• kırmızı oje sürüp tam kurumadan altına girip uyumamak lazım. tüyleri tırnaklara yapışıyor ve evde aseton da yoksa işe ayı tırnaklarıyla gidiliyor.
  • battaniye, uyku demektir. bir battaniyenin altına girdiğinizde herşeyi unutabilirsiniz. eğer bu battaniye çocukluğunuzdan bu yana kullandığınız battaniye ise daha çok şeyi yukarıda bırakırsınız, daha makbüldür.

    battaniyenin altına girdiniz mi uyuyacaksınız demektir. uyku başlı başına herşeyden kaçış zaten ama uyumadan önce bir kaç dakika düşünme fırsatınız olur. karanlık içinde sadece sizin sığabileceğiniz kadar bir boşluk yaratır battaniye. önce soğuktan ve gürültüden sonra da yukarıdaki herşeyden korunursunuz böylece. hem sizi battaniyenin altında görenler, rahatsız da etmezler, ne büyük bir kaçıştır, kaçış ise ne büyük bir saltanat.

    soğuğu dışarıda bırakmak üzere battaniyenin altına girdiğinizde, muhasebe de başlar yavaş yavaş. işe yaramaz insanlardan kaçarsınız çok güzeldir, asla rahatsız etmezler sizi orada, gelip saçma sapan isteklerde bulunmazlar, boş laflar duymazsınız, üçüncü sınıf espriler kulagınıza ilişmez. herşeyi bilen, yapmış, başarmış insanlar gelip akıl vermezler o zaman. eleştirilmezsiniz, yargılanmazsınız. sizi üzenler giremezler battaniyenizin altına, orada dokunamazlar yaralarınıza, istemediğiniz şeyleri söyleyemezler nasılsa. tek kişiliktir çünkü battaniyenin altı. kendinizden bile kaçabilirsiniz bir battaniyenin altında. o gün olanları, uyandıktan sonra olacakları düşünüp, acılardan, sıkıntılı işlerden kurtuluversiniz beş dakikalığına. en önemlisi de hatalarınızdan kaçarsınız, en güzeli de budur. hiç birşeyi itiraf etmek zorunda değilsiniz nasılsa kendinize, hataları kabullenmeye kalksanız bile yer yoktur zaten battaniyenin altında. o sabah sinirle söyledikleriniz, kalbini kırdığınız insanlar da yukarıda kalırlar. rahat bırakırlar.

    eğer çocukluğunuzdan kalma bir battaniyenin altındaysanız, daha çok şeyi bırakırsınız yukarıda. bütün bir hayatınızı geride bıraktığınızı düşünebilirsiniz mesela. yeni bir hayata başlamış gibi hissedebilirsiniz uyanınca.

    kısaca; hayat çok güzeldir battaniyenin altında, ama sadece beş dakikalığına.
  • 2007 yılında iş için adana'ya gittim, aylardan kasım -bilenler bilir kasım'da hala sıcaktır adana- 4 yıldızlı bir otelde konaklayacağım, giriş yaptım. esyalarımı yerleştirdikten sonra çıkıp bir şeyler yedim. geri döndüğümde resepsiyonist;

    "battaniye lazım mı beyefendi"dedi
    "yok, canım ne battaniyesi bu havada" diyip asansöre bindim. asansöre binerken şakacı resepsiyoniste "iyi akşamlar" demek için arkamı döndüm, adam kıs kıs gülüyordu. bir anlam veremedim.

    döndükten 1 hafta sonra arkadaşlarla otururken bunu anlattım, "dalga geçti benle zaar" diye...
    o an öğrendim ki battaniye=hayat kadınıymış.

    bazı otellerde "kadın lazım mı?" demenin bir diğer ismiymiş.
  • kimileri için daha fazla ihtiyaç duyulandır. birkaç sene önce taksim'de evsizlerin aralarında konuşmalarına kulak misafiri olmuştum:

