• anneannnemin evinde 20-30 kişi edilen kahvaltı... babaannemin evinde yenen yemek. bayramlık elbise, mendil, lokum, harçlık... yaşarken o kadar sıradandı ki... sonra o sofradan birer ikişer kalktılar... mesafeler, birbirinden kopuk yeni kuşak ve sıralı sırasız ölümler. meğer nasıl kalabalık bir sevinçmiş, ne şen seslermiş, zamanla kaybolurken hafızamda, görüntüler görüntüler...

    ben bu bayramda kalan büyüklerimin ellerinden öpeceğim. çünkü biliyorum bugünler de hatıra olacak. biliyorum bugünler de özlenecek. keşkelerin, uktelerin yerini iyi kiler doldursun diye...

    artık o kadar azız ki, bizim kapımızı kim çalacak acaba yaşlandığımızda, düşününce yalnızlık çöküyor.
  • andy warhol, “gelecekte herkes onbeş dakikalığına meşhur olacak” diyordu.

    yatılı okulda bir gün kantinde otururken anneannemi gördüm televizyonda. üçüncü kişisel sergisini açmıstı. trt'de onu anlatan bir program vardı. ben tabii onu anneanne olarak biliyordum, televizyonda görmek çok şaşırtıcıydı.

    anneannem kanaviçe islerdi biz küçükken. daha kızkardeşim doğmamıştı o yıllarda. erkek kardeşimle ben vardık. 12 eylül öncesinin ankara’sı. annemler işe giderken bizi anneanneme bırakırlardı. anneannem her akşam eve yollarken, “yaramazlığınızı sandığa kilitleyin eve gittiğinizde” diye bize söz verdirirdi. sabah eve almadan önce sorardı, “sandığa kilitlediniz mi yaramazlığınızı? almam yoksa eve!”

    biz hayatı ona her gün yeniden yeniden zindan ederdik. kardeşimle benim için, “ölüyü mezardan çıkarırlar!” derlerdi. o kadar yaramazdık...

    bize masal anlatırdı anneannem bir yandan kanaviçe işlerken. ancak o zaman uslu dururduk. yıllar sonra o kanaviçelerle kişisel sergi açacağını ve benim o sergiyi okulda cezalı kaldığım bir hafta sonu tesadüfen televizyondan izleyeceğimi bilmeden onu seyrederdik.

    anneannem inançlı bir kadındı. yine de müslüman olması, onu ısa’yı sevmekten alıkoymuyordu. bir meryem ve isa figuru işlemişti. dedem öldüğünde akrabalardan birisi duvarda asılı ikonanın üstünü kapatmak istemiş; anneannem de buna çok bozulmuştu. o kanaviçeler sağlığına tanıklık etmişti dedemin, ölümünde de onu yalnız bırakmayacaklardı. ben annenannemin tarafını tutmuş ve örtüyü almıştım meryem'le ısa’nın üzerinden... meryem isa'yla birlikte izlemişti dedemin cenazesini. müslüman dualarını dinlemişlerdi evin içinden yükselen.

    her bayram uzaktan gelenler yeni kanaviçeler görürlerdi anneannemin duvarlarında... her biri başka bir hayali anlatan. anneannem aşkla işliyordu kanaviçelerini, gözünün nurunu akıtıyordu onlara. biraz sanatçılık varsa içimde bir kısmı da anneannemden bulaşmış olmalı. onu seyrederken, biraz bir seyler kapmış olmalıyım...

    kardeşim büyüyünce at olmak istiyordu o yıllarda. ona atlar ve köpeklerle dolu bir av sahnesini tasvir eden bir kanaviçe işlemisti. ben ne olmak istiyordum acaba? bana hansel ile gretel’i cadının evinin önünde tasvir eden bir şey işlemisti. daha okumayı bilmiyordum; ama kitaplaram ilgim vardı demek ki o zamanlar. annemle, bana kitap okuyor, okumayı oğretmek yerine diye kavga ederdik. öğretmendi, herkese öğretiyordu okumayı, bana da öğretseydi ya! ben kitapları kendim okumak istiyordum.

    büyüdük. kızkardeşim doğdu. onun doğdugu günü hatırlıyorum. annemle babam bir gün edincik’ten bandırma'ya gittiler. döndüklerinde yanlarında bir de bebek vardı. “kardeşiniz size bandırma’dan acıbadem kurabiyesi getirdi” demişlerdi. o günden beri severim acıbadem kurabiyesini. acıbadem kurabiyesi demek kardeşim demek benim için. yabani diye çağırırdı bütün sülale beni; ama yabaniliğim o bebeğe hiç sökmedi. ben yatılı okula gidene kadar kucağımdan inmedi. sonra, ayrı ayrı büyüdük. tekrar abi kardeş olabilmemiz için yıllar geçmesi gerekiyordu. annemle babamın yeniden oğulları olabilmem için de, ihtiyac vardı o yıllara...

