• yüzümüzün ısrarla dönük olması gereken medeniyet.

    yok efendim orta doğu'nun kralıymışız, yok efendim çin süpermiş, rusya şahaneymiş, iran yükseliyormuş, hindistan parlıyormuş... geçiniz. standartları avrupalılar belirler, doğulular yakalamaya çalışır.
  • batı medeniyeti hakkında çokça verilen bir yanlış hükmü, tasavvuf ilmi yardımıyla çözümlemeye çalışacağım.

    ekseriyetle batı'nın aklı ön plana aldığı için geliştiği, doğunun da aklı hiçe saydığı için geri kaldığına inanılır. halbuki aklın böylesi bir istiklali ve gücü yoktur. bu bâtıl hükümden hareketle de sayısız zincirleme yanlışlara düşülür.

    tasavvufta kuru bilginin, boş felsefenin ve bu çerçevede yapılan okuma faaliyetlerinin herhangi bir kıymeti olmadığı telkin edilir. çünkü böylesi bir bilgi obezliğinin, ölü ve faydasız bilgi yığınının insanı geliştirmek yerine daha hastalıklı bir duruma düşüreceği iyi bilinir. kitap yüklü eşek mevzuu...

    bilgi halden doğmalıdır. yani bilgi, belli bir eğitim sürecinin, sistemli çalışmanın, programlı faaliyetin bir ürünü, meyvesi ve tabii sonucu olmalıdır. en öz tabirle, bilgi farkındalığın ekürisi olursa ancak o zaman değerlidir. işte o zaman bilgi, bilgelikle at başı gider.

    anahtar kelime "farkındalık"...

    tasavvufta insan şuurunun yedi farkındalık mertebelerinden birinde olabileceği öngörülür. bu mertebelerin her birinde dünyayı ve evreni algılayış topyekün değişir. o kadar ki, her mertebenin ehli, diğerine göre apayrı dünyanın insanıdır.

    nefsi emmare denilen birinci mertebe insanının algısı, ilkeller seviyesindedir. o dünyayı ve evreni pagan tanrılarıyla izah edebilir ancak. bu kişinin bilgisayar kullanması, üniversite bitirmesi sizi yanıltmasın. iyi dikkat edin, ruhen yamyamlar seviyesindedir. örnek: pop yıldızını görünce çığlık atan genç kızlar, siyasilerin putlaştırılması...

    nefsi levvame ise kurumsal dinler mertebesidir. burada o bildiğiniz meşhur "dindar" tipler ürer. toplumsal karşılığı da teokratik yapılanmalardır.

    nefsi mülhime, her türlü dogmanın aşıldığı, tanrıların öldüğü, hakikat esintilerinin başladığı mertebedir. bu noktaya gelebilen şuur, artık varlığın hakikatine, evrensel kurallara yavaş yavaş nüfuz etmeye başlamıştır. nefsi mülhime'nin aydınlık ve karanlık olmak üzere iki yüzü vardır. yani bu noktaya "dark side-karanlık yüz" seyriyle de ulaşabilirsiniz. tıpkı batı dünyasının yaptığı gibi.

    evet toplumların da aynen fertler gibi kendine özgü bir şuuru ve şuurun yedi mertebede seyri söz konusudur. batı dünyası, toplumsal şuur itibariyle, karanlık yüzden hakikatin ilk basamağı olan nefsi mülhime seviyesine ulaşmıştır. bilim ve teknolojisinin kaynağı budur. çünkü bahsettiğimiz gibi bu mertebe, varlığın sırlarının zahir olduğu bir bölgedir.

    doğu toplumları ise henüz ikinci mertebe olan dindar kimlik ve onun toplumsal vechesi olan teokratik düşünce safhasını aşamamıştır. eğer olur da başarabilirlerse, nurani bir aydınlanmayla nefsi mülhime mertebesine tırmanmaya muvaffak olabilirlerse, batı medeniyetinin sonu gelecektir.