    - böyle şerefsizlik olmaz! ne yapıcam ben şimdi, bunlarla mı uyucam?
    - ne oldu?
    - şerefsizler battaniyemi almışlar. aha şuraya ağacın içine saklamıştım, almışlar.
    - sen de niye yanında taşımazsın?
    - 20 gündür üstümde taşıyorum, bıktım. dedim bırakayım, saklayayım ağacın içine, almış şerefsizler. o tuvaletçi var ya ondan şüpheleniyorum, o almış olabilir.
    - yok ya niye alsın o. hem öyle düşünme artık. alanın da ihtiyacı varmış almış işte. kötü düşünme.
    - niye alıyor abi, o battaniyeyi bana türkiye aldı, para verdiler 70 milyon aldılar.
    - ya sen bi düşünsene taksimde kaç tane evsiz yaşıyor?
    - ama ben onu alan puştu bulucam, üstündeyken yakalıycam bak o zaman ne olacak.
    - al sen şu kartonlardan daha.
    - ya bırak nasıl da almış şerefsiz. bi sigara versene.
    - sen de yarın bir başka bir battaniye bulursun başka bir ağacın içinden onu alırsın. hem sen bi bana söylesene, biliyor musun ki kaç tane evsiz var bizim gibi burada?
  • yumuşacık olsun, ona sarılıp uyandığında hava hala karanlık olsun, tembellik edebileceğin iki üç saat daha olsun, sıcacık olsun...
  • trabzon civarında otellerde nataşa istemek için kullanılan terim. resepsiyondan battaniye istenir
  • bu sonbahar basladi baslayali battaniyemle uyuyorum. ev hediyesi olarak gelmisti. normalde begenip de almayacagim ucuk renklerden olusuyor. pembe, yesil ve mavinin en ucugundan renkleri var, beyazi bile boyle ucuk bir beyaz. ve o kadar yumusak ki, ona sarilip uyumak resmen mutluluk veriyor. acayip bir sekilde de yun yorganimdan daha sicak tutuyor.

    sacma geliyor, ama dusununce kendimi en mutlu hissettigim, daha dogrusu huzurlu hissettigim anlarda bana yumusak ve sicak bir uyku vaad eden bir battaniyem varmis hayatimda. battaniye kullanmadigim zamanlar ise gerginligin tavan yaptigi zamanlar gibi geliyor. battaniye yuva gibi bir sey benim icin.

    kendimi herhangi bir yere ait hissetmiyorum, sanki atmosferde asili yasayan oylesine bir canli formu gibiyim; ama battaniyemi dusununce anliyorum ki benim memleketim bir battaniye imis. rengi ve dokusu degisse de, battaniyenin verdigi ait olma duygusunu bana veren bir yer yok baska.

    battaniye, ait olmaktir.
  • cok seviyorum.
    yumus yumus polar olabilir, elde örülmüş birleşirilmiş olanlardan olabilir (bkz: patchwork). üzerimde at ölmüş gibi ağır ve kımıltısız duranları sevmiyorum, kendimi dolayabileceğim gibi olmalı. önemli noktalar diken gibi batmayacak, yumuşak olacak ve sıcak tutacak.
    gunduz calısıyorum ya mesela, bir an bir hasret vuruyor, diyorum şurdan yurda gideyim, yumuşak battaniyemin içine gireyim yanımda da bir sıcak su torbası.. tam da o anda yağmur başlasın, camı açayım hafif hafif toprak kokusu gelirken battaniyemle sarmaş dolaş uyuyayım..

