ben ruhi bey nasılım
-
biraz uzun bir alıntı...
"...
i
gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
büyük bahçelerin küçük içinde
saksılardan birinde
gördüm de
uyurken uyandırılmış gibi
beni bir sardunya büyüttü belki.
o ben ki
bir kadında bir çocuk hayaleti mi
bir çocukta bir kadın hayaleti mi
yalnızca bir hayalet mi yoksa.
ne peki
yere dökülen bir un sessizliği mi
göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
işini bitirmiş bir org tamircisinin
tuşlardan birine dokunacakkenki
dikkati ve tedirginliği mi.
bekler mi beni
her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen
bir sürü yaz gününün içinde
acaba bekler mi beni
uykularım, o sonsuz uykularım
yanmış bir limonluktaki
- ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde
sesini hiç eksiltmeyen -
ama bilmez miyim ben
bilmez miyim hiç
böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine
kısacık bir zaman olmalıydı elimde
turfanda meyva gibi bir zaman
yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği
geçerek erguvanların dönemecinden
leylakların dörtyol ağzından
yapıştırıncaya dek beni dudaklarına
acının dudaklarına ve geçmişin
bir yaban gülü yaprağı gibi beni
ama ne gezer.
korkmuyorum artık solmaktan
solmaktan ve solgunluktan
gelmişim nerelerden böyle
kurumuş bir dere yatağı gibi
ya da pek kurumamış da
baygın, hasta ya da cançekişen
çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında
ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini
yorgun düşerek taşımaktan
ve ne çıkar ayırmasam kendimi
suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan.
koylardan
kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da
eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan
ayırmasam kendimi
diyorum ayırmasam
köhnemiş bir geminin -izine pek rastlanılmayan-
içindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri
cepleri yüreği cepleri
ayırmasam da ben
kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan
oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
bu kımıltısız gövde
görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi
görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların
ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
o müşiş öğle sıcağında
pencerenin önünde örgü ören birinin
- örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
görülmediği gibi
ama var mıydı sanki görülmek isteyen
var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.
ii
ve her şey hızla yetişti sonra
sarı bir günün kahverengi yarınına.
yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da
gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki
ağaç da çürümüş zaten
kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu
ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu
çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi
-gizi mi, bir giz gereksinmesini mi-
yoklamışlar orasından burasından
kim bilir.
ama sessizlikten başka ne bulmuşlar
önemsiz bir iki anıdanbaşka
ya insan kılığında ya da bir dekor taşkınlığında
sorarım ne bulmuşlar
çoktan yeni bir umuda dönüşmüştür onlar da
anılar.
oysa bambaşka şeyler olmalıydı ağaçta
kazılmış, oyulmuş yerlerinde ağacın
buruk mayhoş, daha çok da bir zehir tadındaki
bir şeyler olmalıydı. ve sanki
yıllar var ki saklamışım orda ben
saklamışım anlaşılan
odasında yapayalnız doğuran bir kadının
dışa vurmak istemediği
ya da pek gereksinmediği
o iniltiyi andıran
duyurulmayan her şeyi.
iii
ve her şey dönüştü işte
kahverengi bir çarşambadan
sapsarı bir cumartesiye.
ansızın bir rüzgar çıktı demin
çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar
kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü
yakıyor gözkapaklarımı da
toplayıp getiriyor anılarımı bir bir
uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı.
(kaç türlü girilirdi anılardan içeri?
1 - işte bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
2 - süt emer gibi bir memeden
bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi
3 - dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)
(ansak mı anmasak mı
yeri mi şimdi değil mi
bir tren yolculuğunda ve her yerde
her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini
bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi
saatler iyi
adamlar gülüyorlarsa iyi, gülmüyorlarsa gene iyi
ve bütün yolcuların dalgın
koparıp koparıp bir şeyler yediklerini
görünüşte kararsız
görünüşte üzgün, endişeli
görsek mi acaba, görmesek mi
açıp da kapalı gözlerini arada
şöyle bir görünümü tek bir solukta
yalandan, inatla içine çekenleri
ya da bir köprüden geçerken, bir tünele girerken
belirtip yüzlerinde çok görmüşlüğün izlerini
bir tilki çevikliğiyle, acele
katarak yolculuğa hiç yoktan bir gizemliliği
bilmem ki, görmesek mi
durunca tren bir istasyonda
dudakları çatlamış, ateşli, hasta bir istasyonda
dünyanın bütün elma satıcılarına bakıp
bakıp da her şeyi ilk defa tanıyormuş gibi
uzanıp pencerelerden sarkık gerdanlarıyla
tutarak parmaklarıyla yalancı
ve ucuzundan bir kolyeyi
acaba görmesek mi
bir treni ve dünyada tren olan her şeyi.
ansak mı anmasak mı acaba
yeri mi şimdi, değil mi
sırasını bekleyen bir kadının, hasta
gereğinden fazla abartılmış yüzünü
besbelli iğrenirdiniz
çevirirdiniz gözlerinizi yer tahtalarına
bir duvar saatine ya da kapıya
telefona bakardınız, tırnaklarını incelerdiniz uzun uzun
kısaca
kaçınmak isterdiniz o yüzden -ama bitmedi-
gördünüz, görüverdiniz bir daha
sıyrılmış acılardan ansızın
sevecen, durgun, sade
o yüzü
belki de, orda, acele
karar verdiniz
bir anneniz olsun isterdiniz böyle
ve belki sarılıp öpmek isterdiniz onu
her neyse...
söylesek, yeniden mi söylesek şimdi de
ben uzun yolları hiç sevmem
doğacak bir çocuk gibi beklemeli anılar
ansızın doğmalı, ansızın ölmeli saniyelerde.)
iv
bırakıp gidiyor anılarımı rüzgar
denize bırakılmış çöpler gibi
yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi
geri veriyor ve çekip gidiyor usulca.
bulanık bir havuzun yanında buluyorum kendimi
bakımsız, taşları kırık bir havuzun yanında
içinden koyu yeşil bir çocuğun baktığı
çürümeye yüz tutmuş yaprak renginde
ağlaması yağmurlu bir sundurmaya benzeyen
kırık iskemleleri, çatlamış mermer masasıyla
yağmurlu bir sundurmaya
ve pencerelerde belli belirsiz bir kadın
pencerelerde ve her yanda.
bir çocukta bir kadın hayaleti mi
bir kadında bir çocuk hayaleti mi
yalnızca bir hayalet mi yoksa.
(nerdeyim
kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
para bozduranların az çok bildiği
adres soranların gene bildiği
bir sokakta bir aşağı bir yukarı
saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
amansız bir güceniğim.)
geri getiriyor bunları rüzgar
geri getiriyor anılması kırmızı bir konağı da
iniltili, hasta bir konağı da
çatısında baykuşların tünediği
birtakım iplerin düğümlendiği tahtaboşlarda
ve bütün konuşmaların tek bir cümlede toplanıp
suskunluğu bir anıt gibi yükselttiği
bir konağı ve konağın olanca görkemini
geri getiriyor rüzgar.
(konaksa yandı çoktan
tertemiz bir asfalt ezip geçti onu
iyi biliyorum tertemiz bir asfalt
ezip geçti onu
kırmızı bir konak mezarı gölgesi bırakarak.)
ve yıllar ve günler ve saatler ayarlandı
caddeler, işhanları kahveler ayarlandı
meyhaneler, genelevler
pasajlar, dar sokaklar, geçitler
soğuk biralar ayarlandı, soğuk her şey
ve bütün ilişkiler
birden yerini aldı.
ve her şey yetişti gene
sarı bir çarşambadan
kahverengi bir cumartesiye.
v
ben ruhi bey, nasıl olan ruhi bey
nasılım
bir yaz ikindisinden çıktım geldim
diyelim bir pazartesiydi, biraz da şöyle geldim
kapıyı iyice kapadım
- kapadım mı, evet, kapadım -
çitlenbik ağacının altından geçtim
frenk üzümlerinden bir iki salkım kopardım
dişlerimle sıyırdım
sardunya renginde ve sardunya tadında idiler
biri fotoğrafımı çekiyorkenki gibi durdum
azıcık gülümsedim
ve dünya bana gülümsedi
çakılların üstünden yürüdüm
yürüdüm ki, bir sese benziyordum sanki
yüzyıllarca önce kırılmış bir kemik sesi
iyice duydum
çıkarken bahçe kapısını açık bıraktım
- çok yüksekti. deniz dibi renginde ve demirdendi. üstünde aslan başı
kabartmalar vardı. iki yanında çok yüksek iki duvar uzar giderdi.
dışardan çam ğaçları görünürdü. bir kırbaç gibi görünürdü. ve
ağaçların üstünde kırbaç kılıflarına benzeyen ve evlatlıkların mavi
pazen giysilerini andıran kalınlaşmış bir gökyüzü dururdu -
on sekiz on beş trenine yetiştim
geniş kadife koltuğa oturdum
puromu yaktım - iki kibrit harcadım -
akşam gazetelerinde pek bir şey yoktu
haydarpaşa'ya kadar bulmaca çözdüm
iskelede saçları çok iyi taranmış bir kız bana baktı
bakışından tedirgin oldum
giyimsizdi, boyasızdı, bakımsızdı
vapurla karaköy'e geçtim
tokatlı'ya uğradım
köprüden aldığım fransız dergilerini karıştırdım
kirazla bir kadeh rakı içtim
çıkarken boy aynasında kendime baktım
oldukça yakışıklıydım
gömleğim temizdi, beyaz ceketim
tertemizdi ve ayakkabılarım
pantolonum ütülü
yelek cebimde ince altın bir zincir
sarı ve ince bıyıklarım
tam ruhi bey bıyığıydı
ve iki parmağın arasında bir çiçek sapı
- zakkum muydu, değil miydi, belki yazpatı -
boynumda menekşe rengi bir papyon
hafifçe sarkık
dudağımda bitti bitecek bir sigara
kenarında dudağımın
dışarı çıktım.