    zira farkındalık düzeyi eşit olduğunda, karanlık yüzün, aydınlık yüze karşı bir şansı yoktur.

    karanlık yüzün temsilcileri,

    birinci mertebede, nemrut, ikinci mertebede firavun, üçüncü mertebede ise "mesih-üd deccal"dır.

    aydınlık yüzün temsilcileri ise sırasıyla hz. ibrahim, hz. musa ve "isa mesih"tir.

    malum olduğu üzere, isa(a.s), deccalı katledecektir.
  • sevilse de sevilmese de ;
    avrupa medeniyeti = yunan kültürü + roma düzeni + hıristiyan dini.
    şeklinde en basit haliyle temel olarak formüle edilir, üzerine istenildiği kadar detaylandırılır.
  • bugün israil'in gazze'de alenen işlediği soykırıma ses çıkarmayan hatta açıktan destek veren "medeniyet".

    batı medeniyetleri soykırım gibi konularda normalde çok duyarlıdır. kendi geçmişlerini yadsımazlar. geçmişte yaptıkları soykırımlardan ya da asimilasyonlardan dolayı çok üzgündürler. geçmiş eylemlerinden zarar görmüş halklardan özür dilerler.

    ne yazık ki bu üzüntü/pişmanlık/özür ancak o halklar bir daha bellerini doğrultamayacak hale geldiklerinde gelir. o ana kadar politikalarını inkar ederler, önemsizleştirirler, başkalarının da yaptığını söylerler. ancak soykırımlar ve asimilasyon projeleri meyvelerini verdikten sonra çok demokratik bir seçimle iktidarı değiştirirler, önceki iktidarın yaptıklarını en sert bir dille kınarlar. zaten demokrasilerde gerçek bir hesap verebilirlik de yoktur.

    (bkz: demokrasi/#155068451)

    -------------------------------------------------------------------------------------------------------

    biraz asimilasyonlardan bahsedelim. 1914'te oksitanca konuşanlar fransa'nın nüfusunun yaklaşık %25'ini oluşturuyordu. bu da kabaca 10 milyon eder. bu insanlar duvarlarına "fransızca konuş, temiz kal"* yazılı okullarda kendi dillerinden ve kültürlerinden nefret etmeye zorlandılar. oksitan halkı ancak 1994'te toulouse gibi bir kaç şehirde oksitanca tabelalar koyma hakkı kazandı. ancak 2008'de oksitanca bir dil olarak kabul edildi. bugün 500000 kişi, yani nüfusun ancak %0.7'si oksitanca konuşabiliyor. dilin asimilasyon öncesi halini bilen bir kaç kişi var. aynısını yine fransa'da bretonca, birleşik krallık'ta ise cornish dili için söyleyebilirim. bretonca ve gallerce arası bir dil olan cornish 18. yy'da birleşik krallık'ın uğraşları sonunda yok edilmişti. bugün birleşik krallık cornish language revival gibi pahalı ponçik projelerle virtue signalling yapıyor.

    ponçik iskandinavların sami halkına yaptıklarıyla ilgili iddialar o kadar vahim ki... 20.yy'da bile devam eden zorla hristiyanlaştırma, topraklarına el koyma, hayatlarını devam ettirmeleri için gerekli ren geyiği avlamalarını yasaklama falan bunları geçtim, sami kadınlarının 1960'larda zorla kısırlaştırıldığı bile iddia ediliyor. soykırım kısmından bahsetmese de finlandiya'nın eski başbakanı sanna marin, bütün ponçikliğiyle asimilasyondan duyduğu üzüntüyü saklamıyor. hatta klaus gibi ponçik filmlerle sami kültürünü övüyorlar.

    bugün israil'in en büyük destekçilerinden ponçik kanada'nın ponçik lideri justin trudeau, 1997'ye kadar devam eden inuit kültürlerinin tamamen yok edildiği zorunlu yatılı okullar için aşağı yukarı iki yılda bir çok ponçik bir şekilde özür diliyor. trudeau o kadar çok özür diliyor ki bugün inuit halkları trudeau gerçekten mi üzgün yoksa dalga mı geçiyor anlamıyor.

    burada uzun uzun ponçik abd'nin hayvanat bahçesi tarzı kurulan indian reservation'larından bahsetmeyeceğim. aynı ponçiklik...