    doğuştan tembelim ben.
  • yorgandan çok daha iyi ısıtan, tv'nin karşısında uyuklamanıza yardım eden eşya.
  • charles bukowski`nin bir öyküsü;
    -----
    son günlerde iyi uyuyamiyorum ama sözünü etmek istedigim bu degil tam olarak. uykuya daldigimi sandigim anda olan bir sey.
    "uykuya daldigimi sandigim," diyorum çünkü aynen öyle. son zamanlarda giderek daha sik, uyudugumu hissediyorum ama düsümde odami
    görüyorum, uyudugumu düslüyorum ve her sey yataga girmeden önce biraktigim gibi. yerdeki gazete, komodinin üstündeki bos bira sisesi,
    çanaginin içinde dönüp duran baligim, saçim kadar bana özel olan bazi seyler. ve birçok kez uykuda degilken, yataga uzanmis, duvarlara bakip uykuyu beklerken
    acaba gerçekten uyanik miyim yoksa uyuyor ve odamin rüyasini mi görüyorum, diye düsünüyorum. her sey ters gidiyor son zamanlarda. ölümler; kötü kosan atlar.
    simdi olay su: uyuyup kendimi odamda düsledigimde veya gerçekten odamda oturmus uyanikken, bilemiyorum,iste o siralar bir seyler oluyor.
    dolap kapisinin biraz aralik oldugunu görüyorum, oysa biraz önce kapali oldugundan eminim. sonra kapinin araligi ile vantilatörün (hava sicak oldugu için yerde bir vantilatörüm var)
    ayni çizgide olup basimi nisanladiklarini fark ediyorum. ani bir öfke ile yastigimdan uzaklasiyorum, öfke diyorum
    çünkü genellikle beni ortadan kaldirmak isteyen bu seylere okkali bir küfür salliyorum. simdi sizin "çocuk delirmis," dediginizi duyar gibi oluyorum, gerçekten delirdim belki de.
    ama öyle oldugunu sanmiyorum her nedense. bu benim lehime çok küçük bir arti ,eğer bir arti sayilabilirse. insanlarla beraberken kendimi rahatsiz hissediyorum.
    benden uzak seylerden söz edip, benim duymadigim heyecanlar duyuyorlar. ama kendimi en çok onlarla beraberken güçlü hissediyorum.
    söyle düsünüyorum: onlar bütünün bu küçük parçalari ile varliklarini sürdürebiliyorlarsa, ben de sürdürürüm. ama yalnizken ve kendimi bir tek duvarla, nefes almakla, tarihle, kendi sonumla kiyaslayabildigimde bazi tuhaf seyler olmaya basliyor. anlasilan ben zayif bir adamim. incil'i denedim, filozoflari, sairleri, ama bir sekilde hepsi hedefi sasirmislardi.
    tamamen baska bir seyden söz ediyorlardi. ben de okumayi kestim uzun süre önce. içki, kumar ve seks biraz ise yariyordu
    ve bu yasantimda cemiyetin, sehrin, ülkenin herhangi bir ferdi gibiydim;ancak tek fark, benim "basarmak" istegi duyamamamdi.
    bir aile istemiyordum, ev istemiyordum, saygin bir is istemiyordum.
    böyleydim iste: entelektüel degilim, sanatçi degilim, alelade bir insani kurtaran köklerden de yoksunum.
    arada derede kalmis bir sey gibiyim ve sanirim bu da deliligin baslangicidir.
    ve ne kadar kabayim! elimi kiçima atip kasiyorum. basurum var acayip.cinsel iliskiden daha keyifli.
    kanayana kadar kasirim, aci beni durdurmaya zorlayana kadar. maymunlar,goriller yapar bunu. hayvanat bahçesinde gördünüz mü onlari hiç kanayan kirmizi kiçlari ile?
    ama izin verin devam edeyim. garipliklere merakliysaniz size cinayetten söz edeyim.
    bu oda düsleri, öyle diyelim bunlara, birkaç yil önce basladi.ilk oldugunda philadelphia'daydim.
    o siralar pek çalismiyordum ve kirayi dert ettigm için olmustu belki de.
