• hakkında resmen yalan bilgilerin verildiği ve debeye giren avrupa ülkesi.

    belçika eurovision organizasyonu bir sene flaman bir sene valon yayıncı kuruluş tarafından yapılır. valonlar organize edince fransızca konuşurlar yarışmada. bu arada valonlar fransız değildir ama neyse o konu uzun. flamanlar organize edince flamanca ingilizce konuşurlar. al bak 2021'de yarışma hollanda'da, belçika temsilcisi kuzeydeki komşularımız diye sevgi gösterisini nece yapıyor sonra ingilizce'ye dönüyor. tek kelime fransızca yok. https://youtube.com/…c-mvnvbmelhrop-vio9aw-lkhzauyw

    aynı yarışmada belçika oy vermeye başlayana kadar lider olan fransa'ya tek oy bile çıkmıyor. hani o sözde belçika'nın bağlanacağı fransa.

    brüksel'in durumunu ise belçikalı olmayan birisi asla anlayamaz.
  • belçika'ya geldiğimden beri hem içlerinde yaşadığım hem de kaldığım yerde uluslararası öğrenciler dışında pek fazla yabancı olmadığı için flaman toplumunu daha çok gözlemliyordum. hem günlük hayatta hem de çalıştığım esnada bu insanların huyu suyu nedir ne değildir az çok fikir sahibi oldum. "gurbetçi" tayfa türklerle de iletişim kurmaktan ekseriyetle kaçındığım için olacak, epey cahil kalmışım kendileri hakkında. entegrasyon kursuna başladığımdan beridir tansiyon hastası oldum yemin ediyorum. flamanların arasında yaşamadığım kültür şokunu bir grup türkle beraber entegrasyon dersi alırken yaşıyorum. sözüm ona derslerin amacı kişiyi belçika'ya adapte etmeye çalışmakken ben bu tipler yüzünden ülkeden soğuyacak raddeye geldim.

    öncelikle şunu belirtmeliyim ki buraya eğitim amacıyla gelmiş biri olarak aslında benim bu kursu almamam gerekiyor. yani hem böyle bir mecburiyetim yok hem de normalde hedef kitle ben olmadığım için birazcık kuralların esnekliğinden faydalanıp yazıldım kursa. normalde bu, süresiz oturum izni olup da ileride vatandaşlık alma potansiyeli olan kişiler için zorunlu. öğrenci oturumunu süresiz oturuma çevirtemediğin için flaman hükümeti pek taraftar değil eğitim amacıyla gelmiş kişilerin bu kurslara yazılmasına. fakat ben en azından önümüzdeki üç sene boyunca bu ülkede yaşayacağım için ülkenin kurallarından, kültüründen, sorumluluk ve haklarımdan haberdar olmak istedim. entegrasyon ofisindeki danışanım da bu çabamı mantıklı bulduğu için bana bir kıyak yapıp hem dil okuluna hem de entegrasyon kursuna yazılmama yardımcı oldu. şu noktaya kadar her şey çok güzel. (bu arada entegrasyon kursunu anadilde alma zorunluluğu olduğu için diğer katılımcılar ve hoca da türk.)

    yaşadığım ilk şok, neredeyse benim yaşım kadar süredir belçika'da olduğu halde daha yeni bu kursa teşrif eden kadının hikayesini dinlememle başladı. ben dış kapının dış mandalı pozisyonunda olduğum halde hak ve görevlerimi öğrenmek adına üçüncü ayımda bu kursa başlama kararı almışken bu kadını çeyrek asır sonra buraya getiren neydi acaba gerçekten.. ha gerçi bunun cevabını da verdi. vatandaşlık alacakmış. :) ömrünün yarısını geçirdiği ülkede hala köyünden geldiği ilk gündeki gibi yaşamakta ısrarcı ama hiçbir şeyden geri kalmaya da niyeti yok. işte bu noktada şunu sorgulamaya başladım: 17 senedir topluma adapte olmayı başaramamış birine belçika neden hala vatandaşlık hakkı tanıyor? böyle bir profilin, sonraki 17 yılda entegre olmasını ummak en hafif tabirle kerizlik değil de ne? ve bu gibi insanlar sıfır vasıfla elini kolunu sallaya sallaya belçika'ya gelmişken bana öğrencimi vizemi 62 günde verdi bu ülke ahahahaha.. yani bunların yaptıklarının bedelini ben ve benim gibiler ödüyor. dahası da var, olay bu kadar değil.

