir butunun parcalariyiz.

    ruhi bey

    sonuc mu dediniz, ne dediniz
    sonuc hic gomulur mu, geliyorum
    ben yalniz olulerimi gomdum, geliyorum.

    koro

    dogrusu anlamiyoruz ruhi bey
    her insan biraz oludur
    biz ki bir butunun parcalariyiz, biliriz
    her insan biraz oludur.

    ruhi bey

    insan yasiyorken ozgurdur
    yaklastim iyice, geliyorum.

    koro

    her insan biraz oludur
    biz de biraz oluyuz.

    ruhi bey

    oluler ki bir gun gomulur
    icimizdeki oluler, disimizdaki oluler
    insan yasiyorken ozgurdur
    insan
    yasiyorken
    ozgurdur.
  • "ve yıllarca sonra kadının ölüsünü
    bir bulantı cenazesi gibi kaldırdılar içimden"
    dizesi ayet olarak duvara asilmasi gereken destan... eklenecek bir baska soz onun dusuncesini bozacaktir...
  • şair edip cansever'in 1976'da yayımlanan (kasım 2001 itibariyle 12. basımı yapılan) uzun şiiri ve bu uzun şiirin tiyatro oyunu.
    istanbul devlet tiyatrosu tarafından sahneye konan oyunda yönetmenliği cüneyt çalışkur üstlenmiş. başrolde uğur polat var. diğer rollerde taner birsel, rüçhan çalışkur, mahmut gökgöz, ali fuat çimen, ali ersin yenar, celal kadri kınoğlu, canan şanan ve yurdaer okur yer alıyor.
    oyun genel olarak başarılı, uğur polat iyi bir aktör, düzgün diksiyonu ve iyi ayarladığı ses tonu ile inandırıcı bir performans sergiliyor. ancak yapısı ve içeriği itibariyle biraz ağır bir oyun. uzun tiradlarda zaman zaman izleyici oyundan kopabiliyor, dikkati ve ilgiyi birbuçuk saat boyunca sürekli yoğun düzeyde tutmak gerçekten kolay değil, hem seyirci hem de oyuncular ve yönetmen açısından. ama mesajı ve şiirin "ruhunu" seyirciye iletmeyi başarıyorlar; önemli olan da bu.
    - sahi ruhi bey siz nasılsınız ?
    - iyiyim, iyiyim. (oyun ve şiirdeki tek diyalog)
  • kim ne derse desin kadınlara düşkünüm
    ne yapayım öyleyim
    kadın dendi mi sanki ben
    vişneli bir dondurmayı durmaksızın yalarım.

    bolumuyle siirine sevimli bir gulme molasi vermistir edip cansever...
  • "...
    nerdeyim
    kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
    para bozduranların az çok bildiği
    adres soranların gene bildiği
    bir sokakta bir aşağı bir yukarı
    saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
    amansız bir güceniğim
    ..."
  • bir noktada takıntılı olduğumu düşündüğüm edip cansever'in uzun şiiridir. herhalde tiyatro uyarlamasını 4 kere izlemişimdir. kitabı ise o sayının en aşağı 2 katı kadar okumuşumdur. benim için ruhi bey zamanın bir bölümünde sallanıp duran ya da hiç bir yere ve zamana ait olmayan bir karakterdir. bu nedenle kitabı ilk defa okumamın üstünden 9-10 yıl kadar geçmiş olmasına rağmen hala o ilk heyecanı yaşıyorum. gün içinde durduk yere şiirden parçalar aklıma geliyor ve kendimi o sonsuz ikindilerin içinde buluyorum. sanki ikinci yeni ve özellikle edip cansever şiirlerini ikindi vakti okunsun ve yaşansın diye yazmışlar.
  • edip cansever bu şiirin hikayesini şöyle anlatmış;

    ben ruhi bey nasılım adlı kitabımı, bugünden çocukluğuma doğru uzanan bir çizgiyi bölüm bölüm yazarak sürdürmeyi düşünmüştüm. baştan dört bölümü de bu amaçla yazmıştım. kitap hem yavaş yürüyordu, hem de bir yerde tıkanıp kalacak gibiydi. bir süre yazmayı bıraktım. bir gün krepen pasajı'nda bir başıma oturuyordum. yazdı, hava sıcaktı. pasaj da oldukça tenhaydı. dipte, köşede bir garson uyukluyordu. diyebilirim ki, şiirme bir dekor hazırlanıyordu sanki. nitekim biraz sonra ilk oyuncu sahneye girdi. pasaj’a sık sık gidenler iyi bilirler, sakalları uzamış, saçları dökük ve yağlı, askılı pantolonunu karnının üstüne kadar çekmiş, omzunda birkaç kemerle dolaşan ve kimselerle konuşmayan bir adam vardı. daha önceleri çok gördüğüm halde ilgimi pek çekmeyen bu adam, dışarıdaki masalardan birine, tam karşıma oturdu. dikkatle izlemeye başladım. kendi kendiyle konuşur gibi dudaklarını hafiften kıpırdatıyordu. bir kadeh içki verdiler, içti. birdenbire ruhi bey'i daha yazılmamış olan ruhi bey'i bulduğumu anladım. çocukluğumdan, gençliğimden ve ‘şimdi’lerden sıyrılarak onun dünyasıyla özdeşleştim. eve döndüm, ilk notlarımı yazdım. kitap o günkü rastlantıdan sonra hızla gelişti.”
  • koro:her insan biraz ölüdür
    biz de biraz ölüyüz

    ruhi bey:ölüler ki bir gün gömülür
    içimizdeki ölüler,dısımızdaki ölüler
    insan yasıyorken özgürdür
    insan
    yasıyorken
    özgürdür
hesabın var mı? giriş yap