    -------------------------------------------------------------------------------------------------------

    israil'in filistinlilere yaptıklarını da bu gözle izliyorlar. tek umutları, hem uluslararası tepkiler hem de yasaklara ve korkutmalara rağmen kendi seçmenlerinden gelen tepkiler güçlenmeden israil'in bu soykırımı tamamlaması. iki devlet çözümünü vurgulamalarının tek sebebi de israil soykırımını tamamlayıp artık fiilen tek devlet kalana kadar uluslararası kamuoyunu idare etmek.

    (bkz: soykırım/#159023428)

    bugün bu ponçik devletler, israilli yetkililerin açık soykırım çağrılarını ve soykırım politikalarını "7 ekim saldırıları sonrası yaşanan şok, onları da anlamalıyız" diyerek israil'in yaptıklarını önemsizleştirip israil devletiyle empati kuruyorlar. ama tamamen dehümanize edilmiş filistinlilerin her sene kötüleşen yaşam koşullarını, israil'in takmadığı sayısız birleşmiş milletler kararını, abd'nin vetosuyla ölü doğan sayısız bm güvenlik konseyi kararını dikkate alıp on yıllardır yok olmaya itilmiş filistinlilerle empati kurmaya çalışmıyorlar.

    bu ponçik yöneticiler nedense hamas öncesi yerleşimci kolonicilerle haklı mücadelelerini kaybedip mağlubiyeti kabul eden filistin kurtuluş ordusu'na verilen ama tutulmayan sözleri yok sayıp hamas'ın hangi koşullarda ortaya çıktığını tartışmıyorlar. filistin'in bitmeyen savaşlar, suikastler ve kuşatmalarla kendi kurumlarını geliştiremediğini ve filistin halkının bu yüzden fundamentalist dinci gruplara yöneldiğini görmek istemiyorlar. bu yüzden de, neredeyse hiç eğitim almamış, hayata hiç umutla bakamamış ve şehit olup cennete gidebilmek haricinde hiçbir hayal kuramamış hamas yöneticilerinin yaptığı açıklamalarla ponçik batı devletlerinin en ponçik üniversitelerinde eğitim almış israilli yöneticilerin yaptığı açıklamaları birebir karşılaştırıp "israilli yöneticilerin açıklamaları kötü ama bakın, hamas yöneticilerinin açıklamaları daha kötü" diyorlar. eh tabii, hamas yöneticileri israilliler gibi plausible deniability nedir nasıl yapılır bilmiyorlar.

    -------------------------------------------------------------------------------------------------------

    ama size garanti veriyorum, israil soykırımını bitirir bitirmez israil'in yaptıklarının soykırım olduğunu ilk bu ponçik batı devletleri tanıyacak. hepsi özür dileyecek, nasıl oldu bu bilmiyoruz diyecek. filistin kültürünü canlandırma projelerine milyonlarca euroluk fonlar verilecek. kudüs'ün orta yerine "filistin soykırım anıtı" dikilecek bu ponçik devletlerin ponçik yöneticileri tam kadro bu anıtın açılışına gidecek. muhtemelen bugünlerde israil ordusunda yarbay/albay olup uçaklardan, helikopterlerden füze yağdıran bir asker o anda israil cumhurbaşkanı olup "ya biz aslında ponçik bir devletiz, netanyahu şerefsizi yüzünden bu soykırımı işledik, çok üzgünüz, bizim yüzümüzden buradan kaçanlar veya onların çocukları geri dönerse onlara 10000 dolar ve israil pasaportu vereceğiz " diyecek.

    ama o soykırım anıtını açarlarken bugün filistin'de olanlar yarın, allah korusun, moldova'daki gagavuzların ya da romanya'daki romanların başına gelecek olursa "bunlar karmaşık konular, moldova'nın kendisini savunmaya hakkı var, romanya'nın iç işlerine karışmayız" diyecekler. ta ki o soykırım da bitene kadar...