    hoca belçika'daki aile kavramını anlatıyor. kanunlara göre iki kadın veya iki erkek evlenebilir; aile olmak için anne, baba ve çocuktan oluşmaya gerek yoktur diyor. hem yeni gelenler hem de az önceki kadın gibi kazığı buraya çakmış olanlar hep bir ağızdan çocuk olmadan aile mi olunur, kedi köpek aile üyesi mi sayılır, iki erkek birbiriyle nasıl evlenir diye hırgür çıkartıyor. hoca bir plajdan fotoğraf gösterip yorumlamamızı istiyor; avrupa'nın çıplaklığını almışız, böyle olmaz nidaları havalarda uçuşuyor. ulan sığır. mayo giyip deniz kenarında güneşlenmek dahi sana göre çıplaklık ve kabul edilemez bir şeyse ne işin var belçika gibi bir yerde? işin acı olan kısmı, bu insanların eşcinsellere saygı göstereceğini düşünüp entegrasyona devam etmelerine izin vermeleri. ben bu programın koordinatörü olsam bu virüsleri çoktan diskalifiye edip süreç dışı bırakırdım mesela. 30 yaşına kadar kadının yerinin ev olduğunu, eşcinsellerin insanca yaşamaya hakkının olmadığını, denize girmenin ahlaksızlık teşkil ettiğini düşünen birinin bu saatten sonra değişeceğine ve bu fikirlerinden vazgeçeceğine inanan kafayı hakikaten çok merak ediyorum.

    bu arada her dersin sonunda, o hafta konuştuklarımızla ilgili olarak mini testler çözüyoruz gruplar halinde. testlerden biri de belçika'daki devlet kurumlarının görev ve işleyişle alakalıydı. 20 senedir burada yaşayan kadın 6 sorudan 5 tanesi yanlış yaparak içinde yaşadığı ve vatandaşlık almak istediği ülkeyi ne kadar iyi tanıdığını herkese göstermiş oldu. :) bir önceki derste de çocukların 2.5 yaşından itibaren zorunlu olarak kreşe gitmesinin insan hakları ihlali teşkil ettiğini ve bunun faşist bir uygulama olduğunun iddia etmişti. tabii ki de insan hakları ve faşizm kelimelerini ben tercüme ettim. onun kelime dağarcığında böyle şeyler yoktu da lafı aşağı yukarı buna getirdi.

    yani belçika'daki türk topluluğu nasıl diye merak ediyorsanız; son 10 yılda ve beyin göçüyle gelmiş olanlar haricindekilerin yüzde 95'i bu anlattıklarım gibi. bunlarla muhatap olmak zorunda kalanlara bol sabır ve şans dileyerek jesus christ evlerden ırak etsin bunları diyorum.
  • afrikada yaptığı işkence katliam ve sömürülerle insanlık tarihine kara leke olarak geçmiş olup bunlar hiç yaşanmamış gibi davranan,

    bu katliam, işkence ve sömürülerle elde ettiği zenginlik sayesinde avrupa'nın ortasında izole durumda sefa süren;

    son 40-50 senedir ise terörü, teröristleri himaye eden, besleyen büyüten, diğer yandan da medeni görünen, ama gerçekte vicdansız acımasız çifte standartçı olan.