tünele bindim, asmalımescit'teki viyana lokantasına geldim.
avusturyalı karı koca beni karşıladılar
ikisi de eğilerek ben dimdik durdukça onlar bir kez daha eğilerek beni
karşıladılar
benden başka oldukça şişman iki adam daha vardı. beyaz ruslardandılar, gözleri
necef taşı gibi sert ve parlaktı
tezgahta bir leh yahudisi votka içiyordu, yüzündeki ince damarlar fırçayla
çizilmiş gibiydi, bir silinip bir canlanıyorlardı.
soğuk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler
üstüne kremalı ahududu getirdiler, likörle kahve getirdiler
çıkarken bolca bahşiş bıraktım.
markiz'e uğradım, dört mevsimden süzülmüş bir konyak içtim
düzeltip arada bir bıyıklarımı
uçları hafifçe ıslak
bir ara pencere camında kendime baktım
baktım ki, ben ruhi bey
nasıl olan ruhi bey
daha nasılım.
oradan galatasaray'a kadar yürüdüm
bir kadının pembe beyaz teni dağılıp uçuşarak
gezindi ortalıkta bir süre
ve durdum
durdum bu güzel yaz ikindisinden çıkıp
bambaşka bir sonbahar sabahını giyinceye kadar nasılım.
vi
nasıl olacaksınız ruhi bey
bugün de erkencisiniz ruhi bey
şarapla bira mı içiyorsunuz ruhi bey
böyle sabah sabah ruhi bey
akşam akşam ruhi bey
akşam sabah ruhi bey
cıgara alır mıydınız ruhi bey
yakalım ruhi bey, yakalım
böyle üşümüyor musunuz ruhi bey
benim de ayakkabılarım su alıyor ruhi bey
ne olur ne olmaz
önümüz kış ruhi bey
ee, daha nasılsınız ruhi bey
- iyiyim, iyiyim.
(gelsem gelsem bir solgunluktan gelirim
kızgın bir sardunyanın üstelik üvey çocuğu
pembe pembe azarlanırım
o ölür ben azarlanırım
kocaman bir konakta uzarım kısalırım
ellerim tırnaklarım
yeni kırpılmış bir koyun derisi gibi pespembe
ve sıcak
gözlerim, gözlerim benim
denizi ilk defa gören bir çocuğun
birdenbire yaşlanması neyse.)
sizinle görüşelim ruhi bey
vaktim yok, vaktim yok
ruhi bey, görüşelim
vaktim yok görüşmeye kimseyle
ruhi bey
kendimle bile, kendimle bile.
(olmaz ki, kimse kimseyi sevemez
ama hiç kimse.)
..."
(bkz: itiraf ediyorum copy paste) -
edip cansever'in uzun, destanımsı şiiri. kısa bir alıntıyla:
o ben ki
bir kadında bir çocuk hayaleti mi
bir çocukta bir kadın hayaleti mi
yalnızca bir hayalet mi yoksa.
ne peki
yere dökülen bir un sessizliği mi
göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
işini bitirmiş bir org tamircisinin
tuşlardan birine dokunacakkenki
dikkati ve tedirginliği mi. -
sikinti anlarimin cokluguna denk gelen bir zaman diliminde klavyeledigim edip cansever siiri.
buyrunuz:
ben ruhi bey nasilim
i
gordun mu hic suyun yanmasini tuzda
gordum ben bu yasam boyu iniltiyi
buyuk bahcelerin kucuk icinde
saksilardan birinde
gordum de
uyurken uyandirilmis gibi
beni bir sardunya buyuttu belki.
o ben ki
bir kadinda bir cocuk hayaleti mi
bir cocukta bir kadin hayaleti mi
yalnizca bir hayalet mi yoksa.
ne peki
yere dokulen bir un sessizligi mi
goge birakilmis bir balon sessizligi mi
isini bitirmis bir org tamircisinin
tuslardan birine dokunacakkenki
dikkati ve tedirginligi mi.
bekler mi beni
her yani, ama her yani cocuklar gibi gulumseyen
bir suru yaz gununun icinde
acaba bekler mi beni
uykularim, o sonsuz uykularim
yanmis bir limonluktaki
- ve limonlar ki her gun bir yaprak ayininde
sesini hic eksiltmeyen -
ama bilmez miyim ben
bilmez miyim hic
boyle sig hayallerle oyalanmak yerine
kisacik bir zaman olmaliydi elimde
turfanda meyva gibi bir zaman
yollar yollar kateden tadi ve eksiligi
gecerek erguvanlarin donemecinden
leylaklarin dortyol agzindan
yapistirincaya dek beni dudaklarina
acinin dudaklarina ve gecmisin
bir yaban gulu yapragi gibi beni
ama ne gezer.
korkmuyorum artik solmaktan
solmaktan ve solgunluktan
gelmisim nerelerden boyle
kurumus bir dere yatagi gibi
ya da pek kurumamis da
baygin, hasta ya da cancekisen
cirparaktan yuzgeclerimi dip sularinda
ya da yer tahtalari, musamba, ortuk perdelerin kasvetini
yorgun duserek tasimaktan
ve ne cikar ayirmasam kendimi
sularin buyuk ickilere kavustugu koylardan.
koylardan
kapsayan o sevimsiz, o kucuk asklari da
eskiyen turunclar gibi ilk rengini pek aratmayan
ayirmasam kendimi
diyorum ayirmasam
kohnemis bir geminin - izine pek rastlanilmayan -
icindeki bir yolcudan da, degerli taslarla dolu cepleri
cepleri yuregi cepleri
ayirmasam da ben
kim gorurdu o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
siradan acilardir cunku butun ilgileri toplayan
oysa sikintiyi burusuk bir ic camasiri gibi saklayan
bu kimiltisiz govde
gorulmemistir ki hic gorulsun simdi
gorulmedigi gibi gundogumundan havalanan kuslarin
ya da bir oda kapisini actiginiz zaman
o muthis ogle sicaginda
pencerenin onunde orgu oren birinin
- orgu mu, bir cay bardagini baska baska tutan ellerin becerikli-
ligi mi -
gorulmedigi gibi
ama var miydi sanki gorulmeyi isteyen
var miydi bir seyler bekleyen yuregimin eskittiklerinden.
ii
ve her sey hizla yetisti sonra
sari bir gunun kahverengi yarinina.
yikilmis bir agacin ustunde yillarca oturdum da
gozleri avina benzeyen bir avciydim sanki
agac da curumus zaten
kazimis, oymus bir yerlerinden gelip gecen onu
agac mi, ici yillarla dolu bir kutu mu
cozmek icin mi acaba iclerindeki bir gizi
- gizi mi, bir giz gereksinmesini mi -
yoklamislar orasindan burasindan
kim bilir.
ama sessizlikten baska ne bulmuslar
onemsiz bir iki anidan baska
ya insan kiliginda ya da bir dekor taskinliginda
sorarim ne bulmuslar
coktan yeni bir umuda donmustur onlar da
anilar.
oysa bambaska seyler olmaliydi agacta
kazilmis, oyulmus yerlerinde agacin
buruk mayhos, daha cok da bir zehir tadindaki
bir seyler olmaliydi. ve sanki
yillar var ki saklamisim orda ben
saklamisim anlasilan
odasinda yapayalniz doguran bir kadinin
disa vurmak istemedigi
ya da pek gereksinmedigi
o iniltiyi andiran
duyurulmayan her seyi.
iii
ve her sey donustu iste
kahverengi bir carsambadan
sapsari bir cumartesiye.
ansizin bir ruzgar cikti demin
colde yanit arayan alayci bir ruzgar
kolali bir ortu gibi acitiyor yuzumu
yakiyor gozkapaklarimi da
toplayip getiriyor anilarimi bir bir
uzun yollari hic sevmeyen anilarimi.
(kac turlu girilirdi anilardan iceri?
1 - iste! bir zambagin ozsuyunun icilisi gibi
2 - sut emer gibi bir memeden
butun renklerin ve butun kokularin bir bir bilinisi
3 - dibini kaziyor alanlar: dunyanin iccekisi.)