    o zamanlar biraz sarap ve bira içiyordum sadece, seks ve kumarda tüm güçleri ile girmislerdi kanima.
    bir sokak kadini ile yasamama ragmen, her gece 2 veya 3 degisik erkekle
    beraber olduktan sonra benimle seks veya kendi deyimiyle "ask" yapmak istemesi tuhafima gidiyordu; her sokak sovalyesi kadar avarelik etmis, hapiste yatmis olmama ragmen
    o degisik erkeklerden sonra oraya girmek beni rahatsiz ediyordu… beni etkiliyordu ve zorlaniyordum."tatlim," derdi ,"seni sevdigimi anlamalisin. onlarla hiçbir sey degil.
    bir kadini anlamiyorsun. kadin seni içeri alabilir, orda oldugunu sanirsin ama orda degilsindir bile. seni, içime aliyorum.bu söyledikleririn pek yarari olmuyordu.
    duvarlari yaklastiriyordu sadece. ve bir gece, düs görüyor veya görmüyordum, uyandim ve yanimda yatiyordu (veya uyandigimi düslüyordum)
    etrafima bakindim ki bir sürü küçük adam bizi yataga bagliyordu, 30-40 taneydiler, gümüs renginde bir teli yatagin altindan geçirip üstümüze sariyorlardi.
    kadinim huzursuz oldugumu hissetmis olmaliydi. gözlerini açip bana bakti. "sessiz ol!" dedim. "hareket etme! elektrik verip öldürmek istiyorlar bizi!"
    "kim bize elektrik vermek istiyor?"
    "allah kahretsin, sana sessiz ol dedim! kimildama!" bir süre daha çalismalarina izin verdim, uyuyormus gibi yaparak.
    sonra tüm gücümle dogrulup telleri parçaladim.sasirmislardi. bir tanesine bir yumruk salladim ama iskaladim. nereye gittiklerini bilmiyorum ama onlardan kurtulmustuk. "ölümden kurtardim," dedim kadinima. "öp beni sevgilim,"dedi. neyse, bugüne dönelim.
    sabahlari kalktigimda vücudumda izler oluyor, mavi çürükler. özellikle izledigim bir battaniye var.
    bu battaniye ben uyurken canima okuyor. uyaniyorum ve bazen battaniye bogazima sarilmis oluyor, zor nefes aliyorum.
    hep ayni battaniye. ama ben bir sey yokmus gibi davraniyorum. bir bira açiyor, yaris bültenini alip basparmagimla araliyor, yagmur yagabilir mi diye pencereden bakip her seyi unutmaya çalisiyorum. beladan uzak ve rahat yasamak istiyorum sadece. yorgunum. bir seyler hayal etmek veya uydurmak istemiyorum. ama o gece tekrar uyuz etti beni battaniye.
    yilan gibi hareket ediyor. türlü biçimlere giriyor. yatagin üstünde açik ve düz olarak durmayi reddediyor. ertesi gece de ayni. kanepenin önüne, yere firlatiyorum.
    sonra kimildadigini görüyorum. basimi yana çevirdigim anda kimildadigini görüyorum, inanilmaz bir hizla.
    ayaga kalkip bütün isiklari yakiyorum ve gazeteyi alip okumaya basliyorum, ne olursa olsun, son modalar, kekligi nasil pisirirsiniz, bahçelerde bürüyen yabani otlardan nasil kurtulursunuz; editöre mektuplar, politik sütunlar, küçük ilanlar, ölüm ilanlari ve gerisi.bu arada battaniye kimildaniyor ve ben 3-4 bira içiyorum, bazen gün isiyor ve uyumak kolaylasiyor.
    geçen gece olan oldu. veya aksamüstü basladi. uykusuz oldugum için aksamüstü dört gibi yataga girdim ve uyandigimda veya odami düsledigimde, karanlikti ve battaniye bogazima sarilmisti, beklenen anin bu olduguna karar vermisti! bu isin gizlisi saklisi yoktu artik! beni haklamaya kararliydi ve güçlüydü, veya ben güçsüzdüm, düste gibi, ve nefesimi kesmesini önlemek için tüm gücümü sarfetmek zorunda kaldim, ama üstümdeydi yine de, küçük ama güçlü ataklar yapip beni hazirliksiz yakalamaya çalisiyordu.