    şerefsiz yüzsüz ülke.

    keser döner sap gönder, gün gelip hesap döner

    bkz:

    https://tr.wikipedia.org/…altında_kongo_katliamları

    https://afam.org.tr/…inci-leopoldun-kongo-katliami/
  • somurge donemindeki insan haklari ihlallerini gelismecilik kisvesi altinda hosgormek kolonial revizyonizmdir, bunlari herhangi bir sebeple (yol yaptilar, medeniyet getirdiler(!)) normal karsilamak mumkun degil. afrikalilarin belçika kralini çiçeklerle karsiladigi da dogru degil, en azindan hepsi boyle degil, diplomatik nezaket (biraz da çikar) dahilinde kufur edecek halleri yok ama çok ciddi tepki gosteren bir kitle de mevcut.

    fakat kongo donemindeki insan haklari ihlallerini bugun belçika'nin kendi iç siyasetinde veya dis siyasetindeki tutumuyla karsilastirmak veya bu geçmis yuzunden bugunku durumunu elestirmek de en iyi ihtimalle anakronizmdir.

    belçika'da kraliyet ailesi veya resmi hukumetin kongo'daki eylemlerinden dolayi ozur dileme diplomasisi yillar once basladi, tarihi açidan belçika somurge tarihini objektif ve elestirel sekilde en iyi belçikali arastirmacilar ortaya koydu (yukarida koloniyal revizyonizme karsi çikan en onemli sahsiyetler de belçikalilarin kendileri), bu yuzden en azindan tarihle yuzlesme açisindan ortadogu ulkelerinden fersah fersah ilerdeler.
  • bu yazıya nereden başlasam bilemiyorum. konuşacak onca şey olmasına rağmen içimdeki dindiremediğim kırgınlık, bütün kelimeleri teker teker boğazıma diziyor. peşinen söyleyeyim, bu entry size belçika hakkında herhangi bir bilgi vermeyi vadetmiyor. aksine, haykırmak isteyip de bir türlü fırsat bulamadığım cümlelerin zehrini akıtmayı diliyorum.

    türkiye'de hiçbir zaman kolay bir hayatım olmadı. lise yıllarına dek hep akran zorbalığına maruz kalmış, yalnız bir çocuk olarak büyüdüm. birçok insandan nefret etmeme, alenen cinsel kimliğimi hedef alan politikaların yürütüldüğü bir atmosferde yaşamama rağmen hiçbir zaman ülkeme ve kuruluş ilkelerine karşı kin gitmedim. bence vatanperver bir insandım. ulus olmanın bilinciyle, bayrak sevgisiyle, atalara saygılı ve minnettar olmak gerektiğinin farkındalığıyla büyüdüm. eğitim hayatım devlet okullarında geçti. hiçbir zaman süper zekalı, inanılmaz başarılı bir çocuk değildim ama içimde hep bu ülke için iyi şeyler yapma isteğinin ateşini taşıdım.

    ne zaman ki lisans hayatım başladı, yavaş yavaş toz pembe ve idealist dünyamdan kopup türkiye gerçekleriyle yüzleşmeye başladım. çözülmesi gereken o kadar çok problem olmasına karşın kimsenin bunları çözmeye niyetinin olmadığı gibi bu uğurda birkaç şey yapmak isteyen insanların da sindiriliyor oluşunu görmek ilkin beni kamçıladı. daha da hırslandım. ben zoru sevdim bir kere. bir şeyler yapmalıydım. ama ne?

    lisansımın son döneminde bana musallat olan siyasal islamcı, sözde öğretim görevlisi bir insanla yüz göz olana kadar hala içimde bir heves olduğunu söyleyebilirim. fakat ne zamanki bu gibi tiplerin ülkenin her yerindeki akademik kadroları işgal ettiğine ve üstelik birçok usulsüz yapılan işin ayan beyan ortada olmasına rağmen görmezden gelindiğine şahit oldum; ilk olarak o an bir kırılma yaşadım hayatımda. içinde bilim üretmeye, bu ülkeye dair yararlı bir şeyler yapmaya zerre hevesi olmayan insanlar benim olmayı hedeflediğim bütün mevkiileri çoktan doldurmuşlar ve benim gibilerin araya girip de kendilerince kurdukları bu harami düzeninin bozulmaması için her şeyi yapmaya göze almışlardı zaten. akademi hayallerim büyük oranda hüsrana uğrasa da vazgeçmedim, yüksek lisansıma başka bir eğitim kurumu altında başladım. buradaki düzenin geldiğim yerden daha kötü olduğunu görünce ve nereye gidersem gideyim belki de daha beteriyle karşılaşacağımı anlayınca işte tam da o an lanet ettim her şeye. zamanında bilmem kimin torpiliyle kadrolara yerleşmiş, o koltuğa oturduğundan beri de ülkenin akademisi adına zerre faaliyette bulunmamış insanlarla doluydu her yer. aralarında vatana millete en hayırlı gibi duranı, öğrencilerinin yaptıkları ödevlerden veya yazdıkları tezlerden aşırdıkları parçalarla akademik yayın yapıyorlardı; öyle düşünün.