    erkek kardeşim büyüdü, at olmadı. evlendi. yakında baba olmayı planlıyor. hele biraz daha durumunu düzeltsin, ilk işi bir çocuk sahibi olmak olacak. belki onun çocuğu büyüyünce at olur.

    köpeğim minican annemlerin evinden ayrılıp benim yanıma geldiğinde kanaryamız efe oluverdi. biz efe minican’ı sevmez sanırdık. minican sürekli onun kafesine tırmanmaya çalısırdı. halbuki minican gittikten sonra efe bir daha ötmedi. bir kaç hafta içinde de öldü. sonra dedemin sırası geldi bir bayram günü. annemin babası ölüme meydan okudu başarılı olamadı, kanser olduğunu bile bile tedaviyi reddetti, bildiği gibi yaşamaya devam etti. onun en iyi arkadaşı babam da dedemden bir yıl sonra yine bayramda hayata gözlerini yumdu. minican’ın gidişi üzerine efe'nin ölümünü hatırlatır bana babamın dedemin arkasından göçüşü. biz onları hep biribirilerine dalaşırken görürdük. dedem ölünce anladık babamın ne kadar yalnız kaldığını.

    annem bu bayram burada degil. kızkardeşimin eşi hastanede nöbetçi doktor. o da evde yalnız kalmak yerine beni ziyarete gelecek, beraber gecirecegiz bayramı. bayram dedigimiz de film alır izleriz. çekirdek çitleriz. akşam olunca içerim ben belki, kardeşim korku filmlerine takılır. minican kimi yakalarsa onun dizinde uyur.

    yola çıkmak istiyorum aslında; ama öyle böyle bir yol değil. bayramda çıkılacak bir yol değil. yanına kitap almalık, üstünü sıkıca giyinmelik bir yol değil. yine de eğer cesaret edip yola çıkabilirsem bir arkadaşımın tavsiye ettiği bir kaç kitabı alacağım sanırım yanıma... arkadaşımın orada bir yerde olacağını bilecegim, bu da bana güç verecek. ama yola çıktığımda geri dönecek bir evim olmayacak... geri dönecek bir evim olursa geri dönerim, onun için hiçbir sey bırakmayacağım geride... ileride bir şey varsa ona denk gelirim.

    bugün bayram. bu bayram da evdeyim. iyice koklayayım, içime sindireyim evimi. gelecek bayram olmayabilir o ev... belki bu bayram evde yalnız veya kızkardeşimle olmak iyi olur. belki bayram mayram olmaz. bayram olur ama iyi olmaz belki de...

    hem ben iyi bayram diye anneannemin kanaviçelerine derim...
  • beş şehir'de bayram, çocuklarla özdeşleştirilir ve ahmet hamdi tanpınar'ın kaleminden şu satırlar dökülür;

    "eski istanbul bayramları çok başka türlü idi. bayram sabahları güneş bile bir başka türlü, adeta ruhani doğardı. çünkü eski hayatımızda takvim semavi bir şeydi. şehir, daha birkaç gün önceden bayrama hazırlanırdı. eğer gelen şeker bayramı ise bu sadece bayram yerlerinin hazırlanmasından ibaret kalır, ramazanın hususî hayatı, şenlikleri birdenbire bayrama çevrilirdi. dolaplarıyla, atlı karıncalarıyla, gümüş kırbaçlı çerkes eğerli pırıl pırıl atlarıyla, bin türlü sürprizleriyle bayram yerleri şehre gündelik hayatından çok başka, çok renkli bir görünüş verirdi. çocuk, bu günlerin tek hakimiydi."

    çocukların eki bayramlardaki gibi şen olduğu, bayramları bayram yaptığı saadet dolu günlerin hep yaşanması dileğiyle....

    debe edit: teşekkürler
  • aile ve akrabalar ile zaman geçirme hususunda doz aşımı yaşatan günler..
  • adetlerine bayıldığım özel gün...

    sabah tüm aile aynı saatte uyanır. erkekler namaza gider, kadınlar kahvaltı hazırlar. her şey özel olmalıdır o yüzden her sabah yenmeyen şeyler hazırlanır. erkekler geldiğinde bayramlaşma anı gelmiştir. önce anne ve baba bayramlaşır, akabinde çocuklar... anne babamın eli öpülür ve kahvaltıya geçilir. kahvaltıdan sonra herkes en güzel kıyafetlerini giyer ve komşular gezildikten sonra, önce baba tarafı gezilir, sonra anne tarafı`:doğu geleneği... babaanne kesin loğuk yapmıştır, deli gibi yersin. her ziyaretten sonra harçlıklar hesaplanır ve uzun zamandır görüşülmeyen sevilenlere sürprizler yapılır... artık 500üncü kez teklif edilen baklavayı reddetmek için bin takla atılır, tatlıyı yemek istemeyen misafire "ama bu ev baklavası, çok hafif..." denir, sanki baklavanın hafifi olurmuş gibi... bayramın son gününde ise şekerlikte kalan tüm şekerler çocukların önüne verirlir. işte o an bayram bitmiştir...