    alnimdan ter akmaya baslamisti. kim inanirdi böyle bir seye? böylesine lanet bir seye kim, nasil inanirdi? canlanip beni bogmaya tesebbüs eden bir battaniye?
    hiçbir sey ilk kez yasanmadan inanilir olamaz – atom bombasi veya ruslar'in uzaya insan yollamasi veya tanri'nin dünyaya inip kendi yarattigi insanlar tarafindan çarmiha gerilmesi.
    gelmekte olan seylere kim inanir? son ates zerresine? uzay gemisinde 8-10 kadin ve erkek, nuh'un yeni gemisi, insanligin yorgun tohumunu baska bir gezegene ekmek?
    ve bu battaniyenin beni öldürmeye çalistigina inanacak adam veya kadin nerde? bir tek kisi yok, lanet olsun! bu da isleri büsbütün zorlastiriyordu bir sekilde.
    kitlelerin hakkimda ne düsündügü konusunda çok az bir hassasiyetim olmasina ragmen, onlarin battaniye gerçegini idrak etmesini istiyordum.
    tuhaf mi? nedendi bu? ve tuhaftir, sik sik intihar düsünmeme ragmen, battaniyenin bana yardim etmeye çalismasi mücadele etmeme neden oluyordu.
    sonunda mereti yere çaldim ve bütün isiklari yaktim. bu son verecekti ise! isik, isik, isik! ama hayir, isigin altinda hala kipirdayip birkaç santim ilerledigini gördüm.
    oturup dikkatle izledim. tekrar kimildadi. yarim metre vardi bu kez.
    kalkip giyinmeye basladim, ayakkabi ve çoraplarimi bulmak için tamamen uyanmis bir sekilde battaniyenin yanindan geçtim.sonra giyindim ve ne yapacagimi bilemedim. battaniya harekesizlesmisti.bir aksam yürüyüsü iyi olurdu belki. evet kösedeki gazeteci çocuklara yürüyecektim.o da kötüydü aslinda.
    mahallenin bütün gazeteci çocuklari entellektüeldiler: g.b shaw.q. spengler ve hegel okurlardi. ve gazeteci çocuklar degildiler: 60, 80 veya 1000 yasindaydilar.
    lanet. kapiyi çarpip disari çiktim. sonra merdivenin basina geldigimde, bir sey basimi çevirip koridorun sonuna bakmama neden oldu.
    dogru tahmin ettiniz: battaniye beni izliyordu, yilanimsi hareketlerle, kivrimlar ve önündeki gölgeli kisimda bas, agiz, gözler.
    size sunu söyleyeyim, bir dehsetin dehset olduguna inandiginiz anda nihayet daha az dehsete düsersiniz.
    bir an için battaniyemi bensiz, yalniz olmak istemeyen yasli bir köpek gibi düsündüm, beni izlemeliydi.
    ama sonra bu köpegin, bu battaniyenin, beni öldürmeye çalistigini hatirladim ve süratle merdivenlerden asagi indim. evet, evet, pesimden geldi!
    istedigi kadar hizli hareket ederek basamaklari indi. sessiz. kararli. üçüncü katta oturuyordum. asagi izledi beni. ikinci kata. birinci kata.
    önce disari çikip kosmayi düsündüm ama disarisi çok karanlikti, genis caddelerden uzak, sessiz ve tenha bir mahalleydi.
    en iyisi birilerinin yaninda olup durumunun gerçek olup olmadigindan emin olmakti. gerçegin gerçek olabilmesi için en az iki oy gerekiyordu.
    yasadiklari zamanin ilerisinde olan sanatçilar bunu bilirler, deliler ve halüsilasyon görenler de öyle. bir hayali bir tek sen görüyorsan adama ya aziz derler ya da deli.
    102 numarali dairenin kapisini çaldim.mick'in karisi açti kapiyi. "selam hank," dedi, "içeri gel." mick yataktaydi.
    her yeri sismisti, bilekleri normalin iki misli, karni hamile bir kadininki gibiydi. çok içerdi ve karacigeri iflas etmisti.
    su doluydu mick. askeri hastane'de bir oda bosalmasini bekliyordu.