    şansımı iş dünyasında denemeye karar verdim. kafa yapısı gereği, ve özünde zaten bu sisteme karşı biri olduğum için, memur olup da sırtımı devlete yaslamak gibi bir hedefim hiçbir zaman olmadı. katma değer üretemediğim ve üretilemeyen her yer benim nefretimdi. dolayısıyla daha kendi yeteneklerimi kullanarak bu ülkeye hizmet edebileceğim yerlerde şansımı denedim. hepsi de ya doğrudan kamu kuruluşu ya da yarı özel nitelikte olan birkaç farklı birimin kariyer programına kayıt oldum. her birinde ingilizce sınavlarını, genel kültür ve genel yetenek sınavlarını, kişilik envanteri testlerini geçip hepsinin de kurul mülakatında elendim. sebebi de ya eşcinsel olmam ya akpli olmamam ya da o mevkiide sözü geçen ankaralı bir dayıya sahip olmamdı. tek başıma bir hiçtim yani. zaten içimdeki vatan, ulus sevgisini falan siktir et; akademik başarımın, bildiğim iki yabancı dilin, o işe karşı motivasyomun hiçbir önemi yoktu. yani ağzımla kuş da tutsam kimse bana iyi şeyler yapmam için gereken fırsatı vermeyecekti.

    yaklaşık beş aydır içinden çıkamadığım bir depresyon sürecinin tam da zirve yaptığı anda hiçbir ön araştırma veya sorgulama sürecine girmeksizin önüme çıkan ilk okula yüksek lisans başvurusunda bulundum. gent üniversitesi veya nam-ı diğer ugent, sosyoloji bölümü. sağ olsunlar beni uğraştırmadan kabulümü verdiler. nasıl yani? öncesinde 97 farklı sınav sonucumu ibraz edip de beni alacağınız bir mülakatın sonunda sizin bölüm kadrosunda bir tanıdığım olmadığı için beni reddetmeyecek misiniz şimdi? hayırmış bunun cevabı. vize sürecim biraz uzun sürmüş olsa da multiyi kaptım. okulla kira sözleşmesi yaparken metinde geçen "ev sahibi olarak gent üniversitesi oda sıcaklığını yıl boyunca şu derecede tutmakla mükelleftir" gibi maddeleri okudukça gözlerim doldu. kimse türkiye'de bana kendimi bu kadar önemli hissettirmediği gibi vaat edilen şeylerin de hukuki güvencesine bu denli inandıramamıştı doğrusu. okulun ücretini ödemek lazım fakat elimdeki bütün nakti onlara verirsem ben ne yiyip içeceğim? okula mail atıyorum, önce taksitlendirme yapıyorlar herhangi bir faiz koymadan. ama diyorum ödemeye bir ay geç başlasam olur mu? ayıpsın diyip dönem sonuna kadar bitirmek kaydıyla istediğin zaman istediğin kadar öde kıyağı geçiyorlar. yeni gelme stresiyle uğraşmasınlar diye önden sim kartı bile ayarlıyor adamlar. türkiye'de olsa ayın kaçında giriş yaptığına bakmaksızın tüm ayın ücretini alır kalacağın yurt veya evin sahibi. ben 22'sinden itibaren konaklayacağım için bana sadece bir haftalık fatura kesip yollamışlar eylül ayı için mesela. aynısı burada olsa ver kardeşim tüm ayın parasını, biz ay başından ay başına hesap yapıyoruz der. şimdiden kendimi insan gibi hissedebiliyorum maruz kaldığım muamele doğrultusunda. belçika'da aç kalabilirim, yalnız kalabilirim; hiç önemli değil. en azından insanca yaşama özgürlüğümün olacağından çok eminim.