    her gününde akşam eve yorgun dönülse de, hatta sadece bayramlarda giyilen iskarpinler insanın topuğunu paralasa da zevklidir bayram ve bayramın tadını en çok kalabalık aileler çıkarır.
  • bayram; sandıktaki kanaviçeleri evde en güzel yerde görmektir, saklanan porselenleri masaya dizmektir! güzel kokular sürüp-incilerini takan büyük kızların, yeni mendillerini takımlarının cebine yerleştiren büyük erkeklerin pamuk ellerini öperken çizgili yüzlerindeki gülümseyiştir. küçüklern harçlık hesabı yapan meraklı gözleridr, şeker mutluluğudur. bayram merhamettir,sevmek-sevilmektir.
  • kaybetmek istemediğim değerlerden biri benim için bayram. "dini bayram" olarak nitelendirip geçiştirmek değil benimki. bunu yaşayan bir kültür olarak görmek daha çok. dinsel bir törenden çok daha ötesi. beni az çok tanıyanlar ne demek istediğimi çoktan anlamışlardır.

    bayram benim için bayram namazıyla başlar. sabah erkenden kalkar, günlük kıyafetlerimi giyer ve namaza giderim. yılda 2 kez olduğundan ve camiye gitmek alışkanlığım olmadığından dolayı ekseriyetle yanlış kılarım o namazı da. (bkz: bayram namazı/@g man) çıkışta mahalle esnafından beni tanıyanlar -ki onlar da yaşadığım yere göre nispeten orijinal bir tipte olduğumdan bilirler beni- ile bayramlaşır yoluma devam ederim.

    bayram namazı haricinde her bayram rutin olarak yaptığım şeyler ise, her namazdan sonra babaannem ve annem için birer buket çiçek almak, mahalledeki börekçiden kıymalı pide alarak önce babaanneye sonra eve börek bırakmak. basit şeyler aslında; fakat yapmaktan aldığım zevk gerçekten çok büyük. o böreğin tadı sanki bayramda daha da başka oluyor. bir de kahvaltıyı yalnızca buna benzer günlerde edebilen biri olarak keyifle içiyorum normalde yüzüne bile bakmayacağım çayı.

    bunun yanı sıra bayram sabahı mutlaka evde barış manço şarkıları dinleyip çocukluğumu yâd ederim. param olsa da olmasa da en azından o hafta aldığım -çorap bile olsa- yeni kıyafetleri giyer evde otururum. genelde takım elbiseyi tercih etsem de arada casual da takılmıyor değilim hani. gelen giden pek olmaz bizim evet; fakat yine de yeni kıyafetlerle barış manço şarkılarıyla, doldurduğum şeker kutusunda çocukların gelmesini -ki son yıllarda onlar da gelmez oldu- beklemek benim için vazgeçilmez.

    herkese iyi bayramlar ey sözlük ahalisi.

    edit:

    ha unutmadan:

    http://www.youtube.com/watch?v=pi8cudz7jam
  • anti karizmatik bir erkek ismi. degisik turevleri de mevcuttur. (bkz: ramazan), (bkz: saban) gibi.
  • türk insanının yaşadığı en samimiyetsiz ve en yapmacık süreç. memleketin yarısı nefret ediyor bayramlardan. ayrıca "nerde o eski bayramlar" diye bir şey de yok. eski bayramlar da iğrençti.

    oh be.
  • ailede kaybedilmiş kişilerden sonra ne kadar burukmuş. bir önceki bayramı ne de çok özletirmiş. gidenleri anma günüymüş bugün.

    bir baba varmış önceleri, sonra yokmuş. bir anne varmış 1 yıl önce, bugün yokmuş. geriye kalan üç çocuk ve bir torun, en büyük ablanın evinde toplanmış. "hüzünlenmeyelim diye, neşeli müzikle karşılıyorum sizi."

    sonrasında, bakılmaya zor cesaret edilen fotoğraflar ortaya çıkmış, birbirinden güç alanlar, gidenlerin video görüntülerine bakmış, ağlamaya başlayanlar birer odaya kaçmış. anılardan konuşulmuş, fotoğraflara öpücük kondurulmuş.

    bir varmış bir yokmuş.
hesabın var mı? giriş yap