    "selam hank." dedi, "bira getirdin mi? "bak,mick " karisi, "doktorun ne dedigini biliyorsun: damla yok, bira bile." "battaniye ne is?" diye sordu mick. asagi baktim.
    battaniye fark edilmeden içeri girebilmek için koluma dolanmisti. "bende bir sürü var, isinize yarar diye düsündüm." kanepenin üstüne firlattim mereti.

    "bir bira getirmedin mi?" "hayir mick." "bir bira çok iyi gelirdi." "mick,"dedi karisi. "bir tane olabilir,"dedi karisi, "bakkala gidip geleyim." "gerek yok," dedim ,
    "ben gider dolabimdan alirim." ayaga kalkip, kapiya dogru yürüdüm, gözüm battaniyenin üstündeydi. kipirdamadi. kanepeden öylece bakti bana. "hemen dönerim," dedim
    ve kapiyi kapattim. her sey kafamda olmali diye düsündüm. battaniyeyi yanimda tasimis, beni izledigini hayal etmistim. insanlarla daha fazla görüsmeliydim.
    dünyam çok dardi. yukari çikip 4-5 bira aldim, kesekagidina koyup asagi inmeye basladim. ikinci kattaydim ki bagrismalar, küfürler ve bir el silah sesi duydum.
    kalan basamaklari kosarak inip 102'ye daldim. mick, o sisli hali ve dumani tüten 32'lik bir magnum ile ayakta duruyordu. battaniye kanepede, biraktigim yerdeydi.
    "mick, sen delisin!" diyordu karisi. "haklisin," dedi mick, "sen mutfaga gider gitmez battaniye, tanri yardimcim olsun, kapiya dogru gitti.
    kapinin tokmagini çevirmeye çalisiyordu, disari çikmak istedi ama tokmagi kavrayamadi.
    ilk soktan çikinca yataktan kalkip üstüne yürüdüm ve iyice yaklastigimda tokmaktan siçradi, girtlagima dolanip beni bogmaya çalisti!
    "mick biraz rahatsiz," dedi karisi, "igne yapiyorlar. bazi seyler görüyor. içerken de bazi seyler görürdü. hastaneye yatinca düzelir."
    "allah kahretsin!"diye bagirdi mick
    "bu sey beni öldürmeye çalisti diyorum, iyi ki magnum doluydu, dolaba kosup çikardim, tekrar üstüme geldiginde vurdum onu.
    sürünerek uzaklasti. sürünüp kanepeye çikti, simdi de orda iste. merminin açtigi deligi görebilirsin. hayal filan görmedim."
    kapi çalindi. yöneticiydi. "çok fazla gürültü yapiyorsunuz,"dedi. "saat 10'dan sonra televizyon ve gürültü yok." sonra gitti.
    battaniyenin yanina gittim. gerçekten de bir delik açilmisti. battaniye hareketsizdi. bir battaniyenin can alici noktasi neresidir?
    "tanrim, bir bira içelim," dedi mick, "ölüp ölmemek umurumda degil." karisi 3 sise açti, mick ve ben birer pall mall yaktik.
    "hey moruk," dedi, "giderken bu battaniyeyi de götür." "ihtiyacim yok mick,"dedim, "sende kalsin."
    birasindan büyük bir yudum aldi. "bu allahin cezasi seyi burdan götür!" "iyi de, öldü degil mi?" diye sordum.
    "nerden bileyim?" "bu battaniye saçmaligina inandigini mi söylemek istiyorsun hank? "evet, bayan." basini geriye atip güldü.
    "iki kaçik orospu çocugu taniyorsam, sizlersiniz," dedi. sonra ekledi, "sen de içiyorsun degil mi hank?"
    "evet, bayan." "çok mu?" "bazen." "tek istedigim bu allahin cezasi battaniyeyi burdan çikarman!" dedi mick.