    -------------------------------------------------------------------------------------------------------

    bütün batı medeniyetleri içerisinde tek bir istisna var: irlandalılar. irlandalılar, avrupa'da gerçekten sömürge haline getirilmiş tek halk. o yüzden neyin olup neyin bittiğini çok iyi biliyorlar. ingilizlerin irlanda'daki kurumları nasıl aşındırdığını, irlanda'daki din temelli çatışmaları nasıl körüklediklerini bizzat dedelerinden duydular. ponçik ingilizlerin bilerek yarattıkları 100 milyon kişinin ölümüne yol açan bengal kıtlıkları'yla aynı şekilde yaratılan irlanda patates kıtlığı'nı hem hafızalarına hem de kültürlerine kazıdılar. bu kıtlıktan sonra ülkelerini terk edip abd'ye göç etmek zorunda kalan, orada üçüncü sınıf vatandaş sayılıp anglosaksonların pisliğini temizleyerek varlıklarını sürdüren irlandalılar da yaşadıklarını unutmadılar. bir clare daly, bir mick wallace öyle boşlukta yetişmiyor, yüzlerce yıllık zulüm bu insanları diğer ponçik batılı meslektaşlarından ayırıyor.
  • ekşicilere bunun çökeceğini söyleyince sinirden kendilerini sikiyorlar ama aslında çoktan çöktü bile bu.

    barbar kavimler roma imparatorluğu'nu ele geçirdikleri zaman halk arasında panik olmasın diye imparatorluğun çöktüğünü halka söylememişler, devletin görüntüsüyle fazla oynamadan yola devam etmişlerdi. dönemin roma halkı imparatorluklarının çöktüğünden habersiz olarak yaşayıp ölmüşlerdi.

    bugün bütün batı devletlerinin yönetimleri de haydutlar tarafından ele geçirilmiş durumda. aynı roma imparatorluğunu ele geçiren barbarlar gibi görüntüyü fazla değiştirmeden mevzuyu idare etmeye çalışıyorlar.

    bu düşüncelerimde yalnız olduğumu zannederken bugün profesör bret weinstein'ın da aynı benim gibi düşündüğünü öğrendim. aha burda:
    https://twitter.com/…d_5/status/1761028608338940137
  • ülkedeki bir kesim gibi doğuştan batı kötüdür ön kabulü ile olaya bakan saplantılı biri değilim. yalnız zaman içerisinde batı politikalarının -hemen hemen- tamamının güzel paketlenmiş içi acılarla dolu eylemlerden oluştuğuna tamamen ikna olmaya başladım.

    uzun yazma mecalini bulamıyorum kendimde. bir örnek vereceğim sadece. batı ''medeniyeti'' doğaya ne kadar da saygılı, çevreye özen gösteren bir medeniyet değil mi? bu algının oluşmasına sebep yaşı büyük bir ağaç için binadan vazgeçebilen bir düşünce içerisinde olabilmeleri, ülkelerinin yeşili koruması vb... sadece çevre konusundan gidersek çok net bir şekilde doğaya ve çevreye tarihte geri dönülemez bir biçimde zarar veren batı ''medeniyeti''dir oysa. savaşların, hatta atılan nükleer bombalarının dünyada oluşturduğu tahribatı gözardı ediyorum -insan konusuna daha girmeyeceğim- sırf ddt isimli zehirin ve gdo'nun tarımda dolayısıyla insanda ve çevrede yaptığı zararı hesaplamak bugün mümkün bile değil. ve bu iki zehiri ortaya atanların nobel ödülü aldığını da söylemek lazım. sırf bu iki zehir bile dünyada geri dönülemez, sebep olduğu çevre kirliliği ve hastalıklar hesap edilemez boyutta tarif edilemez bir ahlaksızlık örneğidir ama herkes batının çevre konusunda ne kadar hassas olduğundan bahseder durur.