    belçika hakkında yürütmek zorunda olduğum bürokratik süreçler hakkında hiçbir fikrim yok. bu ülkeye önceden duyduğum bir sempati de yok. hala da sevinmiyorum ay belçika falan diye. gideceğim yer isveç de olabilirdi hollanda da. sadece gitmekte olduğum için mutluyum. artık kendimi türkiye'ye hiç borçlu hissetmiyorum. elimden geleni yapmak için tüm varlığımı ortaya koyduğum bir ülke beni elinin tersiyle istiyorsa ben daha neyin minnetini veya mahcubiyetini duymalıyım? intihar etmeyi düşündüğüm bir dönemde bana umut kapısı belçika'dan aralandı. ha muhtemelen henüz hiç siklerinde değilim, onlar için binlerce yabancı öğrenciden yalnızca biriyim. ama hala o ülkede iyi şeyler yapabilmek için şansım var ve buna kalkıştığımda kimsenin bana sırt çevirmeyeceğini umut ediyorum. ben yük olmaya değil, aksine üzerimde taşıdığım misafirlik gerginliğini atabilmek adına elimden ne geliyorsa yapmaya geliyorum. bu süreç benim için nasıl geçecek, beni neler bekleyecek hala bir fikrim yok. tek isteğim insan gibi yaşarken benliğimden taviz vermeden bir şeyleri başarabilmek.

    bu hikaye güzel devam ederse burayı editlerim. belçika'ya göç etme sürecinde kafamın içinde dönen şarkıları bir çalma listesi haline getirdim. göz atmak isteyen olursa da linkini bırakıp kaçayım: https://open.spotify.com/…si=xtjdhufwtsshkslmuwav8w
  • avrupada genelde sağlık sisteminin yavaşlığından bahsedilir. genelde de doğrudur, yani mesela diş randevusunu aralık ayında anca mart ayına alabildik. yine başka konularda ortalama 2-3 ay sonraya randevu alınır.

    bugün enteresan bir olay oldu. sırtımda iki tane yumru oluştu, 10 senelik mevzu ara ara gece uyurken batıyorlar. bir kere türkiyede aldırdım ama türkiyede aldıran doktor bir tanesi derinde diye almamış. sonra farkettik. neyse yeni yıl kararları uyarınca dedim bunu kovalayacağım. acelesi de yok. bizim evin yakınında bir hastane var dedim oradan bir randevu alayım 15 ocakta. aaa bir baktım 19 unda sabah erkenden boşluk var. yapıştırdım randevuyu. kafamdaki plan bugün görseler 2 aya randevu verirler falan neyse girelim de çarka acelesi yok dedim.

    gittim doktora derdimi anlattım. kadın baktı, ne zaman alınmasını istersiniz dedi, mümkün olan en kısa zamanda dedim. şimdi sana uyar mı dedi, tabi dedim. kullandığım ilaçları falan sordu. sıkıntı yok dedi yan odaya geçin. geçtim yatağa yatın dedi yattım. çat çat vurdu lokal anestezileri. tak tak iki yumruyu 15 dakikada aldı çıkardı. düşündüğümden derindeymişler ama kökleri dahil çıkardım bir daha sorun olmaz dedi.

    45 dakikada ayak üstü küçük bir ameliyat oldum çıktım. muhtemelen 20-30 euro bir para öderim.