(ansak mi anmasak mi
yeri mi simdi degil mi
bir tren yolculugunda ve her yerde
her seyin ya da hicbir seyin hic mi hic cekilmezligini
bir hafta tatilini, bir ogle vaktini, belki bir pazartesiyi
saatler iyi
adamlar guluyorlarsa iyi, gulmuyorlarsa gene iyi
ve butun yolcularin dalgin
koparip koparip bir seyler yediklerini
gorunuste kararsiz
gorunuste uzgun, endiseli
gorsek mi acaba, gormesek mi
acip da kapali gozlerini arada
soyle bir gorunumu tek bir solukta
yalandan, inatla icine cekenleri
ya da bir kopruden gecerken, bir tunele girerken
belirtip yuzlerinde cok gormuslugun izlerini
bir tilki cevikligiyle, acele
katarak yolculuga hic yoktan bir gizemliligi
bilmem ki, gormesek mi
durunca tren bir istasyonda
dudaklari catlamis, atesli, hasta bir istasyonda
dunyanin butun elma saticilarina bakip
bakip da her seyi ilk defa taniyormus gibi
uzanip pencerelerden sarkik gerdanlariyla
tutarak parmaklariyla yalanci
ve ucuzundan bir kolyeyi
acaba gormesek mi
bir treni ve dunyada tren olan her seyi.
ansak mi anmasak mi acaba
yeri mi simdi, degil mi
sirasini bekleyen bir kadinin, hasta
gereginden fazla abartilmis yuzunu
besbelli igrenirdiniz
cevirirdiniz gozlerinizi yer tahtalarina
bir duvar saatine ya da kapiya
telefona bakardiniz, tirnaklarinizi incelerdiniz uzun uzun
kisaca
kacinmak isterdiniz o yuzden - ama bitmedi -
gordunuz, goruverdiniz bir daha
siyrilmis acilardan ansizin
sevecen, durgun, sade
o yuzu
belki de, orda, acele
karar verdiniz
bir anneniz olsun isterdiniz boyle
ve belki de sarilip opmek isterdiniz onu
her neyse...
soylesek, yeniden mi soylesek simdi de
ben uzun yollari hic sevmem
dogacak bir cocuk gibi beklemeli anilar
ansizin dogmali, ansizin olmeli saniyelerde.)
iv
birakip gidiyor anilarimi ruzgar
denize birakilmis copler gibi
yol kenarlarinda birikmis gereksiz esyalar gibi
geri veriyor ve cekip gidiyor usulca.
bulanik bir havuzun yaninda buluyorum kendimi
bakimsiz, taslari kirik bir havuzun yaninda
icinden koyu yesil bir cocugun baktigi
curumeye yuz tutmus yaprak renginde
aglamasi yagmurlu bir sundurmaya benzeyen
kirik iskemleleri, catlamis mermer masasiyla
yagmurlu bir sundurmaya
ve pencerelerde belli belirsiz bir kadin
pencerelerde ve her yanda.
bir cocukta bir kadin hayaleti mi
bir kadinda bir cocuk hayaleti mi
yalnizca bir hayalet mi yoksa.
(nerdeyim
kelebeklerden dokunuslar alan bir yaprak gibi inceyim
para bozduranlarin az cok bildigi
adres soranlarin gene bildigi
bir sokakta bir asagi bir yukari
saatlerce dolasanlarin hemen hemen bildigi
amansiz bir gucenigim.)
geri getiriyor bunlari ruzgar
geri getiriyor anilmasi kirmizi bir konagi da
iniltili, hasta bir konagi da
catisinda baykuslarin tunedigi
birtakim iplerin dugumlendigi tahtaboslarda
ve butun konusmalarin bir tek cumlede toplanip
suskunlugu bir anit gibi yukselttigi
bir konagi ve konagin olanca gorkemini
geri getiriyor ruzgar.
(konaksa yandi coktan
tertemiz bir asfalt ezip gecti onu
iyi biliyorum tertemiz bir asfalt
ezip gecti onu
kirmizi bir konak mezari golgesi birakarak.)
ve yillar ve gunler ve saatler ayarlandi
caddeler, ishanlari, kahveler ayarladi
meyhaneler, genelevler
pasajlar, dar sokaklar, gecitler
soguk biralar ayarlandi, soguk her sey
ve butun iliskiler
birden yerini aldi.
ve her sey yetisti gene
sari bir carsambadan
kahverengi bir cumartesiye.
v
ben ruhi bey, nasil olan ruhi bey
nasilim
bir yaz ikindisinden ciktim geldim
diyelim bir pazartesiydi, biraz da soyle geldim
kapiyi iyice kapadim
- kapadim mi, evet, kapadim -
citlembik agacinin altindan gectim
frenk uzumlerinden bir iki salkim kopardim
dislerimle siyirdim
sardunya renginde ve sardunya tadinda idiler
biri fotografimi cekiyorkenki gibi durdum
azicik gulumsedim
ve dunya bana gulumsedi
cakillarin ustunden yurudum
yurudum ki, bir sese benziyordum sanki
yuzyillarca once kirilmis bir kemik sesi
iyice duydum
cikarken bahce kapisini acik biraktim
- cok yuksekti. deniz dibi renginde ve demirdendi. ustunde
aslan basi kabartmalar vardi. iki yaninda cok yuksek iki
duvar uzar giderdi. disardan cam agaclari gorunurdu.
bir kirbac gibi gorunurdu. ve agaclarin ustunde kirbac
kiliflarina benzeyen ve evlatliklarin mavi pazen giysilerini
andiran kalinlasmis bir gokyuzu dururdu -
on sekiz on bes trenine yetistim
genis kadife koltuga oturdum
puromu yaktim - iki kibrit harcadim -
aksam gazetelerinde pek bir sey yoktu
haydarpasa'ya kadar bulmaca cozdum
iskelede saclari cok iyi taranmis bir kiz bana bakti
bakisindan tedirgin oldum
giyimsizdi, boyasizdi, bakimsizdi
vapurla karakoy'e gectim
tokatli'ya ugradim
kopruden aldigim fransiz dergilerini karistirdim
kirazla bir kadeh raki ictim
cikarken boy aynasinda kendime baktim
oldukca yakisikliydim
gomlegim tertemizdi, beyaz ceketim
tertemizdi ve ayakkabilarim
pantolonum utulu
yelek cebimde ince altin bir zincir
sari ve ince biyiklarim
tam ruhi bey biyigiydi
ve iki parmagim arasinda bir cicek sapi
- zakkum muydu, degil miydi, belki yazpati -
boynumda menekse rengi bir papyon
hafifce sarkik
dudagimda bitti bitecek bir sigara
kenarinda dudagimin
disari ciktim.
tunele bindim, asmalimescit'teki viyana lokantasi'na geldim
avusturyali kari koca beni karsiladilar
ikisi de egilerek ben dimdik durdukca onlar bir kez daha egilerek
sonra yuz kez bin kez ve durmaksizin egilerek beni karsiladi-
lar
benden baska oldukca sisman iki adam daha vardi, beyaz ruslar-
dandilar, gozleri necef tasi gibi sert ve parlakti
tezgahta bir leh yahudisi votka iciyordu, yuzundeki ince damar-
lar fircayla cizilmis gibiydi, bir silinip bir canlaniyorlardi
soguk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler
ustune kremali ahududu getirdiler, likorle kahve getirdiler
cikarken bolca bahsis biraktim.
markiz'e ugradim, dort mevsimden suzulmus bir konyak ictim
duzeltip arada bir biyiklarimi
uclari hafifce islak
bir ara pencere caminda kendime baktim
baktim ki, ben ruhi bey
nasil olan ruhi bey
daha nasilim.
oradan galatasaray'a kadar yurudum
bir kadinin pembe beyaz teni dagilip ucusarak
gezindi ortalikta bir sure
ve durdum
durdum bu guzel yaz ikindisinden cikip
bambaska bir sonbahar sabahini giyininceye kadar
nasilim.
vi
nasil olacaksiniz ruhi bey
bugun de erkencisiniz ruhi bey
sarapla bira mi iciyorsunuz ruhi bey
boyle sabah sabah ruhi bey
aksam aksam ruhi bey
aksam sabah ruhi bey
cigara alir miydiniz ruhi bey
yakalim ruhi bey, yakalim
boyle usumuyor musunuz ruhi bey
benim de ayakkabilarim su aliyor ruhi bey
ne olur ne olmaz
onumuz kis ruhi bey
ee, daha nasilsiniz ruhi bey
- iyiyim iyiyim.
(gelsem gelsem bir solgunluktan gelirim
kizgin bir sardunyanin ustelik uvey cocugu
pembe pembe azarlanirim
o olur ben azarlanirim
kocaman bir konakta uzarim kisalirim
ellerim tirnaklarim
yeni kirpilmis bir koyun derisi gibi pespembe
ve sicak
gozlerim, gozlerim benim
denizi ilk defa goren bir cocugun
birdenbire yaslanmasi neyse.)
sizinle goruselim ruhi bey
vaktim yok, vaktim yok
ruhi bey goruselim
vaktim yok gorusmeye kimseyle
ruhi bey!
kendimle bile, kendimle bile.
(olmaz ki, kimse kimseyi sevemez
ama hic kimse.)
bir cicek sergicisi der ki
bin dokuz yuz on iki miydi, bin dokuz yuz elli iki miydi
gunesli bir ogle miydi, cicekler golgesiz miydi
ellerim kirli miydi
neydi
ciceklere su mu serpiyordum, bir karanfil cok mu uzaklardan gel-
misti
bilmem ki
benim butun yasamimda hep karanfiller olmustur
her zaman hatirlarim
sanki bir karanfilden surekli dogmusumdur
bin dokuz yuz on iki dogumlu bir karanfili
karim gogsune takmisti. simdi ben cok yasliyim
simdi ben nedense cok yasliyim
herkesi ayri ayri tanimam
ruhi bey'i icerenkoy'den tanirim
icerenkoy'u iyi bilirim de ondan
kac yil onceydi, simdi unuttum
babasini da tanirim
kac yil onceydi, bilemem
uryani erigi gibi gozleri vardi
cizmeleri, kamcisi
ruhi bey benden cicek alirdi
o zamanlar sokak sokak dolasirdim
cicek alanlari iyi bilirdim
ruhi bey de cicek alirdi
nedense benden alirdi. cunku ben cicekleri cok bicimli tutarim
kuskonmazlari sevmem, kullanmam
ciceklerin araliklarina bakarim
sanki ben onlari hep yeniden yaratirim, yontarim
bin dokuz yuz kirk ucde biri oldu
boynu degil, bir karanfilin sapiydi, yana dustu
dusunce oldu
bir oluluk sindi ellerime
bir oluluk bana sindi
ona sergimde her zaman bir yer ayiririm
kimseler bilmez
ben iste gizli gizli onu sularim
karanlik bir karanfilligi
yoklukta bir karanfilligi
o gun bugundur butun cicekler
karanfildir benim icin.