    bu bakımdan tartışmasız her konuda batı dünyaya verdiğinden çok ama çok fazlasını dünyadan almıştır ve bunu tarihte eşi benzeri olmayan bir tahribatta yapmıştır. bugün doğu dünyasının cehaletinden, geri kalmışlığından bahsedenler bunun bir sebebinin de doğunun batı kadar pervasız olamayışından dolayı olduğunu bilsinler.
  • sadece teknoloji ve pozitif ilimler anlamında değil, insan hakları, etik değerler, aile ve toplum yapısı vs gibi konularda da doğudan çok ileride olan medeniyet
  • mustafa kemal atatürk'ün hakkında;

    "yeryüzünde pek çok ülke mevcut olabilir, ancak tek bir uygarlık bulunur, o da batı uygarlığıdır. ilerlemeyi amaç edinmiş milletler için bu uygarlığın bir parçası olmak zorunluluktur."

    şeklinde buyurduğu uygarlıktır.
  • dün birisiyle oturup konuşurken bana evrensel değerlerin bir dayatma olduğunu söyledi. bunu diyen islamcı vs değildi. benimle aynı görüşleri paylaşan bir anarşistti. sol görüşlü insanlar olarak batı medeniyetinin tahakküm kurma biçimini çok analiz etmiştik daha önce. ancak burada durup onu uyardım: "evrensel değerler diye anlatılan şeylerin özünde yanlış bir şey yok". o da "ama evrensel değerler adı altında diğer medeniyetlere saldırdılar" dedi. cevabım belliydi; "evrensel değerler adı altında yapılanlar evrensel değerleri etkilemez. batılılar teorik olarak kusursuz, diğer medeniyetlerin de bu teoriyle çelişkisi varsa bu onların kusurunu gösterir. sorun batılı politikaların iki yüzlü ve riyakarca uygulanmasıdır." dedim ve teori ile pratik arasındaki farkı vurgulamış oldum.

    sanırım türk düşünüşü olarak bir şeyin pratiğinin yanlış uygulandığını görünce teoriyi ve anlatılmak isteneni terk ediyoruz. bunun sırf benzin konulması unutuldu diye bütün devrim arabaları projesini iptal etmekten hiçbir farkı yoktur aslında. neticede ortada çalışan bir araba var, ancak bir şeyler yanlış gittiği için o arabayı çalışmıyor olarak değerlendiriyoruz.

    batı eleştirisini kalemini doğu birliğinden yana sallayan cemil meriç çok iyi yapar ve genel olarak batı karşıtı eleştirilerde en çok ismi anılan kişi odur. mesela hukuku derinlikle eleştirir, hukuk sisteminin kusurlarını gün yüzüne çıkarır ve hukukun zenginin hukuku olduğunu vurgular. peki ya sunduğu alternatif nedir? hazır olun: kadılık. hani şu "ananı seven kadı" sözüyle haksızlıklarına karşı konulamayacağı anlatılan kadı. islamcı taraf buradan güç alarak kadılığın hukuktan daha üstün olduğunu söyler ancak bunun nasıl bir yolsuzluk inşa edeceğini, esas parası olanın istediğini satın alabileceğini görmezden gelirler.