    özetle sağlık sistemi denk gelirseniz acayip hızlı çalışan bir ülkedir.
  • belçika türk düşmanı falan değildir, ülkenin aldığı göçmenlerde turkler, fransiz, italyan, ve faslilardan sonra gelir. takribi 200 bin türk belçika'da yaşar. bu da nüfusun yüzde 1.3ü gibidir. seçmen sayısı 142 bin olarak görülüyor ysk sayfasında. neredeyse her şehrinde bir yada daha fazla türk mahallesi vardır. ben mesela ümraniyeyi, bağcılari özledim mi buralara giderim.

    neyse gel gelelim terörist oluşumları destekleme mevzusuna. bu adamlar 1 sene önce 700 gün hükümetsiz kaldı. devlet kendi politikasini olusturamiyor ki bir de oturup turkiyeye düşmanlık politikasi gelistirsin. ülkede 10 eyalet 6 devlet var. bir yerde geçerli olan kanun başka bir yerde çalışmıyor. devlet memurlari bile yerse modunda takılıyor. oturup turkiyeye düşmanlık yapabilecek bir yapıları yok. ama pkk gibi olusumlar, türkiye'de bizi eziyorlar, özerklik istiyoruz falan deyince adamlara garip geliyor. ne farkeder ozerklik olsa, ne farkeder resmi dil iki tane olsa diyorlar çünkü adamlarda resmi dil üç tane. haliyle bu olusumlarin gösteri yapmasına falan karışmazlar. o da bizim ulkedeki demokrasi aşıklarına düşmanlık olarak gelir. bir belediyede bir pkk sempatizani vardir, hadi türkiye'de ezilenlere yardim ediyoruz diye kampanya başlatır parayi pkkya aktarir. bunu pkk için yapıyorum demez halklarin kardesligi konsorsiyumu falan icin yapıyorum der. mesela turk mahallelerinde ilmi yayma cemiyeti, ilmi sohbetler birliği gibi radikal dinci ve fetöcü bir sürü organizasyon da yuvarlanir gider. gecen bir gece erbakancilara rastladim bir kafede, 1980lerdeki gibi bir yetkili çocuktan bozma, garip takim elbiseli cocuk var onun yaninda kafada takke kocaman sakal, takim elbise ve cübbeli tipler elemana başkanım, başkanım cekiyorlardi. tek farkları var, burada kimsenin yasam tarzina müdahale ederlerse anaları bellenir,o yüzden kendi aralarinda oynuyorlar. kendi ailelerine hayatı zindan ediyorlar.

    neyse özetle belçika biz türk dusmaniyiz kardesim diye bir karar alabilecek bir devlet yapisina sahip değil. sanirim şimdi bakanlardan biri de kürtçü türk. bir tane de travesti mi ne vardi bakan olarak. mesela benim yakından duyduğum o kürtçü türk bakan, turk cocuklarina türkçe aktivite yaptiran sosyal bir kuruluşun fonunu kestirdi. kürt cocuklarina ayrimcilik oluyor diye. yani burada turkiyeye düşman birileri varsa onlari da türkiye ithal etmiştir büyük olasılıkla.
  • dünya sağlık örgütü'nün müze ziyaretlerinin insanların stresini azalttığı ve hayatı daha anlamlı kıldığı yönündeki teşhisi sonrası belçika'da psikiyatristler ruh sağlığı için reçetelere ücretsiz müze ziyareti yazma izni almış. pilot olarak brüksel'de başlamış uygulama ve sonuçları izlenecekmiş. 6 ayda her hasta 5 kez müze ziyareti yapacakmış.

    ben sonuçlar yayınlanmadan söyleyebilirim ki benim için mükemmel bir terapi ve bunun için doktora bile gitmiyorum, kendi reçetemi yazıyorum! ama belçika'nın böyle detayları izlemesi ve hayata geçirmeye çalışması da ayrıca göz doldurucu!

    detay
    detay-2
  • eşimle birlikte 1 yıllık bir sürecin ardından yaşamaya başladığımız ülke.

    süreç hakkında bilgi isteyenler olmuş.

    ilk adım linkedin ve indeed üzerinden bolca başvuru, süreç sonunda bini geçik başvuru yapmış oluyorsunuz. “sponsorship gerekiyor mu?” ön sorusu cevaplandığında olumlu dönüş binde 1’e düşüyor. ne yazık ki durum bu. sırf işi bulmak 8 ay sürdü.