bir gun de bir demet karanfilim yandi
bir demet karanfilin penceresi, kapisi
nedense yandi
once giyinik bir ev gorunumundeydi, oyleydi
takindi kirmizilarini sonra
suslendi
bir bosluk edindi orda kendine
hemen oracikta bir bosluk
acti semsiyesini ve gitti.
ben simdi oglumun yaninda kalirim
onun kirmizi yapraklardan yapilmis
bir zamandisiligi vardir
beni anlamaz
anlamaz, niye anlasin
anlasilmak! - degil mi ama - sanki kimsenin olamaz.
ben kendime bir karanfil mezari satin aldim
beni oraya gomecekler
ruhi bey cenazeme gelecek
ama hangi ruhi bey
dogrusu biraz sasirdim
icerenkoy'deki ruhi bey gelmez
o sadece karanfil satin alir
olumu pek begenmez
simdiki ruhi bey olume daha yatkindir
yasamaya da
olumle yasam arasinda bunalir bunalir
ben bu kadarini anlarim
o gelir beni kaldirir
bir karanfil kalabaligina artik katilir
gecen gun gordum
acimayi unuttum
sevinmeyi unuttum
ben her seyi artik unutuyorum
ama o gecerken ne yalan soyleyeyim suramda bir agri duydum
agri da degildi belki, hani, nasil
govdemi yeniden buldum
acilar acilara eklenince agirlasiyor
govdem de agirlasiyor
ruhi beyle ben kocaman bir demet karanfil oluyoruz
su ustumdeki bosluk kadar
bir demet
yok artik pek konusmuyoruz
benim sozlerim eksildi
onunki de eksildi
zaten kelimeler sonludur
oyle degil mi
donuk donuk bakisiyoruz
ben olume iyice yakin
o yasamaktan uzak
oyle bir gok icinde durmus gibiyiz
karanfiller olurken
karanfillerden bir deniz.
bir meyhane garsonu
iste
isinmis parke yolun kokusu
demek ki ben mutsusuzum
tuhaf bir su icmisim de sanki icim gorunuyor
gozlerim buzdan
icimde yaz kiriklari.
eklemek gerek
buyumesi gibi bir salyangozun
yillarla degil, yillarla degil
saniyelerle kivrilmistir kabugum.
aynalipasaj'i gectim
gecerken sagli sollu aynalara baktim - her gunku gibi -
vitrinlere baktim, dugmelere, fermuarlara
yukardaki tas heykelciklere baktim
bakmasam ne yapacaktim, acilip kapanmaya basladi dudaklarim
gozkapaklarim
acilip kapanmaya
acilip kapanan cozulen
ne varsa duyuyordum kendimde
balikpazari'na saptim.
ben balikpazari'na sapinca
dunyada sayilmayan bir sabahti
ve sayilmayan bir adamdim
nasil duruyorsa gokyuzu sayilmadan
boylu boyunca bir duvar
ve uzay nasil duruyorsa
- uzay ki mutluluktur
ele gecmeyen bir sonsuzluktur uzay -
ben masalara sunu bunu tasirdim.
oldukca dar bir sokaga gelince durdum
karsidan karsiya camasirlar asmislardi
mor, pembe, beyaz camasirlar
kizgin yaz gunesinin altinda
hoslandim
anahtari kilide soktum, bundan da hoslandim
cevirdim bir iki kez, kapi titredi
ben de titredim
dukkani actim.
karsiki evler coktan uyanmisti
hemen herkesi az cok tanirdim
iki kocakari, levanten, dama oynuyorlardi gene camin onunde
cinko balkonda bir kiz cocugu agliyordu
oydu
bir saticiya sesleniyordu, oydu
besbelli yeni uyanmisti, saclari daginikti
zayifti, surekliydi, degismiyordu
sesi inceydi, isterikti
saate baktim dokuz bucuktu.
ne yaptim da ben, daha sonra ne yapacaktim
once helaya girdim, bir sure helada kaldim
terledim, adini bilmedigim bir kokuyla koktum
mutfaga girdim
patatesleri soydum yikadim
domatesleri salataliklari
soydum yikadim
muska boregi sardim kaldirdim
bira kasalarini, bos siseleri
dukkanin onune cikardim
camlari sildim, ortaligi supurdum
sonra bir iskemleye oturdum
orda yuz binlerce cinayeti ben
ve intihari
bir mutluluk gibi disimda duydum.
evet, gelirdi
ruhi bey mi dediniz, evet, gelirdi.
patron masaya gelir
ben patronum, soyle boyle bir adamim
birakin konusayim
bir bira iceyim konusayim
kim ne derse desin kadinlara duskunum
ne yapayim oyleyim
kadin dendi mi sanki ben
visneli bir dondurmayi durmaksizin yalarim.
ruhi beyi pek tanimam
yok, hayir, belki de iyi tanirim
neden derseniz ben herkesi iyi tanirim
issizim, dulgerim, boyaciyim
herkesle bir olurum
kisiliksiz kalirim.
gunun herhangi bir saatinde cikar gelir
nasilsiniz ruhi bey, derim
o her zamanki gibi: iyiyim, iyiyim!
su kosedeki masa onundur
baskasi oturmuyorsa gider oturur
saraptan baska bir sey icmez
bazen sarapla birayi karistirir
dogrusu sarhosken hic gormedim
tersine cok incedir, derim ki biraz da soyludur
nedense bulutlanir gozleri arada
o zaman kimseyi gormez
uzaklara bakar yalnizca
benimle konusurken, gazetesini okurken
ruhi bey uzaklara bakar
sanirsiniz ki iste cok uzaklarda bir ruhi bey daha var
bana oyle gelir ki durmadan geri cagirir onu
ama durmadan
va alir karsisina - neden bilinmez -
suclu bir cocuktur da sanki o, gizli gizli azarlar.
parasi varsa verir
yoksa hicbir sey soylemeden cekip gider
sonra bir cep saati vardir, arada cikarip bakar
ama bilirim saatle filan isi yoktur
zaten zamanla isi yoktur ki ruhi beyin
hep ayni elbiseyi giyer
yazin ceketini cikarir
kravati ip gibidir, incedir
ayaklarina hic bakmadim
o kadar ilginctir ki yuzu, ayaklari bilmem var midir.
bu meyhaneyi yirmi yildir isletirim
dogrusu ruhi bey gibisini hic gormedim
misircarsisi'nda baharatci dukkanlari vardir, bilirsiniz
ruhi beyi ben o dukkanlara benzetirim
binlerce seydir cunku ruhi bey
nanedir, ada cayidir, zencefildir
bu cevrede herkes onu tanir
bana sorarsaniz tanimaz
soyle ki, bir ayakkabi civisi gibi kendine batar
sarabiyla batar, uykusuzluguyla batar
gulmesi huznune
konusmasi susmasina batar.
cok oturmaz, usulca kalkip gider
sikilir da mi gider, pek anlamam
anladigim bir sey varsa
su bardagi goruyorsunuz ya
bardaga birayi bosalttigim gibi gider
gitmeden once biraz siliklesir
sonra busbutun solar
gercekte
dort mevsimin karisimi gibidir ruhi bey.
size bir olay anlatayim, cok kisa
bir kis gunuydu, kar yagiyordu
gok sapindan bosalmis papatya yapraklari gibi duruyordu
kapida ruhi beyi gordum
gozleri kipkirmiziydi
gozleri karin icinde kipkirmiziydi
cignenmemis karin ustunde
iki tek kokina gibi duruyordu gozleri
beni birine gosteriyordu eliyle
yaninda kimseler yoktu
birine yakiniyordu benden
yaninda kimseler yoktu
bir adim daha atti
eli bir bicak ucu gibi sipsivriydi, uzundu
ve nasil olduysa oldu
yitirdim bir anda gozden
hani dus gordum desem
o zaman da sag bilegim neden kaniyordu.
kurk tamircisi yorgo ve kucuk bir olay
tepebasi'ndan pera'ya girerken
kucuk bir alandan gececeksiniz
gecmeyin!
sagda bir ufak dukkan vardir, benimdir
kapinin ustunde kurk tamircisi yorgo yazilidir
iyi havalarda kapisi aciktir
icersi biraz lostur
los olsun, ben severim, boylesi daha guzeldir
ben, karim, bir de anjel
biz ucumuz kurk kaplariz, kurk dikeriz
anjel elimizde buyumustur, iyi kizdir
hemen hemen hic konusmayiz - icersi biraz lostur -
yoktur ki ne konussak yillarca konusmusuz.
ama baksak ki birbirimize arada
- yorulunca isten bakariz da -
sanki herkes yeni bir haber getirmis gibidir
oyledir oyledir
yuzlerimiz ona gore kesilmis
ona gore bicilmistir
cunku insan yalnizken katettigi yollardan
ne zaman donse yeni bir haber getirir
- dogrusu kentlerden kentlere mektuplar da boyle sessiz gider -
ve disardan biri gecse gozlerimiz ona dikilir
cok gormusumdur ishanlarindaki terziler
kapilari acik terziler de boyledir
biri merdivenleri cikmayagorsun
o ciraklar kalfalar yok mu
dislerinde igneler, iplikler
baslarini kaldirip
hepsi birden goz kulak kesilirler.
her neyse
biz kari koca masada calisiriz
anjel yerde calisir
nedense hoslanir bundan, yerde calisir
biraz da acik sacik giyinir - soylerim, dinlemez -
kurkleri bacaklarinin arasina sikistirir
kizarsa donunu filan gosterir - soylerim, dinlemez -
yeni evlidir, kocasi burda yoktur.