    bugün bu mantığın neticesini görüyoruz. erdoğan, türkiye'nin teknokratlarını ve entelektüel kesimini bozuk para gibi harcarken bunların nasıl kendilerine özel imtiyazlar oluşturduğunu ve bu imtiyazlarını kaybettikleri için kendisine anlattığını bozuk plak gibi anlatır durur. peki ya erdoğan kendisine özel imtiyazlar sağlayan teknokratların yerine kimleri koydu? din dışında hiçbir konuda yeterliliği olmayan, makamıyla alakasız ve makamının gerekliliğini karşılamayan adamları. artı, eski türkiye'nin yozlaşmışlıklarını ve işlemez yönlerini anlatırken kendisi daha göçük altından adam kurtaramayacak seviyede yozlaşmış ve işlemez bir sistem inşa etmiş oldu. eskisinden daha kötü yani. bu teknokratların eski konunumda bulunması teorik olarak gereklidir, pratikte yaptıkları kusurlar ve hatalar teorinin zedelendiğini değil bu sınıfa ait bireylerin yozlaşmış olduğunu gösterir en fazla. ancak çözüm topyekûn kaldırıp yerine her şeyi merkezi yapıya bağlamak değildir; hiçbir zaman da olmamıştır.

    yani batı medeniyetinin kıstasları reddettiğiniz zaman elinizde pek bir seçenek kalmıyor. daha önceleri marksist fikirle inşa edilmiş, eşitlikçi komünistler vardı sovyetlerin çöküşünden sonra komünizm kalmadı desek yeridir. insanların çağ dışı kurallarla idare edildiği afganistan, sivil memnuniyetsizliğin tavan yaptığı iran, insanların alanen aşağılandığı ve değersizleştiği hindistan ve feodal bir yapıdan çok da farklı olmayan çin'den başka hiçbir şey yok. batı medeniyetinin iki yüzlülüklerini ve riyakârlıklarını görsek de şu an batı insanı en özgür düşünüşe sahip ve en refah içerisinde topluluk. hiçbir şeyi göremesek bile, sosyal kredi sistemi gibi teorik anlamda insanı aşağılayan bir çinle insanlara hakkettiğince vermeyi hedefleyen özgürlüğe en ufak kısıtlamaya bile tahammül edemeyen amerika'yı yanyana koysak pek bir yorum yapmamıza gerek kalmaz.

    şu an erdoğan'a bile katlanamıyoruz, yaptığı sansürler, özgürlüğe müdahaleleri ve kendisi gibi düşünmeyenleri her fırsatta terrörize etmesi pek de kabul görür şeyler değil. ama "doğu medeniyeti" olarak bize satılan şeyin altında erdoğan'ı yüzle çarpacak kadar gaddar eli kanlı diktatörler ve çıkar davası içinde birbirini parçalayan adamlar görürsünüz; akıl yoktur halk yoktur; biat vardır kölelik vardır.

    bu yüzden batı medeniyeti insanlık tarihinin en önemli sıçramalarından birisidir. seni hristiyan olsan da müslüman olsan da koşulsuz şartsız kabul etmeyi öğreten tek anlayış batılı anlayışıdır, "ama avrupa'da neo-naziler ve radikaller var" diyorsanız; o neo-naziler/radikaller batılı medeniyetinin reddettiği ve sosyal anlamda cezalandırdığı insanlardır. ufak detaylara odaklanmaktan büyük resmi göremez hâle gelmişsiniz. ancak ırka göre insanların ayrıştırmayı hedefleyen yapay zekâlar tasarlayan çin'e kimse laf etmez, hâlbuki bu direkt nazi düşüncesinin oryantal pratiğidir.
  • sömürgecilik, savaşlar ve kan üzerine kurulmuştur. bu sömürü postkolonyalizm şeklinde günümüzde de devam etmektedir. diğer yandan bu medeniyet anlayışı inşa edilmese dünya bugün çok daha vahşi bir yer de olabilirdi. o bakımdan mutlak iyi ve ya mutlak kötü değildir. özgürlük ve insan haklarını temel alarak şekillenmiştir fakat şu sıralar olduğu gibi üzerindeki liberalizm sosu alınırsa altında yatan faşizm ve ırkçılığı görebilirsiniz.
hesabın var mı? giriş yap