    biramdan büyük bir yudum alip keske votka olsaydi diye geçirdim aklimdan. "tamam dostum," dedim, "battaniyeyi istemiyorsan alirim.
    "yice katlayip kolumun üstüne koydum. "iyi geceler." "iyi geceler hank, ve biralar için tesekkürler."
    merdivenlerden yukari çikmaya basladim; battaniye çok hareketsizdi. mermi canina okumustu belki de.
    odama girip bir sandalyenin üstüne firlattim. bir süre oturup izledim onu. sonra aklima bir fikir geldi.
    bulasik kabini alip içine biraz gazete kagidi doldurdum. sonra patates soyma biçagini aldim.
    sonra da iskemleye oturdum. battaniyeyi kucagima alip biçagi kaldirdim. ama zordu battaniyeyi kesmek.
    iskemlede oturup kalmistim, los angeles'in berbat gece ayazi enseme vuruyordu ve zordu kesmek.
    nasil bilebilirdim ki? belki de bir zamanlar beni sevmis bir kadindi bu battaniye, battaniye kiligina girip benden öç almaya çalisiyordu.
    iki kadin düsündüm. sonra tek bir kadini düsündüm. sonra mutfaga gidip bir sise votka açtim.
    doktor sert içkilere takilirsam ölecegimi söylemisti. ama gizliden çalisiyordum ona karsi.
    ilk gece bir yüksük dolusu. ertesi gece iki yüksük derken… bir bardak doldurdum bu kez. ölüm degildi rahatsiz edici olan, hüzün ve merakti.
    gece aglayan bir iki iyi insan. belki de battaniye beni ölüme, kendi yanina almaya çalisan bir kadindi veya bir battaniye olarak beni sevmeye çalisiyor, nasil yapabilecegini bilemiyordu… ve ya beni izlemek isteyince kapidan çikmasini engelledigi için mick'i öldürmeye çalismisti? delilik mi? neden olmasin? ne delilik degildir ki?
    yasam delilik degil mi? kurulmus oyuncaklar gibiyiz… bir kaç kez kuruluyoruz, bitince güle güle… ve ortalikta dolanip varsayimlarda bulunur, planlar yapar, valiler seçer, çimlerimizi biçeriz… delilik tabii ki, ne delilik degildir?
    votka bardagini bir dikiste içip bir sigara yaktim. sonra son kez battaniyeyi elime alip kestim! kestim, kestim ve kestim, nerden kesildigi belli olmayacak kadar küçük parçalara kestim onu…
    parçalari bulasik kabina koyduktan sonra, kabi pencerenin yanina yerlestirdim ve dumani üflemesi için vantilatörü çalistirdim.

    kap alev alirken ben mutfaga gidip bir votka daha koydum. geri döndügümde kirmizi ve iyi yaniyordu, eski boston cadilari gibi, herhengi bir hirosima gibi, herhangi bir ask gibi, bütün asklar içinden bir ask gibi, ve kendimi hiç iyi hissetmedim, hiç. ikinci bardagi içtim ve neredeyse hiçbir sey hissetmedim. bir tane daha koymak için mutfaga gittim, biçagi yanimda götürmüstüm. biçagi lavaboya firlatip sisenin kapagini açtim. lavabodaki biçaga baktim tekrar. yan tarafinda belirgin bir kan izi vardi. ellerime baktim. elimde kesik olup olmadigini kontrol ettim. isa'nin elleri gibi harikulade ellerdi. ellerime baktim. kesik yoktu. çizik yoktu. çentik bile yoktu. gözyaslarimin yanaklarimdan süzüldügünü hissettim, bacaklari olmayan, agir ve anlamsiz seyler gibi sürünerek. deliydim ben. gerçekten delirmis olmaliyim.
    -----
hesabın var mı? giriş yap