ruhi bey derler bir adam vardir
ne bileyim iste, boyle bir adam vardir
cin gibidir, nereden geldigi bilinmez
dukkanin onunde durur
tam surada dikilir
git dersin gitmez
bu kez de anjel'e donerim
anjel, derim, bak kizim anjel
- soylerim, dinlemez -
yeni evlisin, kocan ne der
- hicbir sey demez!
yegeni vardir bir de anjel'in
su karsiki dukkanda calisir
on alti yaslarinda, cocuk
bir gun yakaladigi gibi ruhi beyi
tuttugu gibi yakasindan
gerisini sormayin daha iyi
- cunku ben boyle seyleri pek sevmem -
hep birden karakolluk olduk
bu olaydan tanirim iste ruhi beyi.
gene mi
evet, geliyor
seyrek de olsa geliyor
bakiyor bakiyor bakiyor yalniz
anjel desen oyle
bacaklarini dikmis oturur
aldirdigi bile yok
ruhi bey de artik fazla kalmiyor.
ruhi bey anlatiyor:
bir dugun gunu ve sonrasi
kisacik bir gundu, bir iki dakikalik bir gundu
cocuklarin gunu gibi bir gundu
kahverengi fotograflari vardi, bulanikti
hicbir sey acik secik gorunmuyordu
kocaman bir bahce olmaliydi, orda burda
tavuskuslari olmaliydi, herbiri
oyle bir basina hic kimildamadan duruyordu
saniyeler sumbuller gibiydi
saniyeler sumbuller gibiydi dokunsam iki parmagim arasinda aki-
yordu
kisacik bir gundu.
bir kisi bile yoktu
hayrunnisa ile ben vardim
seylan taslari ile islenmis bir igne vardi
yansiyan kirmizilik taraniyordu guneste
kan gibi parliyordu
soyle boyle hatirliyorum
beni olume ugurlayan bir dugun gunu
babami hatirliyorum
babamin olumunu
kirbaciyla birlikte bir cam agacina gomulu
annemse odasinda babamin
hasta yataginda
kimildamadan yatiyor
pencerede sapsari bir limon goruntusu
duvarda rengarenk bir kirbac koleksiyonu
hatirliyorum
disleri vardi hayrunnisa'nin
hatirliyorum
bir seyler vardi, ortasindan kesilir gibiydi
disleri bembeyazdi
kesilen her sey bembeyazdi
o disleriyle vardi, ben yoktum
on gun daha gecti, sonra ben gunleri unuttum
bir kusluk vaktini iyi hatirliyorum
icerenkoy'deki tozlu bir yolu
postaciyi
terziyi
o yanmis limonlugu
cicek satan adami
bir otobus duragini iyice hatirliyorum
o yoktu.
ve bir sabah ben vardim
koskoca konagi bir basima soydum
yer halilarini cikardim, kalin kadife perdeleri
maun konsolu, cin porselenlerini, gumus takimlarini
hatirliyorum
mineli pandantifleri cikardim, altin zincirleri, pirlanta yuzukleri
buyuk kristal avizeleri, sedefli koltuklari
bursa catmalarini, beykoz koleksiyonlarini, minyaturleri
hepsini, hepsini bir bir cikardim
tutkuyla cikardim, sehvetle cikardim
ofkeyle
kanini akitaraktan konagin
hatirliyorum
konakta o gece konakla kaldim.
bir genelev kadini ve...
girdi
sirtinda eski bir ceket vardi
bir yerlerden sizmisti sanki, gun isigi gibiydi
sarisindi
once bir sure kapinin onunde durdu durdu
golgelendi, inceldi, beni gordu
pek onemsemedim
zayifti, kirliydi, ickiliydi
pek onemsemedim
bakti, hic konusmadi
oysa bir isa tasviri gibi ucumluydu, guzeldi
yer gosterdim, oturmadi
bir sigara yaktim, ona da verdim
aldi
sigarasini ben yaktim
kisa bir gulumseme yurudu dudaklarindan
benim dudaklarima da gecti
cocuklar gibi kizardim
oteki kizlar gulustuler
ben kendimi sevdim, guvendim
saclarimi duzelttim, gogsumu biraz kapadim
bana elini uzatti, ellerimiz birbirine degdi
sicakti, inceydi, kiskanirim anlatmaya bu eli
agir agir odama ciktik.
girdi
acik pencereyi kapadim
perdeyi cektim
arkami dondum, yavas yavas soyundum
bilegimdeki saati cikardim
sigarami sondurdum
tam o zaman..
zaman da degildi belki
once korkunc bir gozyasi seli
sonra alabildigine bir kayalik
kayalarin ustunde bir kertenkele
ardindan bir ormanin ugultusu
binlerce kanat sesi
sag elinde bir bicak
yok, hayir, bicak da degildi
vuran, ezen, olduren bir el
ve eller
ve disler
kendimden gectim.
bir daha gelmedi, hayir, bir daha hic gelmedi
ama onunla ben
ne zaman istedimse o zaman yattim.
ruhi bey ve limonluktaki yangin
niye olmali oyleyse
ask mutlu bir surgunlukse.
uvey annemdi benim, ben sarisindim
on alti yasindaydim, sarisindim
bulanik cikmis fotograflar gibiydim, gorunumsuz
yalnizdim, karisiktim
beni taniyan kimseler yoktu
hic yoktu
icime kapaniktim
buyuk agaclarin altinda
havuzun kirik taslari arasinda
bilmezdim mutluluk nedir
bilemezdim
alip basimi gitmek isterdim
isterdim ama, kalirdim
sanki kar yagislarinin ardindan
uzun suren kar yagislarinin ardindan
sevimsiz bir lunaparkta
kimsesiz bir atlikarincaydim.
bir limonlugumuz vardi, ogle saatlerinde
bazen o limonlukta uyurdum
karisik dusler gorurdum
yalnizlik?
o bir basina kalirdi, ben bir basima kalirdim
sanki hic tuketilmeyen bir otobus duragi
gibi kalirdim
bir gun
iceri girdi, uyaniktim
yari uzanmistim, uyaniktim
bir usumuslugu tutuyordum yuzumde, uyaniktim
dudaklari aralikti, ben uyaniktim
bembeyaz disleri vardi, ben uyaniktim
oyle bir sure durdu, bakti
o bakti ben de baktim
yanima usulca uzandi
uzandigini gormedim, ama uzandi
dagildi, ucustu, bir gulus gibi uzandi
once sasirdim
once hic kimildamadim
- yalnizlik biraz azaldi -
saclarimi sevdi, hic kimildamadim
bir bicim degildim sanki, bir nesne, bir sey degildim
biraz utandim
sokuldu bana iyice, bana sarildi
dudaklarimi aldi, dudaklarimi tasirdi
kopuren sutler gibi tasirdi
kopukler icinde kaldim
- mevsim her zamanki gibi yazdi -
birden beyaz bacaklarini gordum
sonra her seyi gordum
o her seyi ben ilk defa gordum
ses cikarmadim
ses cikarmadim, kopuren sutler gibiydik
beni yeniden optu, ustune cekti beni
kopuren sutler gibiydik
limonlar beyazlandi
bir limondan bir baska limona gectik
bir limondan bir baska limona gectim
gozlerim sut gibiydi, sayisiz gozlerim vardi
ilk defa vardi
upuzun surdu, kisacik surdu
beni birakti
ayaga kalkti, saclarini duzeltti
ustunu basini duzeltti
butun beyazliklari duzeltti
sut dindi
ama ben kaldim
coraklar, coller, tuzlu denizler gibi kaldim
o gozlerini dikti bana
- ben suyun yanmasi gibi tuzda -
anlamsiz, uzun
gizli, korunakli
yuzuyle itermis gibi ilk defa gordugu bir yaratigi
yillarca, ama yillarca
bakti bakti bakti.
kimseye bir sey soylemedim
ama bir daha gelmedi
ne sevgi, ne nefret, onceleri bir sey duymadim
sadece gelsin istedim
uyanik bekledim
gelsin istedim
ama bir daha gelmedi.
anladim neden sonra
anladim kotuluk olsun diye geldigini limonluga
o bembeyaz disleriyle yoktu, ben vardim
uc gunduz daha gecti, ben vardim
on gun daha gecti, sonra ben gunleri unuttum
- unutmak! ben buyudukce o benim cocuklugum -
o yoktu
beni uyardi, beni yalniz birakti, anladim
cocukken vururdu, kanatirdi, ezerdi
bu kez de
anladim severekten
oksayaraktan yapmak istedi ayni seyi.
uvey annemdi, ben sarisindim
o da sarisindi
beni uyardi, beni yalniz birakti
(acik sacik giyinirdi, pek anlamazdim
dudaklarini islak tutardi, pek anlamazdim
sehvetle aralardi, bembeyaz dislerini gorurdum
bembeyaz dislerini gorurdum
bembeyaz
kalcalarini oksayaraktan tutardi.)
o gunden sonradir ki iyi tanidim ben kani.
bir gece uykudaydi butun konak
gizlice bahceye ciktim
yarali bir hayvan gibi surunerekten
sokuldum limonluga usul usul
doktum bir sise gazi ve limonlugu yaktim.
kisa bir not:
konakta son gun ve..
ve yillarca sonra kadinin olusunu
bir bulanti cenazesi gibi kaldirdilar icimden.
o gece konagin butum lambalarini yaktim
elimde bir icki sisesiyle ben
sanki bir insan sehrayini vardi da, ben
gecesiz bir sarisindim ve iste
butun kapilari actim kapadim
kirdim parcaladim elime ne gectiyse
biblolar mi olur, yagli boya tablolar mi, kristal takimlar mi
elime ne gectiyse
actim pencereleri disari attim.
durmadan atiyordum, esyalar bitmiyordu ki hic
esyalar bitmedikce ofkeyle iciyordum
ve kinle
iniltiler duyuyordum asagidan yukaridan
ve bagrismalar
ve cigliklar duyuyordum bir de
tanidigim artik ve bilmedigim iyice
acayip hayvan seslerine benzeyen
- konak ki bir simsekti de, elle duzeltilmisti sanki bir yagmur
oncesinde -
usaklar evlatliklar birbirine giriyordu
birbirlerinden cikiyordular
aralarina karistim
bosaldim bosaldim bosaldim
ve bilirdim, biliyordum, suresiz bir sarisindim
baskalarini da cagirdim daha sonra
ve karsiladim.
oramla karsiladim, en cok oramla
kapida karsiladim, dusumde karsiladim
bir suru adamlar geldi, o bir suru adamlarla bir suru kadinlar
nerde kim varsa iste bir bir geliyordular
mutsuzlar, umutsuzlar, uyumsuzlar
ellerinde paketlerle geliyordular - neler yoktu ki -
ickiler, cicekler, pastalar
kucuk kucuk paketler, buyuk buyuk kutular.