    sonrasında ‘single permit’ denilen, çalışma ve oturma iznini birlikte içeren bir annex 46 evrağı için şirketiniz sizin adınıza başvuru yapacak ve bir takım evraklar isteyecek. biraz masraflı ve yorucu şekilde bunları sağlayacaksınız (sağlık raporu, çevirisi, noteri, apostili, boku püsürü derken 6 ay önce 1000 tl’den fazla masraf yapmıştık). oturmaya mahsus izni farklı bir kurum, çalışmaya mahsus izni farklı kurum veriyor. ve birbirlerini takip eden bir süreç, yani şirketiniz başvuruyu yaptıktan itibaren önce ortalama 10 hafta, sonrasında da 4 hafta kadar izinlerin gelmesi bekleniyor. sürecin sonunda annex 46 elinize geçiyor.

    vfs global ile iletişime geçeceğiniz sürece başlıyoruz. önce becerebilirseniz sitelerine girip randevu bulacaksınız, genelde tamamen dolu. eşinizle birlikte gidecekseniz arka arkaya iki boş slot bulmanız gerekiyor, zira aynı anda başvuru yapmak en mantıklı seçenek. bu challange için uykusuz geceler geçirdik, gün içinde sürekli takip ettik paranoyak olduk ama bir şekilde taaaa 25 gün sonrasına randevumuzu aldık. taş olsan çatlarsın amk, 10 hafta bekle, 4 hafta bekle, üstüne 1 ay bekle. beklemekten saçlarım ağardı yıprandım.

    bu randevu için de bazı evraklar topluyorsunuz ve yine apostili, nüfus müdürlüğü, çevirisi, adliyesi, noteri falan içeren bir maraton başlıyor. evraklar tamamsa istisnasız hepsini 1 orjinal 3 kopya hazırlıyorsunuz, içerde fotokopi ateş pahası önden uyarayım.

    randevu günü bolca nakit bulundurun, hatta eşiyle başvuru yapacak olan 3750 tl daha nakit bulundursun. vfs global’de kart geçmiyor, işinizi halledemezsiniz.

    o gün başvuruyu yapıp evrak setini konsolosluğa gönderince 2-3 hafta daha bekliyorsunuz. konsolosluk başvurunuzu inceleyecek, gerekirse ek belge talep edecek vs. yine git-gel oluyor, yine bekleniyor. hay beklemesini.

    sonunda vizenizin basılı olduğu pasaportlar gelince rahat bir nefes alıyorsunuz. fakat koşturma henüz bitmiyor. buraya gelince de yapılması gereken çok şey olacak(adres bildirimi, banka hesabı vs.) talep olursa onlar için farklı bir entry oluştururum.

    brugge’den iyi bayramlar.
    görsel

    edit: ilk debe oldu benim için, teşekkürler. bir sonraki entry ülkeye varışınızdan itibaren yapmanız gerekenleri içerecek.
  • ıngiltere'nin dibindeki antwerp gibi bir limanın fransa'ya ait olmaması için kurulmuş devlet. protestan hollanda isyan edip habsburglar'dan bağımsızlığını alırken katolikler önce ıspanya daha sonra da avusturya habsburglar'ına bağlı kalmıştır. napolyon avusturya'yı yenip bu toprakları işgal edince ingiltere için bir risk oluşmuştur. ingilizler, 1815 tarıhınde antwerp'in aynı bölgedeki bir çok limanı kontrol eden hollanda'nın elinde olmasını fransızlar'a tercih etmiştir. 15 sene sonunda katolikler (özellikle de wallonlar) ile hollanda arasında çıkan sorunlar 1830'da belçika'nın hollanda'dan ayrılması ile sonuçlanmıştır. ingiliz kralı'nın da kuzeni olan bavyeralı saxe-coburg-saalfeld hanedanından leopold'un 21 temmuz 1831'de tahta öıkmasıyla da belçika krallığı resmi olarak kurulmuştur.
    çok sessiz sakin ve güzel bir ülkedir. etrafındaki büyük ülkelerden çok daha yaşanılası bir yerdir.
hesabın var mı? giriş yap