(ah, ne de cok seyleri vardir da, nasil
hep boyle yerinde harcar bu kentsoylular.)
giysiler giysiler gene giysiler
fiyonklar, boncuklar, payetler
degerli-degersiz, sahici-yalanci
turlu turlu igneler, yuzukler ve kolyeler
once hep nasilsinizlar, lutfenler oturmaz misinizlar
denenmis ic gecirmeler, gizliden bakismalar
ve yaldizli cumleler
bu pazar ne yaptiniz? hangi pavyonda? sahi mi?
igreti kahkahalar, ucuzundan gulmeler
bacak bacak ustune atmalar, yerlere uzanmalar
sigaralar ickiler
sonra gene ickiler, hic bitmeyen ickiler
ve dudaklar ve gozler, ince uzun boyunlar
memeler, kalcalar, kiclar, falluslar
ve yavastan seviciler, ibneler
poz kesen jigolalar.
(nasil da vaktini bilirler her seyin
ve vaktinde girisirler her seye bu kentsoylular.)
sabaha karsi duruldu her sey
gidenler, gelenler, yeniden gidip gelenler
duruldu konak
denizanalari gibi acildi kapandi
sizanlar mi dersiniz, uyuyup kalanlar mi
- elle duzeltilmis bir yagmur sonrasi mi acaba -
bir ara yagma edildiydi butun kamcilar
ne kalmissa kirip dokmedigim
firlatip atmadigim
yagma edildiydi gumus samdanlar
saatler, konsollar, sehpalar
perdeler, avizeler, halilar.
(bilmezsiniz siz, bilemezsiniz
gorseniz nasil ince
nasil da kibardirlar bu kentsoylular.)
kanadi kanadi kanadi o gece butun konak
gorkemli bir kadin kaburgasini andiran konak
bahcede aci aci bagiran tavuskuslari.
(kim ne derse desin iyi bilirler kovulmayi da
azicik siritirlar, azicik da sakaya filan alirlar
ve usuldan ve bozmadan hic durumlarini
cikarlar kiritaraktan disari
yalanla avunurlar, yalanla korunurlar
bilmezler utanmayi hic bu kokusmus kensoylular.)
yaktim konagi da o gece
bir daha bir daha bir daha yaktim
yuzlerce, yuzbinlerce yaktim hic usanmadan
aklimda bunlar kaldi sadece.
soluksuz sessiz
golgesiz devinimsiz
bir ruhi bey olarak ruhi beysiz
kentin icine kadar sokuldum.
agzimin ici zehir gibiydi
tuttum bir sigara yaktim
kravatimi duzelttim
ayakkabilarimi sildim
ve sordum:
- ben ruhi bey nasilim
- sahi siz nasilsiniz ruhi bey
- iyiyim iyiyim.
bir otel katibi
anlamadigim su
ben neden bir otel katibiyim
eskiyim, renksizim, kimsesizim
yontulmus kalemlerden, sosisli sandviclerden igrenirim
papazlardan, homoseksuellerden igrenirim
kiz kurularindan ve saldirgan dullardan
ve yasli adamlarin sararmis dudaklarindan
ve deli saraylilardan, onlarin aybasi kokularindan
kendimden kendimden
ve nedendir ki ben
sararmis bir surahide kirli bir su gibi bekletilirim.
gunlerden ne? pazartesi! iyi bilirim
ama gun nedir bilmem
ciylerle ciceklerle camlarla doldurulmus gun
gogsu bir marti gogsu gibi denizlere degen
parklarda bahcelerde goz dolduran gun
bir cocugun gozlerinden gozyasi icen
sesini bir ayin gibi uzaklardan duydugum
gun nedir?
kokular vardi ayri ayri, ben unutmusum
hepsi simdi bir otelin kokusu
kullanilmis camasirlarin ve bavullarin kokusu
ve telefonlarin ve kapisi acik helalarin
ve hasta soluklarinin, tozlu yer halilarinin
sabahlara kadar yanan ampullerin kizgin
birbirine karismis, degismeyen kokusu.
ruhunda kasvetin suyunu buldu
kimdir
olsa olsa bir otel katibidir
bir otel katibi her yerde bir otel katibidir
gozluklu ve tedirgindir
hic yikanmamis gibidir, parmaklari saridir
on disleri curuktur, avuclari terlidir
yillar var ki bir kumas dusler kendine
ve bu yuzden olacak sanki biraz terzidir.
sorarim - ki otel katipleri sorar - bir terlik nedir
terligin yenisi yoktur
gecmisi yoktur, gelecegi yoktur
yeri ve kimligi zaten yoktur
bir terlik bir terliktir o kadar.
bilirim kotunun kotusu bir oteldir burasi
odalarinda hamam bocekleri, sinekler
pis yataklar, lekeler, sararmis catlak lavabolar
peki bir insan nedir
sorarim - ki otel katipleri sorar -
bir gun gittikce ufaliyordum
dus muydu, gercek miydi, iyi bilemem
oturmus bir kuvete kuruyup kayboluyordum.
sarkicilar, sokak calgicilari gelir en cok
sokak kadinlari, serseriler
evet, ara sira ruhi bey de gelir
kan renginde gelir, yolunu sasirmis bir bocek gibi gelir
sapindan egilmis bir gelincigin ogle uykusu gibi
cocuksu hafif
tam bizim otelliktir
sanirim elbisesiyle yatar, ayakkabilariyla
sabah olunca erkenden kalkar
ve kalkar kalkmaz baslar icmeye, dogrusu pek anlayamam
ucak saatlerini sorar, luks lokantalari sorar bir de
pek anlayamam
su var ki, kendiyle eglenir gibi sorar
elinde vapur tarifeleri, kataloglar
at yarisi listeleri
yanasir pecereye, isiga tutar birer birer hepsini
- otel her zaman lostur -
bakar bakar bakar.
nemli bir havlunun yere birakilisi gibi
coker bir iskemleye sonra
- cogu zaman boyle yapar -
sokaga bakar araliksiz
oyle bakar ki, sokakta bir seyler olmus sanirsiniz
sanki bir cinayet islenmis, biri parasini carptirmis
ya da terkedilmis bir kadin yakalamis kocasini
bagirip cagiriyordur gebe karnini gostererek
nerdeyse
hani nerdeyse polisler gelecek
- gerci her turlu olaya tanigizdir bu sokakta -
oysa iste ruhi bey
gorerek bakmiyordur ki bir seyler anlasaniz
icer bardagindaki son yudumu da
topundan bosalan bir kurdele gibi
sari bir kurdele gibi
cekip gider az sonra.
bir olay: ruhi bey ve gulcunun olumu
bir kara parcasi sanir insan
dustu mu basi derde
kendini acik denizlerde.
simdi bir kiyi bile degil
bir ufuk cizgisi bile degil
yalnizca olu
sabaha dogru yagan karin altinda
kivrilmis kalmis
besbelli tutunmak istemis bosluga
kollari havada
sikmis avuclariyla bir demet gulu
yayilmis govdesine bir gulumseme
ve cevresine
tas binalara, karanlik pencerelere
kefeni kardan ve gulden.
polis arabasi kapiya geldigi zaman
giyimevlerini, mezecileri, postaneleri gecerek geldigi zaman
arka sokaklardaki birkac kiliseyi
cenaze levazimatcilarini ve
bin dokuz yuz yirmi sekiz modasina gore giyinmis bir kadinin bir
anlik olusunu
gecerek geldigi zaman
bir kamyon et bosaltiyorken bir kasap dukkaninin onunde, tam o
zaman
yuzu sabunlu bir otel musterisinin elinde tiras makinesiyle
pencereden sarktigi zaman.
polis arabasini gormeden once
her yani aynalarla cevrili bir meyhanedeydim
sircalari dokulmus aynalarla
parca parca goruyordum kendimi
disarda kar vardi, kirli kar
isinmak icin konyak iciyordum
- isinmak icin mi dedim, tuhaf -
disarda kar vardi
saat dokuzu on geciyordu, balikpazari'nin her gunku sabahi
yillardir hep ayni sabah
iri bir kaya baliginin icbukey karni
ve binlerce, on binlerce kedinin hep birden
kente hic uymayan bir yaratik gibi kimildandigi
o sabah.
polis arabasi kapiya geldigi zaman
aynalipasaj'in dugmecileri, gomlekcileri
yuzukculeri, bilezikcileri, tuhafiyecileri
dukkanlarini actiklari zaman
ve dukkanlarin ustundeki heykelciklerin
bir yas torenine hazirlanir gibi
anlatimlarini degistirdikleri zaman
balikcilarin baliklarin karsisinda en iyi durduklari zaman
ayakta cay ictikleri zaman
mermer masalarin altindan yorgun govdeleriyle
ciktiklari zaman serserilerin
ve pasaj temizlenmeye ve karlar kurenmeye basladigi zaman
masmavi iki yengec gibi bakmaya basladigi zaman gozleri garson
vasil'in
tam o zaman.
polis arabasi kapiya geldigi zaman
uc kisi siyah bir otomobilden indiler
ucu de sivildi, ellerinde cantalari vardi
ben meyhanenin penceresindeydim
icerde ve kar icindeydim
bir demet gul icindeydim
gule gomuluydum
kana.
polis arabasi gittigi zaman
demir kapinin yaninda olu
gokyuzu donemecinin altinda
ve yerde birakmamak ister gibi sozunu
elinde bir demet gulle
"gul, gul!" diye aci bir bagirtiyi uzattigi gullerle
ipislak saclariyla buzdan yatagina uzanmis.
(o zaman ihlamur agaclari kardan gorunmezdi. gozlerim
azalirdi, gizlenirdim. babam koyu kahverengi cizmeleriyle
karlari ezer ezer ezerdi cakiltaslarinin ayaklarinin altinda oy-
nastiklarini duyuncaya kadar. annem cati katinin yanindaki
sivri kuleden gozlerini ayirmazdi, yeter ki gok kanasindi be-
yaz beyaz ve kocaman bir alabaligin karni. usaklar bir kose-
ye sinerlerdi, hic konusmazlardi, bir kristal surahi ruzgardan
urperir titrerdi. iniltiye benzeyen bir ses yayilirdi. karanliga
yapisirdim, bir kapi karanligina, bir duvar karanligina,
bir yokolus karanligina. olum cok uzaklardaydi, o zaman
cok uzaklardaydi olum.)
sordu
karla kapli kirli bir cumle
basinda kimler vardi?
bir, emekli postaci huseyin
- cok adres bildigi icin adi pezevenge cikan -
iki, cenaze kaldiricisi adem
- ciplak kafali, on disleri curumus -
uc, akordeoncu kadin
- hemen hemen hic konusmayan, saclari oksijenle sarartilmis, bi-
zansli bir kehribar taciri gibi sisman, yasli ve kizoglankiz -
ve sonra otekiler
uc horan kilisesinin kapicisi
cingene calgicilar, bademciler
lotaryacilar
bir iki garson
en geride
cengelli igne satan bir kiz cocugu.
ve onu kaldirdilar, ben gordum
duz bir kagit gibi anlamsizdi, ben gordum
ikinci konyagimi ictim bitirdim
demir kapidan cikardilar ve gordum
morg arabasina koydular
kapisini ittiler, kapi kapandi
taraklar, istiridyeler acildi kapandi
cicekler titrestiler
bir balikci balik dogradi ve tartti
pencereden cekildim.
gunlerdir ilk olarak guldum, gulumsedim
yillardir ilk olarak
sanki ilk gozyasinin tarihini buldum, ustunu cizdim.
ve sordu gene
olumle kapli o kirli cumle:
siz, ruhi bey nasilsiniz
ben ruhi bey nasilim
anladim anladim
ve simdi iyi biliyorum artik nereye.
cenaze kaldiricisi adem
bir olu nedir ki bir olum nedir
aciyla kirlenmekdir, aciya sevinmekdir.
siz bilirsiniz, isterseniz biraz gecikiriz
gelmesine geliriz, biraz gecikiriz
ne kadar gecikirsek biz o kadar iyiyiz
ben o kadar iyiyim.
bir zamanlar hamaldim, celenk tasirdim
en guzel cicekleri ben sirtimda tasirdim
caddelerden gecerdim, buyuk vitrinlerin onunden
serlerden bahcelerden gune damlardim
renkelere karisirdim, kentin isiklarina
icinden soyulan bir portakal gibi
kendi icdenizlerimi oper oksardim
suslenmis gibi olurdum
kokular icinde kalirdim.
sonra beni bir gun cagirdilar
sonra beni bir gun gene cagirdilar
artik hep cagirdilar, dort kisi olduk
dort kisi gerekliydi, dort kisi olduk
oluleri gorduk, oluler koltuktaydilar
oluleri gorduk, oluler yatakta
oluler giyinik, oluler ciplak
iste biz dort kisi buna alistik
bizi alistirdilar.
omuzlarim kesik kesiktir, nasirlidir
her zaman bir olu vardir omuzlarimda
o kadar olu vardir ki her yanimda benim
- oluler icindeyim! oluler icindeyim! -
ornegin bir bardak su icsem bir olu kayar suramdan
su icmeyen bir balik gibi kayar
olulere takilmis bir ucurtma gibiyim
biraz oyleyim.
ve otel musterileri, onlar
en inandirici olulerimdir benim
her biri bir olumu her gun yeniden yasar
camlara yapistirilmis yuzler gibi
sevgiyi unutmus yuzler gibi
- unutmak utanmaktir, siz bilirsiniz -
huzunsuz, anlatimsiz, soguk
aksamustu rengindedirler ve yorgundurlar.
siz daha iyi bilirsiniz, hiristiyanlari soyarlar
oluleri ciplaktir onlarin
ne yalan soyleyeyim gorunce huylanirim
yeni olmus genc kizlar yeni dogmus cocuklara benzerler
gorunce huylanirim
bunu karima da anlatirim, su dokunurum
adim mi, ademdir, iyi adamimdir.
karima anlatirim ya, size de anlatirim
bir gun bir olu kaldirdik, askenazlardan
hani su leh yahudilerinden iste
gozleri o kadar mavi olan, mavi bir suda yuzer gibi govdesi
saclari tutun renginde
her neyse, uzatmayalim, bir de baktik ki olunun arka cebinde
dolarlar, marklar, sterlinler
once paylasmayi dusunduk, yalan soylemeyeyim
goturup geri verdik az sonra
goturup geri verdik, yuz lira aldik
hepsi hepsi yuz lira
bir gun de bir oluye asili iki torba
torbalar kalcalara inmis, askilar omuzlarda
icleri altin dolu
oluyse bir kocakari, ermeni
coluk cocugu
elbette geri verdik altinlari da.
ve genc bir kiz olusunden ametist bir kolye cikardim
dogrusu sakladim onu gizlice
karimdan bile sakladim, karimdan
niye mi sakladim, ugurdur diye.
bir karim, iki cocugum, dort kisiyiz
kimseler bizimle konusmaz
mahallede kahveye cikamam, anlarsiniz
giderek alistim ickiye de
demin de soyledim ya, iyi adamimdir
benden kotuluk gelmez
inanir misiniz, bir gun gene bir oluyu kaldiracagiz
tam kaldirazagiz, birden farkina vardim
adam dupeduz yasiyor
oysa raporlar filan tamam
buzluga girdi mi o anda isi bitik
basinda mirascilar yas giysileri icinde
dedim ya, birden farkina vardim
evet, o gun bugundur yasiyor
cihangir'de oturur, zengindir
bir iki kez evine de ugradim
beni pek sevmez.
ne de olsa herkes biraz oludur
otel musterileri en onde gelir
kendileri soyar kendilerini kendileri giydirir
butyuk kentlerin buyuk tabutlaridir oteller
nedense iste onlar gokyuzune gomulur.
bu sabah on birde bitirdim isimi
gidip uyuyacagim
belki de
ya karimla ya da
bir baska oluyle yatacagim.
acaba
donelim
dondursun bizi
kalbin akip giden bulutlara benzeyen sesi
yagmursuz bir yagmura acilmis kapilardan
ve akilda kalan bir yokustan
ve yalniz cocuklara ozgu o sonsuz sinema koltuklarindan
ve cocukluktan
donelim
donelim mi biz
genclikten, oralardan
mutlulugu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
donelim mi aciya
aciya, buyuk aciya
ve soralim mi acaba
en buyuk yalnizlik! insansan eger
bir kaya
dalgalar yalarken onu
o bakarken kaskati kalabaliklara
donelim
ya da donsek mi acilardan da
ah, kalbin bulut bulut akan sesi.
butunuyle bir semte benziyor ruhi bey
binlerce, on binlerce kedinin hep birden kimildandigi
kedilerden orulmus bir semte
ve soguk bir tuvalde yerini bulamamis renkler gibi
soguk ve ayakta tutan celiskileri
bir gorunumden bir baska gorunume kolayca sicranan
her seyin, ama her seyin cok distan farkedildigi
eh belki de bir satir fazlaligi ya da bir satir eksikligi
belki de genc bir sairden odunc alinan.
yuruyor mu, yurumeyi mi dusunuyor ruhi bey
dusunmesi daha mi sonra koyuluyor yola
nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
yoksa bir oyun tadi mi buluyor bunda
oyundan atilmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
bosvermis de sanki oyunun kurallarina
ustelik son bolumde, perdenin kapanmasina
azicik vakit kalmis
ya da vakit var daha. ama ne cikar
govdenin yazgiya baskaldirmasi mi
ruhi beyin
baskaldirmasi mi yoksa
vaktinden once anlamanin saskinligi mi
vaktinde anlamanin sevinci mi
ya da biraz gec kalmanin
o gereksiz tedirginligi mi
hangisi
ama belli ki sonundayiz her seyin
en sonunda.
dusluyor olumunu ruhi bey
niye olmemeli oyleyse
yasamak mutlu bir devinimse.
olusunu bekliyor ruhi bey
bir yanda ruhi bey bir yanda olu
ve gormemek ister gibi oluyu
oturmus bir iskemleye.
ben ki bir oluyu beklemekle gecirdim geceyi
bir oluyu ve olunun butun inceliklerini.
getirdiler beni sayrilar evine bir sabah
asansorle yukari cikardilar
tertemiz bir yataga yatirdilar - ben boyle istedim boyle oldu -
oda numaram 283'du aklimda dogru kaldiysa
pencereden tepeler gorunuyordu, bulutlar ve birtakim kuslarla de-
vinen tepeler
yakinimdan geciyordu bazi kuslar da
beyaz bir saat asiliydi duvarda. duvarin her yerinde
bembeyaz saatler asiliydi
ve her sey o kadar beyazdi ki, ayrintilar
yillarin eklem yerlerini gosteriyordu sanki
ve butun eklem yerlerinde koskocaman bir olu
ruhi beyin olusu
hepsi de ur gibi beni
sarmisti ur gibi ruhi beyi
o gun sigara ictim aksama kadar
- ikinci gun aldilar sigarami -
ve saatler biraz sarardi
sarardi butun ayrintilar.
ve otuz sekizin altina dusmedi atesim
yataktan kalkamadim
o gece uyuyamadim sabaha kadar
koridorlarda ayak sesleri, bagrismalar
kapi gicirtilari ve acayip sesler
bilmem boylece kaca cikti bekledigim oluler.
ucuncu gun kan siseleri, tupler, serumlar
doktorlar, hastabakicilar
araliksiz girip cikmalar
gidip gelmeler
tepelerden pencereye akan kuslar
pencereye sivanan kuslar
ve benim mutlulugumun altinda
kararip yitti butun ayrintilar
bir daha gorunmedi
ve artik hic gorunmeyen
siseler, tupler, serumlar.
ve o gun ilk defa olusunu gordu ruhi bey
sogumus govdesini gordu
donuk gozlerini, durmus kalbini
gordu neye benzerse bir olu.
- ben ruhi bey nasilim
- mutlusunuz ruhi bey.
yarin gazetelerde cikacak ilanlarim
ruhi bey oldu
bu olum toreninde mutlaka bulunacagim
bir daha gormek icin olumu
celenkler yigilacak avluya
ki benim sayisiz olulerime
yaldizli yapraklarini kipirdatarak bakacaklar
sevgiyle
ve babam elinde gumus kirbaciyla
bir basina bir olu
annem bir limon goruntusunun onunde giyinmis olumlulugunu
oluler halinde duracak onlar da
disimdaki oluler, icimdeki oluler
bir alasim halinde, donuk gunesin altinda
ve benim mutlulugumun altinda
akip gidecek butun kotulukler
olumun armalari gibi
akip gidecekler en sonunda.
niye olmemeli oyleyse
yasamak mutlu bir devinimse.
koro
(cicek sergicisi, meyhane garsonu, meyhane patronu, kurk
tamircisi yorgo, hayrunnisa, genelev kadini, otel katibi,
cenaze kaldiricisi adem, akordeoncu kadin, emekli postaci, vb.)
celenklerimizle geldik, yoktunuz
ara sokaklarda, pasajlarda aradik, yoktunuz
meyhanelere baktik, otellere sorduk, yoktunuz
nerdesiniz, ruhi bey?
ruhi bey
o kadar bekledim ki, geliyorum
olumumu bekledim, geliyorum
bir oluyu ve olunun butun inceliklerini
bekledim geliyorum.
ben ruhi bey, mutlu olan ruhi bey
olumu gomdum, geliyorum
bir sonbahar gunuydu, geliyorum
gunesler buz gibiydi, geliyorum
ve butun kotulukler
olumun armalari gibiydi
size anlatirim, geliyorum.
hepsini, hepsini gomdum, geliyorum
havuzun kirik taslarini - siz bilmezsiniz -
limonlugu ve kirmizi konagi - siz bilmezsiniz -
aynalarda kendini seven ruhi beyi - siz bilmezsiniz -
ve bildiginiz ruhi beyi - ya da pek bilmediginiz -
gomdum ben, geliyorum.
koro
iyi biliriz sizi biz, iyi biliriz
nerdesiniz ruhi bey.
ruhi bey
gomdum hepsini, geliyorum
butun olulerimi gomdum, geliyorum.
koro
peki, ya sonuc, ruhi bey, ya sonuc
biz sizi tanimaz miyiz
siz ne yaparsiniz bundan sonra, biz ne yapariz
bir butunun parcalariyiz, bir butunun parcalariyiz.
ruhi bey
sonuc mu dediniz, ne dediniz
sonuc hic gomulur mu, geliyorum
ben yalniz olulerimi gomdum, geliyorum.
koro
dogrusu anlamiyoruz ruhi bey
her insan biraz oludur
biz ki bir butunun parcalariyiz, biliriz
her insan biraz oludur.
ruhi bey
insan yasiyorken ozgurdur
yaklastim iyice, geliyorum.
koro
her insan biraz oludur
biz de biraz oluyuz.
ruhi bey
oluler ki bir gun gomulur
icimizdeki oluler, disimizdaki oluler
insan yasiyorken ozgurdur
insan
yasiyorken
ozgurdur. -
"ve yıllarca sonra kadının ölüsünü
bir bulantı cenazesi gibi kaldırdılar içimden"
dizesi ayet olarak duvara asilmasi gereken destan... eklenecek bir baska soz onun dusuncesini bozacaktir... -
şair edip cansever'in 1976'da yayımlanan (kasım 2001 itibariyle 12. basımı yapılan) uzun şiiri ve bu uzun şiirin tiyatro oyunu.
istanbul devlet tiyatrosu tarafından sahneye konan oyunda yönetmenliği cüneyt çalışkur üstlenmiş. başrolde uğur polat var. diğer rollerde taner birsel, rüçhan çalışkur, mahmut gökgöz, ali fuat çimen, ali ersin yenar, celal kadri kınoğlu, canan şanan ve yurdaer okur yer alıyor.
oyun genel olarak başarılı, uğur polat iyi bir aktör, düzgün diksiyonu ve iyi ayarladığı ses tonu ile inandırıcı bir performans sergiliyor. ancak yapısı ve içeriği itibariyle biraz ağır bir oyun. uzun tiradlarda zaman zaman izleyici oyundan kopabiliyor, dikkati ve ilgiyi birbuçuk saat boyunca sürekli yoğun düzeyde tutmak gerçekten kolay değil, hem seyirci hem de oyuncular ve yönetmen açısından. ama mesajı ve şiirin "ruhunu" seyirciye iletmeyi başarıyorlar; önemli olan da bu.
- sahi ruhi bey siz nasılsınız ?
- iyiyim, iyiyim. (oyun ve şiirdeki tek diyalog) -
kim ne derse desin kadınlara düşkünüm
ne yapayım öyleyim
kadın dendi mi sanki ben
vişneli bir dondurmayı durmaksızın yalarım.
bolumuyle siirine sevimli bir gulme molasi vermistir edip cansever... -
"...
nerdeyim
kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
para bozduranların az çok bildiği
adres soranların gene bildiği
bir sokakta bir aşağı bir yukarı
saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
amansız bir güceniğim
..." -
bir noktada takıntılı olduğumu düşündüğüm edip cansever'in uzun şiiridir. herhalde tiyatro uyarlamasını 4 kere izlemişimdir. kitabı ise o sayının en aşağı 2 katı kadar okumuşumdur. benim için ruhi bey zamanın bir bölümünde sallanıp duran ya da hiç bir yere ve zamana ait olmayan bir karakterdir. bu nedenle kitabı ilk defa okumamın üstünden 9-10 yıl kadar geçmiş olmasına rağmen hala o ilk heyecanı yaşıyorum. gün içinde durduk yere şiirden parçalar aklıma geliyor ve kendimi o sonsuz ikindilerin içinde buluyorum. sanki ikinci yeni ve özellikle edip cansever şiirlerini ikindi vakti okunsun ve yaşansın diye yazmışlar.
-
edip cansever bu şiirin hikayesini şöyle anlatmış;
“ben ruhi bey nasılım adlı kitabımı, bugünden çocukluğuma doğru uzanan bir çizgiyi bölüm bölüm yazarak sürdürmeyi düşünmüştüm. baştan dört bölümü de bu amaçla yazmıştım. kitap hem yavaş yürüyordu, hem de bir yerde tıkanıp kalacak gibiydi. bir süre yazmayı bıraktım. bir gün krepen pasajı'nda bir başıma oturuyordum. yazdı, hava sıcaktı. pasaj da oldukça tenhaydı. dipte, köşede bir garson uyukluyordu. diyebilirim ki, şiirme bir dekor hazırlanıyordu sanki. nitekim biraz sonra ilk oyuncu sahneye girdi. pasaj’a sık sık gidenler iyi bilirler, sakalları uzamış, saçları dökük ve yağlı, askılı pantolonunu karnının üstüne kadar çekmiş, omzunda birkaç kemerle dolaşan ve kimselerle konuşmayan bir adam vardı. daha önceleri çok gördüğüm halde ilgimi pek çekmeyen bu adam, dışarıdaki masalardan birine, tam karşıma oturdu. dikkatle izlemeye başladım. kendi kendiyle konuşur gibi dudaklarını hafiften kıpırdatıyordu. bir kadeh içki verdiler, içti. birdenbire ruhi bey'i daha yazılmamış olan ruhi bey'i bulduğumu anladım. çocukluğumdan, gençliğimden ve ‘şimdi’lerden sıyrılarak onun dünyasıyla özdeşleştim. eve döndüm, ilk notlarımı yazdım. kitap o günkü rastlantıdan sonra hızla gelişti.” -
koro:her insan biraz ölüdür
biz de biraz ölüyüz
ruhi bey:ölüler ki bir gün gömülür
içimizdeki ölüler,dısımızdaki ölüler
insan yasıyorken özgürdür
insan
yasıyorken
özgürdür
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap